Evangelistler bir kez daha ABD seçimlerini belirler mi?

Evangelistler bir kez daha ABD seçimlerini belirler mi?
TT

Evangelistler bir kez daha ABD seçimlerini belirler mi?

Evangelistler bir kez daha ABD seçimlerini belirler mi?

Ziad al-Faifi
Kamuoyu yoklamalarına göre, Evangelist beyaz Protestanların yüzde 77’si, Trump’ın birinci başkanlık dönemindeki performansından memnun.
Amerika Birleşik Devletleri, seküler demokrasinin dünyadaki en önemli kalelerinden biri gibi görünmüyor. Siyasi geleceğini, resmi kurumlarının ve hükümet sisteminin oluşumunda var olan dini etkiden uzak bir şekilde analiz edecek kadar laik değil. Zira özellikle Evangelist beyaz Protestanlar söz konusu olduğunda siyasal Hristiyanlık, başkanlık yarışının gidişatında ağır basan güçlerden biri olarak ABD seçimlerinde açıkça hazır bulunuyor.
Donald Trump ve Hillary Clinton arasındaki 2016 Başkanlık seçimlerinin seyri üzerinde bu kesimin ana etkisi hakkında çok şey söylendi. Evangelistler, seçimlerin Trump’ın lehine sonuçlanmasına katkıda bulunmuşlardı. Anketler, bu kesime mensup 10 kişiden 8’inin Trump’ı seçtiğini ve hala da popüler tabanını ya da büyük bir bölümünü oluşturduklarını gösteriyor.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre, haberde, ABD Genel Din Araştırmaları Enstitüsü’nün düzenlediği ankete göre, Evangelist Beyaz Protestanların yüzde 77’si, Trump’ın performansından memnun olduklarını, yüzde 98’i ise, birinci başkanlık döneminde Demokratların liderlik ettiği Trump hakkında cezai kovuşturma ve azil sürecini başlatma çabalarına karşı olduklarını belirttiler.
Gözlemciler, radikal Hristiyanların, tıpkı tanınmış Amerikan iş insanını siyasete atılmaya teşvik ederek 2016 sürprizinin yaratılmasına katkıda bulundukları gibi, kendisini ikinci kez iktidara getirecekleri tahmininde bulunuyorlar. Bazıları da daha çok Evangelistlerin bu yılki seçimlerin gidişatını belirlemekteki rollerini takip ederek, bu yılki yarışı ABD tarihinin en sıcağı olarak tanımlıyorlar.

Siyasal Hristiyanlık
Evangelist Protestanlık, geleneksel rakibinin aksine, Amerikan siyasetinde geniş ve etkili bir varlığa sahip. Basında yer alan haberlere göre, kendisine mensup gruplar, yüzlerce dini TV kanalı, binden fazla radyo kanalını, ABD geneline yayılmış sayısız kitabevini yönetiyorlar. Bütün bunlara ayrıca, aile merkezleri, okullar, çocuklar ve aileler için eğlence amaçlı toplantılar şeklindeki  sosyal faaliyetleri de ekleniyor.
Bu dini grubun güçlü ve organize varlığı, seçim yarışının Mesih’in lehine sonuçlanma şansını korumaya katkıda bulunuyor. Kamuoyu araştırmalarına göre, Evangelist sağ, yetmişli yıllardan itibaren, başkanı belirlemekte başarılı oldu. 1976’da Jimmy Carter’ı desteklemeleri ile başlayan bu süreç, 2000 yılında seçimlerin oğul George Bush lehine sonuçlanmasına kadar devam etti. Genel Din Araştırmaları Enstitüsü’nün anketinin gösterdiği gibi, 18-29 yaşları arasındaki Evangelist Beyaz Protestanların yüzde 78’i, Cumhuriyetçi ya da Cumhuriyetçi Parti’yi desteklemeye eğilimli bağımsızlardan oluşuyor. ABD konusunda uzman siyasi analist Yasir el-Gaslan da bunu onaylıyor: Siyasete ilk girdiklerinde Evangelistlerin çoğu, Demokrat Başkan Jimmy Carter’ı desteklemişlerdi. Fakat Ronald Reagan’ın başkan olmasıyla büyük bir çoğunluğu Cumhuriyetçi Parti’ye yöneldi ve parti içindeki muhafazakar sağın bir parçasını oluşturdu.
Gaslan, Evangelistlerin genel siyasi eğilimlerini ise şöyle tanımlıyor: Evangelistler, üniversite eğitimi almamış, geleneksel meslek sahibi ve çiftçi beyaz kesimlerden oluşuyor. Bu kesimler, Demokrat Parti’nin temsil ettiği ve üstten bakma olarak tanımladıkları bakışa karşı çıkıyorlar. Bu nedenle, Evangelistlerin büyük bir bölümü, partinin eğilimleri ile bu dini grubun ilkeleri birleştiği için temelde Cumhuriyetçidirler. Bu da onları, Cumhuriyetçi aday için önemli hale getirmektedir.   
Bu etki, Evangelistlerin ABD nüfusunun yaklaşık dörtte birini ve tüm Amerikan Protestanlarının yaklaşık yüzde 40'ını oluşturmasından kaynaklanmakta. Misyoner topluluğunun bu başarısının kaynağında, kendi şemsiyesi altında organize gruplara sahip olması yer alıyor. Sözgelimi, ABD Hristiyan Kiliseleri Konseyi, Ulusal Evangelist Birliği ve Dünya Kiliseler Konseyi gibi. Bu güçlü Hristiyan grubu, bunlar ve benzeri kuruluşlar aracılığıyla kendi propagandasını yapıyor ve katılımları medya, sosyal ve dini araçlarını kullanarak organize ediyorlar.

Evangelist kuşak
Seçiciler Kurulu’ndan alınan oyların sayılma şekli göz önüne alındığında, demografik dağılım düzeyinde Hristiyan unsurlar, ülkenin güneyinde seçim sürecine etki etmelerini kolaylaştıran coğrafi bölgelere sahip. Seçim sistemine göre adayın, Seçiciler Kurul’dan alacağı oyları garanti altına alabilmesi için eyaletlerde oylarının çoğunu alması yeterli.
Dolayısıyla, çok sayıda önemli eyalette ve Seçiciler Kurulu’ndaki ağırlığı, coğrafi dağılıma sahip olması da göz önüne alındığında bu, Evangelist Protestan unsuru, başkanının belirlenmesinde baskın bir tarafa dönüştürüyor. Bu nedenle durum “Evangelist Kuşak” olarak adlandırılıyor.
Evangelist Kuşak, ABD’nin güneydoğusundaki Atlantik Okyanusu kıyılarından Teksas'ın batı sınırlarına kadar uzanıyor.
Ayrıca şu eyaletleri kapsıyor; Kuzey Carolina, Güney Carolina, Georgia, Alabama, Louisiana, Mississippi, Tennessee, Kentucky, Arkansas, Missouri, Kansas, Oklahoma ve Teksas.
Toplamda 538 üyeden oluşan Seçiciler Kurulu’nda bu eyaletleri temsil eden üyelerin sayısı 149’dur. Bu üyeler, Evangelistlerin Ronald Reagan zamanında Cumhuriyetçi Parti’ye yönelmelerinden bugüne kadar çoğu zaman, Cumhuriyetçilerin lehine oy kullandılar.
Bu eyaletler, eyaletlerin geri kalanında bilinen dini veya sosyal çeşitliliğe sahip değil. Bununla birlikte, nüfusun yaklaşık yüzde 20'sini kapsayan bir bileşen olarak siyahların varlığı, Cumhuriyetçi Parti’nin söz konusu eyaletler üzerindeki kontrolünü artan bir şekilde güncelleştiren bir unsur teşkil ediyor. Zira dini bağlılıklarına rağmen Afrikalı göçmenlerin çoğu, Demokrat Parti'ye oy vermeyi tercih ediyorlar.
Ancak bu yıl, bu altın kemeri kazanma yarışı daha zorlu geçecek gibi görünüyor, çünkü anketler, Joe Biden’ın bu kuşağın önemli eyaletlerinden biri olan Kuzey Carolina’da, Trump’tan yüzde 1’den daha az oranda önde olduğunu gösteriyor. Oysa 2016’daki seçimlerde Trump bu eyalette, Hillary Clinton’dan 4 puan ilerideydi. Dolayısıyla bahsi geçen anket sonuçları, bu geniş coğrafyada önümüzdeki ayda kıyasıya bir mücadelenin yaşanacağının işaretlerini veriyor.

Kurtarıcı Trump
ABD’de Hristiyan aktivistlerin düzenlediği bir konferansta, Papaz Andrew Brunson elini Başkan Trump’ın omzuna koyarak şöyle demişti: “Ey Babamız, Başkan Trump’a karşı merhametli  bir kalbin olduğunu görüyorum, bu yüzden onu kendine yaklaştır. Kimin güvene layık kimin de olmadığını bilmek için Tanrı’dan sana gaybi ilim vermesini diliyorum. Tanrı, Başkan’ın ve bu ülkenin kötülüğünü isteyenlerin oyunlarını bozsun”. Bu arada Başkan, Türkiye’de birkaç yıl tutuklu kalmasından sonra özgür kalmasını Beyaz Saray yöneticisine borçlu olan Evangelist Papaz Andrew Brunson’ın önünde huşu içinde duruyor gibi görünüyordu.
Başkan'ın korumaya çalıştığı bu Tanrı ve Mesih ile dini ilişkisinden gurur duyan, dindar Protestan Hristiyan imajı, dini çevrelerdeki öncülerinkine benzemeyen kariyeri ile uyuşmuyor. Zira  adı, “komplo” olarak tanımladığı birkaç cinsel skandala karışan, görünüşüne ve bir TV yıldızı olmaya ve bunu korumaya önem veren, birçok kadınla ilişkisi olup birden fazla kez evlenen Trump, görünüşte Evangelist toplumun seçkinleri ile uyumlu görünmüyor.
Ancak bu durum iki taraf arasındaki ilişkiyi çok da etkiliyor gibi görünmüyor. Siyasi analist Gaslan bunu, Trump’ın ahlakı kendilerine sorulduğunda birçok Evangelist liderin seçimlerini destekleyen şu sözlerine bağlıyor: “Tanrı'nın yeryüzünde hakikati gerçekleştirmek için kendi yolları vardır. İnsanlar olarak bizim gözümüzde eksik olanları Tanrı, yaşamlarımızda ve kullarında eksik olanı tamamlamak için kullanır”.
Gaslan buna bir neden daha ekliyor, o da, bu grupların Trump’ı sadece kabul edilebilir bir aday olarak görüyor olmaları. Ardından sözlerini şöyle sürdürüyor: “Evangelistler Trump’ı temsilcileri olarak değil sadece hedefleri için kabul edilebilir bir aday olarak görüyorlar. Zira herkes, Trump’ın Evangelistlerin benimsediği temellere en uzak aday olduğunu biliyor, ancak bu, dogmatik hedeflerini gerçekleştirdiği sürece onlar için önemli değil”. Bu hedefler hakkında ise şunu söylüyor: “Evangelistlerin hedefi, Mesih’in geri dönüşünü hızlandırmak için İsrail’i güçlendirmek. Bu onlar için temel bir inanç ve kehanettir. Trump da bunu gerçekleştirmeye çalışıyor. Bunun yanı sıra, yaşam hakkını savunurken, kürtaja ve eşcinsel evliliklere karşı çıkıyor”.
Gaslan’a göre, İsrail’i güçlendirme konusundaki karşılıklı bağımlılık, başka her şeyden bağımsız olarak her iki tarafın başarısı için stratejik bir araca dönüşmüş bulunuyor.
Trump, Hristiyan gruplar tarafından düzenlenen etkinliklere ve kilise toplantılarına katılmaya ve kendilerine hitap ederken dini bir dil kullanmaya önem veriyor. Nitekim, birkaç hafta önce ölen Yüksek Mahkeme’nin eski liberal ve kadın hakları savunucusu başkanı Ruth Ginsburg’un yerine muhafazakar Amy Barrett’ı bu nedenle aday gösterdi. Bu adımı, devletin hassas konumlarında liberallerin aleyhine olacak biçimde Hristiyan sağın varlığını takviye etmeye yönelik devam eden çabalarına ilişkin yaygın tartışmalara yol açtı.

Trump, Biden’ı dinsiz ilan etti
Donald Trump, halihazırda yürüttüğü seçim gezilerinin başlangıcında, Oklahama eyaletinde destekçilerine yaptığı miting konuşmasında “Biden’ın kazanmaması gerekiyor, çünkü o Tanrıya karşı” demişti.
ABD Başkanlık yarışındaki dinin varlığının tam bir tezahürü olan şu sözlerini de ekledi: “Silahlarınızı almak istiyor, Anayasa’nın ikinci ek maddesini kaldırmak istiyor. Dini yok, hiçbir şeyi yok. İncil’i ve Tanrı’yı incitecek. O Tanrı’ya karşı, silahlara karşı, bildiğiniz enerjiye karşı, o her şeye karşı’’.  
Dinin bu varlığı sadece Trump tarafından kullanılmıyor, kendisini bir din savaşı içinde bulan Biden da bu oyunu Trump gibi oynamaya çalışıyor ama gözlemcilere göre oyunun kurallarını bilmiyor. Partisinin tabanına hakim olan liberal değerler, bu alanlarda manevra yapma kabiliyetini kontrol ediyor. Laik ve ılımlı gruplar ile diğer dinlerin mensupları onun tabanının bir parçasını oluşturduğu için sağcı Hristiyanlar ile kendi tabanına yönelik söylemlerini dengelemesi gerekiyor. Bir yandan Müslümanların oyunu almak için, “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir” hadis-i şerifini okuyup, yönetiminde Müslümanlara görev vereceğini söylerken, diğer yandan dindar Hristiyanlara kendisini bir muhafazakar olarak sunması zor.
Çekişmeli seçim yarışını yakından takip eden analist Yasir Gaslan da bunu doğruluyor: “Her iki partinin de tabanları farklı. Biden, yasaları ve ilkeleri dinin değil halkın belirlemesi gerektiğine inanan liberal bir referanstan yola çıkıyor. Bu nedenle, partisinin olağan duruşunun dindar Hristiyanların oylarını almasını sağladığı Trump’ın aksine Biden, dini ilkelere uymayan kürtaj ve eşcinsel evliliklerle ilgili yasaları destekledi”.
Ancak şunu da sözlerine ekledi: “Cumhuriyetçi sağın, Biden ve partisini din ve ahlak karşıtı gibi gösterme girişimlerine rağmen rakamlar, Yahudilerin ve Katolik Hristiyanların Biden’e desteğinin daha büyük olduğunu gösteriyor. Trump ise sadece Evangelistik Protestanlardan aldığı desteği muhafaza ediyor”.
Ne var ki, Demokrat adayın önünde bir engel daha var; o da ABD seçim kuralları arasında var olan ve Protestan Hristiyan adayı diğer din veya mezheplerden adaylara tercih eden yazılı olmayan geleneksel bir yasadır. Bu, anayasada yer almasa da geleneksel olarak bağlı kalınmaktadır ve sadece tek istisnası var; John Kennedy. Kennedy ülke tarihindeki tek Katolik başkandı.
Biden de bir istisna ve ülkenin ikinci Katolik başkanı olmayı umuyor. Aynı eski başkan Barack Obama döneminde ilk Katolik başkan yardımcısı görevine getirilerek bundan önce bir istisna oluşturduğu gibi.



İsrail’in Dürzileri koruma bahanesi

Suriye'nin Suveyda ilindeki es-Savra el-Kubra beldesinde konuşlanan Suriye güvenlik güçleri mensupları, 2 Mayıs 2025
Suriye'nin Suveyda ilindeki es-Savra el-Kubra beldesinde konuşlanan Suriye güvenlik güçleri mensupları, 2 Mayıs 2025
TT

İsrail’in Dürzileri koruma bahanesi

Suriye'nin Suveyda ilindeki es-Savra el-Kubra beldesinde konuşlanan Suriye güvenlik güçleri mensupları, 2 Mayıs 2025
Suriye'nin Suveyda ilindeki es-Savra el-Kubra beldesinde konuşlanan Suriye güvenlik güçleri mensupları, 2 Mayıs 2025

Sobhi Frangieh

Dürzileri korumak, Suriye'yi bölmek, Türkiye'nin nüfuzunu engellemek, radikallerle mücadele etmek… Tüm bu başlıklar İsrail tarafından yetkilileri ve medyası aracılığıyla Suriye’deki Beşşar Esed rejiminin düşmesinden bu yana sona ermeyen, askeri saldırılarla başlayan ve Suriye'nin askeri alt yapısını hedef alan müdahalelerini meşrulaştırmak için kullanılırken Suriye devleti ile Ceramana, Eşrefiye Sahnaya ve Suveyda'daki Suveydalı gruplar arasındaki gerilimin perde arkasında İsrail, 2 Mayıs Cuma sabahı Şam'daki Başkanlık Sarayı yakınlarını ‘uyarı’ amaçlı bombaladı.

İsrail'in bu saldırısından birkaç saat sonra İsrail Kamu Yayın Kuruluşu KAN, İsrail'in Suriye'de yeni hedefler vurmaya hazırladığını bildirdi. İsrail ordusundan yapılan açıklamaya göre saldırılarda Suriye'de bir askeri alan, uçaksavar silahları ve karadan havaya füze altyapısı hedef alındı. Açıklamada ayrıca ‘ordunun ihtiyaç duyulduğunda harekete geçmeye devam edeceği’ belirtildi.

İsrail, Şam kırsalındaki Harasta Askeri Hastanesi ve Tel Menin bölgesi yakınlarındaki 41. Alay Kışlası, Dera kırsalındaki İzraa beldesi yakınlarında bulunan 175. Alay Kışlası ve Dera'da Sanameyn bölgesi yakınlarındaki Musbeyn köyü çevresindeki füze taburunu hedef aldı.

Suriye Savunma Bakanlığı’ndan bir yetkiliye göre İsrail’in hedef aldığı bu mevkiler ‘neredeyse silahsız’ olmasına rağmen, İsrail'in Suriye'deki Dürzileri korumak için bahane olarak kullandığı bu gerilim, Suriye'deki iç barış, birçok ülkenin çatışan çıkarları ve Suriye'nin taşıması gereken geleceğe ilişkin algıları nedeniyle bölgesel ve uluslararası siyasi iklim üzerinde önemli sonuçlar doğuruyor.

İç barış tehlikede

Geçtiğimiz aylarda İsrail, Dürzileri koruma söylemini olası bir müdahale için bahane olarak kullandı. ‘İsrail’in Suriye’deki Dürzileri korumaya kararlı olduğunu’ söyleyen Başbakan Binyamin Netanyahu başta olmak üzere İsrailli yetkililer birçok kez uyarı mesajı gönderirken İsrail, bu söylemi desteklemek için hava saldırıları düzenledi. İsrail'deki Dürzilerin ruhani lideri Muvaffak Tarif de Suriyeli Dürzilerin çoğunun, İsrail'in Suriye'ye müdahalesini meşrulaştırmak için ‘dayanaksız bir bahane’ olarak gördüğü bu söylemi destekledi.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre konuşan Suriye Savunma Bakanlığından yetkili, “Dürzi kardeşlerimiz İsrail'in onları korumak istemediğini, aksine kendi çıkarlarını korumak istediğini biliyor. Bunu Suveydalı grupların liderleriyle yaptığımız birçok görüşmede gördük. Suveyda'daki cemaatin dini aktörleri ve şeyhleri, Dürzileri koruma bahanesiyle İsrail'in müdahalesini reddettiklerini defalarca kez açıkladılar.

Suriye'deki Dürziler arasında İsrail'in Dürzileri koruduğu söylemini destekleyen bazı sesler olsa da bunlar Suriye ve Lübnan'daki Dürzilerin İsrail’in müdahalesini reddeden seslerin çokluğuyla kıyaslanamaz bile. İsrail'in söylemini gerçek dışı ve Suriye Dürzileri tarafından talep edilen bir gereklilik olmaktan çıkarıyor.

Bu yasadışı ve haksız müdahale bir yandan Suriye ve Lübnan'daki Dürzilerin birliğini zora sokarken, diğer yandan Suriye’de Dürziler ile ülkenin diğer kesimleri arasında daha büyük bir gerilim yaratıyor. Bu da Dürzi toplumunun kendi içinde ve Suriye'nin dini dokusunda çatışmanın fitilini ateşleyebilecek bir tehdit oluşturuyor.

Gelen bilgilere göre Suriye hükümeti ve Dürziler, İsrail’in bu söylemine karşı koymak için ellerinden geleni yapıyorlar. Suriye hükümeti ile Dürzi aktivistler arasında yapılan Suveyda Anlaşması, İsrail'in saldırıları ve söylemleriyle körüklediği Suriye-Suriye gerginliğini azaltmaya yönelik bir girişimdi. Suriye hükümeti, Suveyda'da bizzat Suveydalılar tarafından yönetilen yerel bir yönetim gibi görünen bir yapıyı kabul etti. Ancak bu gelişme, Suriye hükümetinin, Suriye'nin birliğine ve merkezileşmesine tehdit olarak gördüğü Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile benzer bir anlaşmayı reddetmesi, silahların kendi bölgelerini yönetmek üzere belirli bir kesimin elinde olmasına izin vermeme yaklaşımına aykırıydı.

Suriye'deki Dürziler arasında İsrail'in Dürzileri koruduğu söylemini destekleyen bazı sesler olsa da bunlar Suriye ve Lübnan'daki Dürzilerin İsrail’in müdahalesini reddeden seslerin çokluğuyla kıyaslanamaz bile.

Suriye’de silahların devletle sınırlandırılması çabası

Al Majalla’nın edindiği bilgilere göre Suriye ordusu ve Suriye'nin güneyinde Savunma Bakanlığı'na bağlı olmayan yerel gruplar arasında İsrail'in Suriye'ye yönelik saldırılarına karşı büyük bir öfke hakim. Bu öfke sadece İsrail’in düzenlediği hava saldırılarından değil, aynı zamanda Suriye hükümetinin karşılık vermeme yaklaşımından da kaynaklanıyor.

Suriye Genel Güvenlik İdaresi’nden bir yetkili Al Majalla’ya yaptığı açıklamada, “İsrail’in hava saldırılarının ve karadan müdahalesinin devam etmesi, Suriye hükümetinin askeri güçlerini birleştirmesine ve özellikle güneydeki yerel gruplardan silahlarını çekmesine engel oluyor. Bu grupların pek çok üyesi devletle müzakere sürecinde ellerindeki silahların kendilerini herhangi bir İsrail kara müdahalesinden korumak için olduğunu söylüyor” ifadelerini kullandı.

Al Majalla’ya konuşan Dera'daki yerel bir grubun lideri, bu durumu doğrulayarak “İsrail'in düşman hatlarına yakınız ve bize ne zaman geleceklerini bilmiyoruz, onları beklemeli ve köylerimizde onları izlemeli miyiz? Suriye ordusu hala oluşum sürecinde, hükümetin adımlarına ve politikasına bağlıyız ancak tehlike her an köylerimize girebileceği sürece silahlarımızı teslim etmeyeceğiz” şeklinde konuştu.

Savunma Bakanlığı'na bağlı Dera'daki bir askeri yetkiliye göre bazı yerel grupların İsrail'in Dürzileri desteklediği iddiasına öfkelenmesi, onları toplanmaya ve İsrail'in kendilerini korumak için müdahale ettiğini söyleyenlerle çarpışmak için Suveyda'ya doğru hareket etmeye itti. Bu yüzden ordu ve Genel Güvenlik İdaresi derhal müdahale ederek söz konusu grupların Suveyda’ya ulaşmalarını engelledi ve silahlarını ellerinden aldı. Askeri yetkili, “Ceramana’ya gitmek üzere Suveyda'dan ayrılan silahlı grupları hedef alan Bedeviler koordinasyonsuz bir şekilde hareket ettiler. Bir kez daha aynı şeylerin yaşanmasını önlemek için onlarla çatışmaya girmek zorunda kaldık” dedi.

Suriye ordusu halen oluşum sürecinde, hükümetin adımlarına ve politikasına bağlıyız, ancak tehlike her an köylerimize girebileceği sürece silahlarımızı teslim etmeyeceğiz.

Öte yandan İran'ın İsrail'in müdahalesinin yarattığı kaostan faydalanmaya çalışacağına ve bunu da birkaç adımda gerçekleştireceğine şüphe yok.

Bu adımların başında medyada Suriye hükümetini şeytanlaştırmak ve Suriye hükümetinin İsrail bombardımanını kabul ettiği ve iktidarda kalmak karşılığında bu konuda sessiz kaldığı fikrini yaymak geliyor. İkinci adım ise bombardıman sırasında ortaya çıkan güvenlik dengesizliğini istismar etmek ya da İsrail tarafından körüklenen gerilimi kontrol altına almaya çalışmak olacak. Suriye hükümeti Suveyda ve Dera'nın güvenliğini sağlamak ve buralardaki mezhepsel ve sivil halk arasında çatışmaların patlak vermesini önlemek için Genel Güvenlik İdaresi’nden binlerce personeli bölgeye gönderdi. Bu durum, Suriye ordusu ve kamu güvenliği personelinin yetersizliğini de hesaba katarsak, coğrafi boşluklar olduğu anlamına geliyor. Bu boşluklar, İran'ın kendi çıkarlarına hizmet edecek yerel hücrelerin oluşumunu desteklemek ya da silah transfer etmek için kaçırmayacağı bir fırsat. Bazılarına göre İsrail’in hava saldırıları rejimin kalıntıları ve İranlı milislerin Suriye devletine karşı saldırılar düzenlemesine fırsat verebilir. Zira son iki günde Deyrizor’da bazı Genel Güvenlik İdaresi üyelerine yönelik çok sayıda saldırı düzenlendi.

İran'ın İsrail'in Suriye’ye müdahalesinin yarattığı kaostan, başta Şam hükümetini medyada şeytanlaştırmak olmak üzere çeşitli adımlarla faydalanmaya çalışacağına şüphe yok.

İsrail’in saldırıları, özellikle Şam yönetiminin İsrail’in bombardımanlarından korumak amacıyla personelini askeri alanlardan uzaklaştırması durumunda Suriye’nin askeri gücünün ve Genel Güvenlik İdaresi’nin kırılganlığını da artıracak. Bu da ülkeyi eski rejimin kalıntıları, nüfuzunu ve silahlarını güçlendirmeye çalışan DEAŞ ve İran destekli milislerin kalıntılarının Suriye’deki olası eylemlerine karşı daha savunmasız hale getirecek. Bu durum ise Suriye'de istikrarı desteklemeye yönelik herhangi bir hükümet ya da uluslararası çabayı kaçınılmaz olarak geciktirecek.

İsrail, Suriye'deki rejimin düşmesinden sonra Türkiye'nin Suriye'de artan nüfuzuna, Suriye'ye askeri müdahalede bulunarak karşı koymaya çalışıyor. Bu amaçla İsrail geçtiğimiz ayın başlarında, Türkiye'nin askeri üsse dönüştürmeye çalıştığı söylenen (bu doğrulanmış bir bilgi değil) T4 Hava Üssü de dahil olmak üzere askeri bölgeleri bombaladı ve Washington'ı Türkiye'nin Suriye’de artan nüfuzunun kendi güvenliği için bir tehdit olduğuna ikna etmeye çalıştı. Edinilen bilgilere göre İsrail ayrıca Washington'ı, Rusya'nın Suriye'deki nüfuzunu Türkiye'nin nüfuzuna karşı arttırmasına izin vermeye de ikna etmeye çalışıyor. Ancak Washington, bunu kabul etmiş görünmüyor.

sdfrgty
Dürzi köyü es-Savra el-Kubra sakini Selman Aleyvi, Suveyda’daki çatışmaların ardından hasar gören evini incelerken, 2 Mayıs 2025 (Reuters)

İsrail'in Rusya’nın Suriye'deki nüfuzunu güçlendirme girişimi, Avrupa ve İngiltere'nin engelleriyle karşılaşacak. Çünkü Avrupa’nın önde gelen bazı ülkeleri, Beşşar Esed rejiminin düşmesini Rusya'nın Suriye'deki nüfuzunu sona erdirmek için bir daha yakalanamayacak bir fırsat olarak gördüklerinden Suriye coğrafyasını Moskova'nın hesaplarından çıkarmak amacıyla Suriye hükümetini destekleme yönünde hareket etti. Al Majalla’ya konuşan Avrupalı bir yetkili, AB ve İngiltere'nin Suriye'nin istikrara kavuşmasını ve başta Rusya ve İran olmak üzere dış müdahalelerden korunmasını desteklemeye çalıştığını söyledi. Öte yandan İsrail’in, Suriye devletinin zayıflığını derinleştiren ve iç anlaşmazlıkları çözme adımlarını zorlaştıran müdahalesi, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri başta olmak üzere birçok Arap ülkesi tarafından da hoş karşılanmayacağı gibi, İran'ın İsrail’e karşı direniş bahanesiyle Suriye ve Lübnan'da yeniden nüfuz kazanması için bir fırsat yaratması nedeniyle ABD tarafından da hoş karşılanmayacaktır. Suriye'nin istikrarını desteklemeye çalışan bu ülkelerin hiçbiri böyle bir durumun olmasını istemiyor. Bu da bölgesel ve uluslararası istikrara mutlaka yansıyacaktır.

Kısa ya da muhtemelen uzun vadede İsrail'in Suriye'ye müdahalesini meşrulaştırmak için Dürzileri koruma ve Türkiye'nin nüfuzuna karşı koyma kartını kullanmaya devam etmesi bekleniyor. Sonuç olarak İsrail Suriye'nin zayıf, askeri açıdan kırılgan ve istikrarsız kalmasını istiyor gibi görünüyor. Çünkü bu durum, birçok İsrailli liderin de söylediği gibi ‘İsrail’in ulusal güvenliğini’ koruyor. Ancak bu politika aynı zamanda Ortadoğu'da bölgesel ve uluslararası güvenliği tehdit eden bir infiale sebep olabilir. İsrail'in de bu infialin, korumaya çalıştığı ‘ulusal güvenliği’ üzerindeki yıkıcı yansımalarından kurtulması pek olası görünmüyor.