İran, İngiltere'nin tutukluları serbest bırakmak için ödediği parayı teslim almadı

İngiliz Avam Kamarası Başkanı Lindsay Hoyle, geçtiğimiz ay Londra’ya gelişi ardından Nazanin Zaghari-Ratcliffe ve eşini ağırladı (AFP)
İngiliz Avam Kamarası Başkanı Lindsay Hoyle, geçtiğimiz ay Londra’ya gelişi ardından Nazanin Zaghari-Ratcliffe ve eşini ağırladı (AFP)
TT

İran, İngiltere'nin tutukluları serbest bırakmak için ödediği parayı teslim almadı

İngiliz Avam Kamarası Başkanı Lindsay Hoyle, geçtiğimiz ay Londra’ya gelişi ardından Nazanin Zaghari-Ratcliffe ve eşini ağırladı (AFP)
İngiliz Avam Kamarası Başkanı Lindsay Hoyle, geçtiğimiz ay Londra’ya gelişi ardından Nazanin Zaghari-Ratcliffe ve eşini ağırladı (AFP)

İran Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Sözcüsü Mahmud Abbaszade Mişkini, İran asıllı İngilizlerin serbest bırakılması karşılığında İngiltere'nin İran'a ödediği paranın ‘hala Umman'da alıkonulduğunu’ söyledi.
Yerel bir haber sitesine konuşan Milletvekili Mişkini, İran’ın İngiltere'nin tarihi borçları geri ödeme bağlamında iade ettiği 400 milyon sterlini teslim alamadığını bildirdi. Aynı zamanda, “Bir nevi birlikte çalıştığımız bölge ülkeleri, istihkakımızı elde etmemiz için arabuluculuk ve istişarelerde bulunuyor. Önemli olan, alıkonan fonların ülkeden çıkmış olması. Prensipte, nihai hedefe ulaşmada çok fazla zorluk çekmiyoruz” ifadelerine başvurdu.
Ülkesinin paranın Umman’dan nasıl alınacağı konusunda müzakereler yürüttüğünü belirten Mişkini, “Özellikle alıkonulan miktarın gönderilmesi yönünde bazı çalışmalarımız var. Sürekli istişareler ve müzakerelerde bulunuyoruz. Uluslararası yasalar ile uyumlu adımlar attık” açıklamalarında bulunarak, bu hususun İranlı müzakerecilerin Viyana müzakerelerinde takip ettikleri konulardan olduğunu belirtti.
Guardian gazetesinin İranlı üst düzey bir hükümet kaynağına atıfta bulunduğu dünkü haberinde, paranın Umman'da tutulduğu, sorunun İngiltere'de olmadığı belirtildi. Gazete, aynı zamanda Tahran'a sadece bir milyon sterlin transfer edildiğine dikkat çekti.
Geçtiğimiz ay İngiliz hükümeti, Londra'nın bir tank anlaşmasından doğan ve yıllardır İran'a geri vermediği yaklaşık 400 milyon sterlinlik borcunu geri ödemesi İran asıllı iki İngiliz'in (Nazanin Zaghari-Ratcliffe ve Anuşe Aşuri) davalarının çözüme kavuşmasına yardımcı olmuştu.
İngiltere Dışişleri Bakanı Liz Truss, geçtiğimiz ay yaptığı açıklamada, Şah dönemine ait bu borcun, ‘İngiliz ve uluslararası yaptırımlara tam olarak riayet edilerek geri ödendiğini’ ve ‘bu fonların yalnızca insani yardım malzemeleri satın almak için kullanılacağını’ belirtmişti.
 İngilizlerin insani yardım malzemelerinin satın alınması için fonları ipotek etmeye vurgu yapmasına karşılık, İran medyası tüm fonların Tahran'a ulaştığı bilgisini verdi.
Anlaşma, İngiliz ve İranlı yetkililerin Muskat'ta borçların nasıl ödeneceği konusunda müzakereler yürütmesinin ardından Viyana müzakerelerinin aksamasından yaklaşık üç hafta önce Umman arabuluculuğuyla gerçekleşti. İki taraf, bir önceki ABD yönetimi sırasında İran'ın yaptırımsız insani yardım malzemeleri ve ilaç satın almasını sağlamak için başlatılan bir mekanizma olan İsviçre İnsani Ticaret Kanalı'nı kullanarak ‘Saman Bank’ hesaplarına aktarmadan önce parayı bir İngiliz kredi hattı aracılığıyla ödemeyi kabul etmişti.
Birleşik Krallık ve ABD vatandaşı İran asıllı Murad Tahbaz'ın ailesi, bu ayın başlarında, son anlaşma kapsamında Tahbaz'ı geri almadığı için İngiliz hükümetine yönelik eleştirilerini yinelemişti.
Ocak 2018'de tutuklanan 69 yaşındaki çevre aktivisti ve kanser hastası Tahbaz, ‘ABD ile komplo kurmak’ suçundan 10 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
İngiliz hükümeti, Zaghari-Ratcliffe ve Aşuri’nin İngiltere’ye doğru yola çıktığı gün Tahbaz'ın tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildiğini duyurdu. Ancak ailesi, yetkililerin cezaevine naklettiği Tahbaz’ın açlık grevine başladığını belirtti.
Ardından bir İngiliz yetkili, konuyla ilgili açıklamasında “Londra, Murad'ın davasını İran hükümeti ile en üst düzeylerde görüşüyor. Murad’ın İran hükümetinin de vaat ettiği gibi Tahran'daki ailesinin evine derhal dönmesine izin verilmelidir” vurgusunda bulundu.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.