Libya İstikrar Hükümeti Başbakanı Fethi Başağa Şarku’l Avsat’a konuştu: Seçimlere kadar görevde kalacağım… Ankara ile ilişkilerim çok iyi

Libya İstikrar Hükümeti Başbakanı Fethi Başağa (Facebook)
Libya İstikrar Hükümeti Başbakanı Fethi Başağa (Facebook)
TT

Libya İstikrar Hükümeti Başbakanı Fethi Başağa Şarku’l Avsat’a konuştu: Seçimlere kadar görevde kalacağım… Ankara ile ilişkilerim çok iyi

Libya İstikrar Hükümeti Başbakanı Fethi Başağa (Facebook)
Libya İstikrar Hükümeti Başbakanı Fethi Başağa (Facebook)

Libya İstikrar Hükümeti Başbakanı Fethi Başağa, uluslararası alanda memnuniyetle karşılanan seçim yasaları konusunda Libya’daki tüm taraflar anlaşana ve seçim için belirli tarihler açıklanana kadar görevde kalacağını söyledi.
Şarku’l Avsat’a röportaj veren Başağa, Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ile istifasını öngören bir anlaşmaya vardığına dair iddiaları eleştirdi.
Başağa, “Ben daha önce bu söylentileri yalanlamıştım ama bazıları hala ısrar ediyor. Tekrar ediyorum, böyle bir düşünce bile yok. Libya devletini kurmayı amaçlayan bir siyasi programımız var ve bazılarında bu hedefin olmadığını düşünüyorum” dedi.
Muhaliflerin, Libya’nın doğusu ve güneyinde kontrolündeki bölgelerde hükümetinin ‘zayıf performans’ gösterdiğini ileri sürmesine büyük bir anlayış gösteren Başağa, “Konu bakanların çabalarının etkinliği veya zayıflığı ile ilgili” dedi.
Birleşmiş Milletler’in (BM) hükümetini tanımamasının, birçok ülkeyi aynı yolu izlemeye ittiğinin de altını çizdi.
Başağa, Trablus Merkez Bankası’nın, geçen yılın son aylarında toplam 89 milyar dinar olan hükümetinin bütçesinden (Temsilciler Meclisi tarafından onaylanan) yalnızca bir buçuk milyar dinarı onayladığına dikkat çekti.
Başağa, cumhurbaşkanlığına aday olmak için kampanyasını erken başlatma hedefiyle, hükümetinin bazı belediye krizlerini çözmek için bir kalkınma projesi başlattığına dair iddiaları da yalanladı.
İstikrar Hükümeti Başbakanı bu konuya ilişkin açıklamasına şu ifadelerle devam etti;
“Vatan’ın Kalkınması projesinin bütçesi bir buçuk milyar dinarı geçmiyor ve süresi birkaç ay, yani seçmenlerin oyunu çekmeyi amaçlayan çok büyük bir proje değil. Doğu bölgesinin bankalarından borçlanmaya başvurmadık ve bu nedenle hükümet sadece sınırlı sayıda projeyi hayata geçiremedi. Bu da, bazılarının bu paranın askeri oluşum liderlerinin sadakatini satın almaya gittiğine dair söylentilerini engelliyor.”
Cumhurbaşkanlığına aday olup olmayacağına ilişkin kararının ‘seçim sürecini düzenleyen yasaların çıkarılmasından sonra belirleneceğine’ vurgu yapan Başağa, uluslararası toplumun, BM Libya Özel Temsilcisi Abdullah Bathiliy’in bu yıl sonunda seçim yapmayı hedefleyen girişimine destek için daha fazla adım atacağına dair umudunu dile getirdi.
Başağa, hükümeti Trablus’a girerek çalışmalarını oradan yürütmeyi başaramadığı için cumhurbaşkanlığı yarışını kazanma şansının düştüğü yönündeki haberleri yalanlayarak şunları söyledi;
“Başkente girmeyi başarsam da, başaramasam da popülaritem çok büyük. Projemin bir devlet kurmak olduğunu herkes biliyor ve bu, başkalarının mümkün olduğu kadar uzun süre pozisyonlarına yapışmasını engelledi ve seçim çağrıları arttı.”
Türkiye ile ilişkisine ve Türkiye’nin kendisinin rakibi Dibeybe’ye Trablus’a girme girişimini durdurmak için silahlı insansız hava araçları (SİHA) sağladığı yönündeki haberlere değinen Başağa, “Her dönemin kendine göre olayları, yaşanmışlıkları var ama benim Ankara ile ilişkilerim çok iyiydi ve hala da öyle” demekle yetindi.
Libya’nın doğusundaki Tobruk kentinde bulunan Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih ile ilişkisine övgüde bulunan Başağa şu ifadelerle konuya devam etti;
“Bazıları ilişkimizin gergin olduğunu öne sürüyor ama bu doğru değil. Temsilciler Meclisi ve Devlet Yüksek Konseyi, Fas’ta yapılan toplantılarda seçimleri denetleyecek birleşik bir hükümet konusunda anlaşmışlardı. Yeni bir şey olmadı ve her halükarda ülke menfaatine olan her adımın yanındayız.”
Başağa, merhum Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’nin oğlu Seyfülislam’ı cumhurbaşkanlığı yarışından dışlamak için Libya krizinin tarafları arasında bir anlaşmanın varlığı hakkındaki söylentilere de değindi.
İstikrar Hükümeti Başbakanı, “Maalesef hakkında mahkeme kararı verilenlerin sınır dışı edilmesi gerektiğinden söz edildiğinde, önerinin doğruluğu ve birçok ülkenin seçim yasalarında yer alan bir madde olduğu düşünülmeden bütün mesele Seyfülislam Kaddafi’ye kalıyor” dedi.
Silahlı oluşumlar hakkında da konuşan Başağa şöyle devam etti;
“Uluslararası destek ve siyasi irade varsa, bu grupların sorunu ‘çözülmez değil’. İçişleri Bakanı iken bu unsurları eğitmek ve kalifiye etmek için programlar oluşturduk. Asker ve polisleri profesyonellikleri ve disiplinleri şu anda övülecek şekilde mezun ettik, ancak bu bizim sorumluluğumuz sona erdikten sonra durdu. Herhangi bir çözüm, bu unsurları barındıracak ve geçim kaynaklarını güvence altına alacak alternatif varlıklar bulmaya odaklanmalıdır. Bu, küresel petrol fiyatlarındaki artış gibi çevremizde olup biten her şeyin uygun şekilde kullanılmasıyla ekonominin harekete geçirilmesini gerektirir, ancak maalesef bu olmadı.”
Başağa, BM girişimini desteklemeye yönelik uluslararası çabalarla ilgili olarak, karmaşık siyasi ve güvenlik konuları ile krizin çözümüne katkıda bulunacak şekilde şu anda gösterilen her türlü çabayı yürütme çağrısında bulundu.
Başağa, ABD’nin Rus paramiliter grup Wagner unsurlarını ülkeden çıkarmak amacıyla seçim düzenleme çabalarını yoğunlaştırıp yoğunlaştırmadığına ilişkin bir soruya ise şu yanıtı verdi;
“Elbette Libya’dan Wagner unsurlarının çıkarılması Washington ve onun Avrupalı ​​müttefikleri için bir önceliktir, ancak hesapları sadece bununla sınırlı kalmayacaktır. Libya’nın istikrarı, onun ve komşu ülkeler Mısır, Tunus, Cezayir, Sudan ve Afrika kıtasının geri kalanı için de önemli bir hedeftir. Herkes, ülkede süregelen siyasi ve güvenlik kaosunun yansımalarının er ya da geç kendisini de etkileyeceğinin farkına varmıştır.”
Eski Ulusal Mutabakat Hükümeti’nde daha önce İçişleri Bakanı görevinde bulunan Başağa, silahların yayılması konusunu ele alarak şu ifadelerle görüşlerini dile getirdi;
“Bu Libya’yı kendilerine sığınak arayan radikal örgütleri çekmek için verimli bir ortam haline getirdi. Güvenlik kurumlarının zayıflığı, bir transit ülkeden önemli bir uyuşturucu dağıtım merkezine dönüşmesine yol açtı. Elbette bu riskler ve gerginliğin artma ihtimali, özellikle hepsinin Libya ve komşu ülkelerde çıkarları ve işletme şirketleri olduğu gerçeği ışığında, ABD’li ve Avrupalıların izleme ve takibinden uzak değil.”
Ülkenin güneyinde yer alan bazı ‘terör hücreleri’ konusunda uyarıda bulunan Başağa, “Uyuşturucu ve yasadışı göç gibi sınır ötesi suç dünyasıyla bağlantılı fon kaynaklarının mevcudiyeti ışığında bunların faaliyetleri yakında genişleyebilir. Güney sınırlarını kontrol etmek için ortak bir güç oluşturmak önemli. Ancak birleşik bir hükümet olmadan ve bölünmenin devam etmesiyle güvenlik kurumları zayıf, daha doğrusu felçli kalacak” dedi.
Başağa konuşmasını, ordu ve güvenlik liderlerinin Trablus ve Bingazi’deki son toplantılarına verdiği desteği açıklayarak bitirdi.



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.