Lübnan'nın eski Cumhurbaşkanı: Türkiye’nin Lübnan’ı kurtarmak için çalışmasını umuyoruz

Hukuk mezunu Emin Cemayel, 1982-1988 yılları arasın Lübnan Cumhurbaşkanlığı görevini yürüttü/Fotoğraf: Independent Türkçe
Hukuk mezunu Emin Cemayel, 1982-1988 yılları arasın Lübnan Cumhurbaşkanlığı görevini yürüttü/Fotoğraf: Independent Türkçe
TT

Lübnan'nın eski Cumhurbaşkanı: Türkiye’nin Lübnan’ı kurtarmak için çalışmasını umuyoruz

Hukuk mezunu Emin Cemayel, 1982-1988 yılları arasın Lübnan Cumhurbaşkanlığı görevini yürüttü/Fotoğraf: Independent Türkçe
Hukuk mezunu Emin Cemayel, 1982-1988 yılları arasın Lübnan Cumhurbaşkanlığı görevini yürüttü/Fotoğraf: Independent Türkçe

1982-1988 yılları arasında Lübnan’ın Cumhurbaşkanlığı’nı yapmış Emin Cemayel, Maruni hristiyanlarından, Ketaib Partisi’nin kurucusu Piyer Cemayel’in oğlu. 
1942 yılında Bikfaya kentinde dünyaya gelen Emin Cemayel, 1961’de babasının partisinde siyasete atıldı ve 1970 yılında milletvekili seçilerek Lübnan parlamentosuna girdi.
Cumhurbaşkanlığına seçilen ancak yemin töreninden dokuz gün önce suikasta kurban giden kardeşi Beşir Cemayel’in yerine Eylül 1982’de Lübnan Cumhurbaşkanı oldu ve görevini altı yıl sürdürdü. 
Cumhurbaşkanlığı görevinin sona ermesi sonrasında “iç savaştaki rolü” gerekçe gösterilerek İsviçre ve Fransa’ya sürgüne gönderildi. 
Bir süre ABD’deki Harvard Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Cemayel, 2000’de ülkesine döndü ve Ketaib Partisi’nin “Onursal Başkanı” oldu.
Hâlihazırda bir ekonomik kriz, istikrarsızlık ve kaos ile mücadele eden Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta 4 Ağustos’ta meydana gelen patlamada ölen 180’den fazla insanın arasında Ketaib Partisi Genel Sekreteri Nizar Necaryan da vardı. Necaryan, siyasi bağları kadar insani açıdan da Cemayel ailesiyle yakın bağlara sahipti. 
Beyrut Limanı’ndaki patlamanın sebebine dair net bir açıklama hâlâ yapılmamışken, bunca badirenin ardından ülkede 1975’te başlayıp 1990 yılına kadar süren iç savaşa benzer senaryoların olup olmayacağı herkesin dilinde. 
Deneyimli siyasetçi Emin Cemayel, Lübnan’ın kaotik bugününü ve endişe dolu geleceğini Independent Türkçe Genel Koordinatörü Muhammed Zahid Gül ve Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek'e anlattı. 

Cemayel: Necaryan, Ketaib Partisi’nin büyük kaybı
Röportajın başında Nizar Necaryan’ın hayatını kaybetmesine değinen Cemayel, eski arkadaşı için “1970’lerde Ketaib Partisi’ne dahil olan genç bir savaşçıydı” dedi ve şöyle devam etti: 
O dönemde birçok cephede savaşçı ve ulusal mücadelesine Ketaib aracılığıyla devam etti. Ardından yaşamsal sebeplerle Katar’a göç etti. Daha sonra Lübnan’a geri döndü. Ailesi Kanada’ya giderken kendisi, Lübnan’a dönmekte ısrar etti. Yaşamına Lübnan’da devam etti ve ulusal mücadelesini Ketaib Partisi aracılığıyla sürdürdü. 
Kısa bir süre önce de partinin genel sekreterliğine atandı. Partinin genel sekreterliği, parti başkanından sonraki en önemli pozisyonlardan biridir. Ketaib’in faaliyetlerini ve hareketlerini denetler, sahaya uzanır ve etkili faaliyetler yürütür. 
Özellikle de Lübnan’ın tanık olduğu zorlu aşamada Ketaib Partisi açısından birçok başarıya ve partinin gelişimine katkıda bulundu. Necaryan, parti için büyük bir kayıp oldu ve yokluğunda, geriye büyük bir boşluk bırakacak.
Ketaib Partisi’nin tarihine de değinen Emin Cemayel, “Dostluktan başka yol yok” sloganının sahibi babası Piyer Cemayel’in çok dürüst bir insan olduğunu söyledi ve şöyle devam etti: 
“Bazıları bunun, öznel olduğunu düşünüyor. Ketaib, fırsatçılık sisteminin dışındaydı. Ketaib Partisi liderlerinin yakın zamanlardaki eylemleri de bunun bir kanıtı oldu. 
Onlar, birçok durumda kayırmacılığa karşı bir protesto eylemi olarak hükümetlerden istifa ettiler. Aynı şekilde ülkeyi yöneten bu cehennem sisteminde yerleri olmadığını ve onu değiştiremeyeceklerini düşünerek bakanlıktan ve savcılıktan istifa ettiler. Bu sistemden geri çekildiler. Devrimcilerin yanında yer aldılar.” 

Cemayel: Yaşadığımız en büyük felaket Lübnan halkı ile  yönetici sınıf arasındaki güven kaybıdır
Patlamanın yaşandığı Beyrut’un Lübnan ekonomisinin ekseni ve  toplumsal, akademik yaşamın merkezi olduğunu hatırlatan Eski Cumhurbaşkanı, şöyle devam etti: 
Ekonomi, mülkiyet, Lübnan para biriminin değer yitimi ve koronavirüs krizleri de dahil bugün tanık olduğumuz olaylardan önce, son yıllarda yaşadığımız en tehlikeli şey Lübnan’ın bugün yaşadığı tüm bu acıların temelini oluşturan gizli bir krizin varlığıdır. Bu kriz güven krizidir. 
Güven kelimesinin, Lübnan’ın bugün yaşadığı her şeyi, daha doğrusu güvensizliği özetlediğini düşünüyorum. Politikacılar ve halk arasında çok büyük bir uçurum var. Lübnan’da siyasi performans son derece kötü. Yönetici kadro ve Lübnan halkı arasında uçurum var. Bu fark, uzun bir süre devam etti. Güvensizlik sonucunda Lübnan yönetimi arenada hiçbir yönetim unsuru olmayacak noktaya gelene kadar  dağıldı.  

“Çok küçük bir bütçeye sahip bir ülkede borçlanmanın aşama aşama 100 milyar doları aştığı bir düzeye ulaşana kadar kamu parası rastgele dağıtıldı”
Geçtiğimiz yıllarda Temsilciler Meclisi tarafından onaylanan milli bütçe, bazı neticeleri konusunda uyarmıştı. Harcamalar, gelirleri birçok defa aştı. Bütçe planlama yöntemi, felaketin başlangıcıydı. 
Bu durum, yıllarca koşulların ciddiyetinin farkına varmadan gerçekleşti. Çünkü kamu parası, Lübnan’ın finansal, ekonomik ve toplumsal açıdan çıkarlarına hizmet eden ve menfaatlerini koruyan kamu bütçesinin asgari sınırının nerede yattığı konusunda herhangi bir farkındalık olmadan gelişigüzel dağıtıldı. 
Çok küçük bir bütçeye sahip bir ülkede borçlanma, aşama aşama 100 milyar doları aşan bir düzeye ulaşana kadar kamu parası rastgele dağıtıldı. Lübnan büyüklüğünde bir ülke, bu borcu kaldıramazdı. 
Ulaştığımız durumda geriye gitmek istemiyorum. Lübnan'da kişisel ve bencil çıkarlara daha yakın olan siyasi elitlerin bilinçsizliği dolayısıyla şu anda bocaladığımız koşulları yorumlamaya çalışıyorum. 
Çünkü, Lübnan uluslararası ve bölgesel koşullarla yüz yüze geldiğinde, bunun yanında toplumsal ve ekonomik koşullar bozulduğunda bile yozlaşmaya ve kamu yararına yabancılaşmaya dayalı bir ‘müşteri’ sistemi kuruldu.
Lübnan, bütçe dengesizliğinin, kamu hazinesindeki ve maliyesindeki karışıklığın yansımasıyla başlayan birçok krize tanık oldu ve sarsıntı, özellikle bölgesel sıkıntılarla başladı. 
Lübnanlı gurbetçilerin yurt dışından anavatanlarına gönderdikleri paralar ve Lübnanlı dostların ülkede ortaya koyduğu projelerle bütçe açığı telafi edilmeye çalışıldı. Tüm bunlar, kamusal mali kriz, diğer küresel ve bölgesel kaygılar nedeniyle sekteye uğradı. 
Lübnan, Arap dünyasına, özellikle de Lübnan’a ‘değerli bir kardeş’ edasıyla yaklaşan Körfez ülkelerine açıklığıyla biliniyordu. Bu ülkeler, Lübnan’a para yatırıyordu. Siyasi, ekonomik ve toplumsal düzeyde hep Lübnan’ın yanında yer alıyorlardı. İhtiyaç duyulduğunda Lübnan’ı desteklemekte gecikmiyorlardı.

Cemayel: Lübnan’daki Hizbullah ve İran ekseni Körfez ülkelerinin düşmanı
Lübnan yönetiminin uyguladığı politikaların sonucu olarak Körfez ülkelerine düşmanlık beslendiğini söyleyen Emin Cemayel, “Lübnan, Körfez’in ‘düşman’ olarak nitelediği eksene dahil oldu” dedi ve ekledi: 
Hükümetin tüm siyasi eylemleri ve tavırları, düşmanca olmasa bile, Lübnan’ın Körfez ile ilişkilerine, Lübnan’ın sözde direniş eksenine katılımına ve Arap ülkelerinde yayılma arayışında olan Şii hilal eksenine katılımına yansıdı. Tüm bunlar Lübnan’ın uluslararası ilişkileri pahasına oldu. 
Lübnan’ın politikası, her zaman akıllıca ve tüm ülkelerle diyalog politikası çerçevesinde oluşmuştur. Son dönemde bu politika, Lübnan’da oldukça yüksek bir nüfuz barındıran İran’ın vesayetindeydi. Bu durum, Avrupa ve Arap ülkelerine karşı çekince veya düşmanlığa neden oldu. 
Lübnan’ı kendisine destek ve yardım sağlayabilecek ilişkiler olmadan zor koşulara terk ettiler. Bu politikanın ekonomik ve sosyal düzeylerde ortaya çıkardığı krizleri daha sonra koronavirüs ve liman patlaması takip etti. 

“Hizbullah ve İran’ın Lübnan üzerindeki vesayeti, krizlerin çözümüne engel oluyor”
“Bu durumdan kurtulma ihtimalinin olup olmadığı” şeklindeki soruya ise Emin Cemayel şu yanıtı verdi: 
Öncelikle çöküşten kurtulmak için Lübnan’ın iradesini somutlaştıran ve güveni canlandıran bir ‘muhatap’ bulunması gerekiyor. Ne yazık ki bu eksen mevcut değil. Baskılardan dolayı bulması da zor. 
Lübnan siyasi elitleri üzerinde İran’a yakın ve Hizbullah ile temsil edilen belirli bir ekibin vesayeti var. Zira Lübnan’da İran’a çok ama çok yakın bir cumhurbaşkanının seçilmesine yol açan siyasi bir uzlaşı sağlandı. Bu ekip, İran ve Hizbullah’tır. 
Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın bu makama gelişine etkili şekilde katkıda bulundular. Peki bu çıkmazdan kurtulmak nasıl mümkün? Bu, şu anda cevabı olmayan bir sorudur.

Cemayel: Halk Lübnan kimliğine dönmek istiyor, artık yeter diyor
İyimser olunacak sebeplerin de olduğunu belirten eski Lübnan Cumhurbaşkanı, “Bizi iyimser kılan, Lübnan halkının Müslümanlar ve Hristiyanlar da dahil kuzeyden güneyden, sağdan soldan tüm gruplarla, Beyrut meydanlarında ‘kurtuluş ve Lübnan kimliğine dönüş’ çağrısı yapmak üzere toplandığı, Lübnan arenasında bir tür zihinsel karışıklığın ve olumlu şokun yaşandığı 17 Ekim 2019 halk hareketi oldu” dedi ve şöyle devam etti: 
Bu durum, olumlu bir şok ve ‘Yeter!’ diyerek toplanan Lübnan halkı için büyük bir farkındalıktı. Lübnan’ı bulunduğu noktaya getiren bu egemen sınıfa karşı bir isyan başlatıldı. 
Lübnan tarihinde, 2015 yılında Başbakan Hariri’ye de benzer bir isyan başlatılmıştı. Ancak bu çeşitlilik ve yoğunlukta değildi. Son gösteriler tabiri caizse Lübnan vicdanının ayaklanması, Lübnanlıların farkındalığının isyanı ve Lübnan halkından, sorumluluk taşıyan herkese verilen çok güçlü bir mesajdı.
Lübnan’a karşı suç işleyenlerin toplu şekilde yargılanması talep edildi. Çünkü yaşananlar, tam anlamıyla Lübnan halkına ve Lübnan’ın kaderine karşı bir suç. Bu ayaklanma, Lübnan halkı için bir umut kaynağı oldu, bunun bir fırsat olduğu düşünüldü.

“Bu siyasi sınıftan kurtulmanın tek yolu devrimci kitlelerin katıldığı seçimlerdir”
Eğer bu hareketleri seçime dayalı olarak sahaya yansıtabilirsek, bu kurtuluşun başlangıcı olacaktır. Bu yüzden erken seçim talep eden bazı politikacılar var. Bu doğru bir mantıktır, çünkü bu siyasi sınıftan kurtulmanın tek yolu, ayaklanan, devrimci kitlelerin katıldığı seçimlerdir. 
Gerekli olan şey, modernlik, şeffaflık, bütünlük ve nitelikli yönetimdir. Bu insanların Lübnan için iradelerini, duygularını, hedeflerini ve gelecek için tedavi projelerini ifade etmelerini sağlarsak, o zaman bu durum yeni bir sahnenin başlangıcı olacaktır. 
Elbetteki yöneticiler nüfuzlarını, çıkarlarını ve kazanımlarını korumak için bu harekete karşı koymaya çalışıyorlar. Şu anda açgözlü egemen sınıf ile Lübnan’ı tökezlediği bataklıktan kurtarmaya çalışan ezici, dürüst ve şeffaf halk devrimi arasında bir mücadele var.

Cemayel: Türkiye’den beklentimiz Lübnan’da ulusal uzlaşı için çalışması ve Lübnan meydanlarındaki devrimin hedeflerini anlamasıdır
Emin Cemayel’e göre Lübnan’ın dostlarının, özellikle özgürlüğe, demokrasiye ve insan haklarına inanan ülkelerin, Lübnan’daki devrime yardımcı olma sorumluluğu var. 
“Bu, Lübnan’ın işlerine hiçbir şekilde bir müdahale değildir. Diğer tarafın karşısında saf tutmak da değildir” diyen Cemayel “Aksine bu, Lübnan’a destektir. Bu durum, Ortadoğu için bir zorunluluktur. Bu nedenle Lübnan’ın dostlarının, Lübnan’ı bu girdaptan kurtarma sürecine katılmaları bir zorunluluktur” ifadelerini kullandı. 
Lübnanlı siyasetçiye göre ülkesinin kurtuluşunda rolü olduğuna inandığı, bu konuyla ilgili görüşme daveti sunduğu Lübnan’ın dostları arasında Türkiye de mevcut.
Türkiye’nin Lübnan’ın dostu olduğunu, kendisinin de Türkiye’deki liderle dostane bir ilişkiye sahip olduğunu söylen Cemayel, şöyle devam etti: 
Türkiye’yi defalarca ziyaret ettim. Türk yetkililer de Lübnan’a defalarca ziyarette bulundular. Ketaib Partisi ile AK Parti arasında iyi bir ilişki var ve Türkiye’nin Lübnan’da olumlu bir rol oynayacağını umuyoruz. 
Türkiye’nin, şuan bir nüfuz hedefi var. Bu hedefin nereye kadar ulaşacağını, özellikle Lübnan gerçeği açısından bağlantısını ve bunun Türkiye’nin Suriye konusundaki pozisyonuyla ilişkisini merak ediyoruz. 
Türkiye-Lübnan ilişkilerinin bir yandan ikili ilişkilere hizmet edecek şekilde gelişmesini ve Türkiye’nin Lübnan’ı kurtarmak için çalışmasını umuyoruz. 
İşbirliği dolu uzun yıllar boyunca Türk Cumhurbaşkanları ve Başbakanlar ile olan tecrübelerime dayanarak, bu işbirliğinin devam etmesini umuyoruz. 
Bazıları Türkiye’nin bölgesel politikasının genişleyici olduğuna inanıyor. Ancak Lübnan’da bu bizi ilgilendirmiyor. Lübnan’da bizi ilgilendiren şey, Türkiye ile ilişkilerimizin Lübnan’ı doğru yöne itmek için genişlemesi, Türkiye’nin Lübnan’da ulusal uzlaşı için çalışması ve Lübnan meydanlarındaki devrimin hedeflerini ve ulusal düzeydeki misyonunu anlamasıdır. 
Böylelikle Lübnan kurtarılabilir ve Lübnan, Türkiye ile kadim dostluğuna geri dönebilir. Bu durum, her iki ülkenin de çıkarına olacaktır. 

“Osmanlılar, Lübnan’daki çoğulculuğa saygı duydu ve Hristiyanlara özerklik tanıdı”
Türkiye ile ilişkilerin tarihi kökenini hatırlatan eski Cumhurbaşkanı Cemayel, Türkiye’nin Hristiyanlara ‘Lübnan formülünün’ belirginleşmesine yardımcı olacak bir atmosfer sağladığını belirtti: 
Osmanlı döneminde Hristiyan bölgesi, özellikle de Cebel-i Lübnan, özerkliğini koruyan ve yöre halkının temsilcileri tarafından yönetilen bir bölge olarak kaldı.
Lübnanlıların saygınlığı ve bir çoğulculuğu vardı. Türkiye, bu coğrafyada saygı duyulan ve tanınan yerlerin açığa çıkarılmasına katkıda bulundu ve bu yerlere, Osmanlı egemenliğinde bir tür özerklik sağladı. 
Lübnan, Osmanlılarla başlayan bu formülde bu tür bir işbirliği ve anlaşmayı öğrenmiş oldu. Suriye veya diğer ülkeler, bu özerkliğe ve toplumsal çoğulculuğa sahip değildi. Bu durum, egemen Lübnan formülünün oluşumuna kademeli olarak katkıda bulunan son derece olumlu bir noktaydı.
“Patlamadan haftalar önce tehlikeyi bildiğini, ama başa çıkmak için bir adım atmadığını kabul eden bir Cumhurbaşkanımız var”
Beyrut patlaması hakkında gerçeklerin ortaya çıkmasını umduklarını ancak büyük umutları olmadığını söyleyen eski Lübnan Cumhubaşkanı, en üst düzeyin büyük sorumluluk alması gerektiğini vurguladı ve devam etti: 
Gerçeğin ortaya çıkmamasından ve patlamadan sorumlu olmayan yetkililerin günah keçisi ilan edilmesi için soruşturmaya baskı yapılmasından korkuyorum. 
En üst düzeylerde sorumluluklar gerekiyor. Dışarıdan bazı tarafların suçlu olup olmadıklarını, sadece insani hatanın olup olmadığını ve ne ölçüde sorumlulukların bulunduğunu bilmiyoruz. Ama hiç şüphe yok ki bu büyüklükte bir trajedi, küçük yetkililer üzerine yüklenemez. Ülkedeki büyük liderlerin ve şu ya da bu şekilde iktidara ortak partilerin sorumluluğu var. 
Patlamadan haftalar önce tehlikeyi bildiğini, ama afetle başa çıkmak için herhangi bir adım atmadığını, ciddi bir tehlike olduğu konusunda resmi olarak bilgilendirildiğini, ama o dönemde herhangi bir adım atmadığını kabul eden bir Cumhurbaşkanımız var. 
O ve Başbakan, parmağını bile kıpırdatmadı. Açığa kavuşturulması gereken sorumluluklar var. Soruşturmanın ikincil düzeyde kalacağından ve bu felakete yol açan nedenlerin ön saflarındaki sorumluluların göz ardı edileceğine dair şüphem yok ve bundan endişeleniyorum.

“Beyrut Limanı’ndaki patlamadan Hizbullah’ın sorumlu olduğunu ortaya çıkabilir”
Patlamanın Hizbullah ve mevcut Cumhurbaşkanı Mişel Avn liderliğindeki Özgür Yurtsever Hareket (ÖYH) arasındaki ittifakı hedef aldığı yönündeki iddiaları ise Cemayel şöyle yanıtladı: 
Patlama, bu düşüncenin ötesine gidecek kadar trajik. Hiç şüphe yok ki soruşturma, bu patlamadan Hizbullah’ın sorumlu olduğunu ortaya çıkarabilir. Ancak patlamanın Hizbullah ile ÖYH arasındaki ittifakı hedef aldığına dair yoruma önem vermiyorum.

Cemayel: Mahkeme ister bir, ister 10 kişi isterse 100 kişi olsun sonuç, Hizbullah’ı sorumlu tutmaktadır
Patlamanın, Uluslararası Lübnan Özel Mahkemesi’nin eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin suikastına dair kararını açıklamasından birkaç gün önce meydana geldiğinin hatırlatıldığı Emin Cemayel konuyla ilgili şunları söyledi: 
Uluslararası Lübnan Özel Mahkemesi’nin Hariri suikastı davasında verdiği karardan sonra birçok Lübnanlı hayal kırıklığı yaşadı. 
Ancak bu karar, istenen sonuca yol açtı. Kararın, yararsız olduğunu veya yasal düzeyde bir etkisi olmadığını düşünmüyorum. Bu kararın, Hizbullah liderlerinden birine karşı bir karar olduğunu unutmadık. Bu çok açık. Mahkeme ister bir, ister 10, isterse 100 kişi olsun sonuçta Hizbullah sorumlu tutuluyor. 
Bu kişinin Hizbullah’ta üst düzey bir yetkili olduğu açıktır. Herhangi birinin bu suikastın bireysel bir eylem olduğunu düşünmesi de mantıksızdır. 
Mahkeme kararı ana suçluyu işaret etti. Faili meçhul değildi. Bazı kişiler, 5, 10 ya da 100 kişi hakkında hüküm vermek istiyordu. Ancak sayıya bakılmaksızın sorumluluk açıktır. Üst düzey bir Hizbullah yetkilisi hakkındaki karar, gerçek şüphelerin varlığını kanıtlamak için yeterlidir. 
Hüküm, Suriye veya Hizbullah aleyhine verilmediyse ve bu kişiyi bu eylemi yapmaya iten etkenler hakkında konuşuyorsak, gerekçeler açıktır. Bu suça iten gerekçelerin, Hizbullah ve Suriye’nin çıkarına olduğu kanıtlandı.

“Lübnan, yeni bir iç savaşa girmeyecek”
Beirut Patlaması sonrası yeni bir iç savaş olup olmayacağı şeklindeki soruya ise Emin Cemayel şöyle yanıt verdi: 
Yeni bir iç savaş yaşayacağımızı sanmıyorum. Bir Fransız atasözü şöyle der: Savaş durdu çünkü savaşçı yoktu.
Hizbullah’ın Lübnan’da silaha sarılacağını da bunun onun çıkarına olduğunu da düşünmüyorum. Yeterli düzeyde silahı olmasına rağmen bu, siyasi çıkarına ters düşer. Zira kendi şartlarında iç uzlaşı ve ulusal birlik hükümetlerinin oluşumunu istiyorlar. 
Aynı şekilde karşı tarafın da 1970’lerde olduğu gibi iç savaşa girmek için silahı bulunmuyor. Ama en tehlikeli şey, kaostur: Ülkeyi yöneten sorumlu bir otoritenin bulunmamasıdır. 
Kaos, iç savaştan daha tehlikelidir. Bir iç savaş durumunda uzlaşı ve ateşkes olasılığı vardır. Özellikle çözüm bulmak ve sorunu düzeltmek için müzakere edebilecek muhatap olmadığında kaos, iç savaştan daha çok korkutuyor. 
Buradaki soru şu: Halk hareketi, aranan kurtuluşu elde etmek için kabul edilebilir bir ulusal muhatap olarak kendini ne ölçüde dayatabilir? İlk adım, bu ekseni bulmaktır. 

“Şam rejimi Taif Anlaşması’nı hedeflerinden saptırdı”
1989’da Suudi Arabistan’da imzalanan ve Lübnan iç savaşını sona erdiren, ülke siyasetinin son 30 yılını inşa eden önemli dönüm noktası konumundaki Taif Anlaşması’nı ve sonrasındaki süreci de değerlendiren Lübnanlı siyasetçi şunları söyledİ: 
Taif Anlaşması’na tüm minnettarlığımla söyleyebilirim ki anlaşmanın birçok avantajı olduğuna şüphe yok. 
Aynı şekilde 1970’li yıllardaki Lübnan-Filistin çatışması krizini de sonlandıran Suudi Arabistan, şükrettiğimiz bir Suudi girişimi ortaya koydu. 
Ancak o dönemde Taif Anlaşması’na yol açan müzakerelere yönelik baskılar, Taif Anlaşması’nı gerçek hedeflerinden saptırdı. Bu anlaşmanın ilkesini takdir etmekle beraber süreçte sapma meydana geldi.
Taif Anlaşması’nı bir İncil ve bir Kur’an olarak gören bazı Lübnanlı grupları kışkırtmak istemiyorum. Ama o dönemde Şam rejimi, anlaşmayı gerçek hedeflerinden saptırmayı başardı ve reform adı altında bazı hükümler getirdi. Lübnan kurumlarının faaliyetlerini kontrol eden kurumları dağıttı ve o tarihten itibaren, Lübnan yönetimi normal seyrinden sapmaya başladı. 
Bazı denetim kurumlarını da ortadan kaldırdı. Örneğin Merkezi Denetim’in, artık hiçbir etkisi ve faydası kalmadı. Aynı şey Genel Denetim Bürosu için de geçerli. Lübnan devletinde yıkılmaya yüz tutmuş temel kurumlar var. Bu durum, yönetimde yolsuzluk ve zayıflığı kolaylaştırdı. 
Bugün ise bu parçalanmanın bedelini ödüyoruz. Lübnan yönetimi dağıldı, anayasayı ve insan haklarını koruyan kurumları sarsıldı. O tarihten itibaren siyasi atmosfer kötüleşmeye, vatandaşlar da kurumlara ve yöneticilere olan güvenini kaybetmeye başladı. 
Bu yüzden konuşmama, asıl sorunun güven kaybı olduğunu söyleyerek başladım. Lübnan’ın sosyal ve ekonomik arenasında anayasayı, ekonomik ve toplumsal durumu, insan haklarını ve istikrarı koruyan kurumlara yönelik güven sorunu, bu güvenin kaybolmasından etkilendi. Bu durum, Lübnan yönetiminin ve düzenleyici kurumların dağılmasının bir sonucuydu. 
Anayasa olarak kabul ettikleri Taif Anlaşması’na dayanan bir siyasi ekibin gelişinin de bir sonucuydu. Kamu yararını güvence altına alan vicdanları ya da vatanseverlikleri yoktu. 
Yaptığı iş çerçevesinde hareket eden her bakan veya yetkili, Lübnan yönetiminin kamu çıkarını ve işleyişini temsil ediyorlarmış gibi, “yasaklayıcı” bir pozisyon haline geldi. Bu insanlar hiçbir zaman yönetimden, şeffaflıktan veya kamuoyundan endişe duymadılar. Sonuç olarak ise son zamanlarda tanık olduğumuz, kurumlardaki zayıflama meydana geldi.



Gazze: Acil durumlar için gerekli ilaç ve tıbbi sarf malzemeleri tükenmek üzere

İsrail'in açtığı ateş sonucu yaralanan Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezinde bulunan Aksa Hastanesi'nde tedavi görüyor. (Reuters)
İsrail'in açtığı ateş sonucu yaralanan Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezinde bulunan Aksa Hastanesi'nde tedavi görüyor. (Reuters)
TT

Gazze: Acil durumlar için gerekli ilaç ve tıbbi sarf malzemeleri tükenmek üzere

İsrail'in açtığı ateş sonucu yaralanan Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezinde bulunan Aksa Hastanesi'nde tedavi görüyor. (Reuters)
İsrail'in açtığı ateş sonucu yaralanan Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezinde bulunan Aksa Hastanesi'nde tedavi görüyor. (Reuters)

Gazze'deki Sağlık Bakanlığı bugün (Pazar) hastanelerde acil hizmetler, ameliyatlar ve birinci basamak sağlık hizmetleri için gerekli olan ilaç ve tıbbi sarf malzemelerinde ciddi bir eksiklik olduğu uyarısında bulunarak bunların hacminin neredeyse ‘sıfıra’ indiğini bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın Arap Dünyası Haber Ajansı’ndan (AWP) aktardığı habere göre bakanlık, söz konusu durumun hastaların hayatını tehdit ettiğini belirtti.

Bakanlık, tüm insani yardım kuruluşlarına, Birleşmiş Milletler'e (BM) ve uluslararası örgütlere ‘İsrail'in devam eden saldırganlığı ve Gazze Şeridi'nin tüm sınır kapılarını işgali ışığında’ ilaç ve malzeme sağlamak için çalışma çağrısında bulundu.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, İsrail'in son tahliye emirlerinin ve yoğun bombardımanın sivillerin hayatını ‘ciddi tehlikeye’ attığını söyledi.

Ghebreyesus X platformundaki hesabından yaptığı açıklamada, “Gazze Şeridi'nde temel ilaç ve yakıt tedariki son derece düşük ve güvenlik kısıtlamaları nedeniyle hareket kısıtlı” dedi.

Gazze'nin kuzeyindeki Kemal Advan Hastanesi yakınlarındaki askerî harekât ve yoğun bombardımanla ilgili endişelerini dile getiren Ghebreyesus, “Gazze'nin kuzeyindeki Kemal Advan Hastanesi yakınlarındaki yoğun çatışma haberleri ve hastaneye artan yaralı akını, hastanenin sınırlı bakım kapasitesi göz önüne alındığında son derece endişe verici. Gazze Şeridi'ndeki durumu tarif etmekte zorlanıyoruz. Artık oradaki siviller için ateşkes ve barış zamanı geldi” ifadelerini kullandı.

Gazze'deki Sağlık Bakanlığı bugün yaptığı açıklamada, İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne yönelik savaşında ölen Filistinlilerin sayısının 35 bin 456'ya, yaralı sayısının ise 79 bin 476'ya yükseldiğini duyurdu.


Kudüs sokaklarını kapatan İsrailli protestocular hükümetin düşmesini talep etti

Göstericiler İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümetini protesto etmek için Kudüs'te bir yolu kapattı. (Reuters)
Göstericiler İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümetini protesto etmek için Kudüs'te bir yolu kapattı. (Reuters)
TT

Kudüs sokaklarını kapatan İsrailli protestocular hükümetin düşmesini talep etti

Göstericiler İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümetini protesto etmek için Kudüs'te bir yolu kapattı. (Reuters)
Göstericiler İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümetini protesto etmek için Kudüs'te bir yolu kapattı. (Reuters)

Görgü tanıkları bugün (Pazar) Kudüs'ün, Gazze Şeridi'ndeki esirlerin serbest bırakılması için Hamas'la bir esir takası anlaşması yapılmaması halinde Binyamin Netanyahu hükümetinin düşmesi ve erken seçime gidilmesi çağrısında bulunan İsrailliler tarafından düzenlenen gösterilere sahne olduğunu bildirdi.

Arap Dünyası Haber Ajansı'na (AWP) konuşan bir görgü tanığı, yüzlerce göstericinin Kudüs girişlerindeki ana yolları kapatarak trafiği engellediğini ve polisin göstericileri dağıtmaya çalıştığını söyledi.

scdfb g
Kudüs girişinde Netanyahu hükümetine karşı düzenlenen protesto sırasında polis memurları bir adamı yoldan kaldırmaya çalışıyor. (Reuters)

Bir başka görgü tanığı da Kudüs'e onlarca araçla gelen protestocuların seçim sandığını andıran bir maketle erken seçim çağrısı yaptıklarını ifade etti.

İsrail'de muhalefet, Netanyahu hükümetinin düşmesi ve erken seçime gidilmesi çağrısında bulunan gösterilere öncülük ediyor.

dcvfrbt
Bir seçim sandığı maketinin içindeki protestocular (Reuters)

İsrail Savaş Kabinesi bu akşam Refah'taki operasyonu ve Kudüs'teki durumu görüşmek üzere bir toplantı yapacak. Toplantıda alınan kararların bugün İsrail'e gelmesi beklenen ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jack Sullivan'a sunulması bekleniyor.


2017'den beri ses çıkmıyordu: Kamalmaz, Suriye'de öldü

14 toruna sahip psikoloğun kızı Maryam Kamalmaz, 17 Ocak'ta gazetecilerin karşısına geçmişti (AP)
14 toruna sahip psikoloğun kızı Maryam Kamalmaz, 17 Ocak'ta gazetecilerin karşısına geçmişti (AP)
TT

2017'den beri ses çıkmıyordu: Kamalmaz, Suriye'de öldü

14 toruna sahip psikoloğun kızı Maryam Kamalmaz, 17 Ocak'ta gazetecilerin karşısına geçmişti (AP)
14 toruna sahip psikoloğun kızı Maryam Kamalmaz, 17 Ocak'ta gazetecilerin karşısına geçmişti (AP)

2017'de Suriye'de alıkonan Majd Kamalmaz'ın yaşamını yitirdiği bildirildi. Amerikalı rehinelerin ve tutukluların serbest bırakılması için uğraşan Bring Our Families Home Campaign adlı hareketin sözcüsü Jonathan Franks dün yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:

Trajik bir şekilde, hapishanelerin vahşi koşullarına dayanamadı. Dava, duruşma ve ailesiyle herhangi bir iletişim olmadan 7 uzun yıl geçti. Bir oğul, eş, baba, dede ve amca olarak iyi kalpli, sevgi dolu ve etrafındakileri umursayan biriydi.

Maryam Kamalmaz da babasının ölümünü "7 yıldır babamın yokluğunu kabullenmekte zorlanıyoruz. Ailemin çektiği acı ve duygusal karmaşa hayatımızı derinden etkiledi. Kendisini çok özleyeceğiz. İhtiyaç sahiplerine yardım konusunda bıraktığı mirasın pek çok kişi tarafından sürdürülmesini umuyoruz" diyerek açıkladı. 

New York Times, ay başında Amerikan istihbaratından yetkililerin aileye ölümü bildirdiğini duyurdu. Ölümün yıllar önce gerçekleşmiş olabileceği de haberde vurgulandı.

Kamalmaz'ın ölümünü sitesinde hâlâ doğrulamayan FBI, kaybolduğundan beri ABD yurttaşından haber alınamadığını belirtiyor.

Kayıp kişilerle ilgili sitedeki "Savaş ve doğal afetlerden etkilenmiş kişilerle çalışan travma psikoloğu Majd Kamalmaz, 2017'de bir akrabasını ziyaret etmek için Suriye'ye gitti. Şubat 2017'de kaybolduğundan beri ne görüldü ne de sesi duyuldu" ifadeleri değişmedi.

fvrbgtny
1958 doğumlu Kamalmaz, Suriye ve ABD pasaportlarına sahipti (CNN)

Lübnan'da kurduğu merkezle mültecilere yardım etmeye çalışan Teksaslı psikoterapist, 7 yıl önce kansere yakalanmış bir akrabasını ziyaret için gittiği Suriye'nin başkenti Şam'daki bir kontrol noktasında alıkonmuştu. 

Suriye yönetimi Kamalmaz'ı hapse attığını hiçbir zaman doğrulamadı. 

Donald Trump yönetimindeki yetkililerin 2020'de Şam'ı ziyaret etmesi, kendisinden haber alamayan ailesini umutlandırsa da herhangi bir sonuç çıkmamıştı. 

Önceki aylarda diğer Amerikalı rehineler ve tutukluların aileleriyle birlikte ABD Başkanı Joe Biden'ı ziyaret etmek isteyen Maryam Kamalmaz sonuç alamamış ve "Görünmezmişiz gibi hissediyoruz" demişti. 

Independent Türkçe, CNN, New York Times


Arzu edilen etik ile erdemsiz siyaset hakkında

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Arzu edilen etik ile erdemsiz siyaset hakkında

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Husam İytani

Herhangi bir çağdaş olguda etik ile siyasi veriler arasında bir ayırıcı çizgi çizmek, otomatik veya kolay bir süreç değildir. Sonuçları her zaman bunu yapan kişinin lehine değildir. Çünkü bir faktörün ilerleyişine aşırı şekilde bağlılık göstermek ve ona değer olarak öncelik vermek çoğu zaman hem siyaset hem de etiğin birlikte ortadan kalkmasına yol açar.

Etik ve siyaset iç içe geçer, karışır ve birini diğerinden çıkarmak beyhude bir mesele haline gelir.

ABD ve Avrupa üniversitelerindeki öğrenci gösterilerini ele alıp, katılımcıların etik üstünlüğünü, sloganlarını ve taleplerini göz önünde bulundurarak onları siyasi olarak değerlendirmek istersek, hızlı bir analiz ile bunun Joe Biden yönetimi ile İsrail arasındaki derin ittifakı gösterdiğini görürüz. Bu ittifakın amacı, Hamas hareketini yenilgiye uğratmak, Gazze Şeridi'nin yönetici organı konumuna geri dönmesini engellemek ve silahlı varlığına son vermektir. Washington'un İsrail ordusuna uçaklarda kullanacağı füzelerin sevkiyatını askıya almasının ardından ortaya çıkan anlaşmazlığı, Amerikalılar görüş farklılığı bağlamına yerleştirirken, Binyamin Netanyahu ve hükümetindeki aşırı dinci sağ korosu, bunu İsrail'in kendisini savunmasını engelleme girişimi olarak göstermeye çalıştı.

Biden'ın 7 Ekim saldırısını takip eden ilk saatlerden bu yana İsrail'e verdiği mutlak desteğe Arap Amerikalıların dile getirdiği derin itiraza, Amerikan yönetiminin gösterilere tepkisi, öğrencilerin tutuklanması ve binlerce öğrencinin geleceğinin yok edilmesi noktasına varılması ekleniyor. Bu iki faktörün birleşimi, Biden'ın gençlerin ve Arap Amerikalıların oylarını kazanma konusunda zaten zayıf olan şansına ciddi bir darbe indirecek. Biden'ın başkanlık seçimleri kampanyasına Demokrat adayın göç politikasının başarısızlığı ve ileri yaşına, tökezlemelerine ve gaflarına güçlü bir şekilde odaklanılması gibi başka zayıflık faktörleri de ekleniyor. Bu durumda görünen o ki tüm soruşturmalara ve popülist söylemlere rağmen Cumhuriyetçi aday Donald Trump'a Beyaz Saray'a dönme konusunda ciddi bir şans veren kamuoyu yoklamaları, Amerikan toplumundaki derin kutuplaşma durumu göz önüne alındığında büyük bir güvenilirliğe sahip.

Buraya dikkatli bakıldığında öğrencilerin, istemeden ve dilemeden, İsrail'in işgal altındaki Suriye’nin Golan bölgesini ilhak etmesini tanıyan ve Amerikan büyükelçiliğini Kudüs'e taşıyan Trump'ın, Biden’a karşı önemli bir ilerleme kaydetmesini sağladıkları görülüyor. Hem de Demokrat Parti'nin yıldızlarından biri olduğu dönemde Kongre'de yaptığı ünlü konuşmasında Biden’ın kendisinin de, ABD'nin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana gerçekleştirdiği en önemli eylemin "İsrail'e yatırım yapmak" olduğu değerlendirmesinde bulunmasına rağmen.

Dikkatli bakıldığında öğrencilerin, istemeden ve dilemeden, İsrail'in işgal altındaki Suriye’nin Golan bölgesini ilhak etmesini tanıyan ve Amerikan büyükelçiliğini Kudüs'e taşıyan Trump'ın, Biden’a karşı önemli bir ilerleme kaydetmesini sağladıkları görülüyor.

İki pozisyon arasındaki etik çizgi nerede?

Öğrenciler doğal olarak Trump'ın kampanyasına destek vermek istemiyorlar. Aynı zamanda İsrail'in Gazze'deki katliamına yönelik mutlak Amerikan desteğinin devam etmesini de istemiyorlar. Ne var ki etik yükseklik savunucularının nefret ettiği ve küçümsediği "gerçeklik" şu denklemi dayatıyor: Biden'a ister destek verin ister muhalif olun, başkanlık seçimleri sonrasında Beyaz Saray'da kimin ikamet edeceğine bakılmaksızın ABD'nin İsrail'e desteği devam ediyor. Buradan hareketle madem ki Trump ile Biden aynı, o zaman öğrencilerin katliamı reddettiklerini ifade etmek için gösteri yapmalarının daha iyi olacağını söyleyenler olabilir. Buna karşılık bazıları da, sonuç aynı olduğu sürece, yani ABD'nin İsrail'e desteği her türlü devam edecekse, öğrencilerin gösteri yapıp üniversitelerinin meydanlarında çadır kurmalarının veya hiçbir şey yapmamalarının bir önemi olmadığını söyleyecektir. Başka bir deyişle, “etiği” bir eylem kılavuzu olarak benimsemek kolay, ancak seçimler söz konusu olduğunda siyasi etkinliğini hesaplamak zor. Basitleştirme çoğu zaman eleştirel düşünmeyi, verilerin çokluğunu ve örtüşmesini hesaba katmayı reddetmenin bir işaretidir.

Kendisini etik açısından üstün görse bile bir tutumun tam tersine dönüşmesine, düşmanlarına hizmet eder hale gelmesine başka örnekler de mevcuttur. Post-kolonyal ekollerin takipçileri ekranlarda rakiplerini alt edip galip geldiklerine inandıkları hüzünlü müdahalelerde bulunurlar. Ama güç dengesini ve dünya haritasını belirleyen temel gerçekleri görmezden gelen bu müdahaleleri, aslında yaşadıkları kafa karışıklığının, bugün ve geleceğe yönelik giderek daha karmaşık, kompleks ve belirsiz hale gelen geçmişçi bakış açılarının bir başka kanıtıdır. Muhaliflerin, post-kolonyalistlerin, yeni ve eski solun, siyasi İslam'ın takipçilerinin görüşlerinin bu karışımı rahatlatıcı bir şey değil. Etiğin bu grupların karışımını gerektirdiğini söylemek, kimsenin nasıl sözde ideolojik düşmanı ile el ele tutuştuğunu sorgulamadan tek bir konu üzerinde buluştuğu bu farklı fikirlerin ve geçmişlerin doğasının derinlemesine yeniden düşünülmesini gerektiriyor.

Bu sözler, Filistinlilerin öldürülmesinin durdurulması ve topraklarında bağımsız bir devlet kurulması da dahil olmak üzere meşru haklarının iade edilmesi amacıyla üniversitelerde veya sokaklarda gösteri yapılmaması yönünde bir çağrı mı içeriyor? Tabi ki hayır. Aksine seçim yapmanın zorluğunu gösteriyor. Bu seçimde bir yanda, vekilliği veya bir davayı sahiplerinden ayrı olarak temsil etmeyi hesaba katmadan etik bütünlüğü ön planda tutan pozisyon vardır. Diğer yanda ise sözde "dürüstlük", tüm olumsuzlukları, katliamları, Gazze ve diğer yerlerde çocukların ölümü ile gerçekliği olduğu gibi okumanın somut siyasi yansımaları vardır. İşte yukarıda zikredilenler, bu seçimin Filistin kefiyesi takıp zafer işaretleri yapmak kadar basit bir iş olmadığına işaret ediyor.

Etik ve siyaset arasındaki bu okyanus, temel yazılarda ve kamusal tartışmalara yapılan katkılarda her zaman eksiktir. Yakın zafer fikirlerini yaymak için mükemmel bir fırsatı temsil etmektedir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


İsrail'in Nuseyrat Mülteci Kampı’na düzenlediği bombalı saldırıda 31 kişi hayatını kaybetti

Nuseyrat Mülteci Kampı’ndaki Filistinliler yardım dağıtılan alana yürüyor. (DPA)
Nuseyrat Mülteci Kampı’ndaki Filistinliler yardım dağıtılan alana yürüyor. (DPA)
TT

İsrail'in Nuseyrat Mülteci Kampı’na düzenlediği bombalı saldırıda 31 kişi hayatını kaybetti

Nuseyrat Mülteci Kampı’ndaki Filistinliler yardım dağıtılan alana yürüyor. (DPA)
Nuseyrat Mülteci Kampı’ndaki Filistinliler yardım dağıtılan alana yürüyor. (DPA)

El-Aksa TV bugün (Pazar), İsrail'in dün gece Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nın batısına düzenlediği saldırının ardından 31 kişinin hayatını kaybettiğini bildirdi. Kurbanlar, İsrail savaş uçaklarının Nuseyrat Mülteci Kampı’nın batısındaki Hasan ailesinin evini hedef almasının ardından birkaç evin enkazından çıkarıldı.

Filistin Kızılayı bugün erken saatlerde, İsrail'in Nuseyrat Mülteci Kampı’na düzenlediği saldırıda beş kişinin öldüğünü açıkladı. Şarku’l Avsat’ın AFP'den aktardığı habere göre Gazze Şeridi'nin merkezindeki Aksa Şehitleri Hastanesi daha önce yaptığı açıklamada, “Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nın kuzeyindeki yeni kampta bulunan Hasan ailesinin evini hedef alan İsrail bombardımanı sonucunda 20 kişinin öldüğünü ve çok sayıda yaralı olduğunu” duyurdu.

Görgü tanıklarına göre saldırı gece saat 3 sularında gerçekleşti.

İsrail ordusu olayı soruşturduğunu söyledi.

Dün gece İsrail'in Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah kentinin merkezinde bir apartman dairesine düzenlediği hava saldırısında en az üç Filistinli ölmüş, diğerleri de yaralanmıştı. Şarku’l Avsat’ın Filistin resmi haber ajansı WAFA’dan aktardığına göre yerel kaynaklar, kurtarma ekiplerinin Refah'ın merkezindeki el-Beled bölgesinde bulunan Ebu Haşim binasındaki bir apartman dairesinin İsrail savaş uçakları tarafından bombalanmasının ardından enkazdan üç ölü çıkardığını bildirdi.

İsrail güçlerinin 8 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne karadan, denizden ve havadan düzenlediği saldırılarda çoğu kadın ve çocuk 35 bin 386 sivil hayatını kaybetti, 79 bin 366 kişi de yaralandı.


ABD'nin Gazze'de ‘ertesi gün’ için planı yok… Hamas'ın ortadan kaldırılması öncelik olmaya devam ediyor

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus kentinin sokaklarında yürüyen yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus kentinin sokaklarında yürüyen yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)
TT

ABD'nin Gazze'de ‘ertesi gün’ için planı yok… Hamas'ın ortadan kaldırılması öncelik olmaya devam ediyor

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus kentinin sokaklarında yürüyen yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus kentinin sokaklarında yürüyen yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)

İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşını sona erdirmeyi ve Filistinli tutuklular karşılığında İsrailli esirleri serbest bırakmayı amaçlayan görüşmeler tıkanırken, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümeti, savaşı sona erdirmek ve Hamas'ı ortadan kaldırmak için kilit bir hedef olarak gördüğü Refah'ın işgali için bastırmaya devam ediyor.

Bazılarının ‘amaçtan’ ziyade ‘araçlar’ etrafında döndüğünü düşündüğü ‘anlaşmazlıklara’ rağmen, ABD'li yetkililer İsrail'in Gazze savaşından sonraki ‘ertesi güne’ ilişkin bir ‘planın’ olmadığından bahsediyor. Peki ABD'nin planı ne?

Analistler, Hamas'ın geçen yıl 7 Ekim'de başlattığı ve devam eden savaşı tetikleyen saldırının sadece İsrail'i değil, ABD, İran, bölge ülkeleri ve Filistinlileri de şaşırttığını söylüyor.

Ancak saldırının yankıları, savaşın İsrail ve Filistin arasındaki önceki savaşlara benzemeyeceğini gösterdi. Netanyahu açıkça “bunun bölgenin çehresini değiştirecek uzun bir savaş olacağını” ifade etti.

Savaşın başlamasından yedi aydan fazla bir süre sonra bugün, Gazze'de ‘ertesi gün’ ile ilgili sorular yoğunlaşırken, Bahreyn Zirvesi bildirisine göre iki devletli bir çözüme hazırlık olarak Filistin topraklarında güvenliği devralacak çok uluslu güçlerin oluşturulması da dahil olmak üzere öneriler ve senaryolar ortaya atılıyor.

dsfdvf
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan (Reuters)

Öte yandan, Hamas'ın kontrolünün sona erdirilmesi koşuluyla, güvenliğin yeniden sağlanması ve Gazze Şeridi'nin yeniden inşasına katılmak üzere ortak güçlerin Gazze Şeridi'nde konuşlandırılmasına ilişkin, bazıları ABD tarafından ortaya atılan ‘fikirler’ öne sürülüyor.

Stratejik ikilemler

Bazı raporlar, konunun hem ABD'nin hem de İsrail'in karşı karşıya olduğu stratejik ve siyasi ikilemleri ortaya koyduğuna ve Başkan Joe Biden yönetiminin çatışmayı sona erdirmek için yeni bir girişimde bulunmadığına inanıyor. Çünkü çok az ABD'li yetkili Arap ülkeleriyle aralarındaki farklılıkların çözülmeye yakın olduğuna dair herhangi bir iyimserlik ifade etti.

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ve bir dizi üst düzey ABD'li yetkilinin geçtiğimiz hafta Pazar günü Riyad ve diğer Arap başkentlerini de kapsayan bir turla İsrail'e gelmesiyle birlikte Biden yönetimi Refah ve ötesindeki seçenekleri, özellikle de buradaki askeri operasyon ve Gazze'nin geleceğini görüşmek istiyor.

ABD planı yok

Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü'nde kıdemli araştırmacı olan Gays el-Ömeri, ABD'nin bir planı olmadığını, zira ABD'nin ‘savaşın bir parçası olmadığını’ vurguladı. Şarku’l Avsat'a konuşan el-Ömeri, “ABD'nin İsrail'e Washington'un şehir savaşları konusundaki deneyimlerine dayanarak tavsiyelerde bulunduğunu, ancak ABD savaşın bir tarafı olmadığı için plan yapmanın ABD'nin yetkisinde olmadığını” söyledi. El-Ömeri, “Bunun yerine ABD net hedefler belirledi: İsrail'in Refah'a yönelik herhangi bir operasyonda sivilleri korumak için inandırıcı planlar sunması gerekiyor. İsrail'in planları bu hedefe göre değerlendirilecektir” ifadelerini kullandı.

dsfv
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (DPA)

Demokrasileri Savunma Vakfı'nda kıdemli araştırmacı olan Richard Goldberg Şarku’l Avsat'a verdiği demeçte şu ifadeleri kullandı: “Biden yönetimi nihayetinde İsrail için kabul edilemez olan bazı parametreler konusunda rahat. Söz konusu parametreler şunlar: ‘Hamas'ın El Fetih ile birleşmiş bir siyasi parti olarak kalması, Filistin Yönetimi liderliğindeki hükümetin Gazze Şeridi'ni yönetmesinin desteklenmesi ve Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nın (UNRWA) birincil sosyal ve insani yardım sağlayıcısı olarak kalması’. Biden için bu, bir Filistin devletine giden yoldur. İsrail içinse bu, 7 Ekim'e giden bitmeyen bir yoldur.”

Çok uluslu güç ölü mü, yoksa henüz vakti mi değil?

Arap Birliği, Gazze Şeridi de dahil olmak üzere iki devletli çözüm beklentisiyle Filistin topraklarına çok uluslu güçlerin gönderilmesini tavsiye etti. Bu önerinin Amerikan pozisyonuyla uyumlu olmadığı ve İsrail'in bunu reddettiği açıkça görüldü.

El-Ömeri, “ABD, Hamas'ı yenilgiye uğratma ve esirlerin serbest bırakılmasını sağlama hedeflerini İsrail ile paylaşıyor. Şu anda uluslararası bir güç oluşturulması Washington'da erken bir fikir olarak görülüyor. Bu fikir, savaş sona erdikten sonra ABD'nin sıcak bakabileceği bir şey. Ancak buna rağmen uluslararası güç fikri, bu gücün yapısıyla ilgili pek çok soruyu da gündeme getiriyor: Bu gücün içinde Arap kuvvetleri olacak mı? Bu gücün görev alanı nedir? Hamas'ın Gazze Şeridi'ndeki kalıntılarıyla savaşabilecek mi? Gücünün kaynağı ne olacak?” ifadelerini kullandı.

sxdvfb
Bahreyn'deki 33. Arap Birliği Zirvesi’nden (EPA)

İsrail'e gelince, el-Ömeri, Netanyahu'nun Gazze Şeridi'ndeki savaştan sonraki gün için herhangi bir siyasi ya da güvenlik fikrini tartışmayı reddettiğini belirtti. Zira Netanyahu, koalisyonunu kaybetme korkusuyla uluslararası güçleri bile tartışmak istemiyor. El-Ömeri, “Ancak İsrail Savunma Bakanı'nın son açıklamaları, Netanyahu üzerinde ertesi günün senaryosunu ortaya koyması için baskı yaratıyor. Buna savaştan sonra Gazze Şeridi'nde güvenliği kimin sağlayacağı sorusu da dahil” dedi.

Goldberg, çok uluslu bir güç oluşturma önerisinin iki nedenden ötürü duyurulduğu günden bu yana ölü doğduğunu düşünüyor: “Birincisi, böyle bir öneri, Kudüs ve gelecekteki herhangi bir barış anlaşmasında İsrail'in kontrolünde kalması muhtemel bölgeler üzerindeki İsrail egemenliğini silmeyi amaçlıyor. İkincisi, İran'ın Hamas'ı sadece Gazze Şeridi'nde değil Batı Şeria'da da yeniden inşa etmesinin önünü açıyor.” Goldberg, “Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün İran destekli terör örgütleriyle nasıl başa çıktığı konusunda daha fazla bilgi edinmek istiyorsak, son 17 yılda Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü (UNIFIL) ile Hizbullah arasında neler yaşandığını gözden geçirelim” ifadesini kullandı.

Öncelik Hamas'ı yenmek

Bazı ABD'li yetkililer, İsrail'in stratejisinin Hamas'ı yenmekte başarısız olduğunu ve dolayısıyla Refah operasyonunun da başarısız olduğunu söylese de el-Ömeri, “Bunun Washington'un görüşünü tam olarak yansıttığından emin değilim. Biden yönetimi Hamas'ı yenme kararlılığını sürdürüyor, ancak bu hedefe sivilleri koruyan bir askeri operasyonla ulaşılabileceğine inanıyor. İsrail'le aralarındaki gerilim ise hedefle değil yöntemlerle ilgili” dedi.

dsvfbgn
ABD Başkanı Joe Biden (AFP)

Goldberg şu değerlendirmede bulundu: “Bu, Hamas'ı olduğu gibi bırakan bir ateşkesi zorlamayı haklı çıkarmak için mümkün olduğunca çok argüman yaratmayı amaçlayan siyasi bir iletişim çabası gibi görünüyor. Hem ABD hem de İsrail gerçeklerle ve ayrıntılarla uğraşsa daha iyi olur: Hamas bugün ne kadar güçlü? Hâlâ nerelerde faaliyet gösteriyor? Gazzelilerin Hamas'ın bir daha iktidara gelmeyeceğine inanması için kalan birimlerin dağıtılması, Hamas liderliğinin ve kontrolünün ortadan kaldırılması ve üst düzey liderlerinin öldürülmesi için ne gerekiyor?”


İdlip’te Cevlani'nin düşmesi ve İdlib’teki Genel Güvenlik Servisi’nin lağvedilmesi talebiyle protesto gösterileri düzenlendi

İdlib'in Binniş beldesinde göstericilerin yolunu kesen HTŞ üyeleri, 17 Mayıs Cuma (AP)
İdlib'in Binniş beldesinde göstericilerin yolunu kesen HTŞ üyeleri, 17 Mayıs Cuma (AP)
TT

İdlip’te Cevlani'nin düşmesi ve İdlib’teki Genel Güvenlik Servisi’nin lağvedilmesi talebiyle protesto gösterileri düzenlendi

İdlib'in Binniş beldesinde göstericilerin yolunu kesen HTŞ üyeleri, 17 Mayıs Cuma (AP)
İdlib'in Binniş beldesinde göstericilerin yolunu kesen HTŞ üyeleri, 17 Mayıs Cuma (AP)

Mustafa Rüstem

Suriye'nin kuzeybatısındaki İdlib ilinde düzenlenen protesto gösterilerinde cuma günü göstericilerin Heyetu Tahrir’uş-Şam (HTŞ) lideri Ebu Muhammed el-Cevlani'nin gitmesini talep eden sloganlar atmaları ve ardından HTŞ’nin gösterileri dağıtmak için aşırı güç kullanmasıyla İdlib’teki halk hareketi yeni bir sürece girdi.

Halk hareketi yeniden başladı

İdlib’in kentsel kesiminin yanı sıra Taftanaz, Hazano, Binniş, Cisr es-Şuğur, Kefer Takharim ve diğer bazı kırsal bölgelerde HTŞ'nin İdlib’i kontrolüne karşı protesto gösterileri düzenlendi.

HTŞ lideri Cevlani, 2017 yılından bu yana yönetimine karşı ayaklananların taleplerinin raydan çıktığını söyleyerek protesto gösterilerinin ‘kurtarılmış bölgede genel bir kargaşaya dönüştüğünü’ belirtti. Cevlani, kullandığı ‘kurtarılmış’ ifadesi, Şam'ın müttefikleri olan Rusya ve İran’ın durumu rejimin lehine çevirdiği ve Humus, Halep, Hama ve Dera’daki sailahlı muhalifleri püskürterek otobüslerle İdlib’e gönderdiği 2013 yılından bu yana yaşanan şiddetli çatışmaların ardından rejim güçlerinin çekilmesiyle ele geçirilen bölgeleri ifade ediyor.

Şarku’l Avsat’ın  Independent Arabia'dan aktardığı habere göre protestoları bastırmakla görevli askeri ve güvenlik güçlerinin geri çekildiğini ve mevzilerini boşalttıklarını belirten yerel kaynaklar HTŞ’nin askeri kanadında da huzursuzluklar yaşandığını ifade ettiler. söylediler. Gözlemciler ise meydanların güvenlik güçlerinden boşaltılmasının, şehirde fırtınalı ve öfkeli bir günün ardından normal hayata dönülmesine izin verdiği belirttiler.

dfvrgth
Binniş'teki bir gösteri sırasında Suriye Devlet Başkanı Esed, DEAŞ’ın eski lideri Bağdadi ve HTŞ lideri Cevlani'yi kınayan bir pankartı tutan bir protestocu, 17 Mayıs 2024 (AP)

İnsan hakları savunucusu Rıfat es-Seyyid Ömer, güvenlik güçlerinin, onların yorulmaları ve halk gösterilerinde alışılageldiği üzere önümüzdeki cuma günü daha büyük gösteriler yapılması beklentisi çerçevesinde geri çekildiklerini ya da sayılarının azaltıldığını düşündüğünü söyledi.

Ömer, protesto gösterilerinin mart ayında önde gelen isimlerin de aralarında olduğu bin kadar kişinin tutuklanmasının ardından olduğu gibi, bugün Genel Güvenlik Servisi'nin (GSS) feshedilmesi ve HTŞ’nin kontrolündeki cezaevlerinde tutulanların serbest bırakılması talebiyle yeniden başladığını belirtti.

Öte yandan Sugur eş-Şam ve HTŞ gruplarından bazı liderlerin yanı sıra HTŞ'nin askeri kanadının komutanlarından Ebu Hasan Halfaya, bir video kaydıyla ‘kurtarılmış’ bölgenin halkını savunmada askeri yeteneklerini geliştirdikten sonra devrimin kurumlarından ödün verilmesine karşı uyardılar. Videoda, “Bir sonraki savaşa hizmet edecek gücü geliştirmeye ve büyütmeye devam ediyoruz. Böyle bir kaos bu gücün gelişimini büyük ölçüde engelleyecek ve askeri yeteneklerinin güçlendirilmesini büyük ölçüde sekteye uğratacaktır” ifadelerini kullandılar.

Yeşil Şehir

Suriyelilerin ünlü zeytin ağaçları nedeniyle ‘Yeşil Şehir’ diye anılan İdlib’te devam eden olaylar, 2011 yılında HTŞ’nin eski adı olan Nusra Cephesi’nin lideri Cevlani'nin gölge adamı ve Nusra Cephesi’nin kurucularından Ebu Mariya el-Kahtani'nin hapse atılmasının ardından yaşanan gerilimi yeniden gündeme getirdi. Alınan bilgilere göre Cevlani’yi devirmeye çalışmak ve dış güçler için çalışmak gibi suçlamalarla tutuklanan Kahtani, altı ay hapiste kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Ancak Kahtani’nin serbest bırakıldıktan sonra İdlib kırsalındaki Sarmada beldesindeki misafirhanesinde bir bombanın patlaması sonucu ölmesi şaşkınlık yarattı.

Cevlani, siyasi söyleminde modern bir imaj çizmesine ve Batılı ülkelere yaklaşmaya çalışmasına rağmen HTŞ'yi terör örgütleri listelerinden çıkarmayı başaramadı. Birkaç katı görüşlü silahlı grubun yer aldığı Fethu'l Mubin adlı bir operasyon odası oluşturan ve İdlib’i askeri operasyonları için bir kale olarak kullanan HTŞ, rejime bağlı Suriye ordusunun yanı sıra Rus kuvvetleri ve İran güçleriyle savaşmaya devam ediyor.

Nusra Cephesi adıyla 28 Ocak 2017 tarihinde kurulan HTŞ, başta Fetihu’ş-Şam Cephesi olmak üzere Ensaruddin Cephesi, Ceyşu’l-Sünne, Liva el-Hak ve Nureddin el-Zengi Hareketi gibi silahlı grupları bira raya getiren katı Selefi bir gruptur.

Öte yandan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), HTŞ’ye ait zırhlı araçların İdlib kırsalındaki Binniş beldesinde protestoculara sert müdahalesini belgeledi. SOHR’un belgelediği görüntülerde söz konusu araçlar, göstericileri ezmeye ve Cevlani’nin ve rejimin düşmesi için sloganlar atan protestocuları dağıtmaya çalıştılar. İdlib'in batı kırsalındaki Cisr es-Şuğur ilçesinde ise göstericilere sert müdahalede bulunan GSS üyeleri, göstericileri dağıtmak için ateş açarken bazılarını darp ettiler.

İdlib'deki gelişmelerle ilgili olarak gözlemciler, durumun son derece karmaşık olduğunu ve protestocuların taleplerinde ısrar etmeleri ve bu taleplerin karşılanmaması halinde gerilimin daha da tırmanabileceğini düşünüyorlar. Cevlani'nin görevinden ayrılmasının mümkün olmadığına inanan gözlemciler, gerilimin artacağını tahmin ediyorlar. Gözlemcilere göre Cevlani, muhaliflerini susturmak için düzenli ordu ile temas hatlarında yan çatışmalar başlatabilir. Tüm bunlar olurken Suriye düzenli ordusunun İdlib'i geri almak için ne zaman başlatılacağı belli olmayan bir askeri harekât hazırlığında olduğuna dair haberler dolaşıyor.


Gazze Sağlık Bakanlığı: İsrail bombardımanında ölenlerin sayısı 35,386'ya yükseldi

İsrail'in Gazze şehrine yönelik baskınları sonucu oluşan yıkım (AFP)
İsrail'in Gazze şehrine yönelik baskınları sonucu oluşan yıkım (AFP)
TT

Gazze Sağlık Bakanlığı: İsrail bombardımanında ölenlerin sayısı 35,386'ya yükseldi

İsrail'in Gazze şehrine yönelik baskınları sonucu oluşan yıkım (AFP)
İsrail'in Gazze şehrine yönelik baskınları sonucu oluşan yıkım (AFP)

Gazze Şeridi'ndeki Filistin Sağlık Bakanlığı dün (Cumartesi) yaptığı açıklamada, 7 Ekim'den bu yana İsrail bombardımanında ölenlerin sayısının 35.386'ya, yaralananların sayısının ise 79.366 kişiye yükseldiğini duyurdu.

Bakanlık basın açıklamasında, "İsrail işgalinin Gazze Şeridi'nde son 24 saatte 83'ü şehit, 105'i yaralı olmak üzere ailelere yönelik 9 katliam gerçekleştirdiği" belirtildi.

Açıklamada, İsrail'in Gazze Şeridi'nde devam eden saldırısının 225'inci gününde, çok sayıda kurbanın hâlâ enkaz altında ve yollarda olduğu, ambulans ve sivil savunma ekiplerinin ise onlara ulaşamadığı ifade edildi.


Libya'daki BM misyonu kaçırılan parlamenterin bulunması için yetkililere çağrıda bulundu

Libya Temsilciler Meclisi üyeleri bir oturumda (Reuters)
Libya Temsilciler Meclisi üyeleri bir oturumda (Reuters)
TT

Libya'daki BM misyonu kaçırılan parlamenterin bulunması için yetkililere çağrıda bulundu

Libya Temsilciler Meclisi üyeleri bir oturumda (Reuters)
Libya Temsilciler Meclisi üyeleri bir oturumda (Reuters)

Libya'daki Birleşmiş Milletler Destek Misyonu (UNSMIL) dün (Cumartesi) yetkili makamlara kaçırılan Milletvekili İbrahim ed-Dırisi'nin yerinin tespit edilmesi ve derhal serbest bırakılmasını sağlamaları çağrısında bulundu.

X platformunda yayınlanan bir açıklamada UNSMIL, yetkilileri "Al- Dırisi'nin kaybolma koşullarına ilişkin kapsamlı bir soruşturma yürütmeye ve sorumluları yasalar çerçevesinde hesap vermeye" çağırdı.

Libya İçişleri Bakanlığı cuma günü, Temsilciler Meclisi üyesi İbrahim el-Dırisi'nin "kaçırılması" olayını soruşturduğunu açıkladı.

Bakanlığın Emniyet Enformasyon Dairesi'nden yapılan açıklamada, Bingazi Emniyet Müdürlüğü'nün "gece geç saatlerde evine girilip soyulduktan sonra" milletvekilinin kaybolduğuna dair bir ihbar aldığı belirtildi. "Bingazi Güvenlik Müdürü, İç Güvenlik Servisi ve Kriminal Soruşturma Servisi, el- Dırisi'nin ortadan kayboluş koşullarını belirlemek için kapsamlı ve acil bir soruşturma açmakla görevlendirildi" denildi.


Husi saldırısında bir petrol tankeri vuruldu

Husiler Tarafından 6 Aydır alıkonulan "Galaxy Leader" gemisinin personeli (AP)
Husiler Tarafından 6 Aydır alıkonulan "Galaxy Leader" gemisinin personeli (AP)
TT

Husi saldırısında bir petrol tankeri vuruldu

Husiler Tarafından 6 Aydır alıkonulan "Galaxy Leader" gemisinin personeli (AP)
Husiler Tarafından 6 Aydır alıkonulan "Galaxy Leader" gemisinin personeli (AP)

Panama bandıralı bir petrol tankeri Kızıldeniz'in güneyinde füze saldırısına uğradı. Yangın çıkan gemide mürettebattan ölen ya da yaralanan olmadı.

ABD Merkez Komutanlığı (CENTKOM), Husilerin Kızıldeniz'de bir petrol tankerini gemisavar füzeyle hedef aldığını doğruladı. Panama bayrağı taşıyan ve Yunanistan'ın sahibi olduğu ve işlettiği MT Wind tankerinin geçtiğimiz günlerde Rusya'ya yanaştığı ve Çin'e doğru yola çıktığını açıkladı.