"Yerleşimciler" nedeniyle Filistinliler bu yıl zeytin hasadından mahrum kaldı

Çiftçilere yasak olan ve yerleşim yerlerinin yakınında bulunan arazi alanı yaklaşık 430 milyon metrekare

Zeytin hasadı Filistinliler için en önemli tarım mevsimi (AFP)
Zeytin hasadı Filistinliler için en önemli tarım mevsimi (AFP)
TT

"Yerleşimciler" nedeniyle Filistinliler bu yıl zeytin hasadından mahrum kaldı

Zeytin hasadı Filistinliler için en önemli tarım mevsimi (AFP)
Zeytin hasadı Filistinliler için en önemli tarım mevsimi (AFP)

Rağde Atme 

Dünya, 7 Ekim'den bu yana İsrail ile Gazze Şeridi arasındaki savaşla meşgulken İsrail ordusu, yerleşim birimlerinin yakınındaki Filistin tarım alanlarına giden tüm yolları toprak yığınlarıyla kapattı.

Bu durum, bu yıl binlerce Filistinliyi kendileri için en önemli tarım mevsimi olan zeytin hasadından mahrum bıraktı.

Uluslararası Kızılhaç Komitesi, Filistinli çiftçilerin yerleşim yerlerinin yakınındaki ve duvar arkasındaki topraklarına erişmelerini sağlamak için İsrail ordusuyla koordinasyon sağlayamadı.

Binyamin Netanyahu liderliğindeki İsrail hükümeti, geçen yıl aralık ayında Knesset'in güvenini kazanır kazanmaz, yerleşimci saldırılarının artan hızı yeni bir yön alıp günlük olarak gerçekleşmeye başlayana kadar Batı Şeria'da yerleşimin teşvikini dosyalarının ön sıralarına koydu.

Yerleşimci liderler, Filistinlilerin üzerindeki baskıyı sıkılaştıracak ve yerleşimlerin yakınındaki topraklara erişim haklarını baltalayacak yasa ve mevzuatın çıkarılmasını talep etme çabalarını yoğunlaştırıyor.

Filistin hükümeti Yerleşim ve Duvar Direnişi Komisyonu belgelerine göre Batı Şeria'da çiftçilerin zeytin ekili yaklaşık 430 milyon metrekarelik arazisi tehdit altında.

Filistinliler, yerleşim yerlerinin yakınında 134 milyon metrekare tarım arazisine ve çiftçilerin kapılardan geçerek buraya ulaştığı ilhak ve genişletme duvarının arkasında yer alan 295 milyon metrekare araziye sahip.

Komisyon, yerleşim yerlerinin etki alanının yaklaşık 519 kilometre kare, yerleşim yerlerinin alanının ise yaklaşık 155 kilometre kare olarak tahmin edildiğini belirtti.

Bu yılın ilk yarısında ordu ve yerleşimciler tarafından 8 bin 232 zeytin ağacının yerle bir edilmesine ve tahrip edilmesine tanık olundu; geçen yıl bu sayı 10 bin 291 idi.

Temizlenen alanlar

Zvi Sukkot, Batı Şeria ile ilgili önemli kararları alabilecek temel komite olan Dışişleri ve Güvenlik Komitesi bünyesinde yer alan "Yahudiye ve Samiriye Komitesi"nin başına atanmasından saatler sonra İsrail Savunma Bakanı Yoav Galant'tan, yerleşimcilere, ana yollara ve İsrail ordusu üslerine yakın olmaları nedeniyle Filistinlilerin yerleşim yerlerine bitişik tarlalarda zeytin toplamasının engellenmesini istedi.

Sukkot, "Zeytin hasadı mevsimi, Filistinlilere genellikle güvenlik nedeniyle erişimlerinin engellendiği yerlere erişim sağlıyor" dedi.

Sukkot açıklamasında şunları söyledi:

Flistinli işçiler Gazze sınırındaki yerleşim birimlerinde bilgi toplamak ve geçen 7 Ekim'de belgelemek için çalıştıklarından, zeytin hasat mevsimi daha az tehlike oluşturan alanlarla sınırlı olmalı.

İsrail gazetesi Haaretz'e göre 32 yaşındaki Sukkot, Aralık 2009'da Batı Şeria'nın Salfit yakınlarındaki Yasuf köyünde bir camiyi ateşe veren ilk Yahudi terör hücresinin lideriydi.

Duvarlarına "Tahsilat Fiyatı" sloganı yazılan dava, o dönemde kınamalara ve polisin ve Genel Güvenlik Ajansı Şin Bet'in aşırı sağa karşı çalışması yönündeki taleplere yol açmıştı.

Jerusalem Post'un haberine göre "Silah Arkadaşları" ve "Şimdi Barış" gibi İsrail hareketleri, Knesset üyesi Zvi Sukkot'un atanmasının "ulusal güvenliğe yönelik bir tehdit teşkil ettiğini" söyledi.

Bu arada, "Şimdi Barış" hareketi, yaptığı açıklamada, "bir kundakçının bu kadar yüksek ve gizli bir göreve atanmasının ulusal güvenliğe zarar veren bir adım ve Amerikalı ortaklara bıçak darbesi olduğu" değerlendirmesinde bulundu.

Sukkot'un atanmasına yönelik itirazlara ve yerleşimcileri korumaya yönelik acil mesajında belirtilenlere rağmen İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Sukkot'un talebini destekledi ve "Yerleşimlerin çevresinde temiz güvenlik alanları oluşturma (yani Filistinlilerden tamamen arınmış) ve hasat amacıyla da dahil olmak üzere Arapların buralara girmesini engelleme" konusunda acele edilmesi çağrısında bulundu.

Başbakan Binyamin Netanyahu'ya hitaben yazdığı bir mektupta, temiz güvenlik bölgeleri oluşturmanın, yerleşimcilerin güvenliği ve bu bölgelerin Araplar tarafından saldırı düzenlemek için kullanılmasını önleme açısından önemli olduğunu açıkladı.

Ayrıca erkeklerin çoğu askere alındığı ve onlar da yalnız kaldığı için yerleşimci kadınların ve çocukların kendilerini güvende hissetmelerini sağlamak ve çatışmanın alevlenmesine ve hasara yol açmasına neden olabilecek sürtünmeyi önlemek için de böyle bir bölge oluşturmanın önemli olduğunu kaydetti.

Güvenlik bahaneleri

Yerleşim ve Duvar Direnişi Komisyonu'nun popüler kampanyasının koordinatörü Cemal Cuma'ya göre, güvenlik bahanesiyle çiftçilerin topraklarına erişiminden mahrum bırakılması, çiftçilerin müsadere edilmesine ve yerleşimlerin nüfuz ettiği bölgelere ilhak edilmelerine yol açıyor.

Cuma, "Yerleşimcilerin koruma ve güvenlik bahanesiyle talep ettiği şey, Filistinlilerin topraklarındaki varlığını tehdit ederek onları topraklarını zorla terk etmeye zorlayan sistematik bir politika. Arazi sahipsiz bırakıldığında yerleşimciler tarafından ele geçirilmeye veya yıllar sonra devlet arazisine dönüştürülmeye açık hale gelecek" dedi.

Yerleşim yerlerinin yarısının İsrail'in "devlet arazisi" olarak sınıflandırdığı araziler üzerine, diğer yarısının da Filistin'in özel mülkiyetindeki araziler üzerine inşa edildiğini belirten Cuma, yerleşimlerin doğrudan kontrolü altındaki arazi alanının Batı Şeria'nın toplam alanının yaklaşık yüzde 40'ını oluşturduğuna dikkat çekti.

2022 UNCTAD raporuna göre, kontrol noktaları tek başına Batı Şeria ekonomisine gayri safi yurt içi hasılanın en az yüzde 6'sına mâl oluyor.

Bu arada, hareketlerine uygulanan kısıtlamalar nedeniyle Filistinliler yılda 60 milyon saat, yani 274 milyon dolar iş kaybediyor.

İsrailli insan hakları örgütü Yesh Din ise İsrail yetkililerinin yerleşim yerlerinin korunmasına yönelik politikalarının "yıkıcı etkiye sahip olduğunu ve bu durumun Filistinlilerin güvenlik hakkı, mülkiyet hakkı, hareket özgürlüğü ve eşitliğin ciddi ihlallerine yol açmasının yanı sıra, doğal zenginliklere ilişkin kolektif hakkın da ihlal edilmesine yol açtığını" kaydetti.

İsrail'in İşgal Altındaki Topraklardaki İnsan Hakları Bilgi Merkezi "B'Tselem", C Bölgesi'nde "devlet arazisi" olarak sınıflandırılan yaklaşık 1,2 milyar metrekarelik alanın bulunduğunu doğruladı.

Bu alan Filistin Yönetimi'nin A ve B Bölgeleri içinde yer alan ve "devlet arazisi" olarak sınıflandırılan yaklaşık 200 milyon metrekareye ek olarak C Bölgesi'nin yüzde 36,5'ini ve Batı Şeria'nın toplam topraklarının yüzde 22'sini oluşturuyor.

Acil durum

Smoterich yalnızca Sukkot'u desteklemekle kalmadı, aynı zamanda Batı Şeria'daki İsrail cep telefonu şirketlerine tam kapsama sağlamak amacıyla Sivil İdare bütçesinden derhal 50 milyon şekel (13 milyon dolar$) aktarılmasını emretti.

İsrail Ordu Radyosu, orduya bağlı güvenlik, askeri ve sivil yönetim yetkililerinin, hücresel sinyal alımında ve bazı durumlarda özellikle Batı Şeria'da boşlukların olması gerçeğinin yerleşimcilerin yaşamları için bir tehdit oluşturduğu konusunda hemfikir olduğunu ortaya koydu.

Radyo açıklamasında, "Çok tehdit altındaki, geçmişte operasyonların yapıldığı, cep telefonu sinyalinin hiç olmadığı alanlar var, dolayısıyla ciddi bir güvenlik olayı sırasında yardım istemek mümkün değil" ifadelerine yer verildi ve şunlar eklendi:

Artık antenler hızlı bir şekilde hazırlanıp kurulacak, bu da hücresel kapsama alanındaki boşlukları çözecek.

Aynı zamanda Filistinliler, yerleşimcilerin, savaşın başladığı 7 Ekim'den bu yana, Batı Şeria'nın kuzeyindeki Homesh ve Avitar yerleşimlerinin yanı sıra, Batı Şeria'daki diğer 9 yerleşim birimindeki varlıklarını yoğunlaştırmak için acele ettiklerini doğruladı.

Bu 9 yerleşim birimi mart ayında İsrail hükümeti tarafından yasallaştırılmıştı.

Gözlemciler, Homesh'teki yerleşim inşaatlarının geçtiğimiz ekim ayından bu yana yüzde 200 oranında artarak iki katına çıktığına, 60 mobil evin, diğer tesislerin ve bir askeri kapının daha açıldığına dikkat çekti.

Duvar ve Yerleşim Direniş Komisyonu tarafından yapılan açıklamaya göre, Ekim ayında yerleşim inşaatlarının tırmanmasına, geçen ay gerçekleşen 2 bin 70 saldırının yanı sıra, yerleşimcilerin saldırılarının, özellikle de vatandaşların zorla yer değiştirmelerinin yoğunlaşması eşlik etti.

Filistin hükümeti Yerleşim ve Duvar Direnişi Komisyonu tarafından yapılan açıklamaya göre, ekim ayında yerleşim inşaatlarının artmasına geçen ay gerçekleşen 2 bin 70 saldırının yanı sıra, yerleşimcilerin saldırılarının, özellikle de vatandaşların zorla yer değiştirmelerinin yoğunlaşması eşlik etti.

Komisyon, "Yerleşimciler dokuz Filistinliyi öldürdü ve 100 Filistinli aileyi, özellikle doğu Ramallah ve Filistin Ürdün Vadisi'ndeki Bedevi topluluklarından uzaklaştırdı" dedi.

Resmi kaynaklara göre, İsrail'in savaşın başından bu yana uyguladığı "olağanüstü hal", Batı Şeria'nın geri kalan topraklarını parçalamayı, bölünmüş bölgelerde yaşayanları tecrit etmeyi amaçlayan yerleşim politikalarını pekiştirdi.

Ayrıca yerleşimleri geliştirmeye ve onlara güvenlik sağlamaya yönelik politikalar, Filistinlilerin ekonomik ve sosyal gelişme fırsatlarını ortadan kaldırdı ve coğrafi olarak bitişik ve yaşayabilir bir Filistin devletinin kurulmasını engelledi.

Independent Arabia - Independent Türkçe



Trump'ın takasa dayalı diplomasisinin yeniliği, avantajları ve sonuçları

Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
TT

Trump'ın takasa dayalı diplomasisinin yeniliği, avantajları ve sonuçları

Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)

Nebil Fehmi

Eski anlaşmalardan ve erken sözleşmelerden modern devlet yönetiminin karmaşık sanatına kadar diplomasi, güç, çıkarlar ve uzlaşılardan etkilenmiştir. Başlıca geleneklerinden biri, “gerçekçilik”tir; yani devletler öncelikle kendi güvenlikleri ve ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ederler, ahlaki veya idealist hedefler için değil.

 

Bu bağlamda, bazılarının “gerçekçilik” diplomasisi olarak adlandırdığı şey yeni bir icat değildir; tarihe derinden kök salmıştır. Odak noktası, toprak, kaynaklar, güvenlik garantileri ve ekonomik anlaşmalar gibi somut kazanımlardır.

ABD Başkanı Donald Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor. Destekçileri bu tür adımları pratik ve sonuç odaklı olarak görüp överken, diğerleri bunların uzun vadeli sonuçları, bölgesel dinamikleri, ahlaki ikilemleri ve istikrarı göz ardı eden bir diplomasiye yol açabileceğinden endişe ediyor.

Ekim ayında İsrail ve Hamas arasında ateşkes anlaşması sağlandı. ABD'deki birçok kişi, bundan doğan diplomatik atılımı hemen ABD liderliğindeki diplomasinin somut bir sonucu olarak karşıladı. Şarm el-Şeyh'te düzenlenen zirveye Trump ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi eş başkanlık etti ve birçok ülkeyi bir araya getirdi. Anlaşmanın pragmatik doğasını vurgulayan hedefleri, ateşkes, rehinelerin serbest bırakılması ve acil insani yardım sağlanması gibi görünüyordu.

Kasım ayında da Trump yönetiminin Ukrayna'daki savaş için 28 maddelik bir barış planı önerdiği yönünde haberler çıktı. Taslak, Kırım, Luhansk ve Donetsk üzerindeki Rus kontrolünün tanınması, diğer bölgelerdeki çatışmaların dondurulması, Ukrayna ordusunun sayısının sınırlandırılması ve Ukrayna'nın NATO'ya katılmasının engellenmesi gibi oldukça tartışmalı maddeler içeriyordu.

Avrupalı müttefikler, planın kilit unsurlarına, özellikle de Ukrayna'nın egemenliğini zayıflatacak, onu yeniden Rus saldırganlığına karşı savunmasız bırakacak veya NATO'dan dışlayacak önerilere şiddetle karşı çıktı.

Haberler ayrıca, bazı önerilerin ABD desteği karşılığında Ukrayna'nın maden kaynaklarına, altyapı haklarına ve ihracat lisanslarına erişim gibi ekonomik koşullar içerdiğine de işaret ediyor.

Bu tür müzakereler – barış ve ekonomik koşullar karşılığında kapsamlı toprak ve askeri tavizler – birçok kişinin cüretkar koşullar, güçlü bir düşman lehine açık yanlılık göz önüne alındığında, yeni olarak değerlendirdiği takasa dayanan gerçekçi bir diplomasi örneğidir. Rusya, Avrupa, müttefiklerin ikinci plana itilmesi ve Ukrayna'ya bir anlaşmayı kabul etmesi için yapılan baskı, eleştirmenler tarafından barış yapma kılıfına bürünmüş zorlayıcı takas diplomasisi olarak görülüyor.

Analistler, “Önce ABD” bayrağı altında yürütülen bu diplomasinin uzun süredir devam eden ittifakları sarstığı ve Avrupa'nın kendisini giderek daha fazla ikinci plana itildiği hissine kapılmasına neden olduğu konusunda uyarıyor. Avrupalı liderler de ABD liderliğindeki Ukrayna müzakerelerinin yeterli Avrupa katılımı veya istişaresi olmadan ilerleyebileceğinden endişe duyduklarını dile getirdiler.

Eleştirmenler, bu yaklaşımın İkinci Dünya Savaşı sonrası düzeni destekleyen kolektif diplomatik normları – çok taraflılık, ortak değerler, kurumsal iş birliği ve egemenlik ile insan haklarına bağlılık üzerine kurulu normları – zayıflattığını savunuyor.

Peki takas diplomasisi tarihsel olarak belgelenmişken, bazı yorumcular Trump'ın yaklaşımını neden yeni veya istisnaiymiş gibi ele alıyor? Yeni görünen husus, kurumsal süreklilik ve ortaklıktan ziyade, belki de kısa vadeli kazanımlar ve kişisel güç tarafından yönlendirilen, daha tek taraflı, sıfır toplamlı, yukarıdan dikte edilen bir versiyon olmasıdır. Geleneksel diplomasi – hatta gerçekçi politika bile – genellikle kapalı kapılar ardında yürütülürken, arka kanal diplomasisi farklı bir hikayedir. Trump döneminde, anlaşmalar, teklifler ve hatta müzakere pozisyonları genellikle tamamen aleni ve duyurulmuştur. Bu şeffaflık, diplomasinin takasçı doğasını daha belirgin hale getiriyor ve bazen daha muğlak diplomasiye alışmış izleyiciler için şok edici olabiliyor.

Ukrayna için önemli toprak ve stratejik tavizler içeren barış planı taslağı, Ukrayna'nın maden ve altyapı haklarından yararlanmayı öngörüyor. Dolayısıyla Ukrayna planı da ABD liderliğindeki bir planın parçası olarak Gazze'yi “kontrol etme” ve yeniden geliştirme yönündeki radikal plan da kademeli diplomatik anlaşmalar değil. Bunlar büyük ölçekli ve kapsamlı olup, egemenlik, adalet ve güç dengesizlikleri hakkında temel soruları gündeme getiriyor.

Diplomasi giderek daha çok kişiye dayalı hale geldi; bu modern diplomaside bir eğilimdir, ancak Trump döneminde bu konuda aşırıya kaçıldı. Anlaşmalar genellikle kurumlara veya kurum odaklı çok taraflılığa değil, bizzat Trump'a bağlı. Bu istikrarsızlığı artırıyor; zira lider değişirse, anlaşmalar değişebilir ve onları destekleyen güven ortadan kaybolabilir. Gözlemciler, modern diplomasinin güç yapıları, teknoloji, medya ve devlet dışı aktörlerdeki değişiklikler nedeniyle bir dönüşüm geçirdiğini belirtiyor, ancak Trump modeli kişisel etkiyi vurguluyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrası diplomasi büyük ölçüde, kolektif kurumlar, egemenliğe saygı, insan hakları, uluslararası hukuk ve ittifaklar (NATO gibi) vb. kurallara dayalı bir uluslararası düzen kurmaya çalıştı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre eleştirmenler, Trump'ın yaklaşımının diplomasiyi kaba pazarlık, takas mantığı ve bazen asimetrik güç etrafında yeniden odakladığını ve potansiyel olarak kolektif diplomasiyi destekleyen normları ve güveni aşındırdığını savunuyor.

Bu nedenle, takas diplomasisinin ardındaki mantık yeni olmasa da biçimi, açıklığı, kapsamı ve normatif etkileri birçok kişiye göre modern diplomatik uygulamalardan önemli bir sapma gibi görünüyor. Birçok gözlemci için yeni olan da budur.

Trump döneminde görüldüğü gibi daha agresif ve tepkisel bir diplomasi benimsemek kısa vadeli kazanımlar sağlayabilir, ancak aynı zamanda ciddi uzun vadeli riskler de taşıyabilir.

Takas diplomasisi -özellikle güçlü bir lider tarafından yönetildiğinde- çıkmazlar devam etse de anlaşma için tarafları zorlayabilir. Gazze ateşkesi birçokları tarafından hızlı ve güçlü diplomasinin bir başarısı olarak gösteriliyor.

Siyasi gerçekçiliğin bazen yardımı veya desteği ekonomik anlaşmalar ve stratejik uyum gibi somut getirilerle ilişkilendirmeye sevk ettiği dikkatleri çekiyor. Güçlü devletler, stratejik veya ekonomik çıkarları için hayati önem taşıyan uzun vadeli avantajlar elde edebilirler; kaynaklar, etki ve erişim gibi.

Kaotik ve hızla değişen jeopolitik bağlamlarda (savaşlar, değişen ittifaklar ve kaynaklar için rekabet), takas diplomasisi, yavaş ilerleyen kurumsal diplomasiden daha uyarlanabilir olabilir.

Öte yandan, müttefikler kendilerini ikinci plana itilmiş veya sömürülmüş hissedebilir; bu da ittifakların zayıflamasına, parçalanmasına veya muhalefete yol açabilir. Örneğin, Avrupalı ​​liderler, Ukrayna için önerilen ABD barış planının bazı hükümlerine karşı çıktılar.

Adalet ve haklar yerine güce odaklanan anlaşmalar (toprak tavizleri, kaynakların kontrolü ve askeri kısıtlamalar) kızgınlığa yol açabilir, eşitsizlik yaratabilir ve bölgeleri istikrarsızlaştırabilir. Ukrayna planında önerilen toprak tavizleri ve askeri şartlar, egemenlik ve gelecekte güvenlik konusunda ciddi endişeler doğuruyor.

Eğer büyük güçler giderek çok taraflı kurumların ve normların üstünden atlayıp, bunun yerine ikili anlaşmalara ve kişisel diplomasiye yönelirse, küresel kurumlar -kurallara dayalı uluslararası düzen- meşruiyetini ve etkinliğini kaybedebilir. Bu durum, özellikle daha küçük ve zayıf devletler için küresel iş birliğini daha da zorlaştırabilir.

Bireylere, siyasi döngülere veya kısa vadeli çıkarlara bağlı anlaşmalar kırılgandır. Yeni bir liderin ortaya çıkması, iç politikada bir değişim veya farklı bir küresel bağlam, anlaşmaları hızla alt üst edebilir ve uzun vadeli istikrarı baltalayabilir.

Güç ve çıkarlara odaklanan diplomatik anlaşmalar, insan hakları, adalet, kendi kaderini tayin etme ve egemenlik gibi değerleri zayıflatabilir. Zamanla bu, bir devletin ahlaki duruşuna ve yumuşak gücüne zarar vererek gelecekteki iş birliğini daha da zorlaştırabilir.

Eğer güçlü devletler giderek daha agresif, çıkar odaklı diplomasiye dönerse, savaş sonrası düzenin bir dizi özelliği -müttefikler arasındaki güven, kurumların ve ortak normların meşruiyeti ve insan haklarına veya toprak bütünlüğüne bağlılık- aşınabilir. Zamanla bu, diplomasinin pazarlık aracı haline geldiği, ittifakların hızla değiştiği ve gücün haktan üstün geldiği daha çalkantılı ve parçalanmış bir dünyaya yol açabilir.

Bu, kurumların ortadan kalkması anlamına gelmez, ancak onları marjinalleştirebilir, zayıflatabilir veya yalnızca ihtiyaç duyulduğunda kullanılabilir hale getirebilir. Yeni ve daha katı diplomasi biçimleri hakim olabilir; anlaşmalar etki, kaynaklar, güç dengesizlikleri ve anlık imtiyazlara dayanabilir. Böyle bir dünya, daha güçlü devletleri destekleyebilir, daha küçük devletleri zayıflatabilir ve küresel zorluklar (iklim, göç, salgın hastalıklar, nükleer silah kontrolü vb.) konusunda çok taraflı iş birliği alanını daraltabilir.

Aynı zamanda, üzerinde anlaşmaya varılmış normların azaldığı bir dünyada, öngörülemezlik artar. Bu, çatışmaları şiddetlendirebilir, istikrarı zayıflatabilir ve diplomatik güvenin yeniden inşasını daha da zorlaştırabilir. Genel olarak takasa dayalı anlaşmalar kısa vadeli faydalar sağlayabilir, ancak aynı zamanda adaletsizliği pekiştirebilir, kızgınlığı körükleyebilir ve pazarlıklar, zorlama ve çatışma döngüleri yaratabilir.

Özünde, takas diplomasisinin mantığı yeni değil. Ancak Trump döneminde yeni olan husus, bu diplomasinin ölçeği, açıklığı, cesareti ve kişiselleştirilmesidir; yani aleni pazarlıklar, yüksek riskli anlaşmalar, bölgesel ve kaynaklara dayalı müzakereler, tasavvur edilmiş kazanımlar için ittifakları yeniden şekillendirme veya normları parçalama isteğidir.

Bu eğilimin kalıcı hale gelip gelmeyeceği ve küresel düzeni güçlendirip güçlendirmeyeceği büyük ölçüde liderlerin, devletlerin ve küresel kurumların gelecekte nasıl tepki vereceğine bağlıdır. Çok taraflı normlar ve kurumlar zayıflarsa, diplomasinin kolektif normlar, istikrar ve iş birliği alanı olmaktan ziyade güç, kaynak ve anlaşmalar için bir pazar yeri haline geldiği bir dünya görebiliriz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


İsrail, Doğu Kudüs'te bir binayı yıkarak onlarca Filistinliyi yerinden etti

Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
TT

İsrail, Doğu Kudüs'te bir binayı yıkarak onlarca Filistinliyi yerinden etti

Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)

İsrail makamlarına bağlı iş makineleri, bugün Doğu Kudüs’te ruhsatsız inşa edildiği gerekçesiyle dört katlı bir binanın yıkımına başladı. Binada 100’den fazla Filistinlinin yaşadığı belirtilirken, sakinler yıkımı ‘bir felaket’ olarak nitelendirdi. İnsan hakları örgütleri ise bunun 2025 yılı içinde gerçekleştirilen en büyük yıkım olduğunu açıkladı.

Filistin Yönetimi’ne bağlı Kudüs Valiliği, söz konusu yıkımı kınayarak, bunun ‘zorla yerinden etme politikası’ kapsamında değerlendirildiğini bildirdi.

İşgal altındaki Doğu Kudüs’ün Eski Şehir yakınlarında yer alan Silvan beldesindeki mahalleye, İsrail polisinin oluşturduğu güvenlik kordonu eşliğinde üç iş makinesi girdi. Makineler, aralarında kadınlar, çocuklar ve yaşlıların da bulunduğu 10’dan fazla ailenin yaşadığı binayı yıkmaya başladı.

Binada eşi ve beş çocuğuyla birlikte yaşayan Iyd Şavar, yıkımın ‘tüm sakinler için bir trajedi’ olduğunu söyledi.

67yuı
Doğu Kudüs'te bir binayı yıkan İsrail buldozerleri (AFP)

Şavar, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Kapıyı biz uyurken kırdılar. Kıyafetlerimizi değiştirmemizi ve sadece gerekli evrak ve belgeleri almamızı istediler, eşyalarımızı çıkarmamıza izin vermediler” dedi. Gidecek bir yeri olmadığını belirten Şavar, yedi kişilik ailesinin araçta kalmak zorunda olduğunu söyledi.

AFP muhabirleri, bina sakinlerinin gözleri önünde üç buldozerin yıkım çalışmalarını sürdürdüğünü aktardı. Yıkımı izleyen bir kadın, yaşadığı acı ve çaresizlikle “Burası benim yatak odam” sözleriyle tepkisini dile getirdi.

Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinliler, ciddi bir konut kriziyle karşı karşıya bulunuyor. İsrail’e bağlı belediye, Filistinlilere çok sınırlı sayıda inşaat izni verirken, bu izinlerin nüfus artışıyla uyumlu olmadığı belirtiliyor.

Filistinliler ve insan hakları savunucuları, bu kısıtlamaların demografik büyümeyi dikkate almadığını ve konut yetersizliğine yol açtığını vurguluyor.

sdfgt
Yıkıma katılan İsrail buldozerleri (EPA)

İsrail makamları, Doğu Kudüs ve işgal altındaki Batı Şeria’da Filistinliler tarafından inşa edilen yapılar için düzenli olarak yıkım operasyonları gerçekleştiriyor.

Filistinliler, Doğu Kudüs’ü gelecekte kurulacak devletlerinin başkenti olarak talep ederken, İsrail kentin tamamını kendi başkenti olarak görüyor.

Doğu Kudüs’te 360 binden fazla Filistinli yaşarken, bölgede yaklaşık 230 bin İsrailli bulunuyor.

Ramallah merkezli Filistin Yönetimi’ne bağlı Kudüs Valiliği, söz konusu yıkımı ‘savaş suçu ve insanlığa karşı suç’ olarak nitelendirdi. Açıklamada, bu uygulamaların, Filistinli vatandaşları zorla yerinden etmeyi ve Kudüs kentini asli sakinlerinden arındırmayı hedefleyen sistematik bir politikanın parçası olduğu ifade edildi.

cdfrgt
Doğu Kudüs'te bir binayı yıkan İsrail buldozerleri (Reuters)

İsrailli insan hakları örgütleri Ir Amim ve Bimkom, ortak açıklamalarında, binanın ‘önceden herhangi bir uyarı yapılmaksızın’ yıkılmaya başlandığını bildirdi. Açıklamada, yıkımın, ailelerin avukatları ile Kudüs Belediyesi’nden bir yetkili arasında, ‘binanın statüsünün düzenlenmesine yönelik olası adımların ele alınacağı’ planlı bir toplantıdan sadece saatler önce gerçekleştirildiği vurgulandı.

Örgütlere göre bu yıkım, ‘2025 yılı içinde Kudüs’te gerçekleştirilen en büyük yıkım operasyonu’ niteliğini taşıyor. Açıklamada ayrıca, bu yıl Doğu Kudüs’te yaklaşık 100 ailenin evsiz kaldığı belirtildi.

AFP’nin sorularına yanıt veren İsrail’e bağlı Kudüs Belediyesi ise binanın ‘ruhsatsız inşa edildiğini’ ve yapı hakkında 2014 yılından bu yana geçerli bir yargı kararı bulunduğunu açıkladı. Belediye, binanın üzerinde bulunduğu arazinin ‘eğlence ve spor amaçlı’ olarak sınıflandırıldığını, konut alanı olmadığını da kaydetti.


İsrail’in Iraklı gruplara ait ayrıntılı veri tabanı Bağdat’ta şaşkınlık yarattı

Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
TT

İsrail’in Iraklı gruplara ait ayrıntılı veri tabanı Bağdat’ta şaşkınlık yarattı

Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre, Iraklı yetkililer son günlerde, İsrail tarafından hazırlanmış son derece ayrıntılı bir güvenlik veri tabanını teslim aldı. Batılı bir istihbarat servisi üzerinden iletilen dosya; silahlı Iraklı gruplara ilişkin liderlik yapıları, askerî organizasyonlar, mali ağlar ve bu yapılara bağlı devlet kurumları hakkında geniş bilgiler içeriyor.

Kaynaklar, verilerin hacmi ve doğruluk düzeyinin Iraklı yetkilileri şaşırttığını ve olası bir askerî harekâta yönelik ciddi bir uyarı niteliği taşıdığını aktardı.

Dosyanın teslimi, Irak’a yakın dost bir Arap ülkenin Bağdat’ı uyardığı süreçle eş zamanlı gerçekleşti. Söz konusu ülke, İsrail’in, ABD’nin “yeşil ışık” yaktığı bir askerî operasyon seçeneğini açıkça konuştuğunu iletti. Washington’ın, devlet dışı silahlı yapılara ilişkin sabrının azaldığı belirtiliyor. Bir Iraklı yetkili de, bu mesajların Bağdat’a ulaştığını doğruladı.

Bilgilere göre muhtemel saldırılar; eğitim kampları, füze ve İHA depoları ile bu gruplar ve Haşdi Şabi’ye bağlı finansal ve askerî etki sahibi kurum ve kişileri hedef alacaktı.

Bu gelişmeler, Irak’taki Şii ittifakı “Koordinasyon Çerçevesi” içinde silahın devlet tekelinde toplanması yönünde hızlanan tartışmaları tetikledi. İlk aşamada ağır silahların teslimi ve bazı stratejik üslerin tasfiyesi gibi seçenekler masaya geldi. Ancak uygulamanın kim tarafından yürütüleceği ve güvenlik garantilerinin nasıl sağlanacağı konularında görüş ayrılıkları sürüyor.

Öte yandan, ABD yönetimi güvenlik iş birliğini, silahlı grupların operasyonel kabiliyetlerinin kaldırılmasına dair bağlayıcı bir takvim şartına bağladı.

Bölgesel düzeyde ise NBC News’in haberine göre, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD Başkanı Donald Trump’a İran’ın balistik füze programındaki genişleme risklerini aktaracak ve yeni saldırı seçeneklerini görüşecek.