Bağdadi'nin eşi, DEAŞ liderinin cinsel işkenceye maruz kaldığını öne sürdühttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5029584-ba%C4%9Fdadinin-e%C5%9Fi-dea%C5%9F-liderinin-cinsel-i%C5%9Fkenceye-maruz-kald%C4%B1%C4%9F%C4%B1n%C4%B1-%C3%B6ne-s%C3%BCrd%C3%BC
Bağdadi'nin eşi, DEAŞ liderinin cinsel işkenceye maruz kaldığını öne sürdü
Fotoğraf: AFP_Arşiv
Ebubekir Bağdadi'nin dul eşi, öldürülen DEAŞ liderinin Irak'taki bir Amerikan hapishanesinde "cinsel işkenceye" maruz kaldığını öne sürdü.
Ümmü Hüdayfe, BBC News'e verdiği röportajda, Bağdadi'nin 2004'te alıkonmadan önce "dindar ama aşırılık yanlısı olmadığını" söyledi.
Ümmü Hüdayfe, DEAŞ'ta üstlendiğinden şüphelenilen rolü ve önceki 10 yılın yarısında Irak ve Suriye'de geniş bir alana hükmeden aşırılık yanlısı örgütün işlediği suçlar nedeniyle soruşturma altında. Halihazırda Bağdat'taki bir Irak hapishanesinde kalıyor.
DEAŞ , Bağdadi'nin liderliğindeyken Ezidi halkına karşı soykırım yaptı ve binlerce kadını köle olarak aldı. Rehineleri öldürdü ve çoğu Irak ve Suriye'de yaşayan Müslümanlardan olan sivilleri katletti.
Ümmü Hüdayfe, ölen kocasının "muhafazakar ama açık fikirli" olduğunu ancak Bucca Kampı'nda bir yıl boyunca tutulmasının onu değiştirdiğini iddia etti. Bağdadi'nin Amerikan ve müttefik Batılı işgal güçleriyle savaşmak için Sünni militan bir örgüt kurduktan sonra tutuklandığı bildirilmişti.
Dul eşi, Bağdadi'nin serbest bırakıldıktan sonra "psikolojik sorunlar" geliştirdiğini söyledi:
Kolay sinirlenir oldu ve öfke patlamaları gibi bir alışkanlık geliştirdi.
Ona bu konuyu sorduğunda Bağdadi "'anlayamayacağın' bir şeye maruz kaldığını" söylemiş.
Ümmü Hüdayfe kendisine bu kadar açık bir şekilde söylemese de onun "cinsel işkenceye maruz kaldığına" inandığını belirtti.
Bağdadi, 27 Ekim 2019'da ABD ordusunun Suriye'nin kuzeyinde düzenlediği baskında öldürülmüştü.
1971'de Irak'ın Samarra şehrinde doğduğu bildirilen Bağdadi, 10 yıldan uzun bir süre önce DEAŞ'ın Irak'ın kuzeyi ve Suriye'nin kuzeydoğusunda yayılıp kendinden menkul bir halifelik kurmasıyla, neredeyse bilinmezlikten küresel ilgi toplayacak bir noktaya yükseldi. 2014'te kendisini küresel İslam camiasının manevi ve dünyevi lideri, yani halife ilan etmek için kamuoyu önündeki ender görüntülerinden birini verdi ancak Müslümanların neredeyse tüm dini ve siyasi grupları bu iddiayı reddetti.
Ümmü Hüdayfe'nin kendisi de kaçırılan kız çocukları ve kadınların cinsel köleleştirilmesine karıştığından şüphelenildiği için soruşturuluyor. Kendisinin de DEAŞ'tan kaçmaya çalıştığını ama kontrol noktalarındaki silahlı erkeklerin onu geri gönderdiğini söyleyerek suçlamaları reddediyor.
DEAŞ'ın zulümlerini "devasa bir şok" ve "insanlık dışı" diye nitelendiriyor. "İnsanlık çizgisini aştıklarını" ifade eden Ümmü Hüdayfe, Ezidilere yönelik şiddetten "utandığını" da sözlerine ekliyor.
Ümmü Hüdayfe, "masum insanların" öldürülmesiyle ilgili olarak kocasına karşı çıktığını ve ona İslam hukuku kapsamında "onları tövbeye yönlendirmek gibi yapılabilecek başka şeyler olduğunu" söylediğini iddia ediyor.
İki eşi, 26 çocuğu ve aileleriyle birlikte iki erkek kardeşi Sincar'da DEAŞ tarafından kaçırılan Hamid Ezidi, BBC'ye yaptığı açıklamada, Ümmü Hüdayfe'nin iddia ettiği gibi kurban olmadığını ve Yezidi kız çocuklarının kaçırılması ve köleleştirilmesine karıştığını söyledi.
Hamid Ezidi'nin akrabalarının çoğu fidyeyle serbest bırakılırken çocuklarından 6'sı kayıplara karıştı.
O ve DEAŞ tarafından 7 kez satıldığı iddia edilen yeğeni Suad, Ümmü Hüdayfe'ye karşı dava açtı ve onun için idam cezası istiyor.
Suad, yayın kuruluşuna "Her şeyden o sorumluydu" dedi:
Seçimleri o yaptı: Biri ona hizmet için, diğeri kocasına hizmet için... ve kız kardeşim de o kızlardan biriydi.
Ahmed eş-Şera'nın cumhurbaşkanlığı koltuğunda 100’üncü günü… Kâr-zarar dengesinde Suriye
Şam'daki bir kafede Ahmed eş-Şera'nın yaptığı konuşmayı takip eden Suriyeliler (Şarku’l Avsat)
Esed rejiminin Aralık 2024'te düşmesi, Suriye'de daha iyi bir gelecek için büyük umutlar doğurdu. Peki ya iktidardaki 100 günün ardından Ahmed eş-Şera (Heyetu Tahriru’ş-Şam lideri Ebu Muhammed el-Culani) ve müttefikleri tarafından yönetilen yeni yönetimin siyasi değerlendirmesi nedir?
Ayrıntılara girmeden önce, Suriye'nin bugün karşı karşıya olduğu zorlukların siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan çok büyük olduğunu kabul etmeliyiz. Ülke bölgesel ve siyasi olarak parçalanmış durumda, çeşitli yabancı etki ve işgal biçimlerinden etkileniyor ve büyük ekonomik zorluklarla karşı karşıya. Nitekim Suriye'de yeniden yapılanmanın maliyetinin 250 ila 400 milyar dolar arasında olduğu tahmin edilmekte. Suriyelilerin yarısından fazlası halen ülke içinde ve dışında yerlerinden edilmiş durumda. Nüfusun yüzde 90'ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor ve Birleşmiş Milletler'in (BM) 2024 rakamlarına göre 16,7 milyon kişi (Suriye'deki her 4 kişiden 3'ü) insani yardıma muhtaç durumda. Bu gerçekler göz önünde bulundurulduğunda, Esed’in yerine geçecek herhangi bir siyasi aktörü zorlu bir görev bekliyor.
Dolayısıyla yeni yönetimin, özellikle de geçmişi göz önüne alındığında, dış kaygıları nispeten yatıştırabilmesi ve bölgesel ve uluslararası güçlerle resmi ilişkiler kurabilmesi kayda değer bir başarıdır. Pek çok bölgesel ve uluslararası aktör yeni otoriteyi tanıdı ve onunla ilişki kurmaya başladı. Avrupa Birliği (AB) ve Birleşik Krallık, bazı kuruluşlara yönelik yaptırımları önemli ölçüde askıya aldı. Son olarak Paris eş-Şera'yı Fransa’ya davet etti.
Donald Trump başkanlığındaki ABD yönetimi henüz Suriye'ye yönelik net bir politika belirlemedi ve Biden yönetiminin Ocak 2025'te enerji sektörü ve finansal işlemler üzerindeki yaptırımları hafifleten adımlarına karşı çıkmamasına rağmen genel olarak Suriye'ye uyguladığı yaptırımları sürdürdü.
Şam'ın merkezinde bir hediyelik eşya dükkânı (AFP)
Ancak yeni yönetimin ilk 100 günü mutlak anlamda olumlu ya da ülkenin uzun vadede doğru yönde ilerlediğine dair yeterli bir kanıt olarak değerlendirilemez. Zira asıl mesele yönetimin siyasi ve ekonomik düzeylerdeki genel yönelimlerinin yanı sıra toplumsal vizyonunda yatıyor.
Devlet kurumları ve güvenlik hizmetleri
İlk olarak, Heyetu Tahriru’ş-Şam (HTŞ) liderliğindeki yeni iktidar, geçiş dönemini devlet kurumları üzerindeki gücünü pekiştirmek için kullandı. Esed rejiminin devrilmesinin ardından, Mart 2025'in sonunda yeni bir hükümet kurulana kadar sadece HTŞ üyelerinden veya HTŞ'ye yakın olanlardan oluşan bir geçici hükümet kuruldu.
Benzer şekilde eş-Şera, çeşitli bölgeler için HTŞ veya HTŞ'ye yakın silahlı grupların üyesi olan yeni güvenlik yetkilileri ve valiler atadı. Yeni yönetim yetkilileri, yeni bir Suriye ordusu kurdu ve yeni Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra'nın general olarak atanması gibi eski HTŞ komutanlarını en yüksek rütbeli subaylar arasına atadı. Aynı zamanda yeni yönetim, ekonomik ve sosyal aktörler üzerindeki kontrolünü güçlendirmek için tedbirler aldı. Örneğin, iç seçimler yapılmadan bile bir dizi sendika, meslek birliği ve ticaret odasına kendi yakın çevresinden yeni liderler atadı.
Yeni Suriye hükümetinin ilan edilmesinin ardından, ortada Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın yer aldığı bir hatıra fotoğrafı (SANA)
Kapsamlı bir demokratik sürecin yokluğu, katılımcı olması ve ülkenin geleceği için ilk temelleri atması beklenen çeşitli girişimlere, konferanslara ve komitelere de yansıdı. Önemli bir örnek olarak Suriye Ulusal Diyalog Konferansı, özellikle oturumlar için ayrılan sınırlı zaman açısından hazırlık, temsil ve ciddiyet eksikliği nedeniyle yaygın bir şekilde eleştirildi.
Eş-Şera tarafından imzalanan geçici anayasa, başta taslak komitesinin seçim kriterleri veya içeriğinin şeffaf olmaması nedeniyle olmak üzere, birçok siyasi ve sosyal aktör tarafından eleştirildi. Geçici anayasa resmi olarak kuvvetler ayrılığını ilan ederken, uygulamada cumhurbaşkanlığına verilen geniş yetkilerle bunu engelliyor.
Bulanık güçler
Bu bağlamda, yakın zamanda açıklanan yeni Suriye hükümeti, bir kadın bakan ile dini (Alevi ve Dürzi) ve etnik (Kürt) azınlıklardan bakanların atanmasıyla daha kapsayıcı olarak nitelendirildi. Ancak kilit mevkilerde eş-Şera'ya yakın isimler bulunuyor. Örneğin Esad Hasan eş-Şeybani ve Murhaf Ebu Kasra sırasıyla Dışişleri ve Savunma bakanlıklarındaki pozisyonlarını korurken, Enes Hattab İçişleri Bakanlığı'na ve Şadi el-Veysi Adalet Bakanlığı'na atandı.
Dahası, özellikle de ülkenin güvenlik ve siyasi politikalarını koordine etmek ve yönetmek üzere Ahmed eş-Şera başkanlığında Suriye Ulusal Güvenlik Konseyi kurulduğu için bu hükümetin gerçek yetkileri belirsizliğini koruyor.
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, Şam'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Kara ve Deniz Limanları Genel İdaresi ile bir Fransız şirketi arasında imzalanan anlaşmanın imza törenine katıldı. (AFP)
Benzer şekilde mart ayı sonunda Dışişleri Bakanlığı bünyesinde Siyasi İşler Genel Sekreterliği kuruldu. Görevleri arasında siyasi faaliyet ve etkinliklerin yönetimini denetlemek, siyasi işlerde genel planların hazırlanması ve formüle edilmesine katılmak ve Baas Partisi ve Ulusal İlerici Cephe partilerinin varlıklarını yeniden kullanmak yer alıyor.
Neoliberal ekonomi
Ekonomi cephesinde, hükümetin yönü yakın çevresi dışında kimseyle tartışılmadı veya paylaşılmadı. Dahası, mevcut hükümetin iktidara geldiğinden bu yana aldığı kararlar geçici görev süresinin ötesine geçmiş ve pratikte kendi ekonomik vizyonunu Suriye'nin uzun vadeli gelecek modeli olarak dayatmış veya desteklemiştir ki bu model ekonomik neoliberalizme dayanmaktadır. Bu durum, devlet varlıklarının özelleştirilmesi, piyasanın serbestleştirilmesi, ekmek ve ev tüplerine verilen sübvansiyonların azaltılması gibi kemer sıkma önlemlerinde görülebilir ve bunların hepsi zaten zor durumda olan halk sınıflarını olumsuz ve doğrudan etkilemektedir. Bu tür ekonomi politikaları genellikle iş adamlarının ve ekonomik elitlerin lehinedir.
Buna ek olarak, Ekonomi ve Dış Ticaret Bakanlığı ülkedeki işgücünün yaklaşık üçte birinin, yani yeni otoriteye göre ‘maaşı ödenen ancak çalışmayan’ çalışanların işten çıkarılacağını duyurdu. O tarihten bu yana, işten çıkarılan toplam çalışan sayısına ilişkin resmi bir veri bulunmazken, bazıları şu anda üç aylık ücretli izinde statülerinin ve istihdam edilip edilmediklerinin netleşmesini bekliyor. Söz konusu kararın ardından ülke genelinde işten çıkarılan ya da açığa alınan işçilerin protesto gösterileri patlak verdi.
Şam'da bir döviz bürosu (AFP)
Bu arada yılın başından bu yana yeni yönetim yetkilileri, devlet çalışanlarının maaşlarını yüzde 400 artırarak en az 1 milyon 123 bin 560 Suriye lirasına (yaklaşık 86 dolar) çıkarma sözü verdi. Bu doğru yönde atılmış bir adım olmakla birlikte henüz uygulamaya geçirilmedi ve kötüleşen ekonomik kriz ışığında geçim masraflarını karşılamak için yetersiz. Mart 2025 sonu itibariyle Şam'da beş kişilik bir ailenin asgari aylık harcamasının 8 milyon Suriye lirası (666 dolar) olduğu tahmin ediliyor.
Buna ek olarak Şam, 260'tan fazla Türk ürününe uygulanan gümrük vergilerini düşürerek, halihazırda Türk ithalatının rekabetinden mustarip olan sanayi ve tarım sektörleri başta olmak üzere ulusal üretime zarar verdi. Türkiye Ticaret Bakanlığı'na göre Türkiye'nin Suriye'ye ihracatı bu yılın ilk çeyreğinde 508 milyon dolara ulaşarak 2024'ün aynı dönemine (yaklaşık 387 milyon dolar) kıyasla yüzde 31,2 artış gösterdi.
Siyasi ve sosyal parçalanma
Ülkenin siyasi ve sosyal bölünmüşlüğü yeni yönetim tarafından büyük ölçüde ele alınmamıştır ve Şam hükümeti ile Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi arasındaki son mutabakat zaptı halen belirsizliğini korumaktadır. Suveyda bölgesindeki Dürzi nüfusun bazı kesimleriyle yakınlaşma girişimleri birçok eksiklikten ve örneğin geçici anayasayı ve çeşitli politikaları reddeden gösterilere tanık olan yerel toplulukların muhalefetinden mustariptir. Dahası, kıyı bölgelerinde başlayan ve yüzlerce sivilin ölümüyle sonuçlanan son olaylar mezhepsel gerilimleri daha da derinleştirdi.
Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) Mart 2025'te yeni Suriye devletinin kurumlarına entegre olmak için anlaşma imzalamasının ardından Kamışlı'da yapılan kutlamalardan (Reuters)
Şiddetin, güvenlik güçleri ve sivillere yönelik saldırıları koordine eden Esed rejimi kalıntıları tarafından gerçekleştirilen şiddetin ardından geldiği doğrudur, ancak ‘kalıntılarla’ mücadele bahanesi altında, genel olarak Aleviler ile eski rejim arasında sahte bir eşdeğerlik yaratarak nefret ve intikam mantığı hâkim olmuştur.
Yeni otorite krizi kontrol altına almaya ve yangını söndürmeye çalışsa da, pratikte şiddetin ve mezhepsel rekabetin artmasını engelleyemedi ve bu durum mezhep mensuplarıyla yaşanan son olaylara da yansıdı. Şam'daki otorite bu eylemleri münferit olarak nitelendirmeye devam etti ve failleri sorumlu tutmak için herhangi bir ciddi önlem almadan bunların ‘disiplinsiz unsurlardan’ kaynaklandığını söyledi.
Şam'ın güneyindeki Ceramana'nın girişlerinden birinde bulunan kontrol noktasındaki güvenlik görevlileri (AP)
Son dönemde yaşanan dramatik olayların su yüzüne çıkardığı ülkenin temelindeki mezhepsel dinamiklerin yanı sıra, savaş suçlarına karışan tüm birey ve grupların cezalandırılmasını amaçlayan kapsamlı ve uzun vadeli bir geçiş dönemi adalet sürecini teşvik eden net bir mekanizmanın kurulamaması da önemli bir sorun teşkil etmektedir. Bu, misillemelerle ve mezhepsel gerilimin artmasıyla mücadelede çok önemli bir rol oynayabilirdi, ancak doğru şekliyle bir geçiş dönemi adaleti mekanizması mevcut otoritenin istemediği birçok dosyayı açabilir.
İran, İsrail ve Türkiye'nin çıkarları
Ülke içindeki güç dağılımının parçalı olduğu bu ortamda, başta İran ve İsrail olmak üzere bazı yabancı ülkeler, kendilerini belirli bir topluluğun savunucusu olarak gösterip daha fazla istikrarsızlık yaratarak istismar etmek amacıyla ülkedeki mezhepsel ve etnik gerilimleri körüklemekte çıkar görüyor. Örneğin, İsrailli yetkililer Suriye'deki Dürzi nüfusunu ‘korumak’ için askeri müdahaleye hazır olduklarını vurgulayan açıklamalarını sürekli yineliyor. Ancak başlıca Dürzi güçler, Suriye'ye ve ülkenin birliğine bağlılıklarını vurgulayarak bu çağrıları büyük ölçüde reddetti.
Hama kentinde İsrail'in Suriye'ye müdahalesine karşı düzenlenen gösterilerden (Reuters)
Diğer yandan Türk ordusu, Şam ile Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi arasındaki anlaşmaya rağmen Suriye'nin kuzeydoğusundaki SDG mensuplarına yönelik operasyonlarını durdurmadı.
Sonuç olarak, yeni yönetimin ilk 100 günündeki uygulamalar, Suriye'nin demokratik ve adil geleceğine ilişkin başlangıçtaki iyimserliği dolaylı olarak baltalamış; tek taraflı ve dışlayıcı bir rejime kademeli geçiş korkularını meşrulaştırmıştır.