Hoşyar Zebari Şarku’l Avsat’a konuştu: Tahran'da bize milislerin rolü açıklandı

Zebari, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, Irak ve IKBY’nin geleceğiyle ilgili endişelerini dile getirirken Bağdat ile Washington yabancılaşmasının mümkün olmadığına inandığını ifade etti.

Irak’ın merhum Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve dönemin Dışişleri Bakanı Zebari, 2003 yılında Tahran'a yaptıkları ziyarette eski İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi ile birlikte (Getty Images)
Irak’ın merhum Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve dönemin Dışişleri Bakanı Zebari, 2003 yılında Tahran'a yaptıkları ziyarette eski İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi ile birlikte (Getty Images)
TT

Hoşyar Zebari Şarku’l Avsat’a konuştu: Tahran'da bize milislerin rolü açıklandı

Irak’ın merhum Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve dönemin Dışişleri Bakanı Zebari, 2003 yılında Tahran'a yaptıkları ziyarette eski İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi ile birlikte (Getty Images)
Irak’ın merhum Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve dönemin Dışişleri Bakanı Zebari, 2003 yılında Tahran'a yaptıkları ziyarette eski İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi ile birlikte (Getty Images)

Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Irak-ABD ilişkilerinde yabancılaşmanın mümkün olmadığını, çünkü böyle bir durumun bir takım güvenlik ve ekonomik sonuçları olacağını söyledi. Zebari, Irak’ın iç işlerine yönelik müdahalelerden, tekelci politikalardan, dışlanmışlık hissinden ve mevcut Irak Anayasası çerçevesinde kurulan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni (IKBY) baltalamaya yönelik girişimlerden duyduğu endişeyi dile getirdi. Şarku’l Avsat, Zebari ile Saddam Hüseyin rejimi sonrası döneme dahil olan ve 11 yıl boyunca Irak Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten bir isim olarak bahsi geçen dosyalarla ilgili görüşlerini aldığı bir röportaj gerçekleştirdi.

İşte Şarku’l Avsat’ın eski Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari ile yaptığı röportajın birinci bölümü:

Irak'ın geleceği hakkında endişeli misiniz?

Evet. Ciddi anlamda endişeliyim. Çünkü Irak, -ne yazık ki gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen- Saddam Hüseyin rejiminin düşmesi sonrası istikrara kavuşamadığı gibi, komşularıyla ve ülke içinde yıllarca süren savaşlar ve çatışmalardan sonra yeniden ayağa kalkacak siyasi, güvenlik, sosyal güvenlik ve istikrara sahip olamadı. Gerçekten endişeliyim, zira ne yazık ki iyi bir hükümet kuramadık, yani bu ülkede, Raşidin (aklı başında ve doğru yolda olanların ve kemale erenlerin) beldesinde iktidara iyi bir yönetim gelmedi.

Bugün ABD askerlerinin Irak'tan çıkarılmasına yönelik bir mücadeleye mi tanık oluyoruz?

Bu, bölgesel bir güçle yaşanan bir nüfuz savaşıdır. Gazze'deki savaşın ve Ortadoğu bölgesindeki diğer krizlerin yansımaları nedeniyle şu an söz konusu bölgesel güç olan İran İslam Cumhuriyeti ve ABD, Irak topraklarında varlık gösteriyor. ABD’nin Irak’taki askeri varlığı meselesi, onların Irak topraklarındaki varlığını sona erdirecek temel mesele haline geldi. Oysa Irak'ın güvenliğinden ziyade bölgesel güvenlik nedeniyle ABD’nin buradaki askeri varlığına halen ihtiyaç duyuluyor.

ABD Muharip Kuvvetlerinin Irak'tan Çekilmesi Anlaşması ve Stratejik Çerçeve Anlaşması görüşmeleri sırasında ana müzakerecilerinden biriydim, dolayısıyla bu konuyla ilgili birikimim ve görüşüm var. Irak'ın güvenliğini sağlaması için halen yardıma ihtiyaç duymasına ve güvenlik güçlerinin sayısının az olmasına rağmen konu siyasileştirildi ve artık siyasi bir mesele haline geldi.

Bana göre geçtiğimiz 10 Şubat günü bir dönüm noktasıydı. Çünkü Irak Temsilciler Meclisi, ABD askerlerinin derhal sınır dışı edilmesi kararının kabul edilmesi yahut onaylanması için çoğunluğun katılımıyla bir oturum düzenlemek istiyordu. Ancak ne Sünni Arap partilerden ne Kürt partilerden ne de Şii partilerden çoğunluk sağlandı. Temsilciler Meclisi’ndeki 230'u aşkın milletvekilinden yalnızca 75’i oturuma katıldı. Bu yüzden uzlaşı, anlaşma ve yeter sayı sağlanamayarak oturum ertelendi.

Aslında bu konu yasama organını değil, yürütme organını ilgilendiriyor. Yani bu kararı Temsilciler Meclisi’nin değil, hükümetin vermesi gerekiyor. ABD muharip kuvvetlerinin Irak’tan ayrılması ya da Irak’ta kalması, Irak'ın uluslararası sorumluluklarıyla ve ulusal ekonomisine ilişkin yükümlülükleriyle ilgili bir mesele olduğundan bu konuya tek taraflı bakılamaz. Bölgedeki birçok ülkede sadece ABD’nin değil, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin de üsleri ve askeri varlığı bulunuyor. Ama bu askeri varlık, o ülkelerin hükümetlerinin onayına dayanıyor. Söz konusu hükümetler egemen hükümetler olmalarının yanı sıra ülkelerinde askeri varlığı olan ülkelerle düzenli ilişkilere sahipler. Bizim de Irak olarak bu tür bir ilişki için düzenlememiz var, ancak mesele siyasileştiriliyor.

“Irak’ın ABD’den uzaklaşması zor”

Sizce Irak şu an ABD’den uzaklaşmayı tolere edebilecek bir konumda mı?

Irak’ın ABD’den uzaklaşması çok ama çok zor. ABD’nin Irak ve bölgeyle olan ilişkileri uluslararası, bölgesel ve ekonomik meselelerle bağlantılı olduğundan ABD ile ilişkileri koparmak ve ondan uzaklaşmak mümkün değil. Tüm ülkelerin desteğe ihtiyacı var. ABD, kendisiyle müzakere ettiğimiz Stratejik Çerçeve Anlaşması’nda bize Irak’ın ekonomisini, güvenliğini ve kabiliyetlerini destekleyecek birçok fırsat ve alan sundu. Fakat ne yazık ki Irak’ta birbiri ardına iktidara gelen hükümetler bu fırsatları değerlendiremedi.

Tam 11 yıl boyunca Irak Dışişleri Bakanı olarak görev yaptınız, şu soruya açık bir yanıt vermenizi istiyorum: ABD, Irak'ta kalıcı askeri üsler kurulmasını istedi mi?

‘(Irak’taki) bu muharip güçlerin geleceği ne olacak?’ tartışması, George W. Bush yönetimi ile Barack Obama yönetimi arasındaki geçiş döneminde de vardı. Görevi yerine getirdik, eski rejimi düşürdük ve yeni bir sistem kurduk düşüncesi hakimdi. Bizler ülkenin toplumsal sözleşmeye, yani anayasaya kavuşmasına yardımcı olduk, o halde bırakalım da sorunlarını kendi aralarında çözsünler diye düşünüyorlardı. Ancak müzakerelerin temelini oluşturduğundan sınırlı da olsa askeri bir varlığı sürdürmeleri gerektiğine de inanıyorlardı. (ABD ile) 2007 yılında müzakerelere başladık ve 2011 yılında Obama yönetiminin devreye girmesiyle (ABD muharip güçlerinin Irak’tan) geri çekilme anlaşmasına ulaştık.

Obama, 2009 yılında Bağdat'ta ABD’nin en-Nasır (Victory) Hava Üssü’nde ABD askerleriyle birlikte (Getty Images)
Obama, 2009 yılında Bağdat'ta ABD’nin en-Nasır (Victory) Hava Üssü’nde ABD askerleriyle birlikte (Getty Images)

Bununla birlikte ABD ile dostluk, kalkınma ve ekonomik iş birliğine ilişkin Stratejik Çerçeve Anlaşmasını imzaladık. O dönemde Irak'ta görev yapan ABD’li komutanlarla şu an halen Irak’ta görev yapmaya devam eden ABD’li komutanların büyük bir bölümü arasında hararetli bir tartışma yaşandı. Zamansız bir geri çekilmenin ve bazı güçlerin güvenlik yardımının kesilmesinin, Irak'taki terör örgütlerinin ya da diğer açgözlü güçlerin ABD’nin çıkarlarını tehdit edeceğine dair korkular ve endişeler söz konusuydu. Ancak (dönemin ABD Başkanı Barack) Obama, askerleri geri çekme kararı aldı ve geri çekilmenin olmaması tavsiyesine uymadı. Ben de kendisiyle bu konuda yaklaşık 45 dakika konuştum.

Peki aranızda nasıl bir diyalog yaşandı?

Kendisi o sıra başkanlık seçimleri kampanyasındaydı. Irak da o dönemde seçimlerde önemli bir meseleydi. Cumhuriyetçilerin başkan adayı John McCain’di. Irak hem Cumhuriyetçilerin hem de Demokratların ilgi odağındaydı. Obama, ABD eyaletlerden birine seçim kampanyası için gittiği sırada beni telefonla aradı. Ona, Irak'ın tam olarak toparlanmadığına, yani normale dönmediğine inandığımızı söyledim. Halen terör ve güvenlik tehditleri olduğunu, bu yüzden ABD askerlerini tamamen geri çekmek konusunda acele etmemesini önerdiğimizi belirttim. Askeri güçlerimizin eğitimi ve yetenek kazandırılması konusunda ABD’nin yardımına ihtiyacımız olduğunu ifade ettim. Bana, ABD’yi Afganistan ve Irak gibi dışarıdaki savaşlardan kurtarmaya geldiğini söyledi. İçeriye odaklanmak istediklerini kaydetti. O dönem dünya piyasalarında mali kriz vardı.

Yine aynı dönemde Başbakan Nuri el-Maliki, geri çekilmenin gerçekleşeceğini düşündü. Bunun üzerine anayasanın, demokrasinin ve özgürlüklerin ruhundan uzaklaşarak Sünnilere, Kürtlere ve maaşlara yönelerek, aynı zamanda Sünni liderleri hedef alarak daha fazla hegemonya ve kontrol elde etmeye başladı. Bu durum, Sünnilerin büyük bir dışlanmışlık hissine kapılmasına neden oldu. Suriye'de iç savaş devam ediyordu ve DEAŞ, Suriye topraklarında büyümeye başladı, ardından Irak'a yayıldı.

Hükümet, dış yardıma ihtiyaç duymayacak şekilde yeterli ve eğitimli güçlere sahip olduğunu iddia etti. Ardından DEAŞ'ın Musul'u işgal edip Kerkük ve Selahaddin illerine yöneldiğine, Samarra ve Bağdat kapılarını zorladığı günlerde yeterli ve eğitimli ordunun, bu tümenlerin ve mükemmel Amerikan silahlarının birkaç gün içinde çöktüğüne tanık olduk. Gerçek şu ki ordu Irak çöllerinde eridi.

O sıra Dışişleri Bakanıydım ve bana da görev düşüyordu. Ben bir vitrin görevlisinden ibaret değildim, karar alma yetkisine sahip bir bakandım. Ülkeye ve hükümete yönelik gerçek bir tehdit olduğunu hissettik ve bu tehlikenin yakın ve ani olması nedeniyle ABD ile bilgi alışverişinde bulunarak yardım istedik. O dönemde davetin nasıl yapıldığıyla ilgili soruşturmalar halen devam ederken 2014 yılında geri gelip bize yardım ettiler. DEAŞ'ın tehdit ettiği IKBY’nin başkenti Erbil'e de yardımcı oldular. Samarra tehdit altındaydı.

ABD’liler gelmişti. Ardından terörle mücadele için çok sayıda ülkenin katılımıyla uluslararası bir koalisyon oluşturuldu. Birleşmiş Milletler (BM) kararları ve toplantıları çerçevesinde 60'tan fazla ülkeye ulaşıldı. Irak’taki askeri varlıkları üzerinde uzlaştığımız anlaşmaya dayanıyordu. Doğal olarak, bu anlaşmanın iptal edilmesi için her iki tarafın da onayının olması, karşı tarafa bir yıldan az olmamak üzere belli bir süre verilmesi ve bilgi alışverişinde bulunulması gerekiyor. ABD’de başkanlık seçimleri yaklaşırken ve bölge alev alev yanarken işlerin nereye varacağını bilmediğimiz bir dönemde kim başkan olursa olsun böyle bir karar almak çok zor. Bana göre Irak, ABD ile ilişkilerini bozamaz.

İran’ın vekil güçler yaratılmasıyla ilgili anlatısı

Sizce Aksa Tufanı Operasyonu sonrası Kızıldeniz, Irak, Suriye ve Lübnan'da patlak veren birbirine paralel çatışmaların, Arap dünyasından bu ülkelerin, karar almada İran’a bağımlı hale geldiğini ortaya koyduğunu söylemek doğru olur mu?

İran, Yemen'den Gazze'ye, Lübnan'dan Suriye'ye ve Irak'a kadar bölgemizde oldukça etkili. İranlılar bunu inkâr etmiyorlar. Zira bir direniş ekseni oluşturmak istediklerini bundan yıllar önce duyurdular. ABD kuvvetleri tarafından 2020 yılında Bağdat Havalimanı yakınlarında hedef alınan İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani ile bir görüşme gerçekleştirdim. Görüşmede eski İran Şura Meclisi Başkanı ve 2007-2008 yıllarında İmam Hamaney ve eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti'nin danışmanlığını yapan Ali Laricani de hazır bulunuyordu.

Eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın 2007 yılının nisan ayında Zebari'yi Tahran'da kabulü sırasında (Getty)
Eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın 2007 yılının nisan ayında Zebari'yi Tahran'da kabulü sırasında (Getty)

Cumhurbaşkanı ve Başbakanla birlikte Tahran'da bazı ziyaretler gerçekleştirdik ve İranlı yetkililerle istişarede bulunduk. İranlıların isteklerinden biri, Kürtlerin ve Şiilerin diktatörlükten kurtulmasıydı. Bunun yanında küresel kibre ve ABD’lilere güvenmememizi ve direniş ekseninin bir parçası olmamızı istiyorlardı.

Bunları söyleyen kimdi?

Bunları bizzat benimle görüşen, isimlerini andığım üç yetkili söyledi. Ben de onlara ‘direniş eksenine, yeni çatışmalara, başka savaşlara girmemize gerek olmadığı’ yanıtını verdim. Savaşlardan ve maceralardan yorulduğumuzu, ülkemizi yeniden inşa etme fırsatımız olduğunu ve kendilerinden bu alanda bize yardımcı olmalarını istediğimizi söyledim. Bizi özgürleştirenlere karşı direniş eksenine katılmamızı istemelerinin mantıklı olmadığını ve kimsenin böyle bir şeyi kabul etmeyeceğini düşündüğümü belirttim.

Ancak bu fırsat, DEAŞ’ın yayılmasından sonra geldi. İmam Sistani'nin Irak'ı DEAŞ'a karşı savunma çağrısı, Haşdi Şabi (Halk Seferberlik) Güçlerinin kurulmasının önünü açtı. Gönüllü olanların birçoğu doğal olarak ciddi ve samimiydi. Fakat (İranlılar) duruma müdahale ederek kendilerine bağlı milis güçler oluşturdular ve bu dini ve hükmi kisveden yararlandılar. Şu an Haşdi Şabi Güçleri, orduya paralel, hatta belki de silah ve kabiliyet bakımından daha güçlü bir askeri yapı haline geldi.

Direniş ekseninin hikâyesini onlarla uzun uzadıya görüştük. Bize ilk önce İran İslam Cumhuriyeti rejiminin küresel kibir ve küresel Siyonizm tarafından tehdit edildiğini, bu yüzden rejimimizi koruyarak, rakiplerimiz ve düşmanlarımızla mücadele etmemiz ve bunun için de düzensiz güç oluşturmamız gerektiğini anlattılar. Kasım Süleymani, önerilerinden birinde, teknolojimiz ve kabiliyetlerimizle büyük ülkelerle konvansiyonel savaşlara giremeyebileceğimizi, ancak konvansiyonel olmayan savaşlar için eğittiğimiz ve hazırladığımız yerel güçlerle onları yenebileceğimizi söyledi. İşte bölgede olan da bu.

Bölgede hem İran’ın varlığı söz konusu hem de ona bağlı ya da yakın olan söz konusu güçler etkililer. Bu güçlerin çoğu İran’ın dışında kuruldular. Dolayısıyla bu durumla nasıl başa çıkılacağı konusunda farklı görüşler var. Bazıları, söz konusu milisleri bırakıp bu işin başıyla yüzleşilmesi gerektiğini söylüyorlar. İsrailliler de bunu öneriyor. Bazıları ise bize zarar veren ve kendi ülkelerinin hükümetlerine saldıran bu yerel milis grupların önünün kesilmesi gerektiğini söylüyor. Bu konu halen tartışılıyor.

ABD’de 11 Eylül 2001 tarihinde İkiz Kuleleri hedef alan saldırıların, uluslararası politikayı değiştirdiğini düşünüyorum. Aynı şekilde geçtiğimiz 7 Ekim'deki Aksa Tufanı Operasyonu’nun da Ortadoğu'da oyunun ve siyasetin kurallarını değiştirebileceğine inanıyorum. Çünkü yaşananlar daha önce yaşanan olaylardan ve çatışmalardan tamamen farklıydı. Dolayısıyla bu savaşın büyüyüp genişleyeceğini, sadece Gazze ya da Batı Şeria ile sınırlı kalmayacağını bekliyordum. Aslında Kızıldeniz ve Bab’ul Mendeb'den Gazze'ye, Güney Lübnan’dan Golan Tepeleri’ne, (Irak’ın Suriye sınırındaki) el-Kaim şehrine ve Suriye'nin kuzeydoğusuna kadar bu oluyor ve tüm bu bölgelerde yaşananlar, neredeyse aynı çerçeveye yerleştirilebilir.

Süleymani’den Irak Cumhurbaşkanı’na tehdit

Saddam Hüseyin sonrası Irak’ta kurulan sistem Kasım Süleymani'nin izlerini taşıyor mu?

Süleymani, ciddi anlamda etkiliydi. Merhum Lübnan Başbakanı Refik Hariri ile yaşadığım bir olayı hatırlıyorum. Bana Suriye rejiminin ve İran rejiminin Irak'la ilgili, ancak birbirinden farklı gündemleri olduğunu söyledi. Bunu bana defalarca kez hatırlattı. Sonunda ABD’lilerle karşı karşıya gelme hedefine bir şekilde bulaşabileceğimizi belirtti. Hariri’nin bu nasihatinin aslında ne kadar doğru olduğu yıllar sonra ortaya çıktı. İranlıların nüfuzunun genişlediği kesin. Genişledi ve sonunda mali, ekonomik, güvenlik, hükümet, parlamento ve yargı düzeylerine kadar ulaştı. Kimsenin inkar edemeyeceği bir etkiye sahipler.

Onlarla bir araya geldiğimde onlara biz nasıl onların ülkesine saygı duyuyorsak onların da Irak’a saygı duydukları bir ülke olarak davranmalarını söylerdim. Onlara kapıdan girmelerini, sonrasında nasıl davranacaklarını bildiklerini ve kendileriyle iş birliği yapmaya hazır olduğumuzu ifade ederdim. İki ülkenin bin 400 kilometrelik ortak bir sınıra, kültüre, dine ve tarihe sahip olduğunu, ancak en önemlisi bu insanların, müttefiklerinizin ve dostlarınızın Saddam Hüseyin Irak'ından farklı bir ülke inşa etmek istemelerine saygı duymaları gerektiğini dile getirirdim. Bu mesele onlarla yaptığımız görüşmelerin hem başında hem de sonunda yer alırdı.

Ancak 2014 yılından sonra işler tamamen değişti ve Irak'ta ne siyasi ne güvenlik ne de toplumsal istikrar sağlanabildi. Iraklı liderler, içeride üst üste hatalar yaptılar. Ne ABD’yi ne İran’ı ne Türkiye'yi ne de başka ülkeleri suçluyoruz. Irak'ın içinde yapılan bu hataların, geçmişin üzerine sünger çekme fırsatı yakalayan, ama bu fırsatı değerlendirmeyi başaramayan liderler tarafından belirlenmesi gerekiyor.

ABD ordusu, Irak’ın işgali sırasında Kasım Süleymani'ye suikast düzenlemeyi düşünmüş müydü?

Burada gerçekten çok fazla gizli bilgi mevcut. Ancak (Süleymani) Bağdat'ı, bölgeyi ve diğer illeri sık sık ziyaret ediyordu. Stratejik bir bakış açısına sahipti, ancak sahada operasyonlara dahil olan ve cesur biriydi. Son zamanlarda bazı ziyaretler gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Artık (Bağdat'ta hükümet konakları ve yabancı misyonların bulunduğu korunaklı) Yeşil Bölge'de neredeyse tam zamanlı çalışan ofisleri ve danışmanları vardı. Yani neredeyse halka açılmıştı. Hedef olmaktan çok da uzak olmadığını düşünüyordum ve olan oldu. Bu olay (Süleymani'nin öldürülmesi) gerçekleştiği günün değil, dikkatli bir izlemenin sonucu yaşandı. Tüm faaliyetlerinin ve hareketlerinin dikkatli bir şekilde izlendiğine inanıyorum. Güvenliğinin olmadığına dair mesajlar kendisine iletilmişti.

Kasım Süleymani'nin üslubu tehdit mesajları içeriyor muydu?

Doğası gereği gerçekten diplomatik bir kişilikti. Ancak ulaşmak istediği hedefler konusunda asla taviz vermedi. Eski Cumhurbaşkanı Mam Celal'e (Celal Talabani) tehditlerde bulundu.

Ne zaman tehdit etti?

Tehdit, Kürt, Sünni ve bazı Şii liderlerin, ileriye gidip hegemonya kurmaya ve (İran ile) üzerinde anlaştığımız ortak çıkarlardan uzaklaşmaya çalıştıktan sonra Başbakan Nuri el-Maliki'den güven oyunu geri çekme çabaları ve girişimleri başlattıkları sırada yazılı bir mesajla yapıldı. O dönemde onun (Süleymani’nin) bu müdahalesi, Maliki’den güven oyunun geri çekilmesinin önlenmesinde son derece belirleyici oldu.

IKBY’nin geleceği

IKBY’nin geleceğiyle ilgili endişeli misiniz?

Evet. Kanla, fedakarlıklarla, direnişle, politik gerçekçilikle ve diplomasiyle kurulan IKBY’nin geleceğinden büyük kaygı ve endişe duyuyorum. Şu an IKBY’ye yönelik en büyük tehdit ne yazık ki Irak Yüksek Federal Mahkemesi tarafından alınan keyfi kararlardan kaynaklanıyor. IKBY, federal hükümetin ve bölgenin münhasır yetkilerini tanımlayan Irak Anayasası tarafından anayasal bir yapı olarak tanınıyor ve IKBY’nin temelleri buna dayanıyor.

Gerçekten dört bir yandan saldırılıyor. Güvenlik açısından IKBY’yi insansız hava araçlarıyla (İHA) ve füzelerle tehdit edenleri görüyoruz. Bu durum, bölgenin ekonomik çıkarlarını, rafinerilerini, ticari hava trafiğini, yabancı şirketlerin yatırımlarını ve bölgenin ekonomisini baltalıyor. Ayrıca IKBY’deki petrol ihracatının durdurulması da Irak'ın 7 milyar dolar kaybetmesine neden oldu. Bu paranın bir kısmının IKBY’nin payı olarak devlet hazinesine gitmesi gerekiyordu.

Bununla birlikte aynı taraflar seçimlerden IKBY’nin anayasal haklarına ve genel bütçeden aldığı paya kadar tüm düzeylerde müdahale ediyorlar. Bunun nedeni, IKBY’nin karar alma ve bazı kararlara katılma konusunda bağımsızlığa sahip olabilmesi. IKBY bağımsızlığa sahip, yani bir meseleden hoşlanmadığımızda hayır diyebilme cesaretimiz var. Kendilerine söylenen her şeye ‘evet efendim’ demeye alışmış olanları belki de bu yaklaşım rahatsız ediyordur.

Öte yandan IKBY’nin birtakım sorunlarının olması da gayet doğal bir durum. Gerçekçi ve açık sözlü olmak adına bunu sizden saklamayacağım. IKBY, Kürt taraflar birleştiğinde ya da diğer bir deyişle aynı söylemi ve aynı tutumu benimsediğinde her zaman güçlü olmuştur. Şu an stratejik konularda eylem ve düşünce birliğimiz olsa da çözülmemiş bazı iç meselelerimiz söz konusu.

IKBY, öncelikle yeni genel seçimler düzenleyerek bölgenin kurumlarını yeniden meşrulaştırmayı hedefliyor. Seçimlerin şubat ayında gerçekleşmesi gerekiyordu, fakat mayıs ayına ertelendi. Seçimlerin daha ne kadar süre Yüksek Federal Mahkeme'nin bu meşruiyeti bozacak kararlarına bağlı kalacağını bilmiyoruz. Seçimlerin mümkün olan en kısa sürede gerçekleşmesi için çalışıyoruz.

IKBY’yi kim cezalandırıyor? Saddam Hüseyin rejimini düşürmek için IKBY’nin varlığını kabul eden, iktidara gelince de bundan geri adım atan güçler mi?

Temelde evet, o güçler. Belki IKBY dışından tahriklerle. Bu çok açık, çünkü bunlar muhalefet döneminde koruduğumuz ve sahiplendiğimiz liderlerle aynı kişiler. Aslında iktidara gelmelerinden sonra kendilerine yardım edenlerle ortak olmaya gerek duymadıklarını hissettiler. Böyle bir görüş mevcut ve bunun Irak'ta istikrara katkısı olmayacak. Ülkenin ve hükümetin bizim olduğu ve başkalarına ihtiyacımız olmadığı görüşünün yanlış olduğunu, Saddam Hüseyin ve ondan önceki rejim deneyimleri kanıtladı. Irak ancak ulusal uzlaşı ve tüm taraflara saygı gösterildiği takdirde başarıya ulaşabilir.

Yüksek Federal Mahkeme’nin bir silah olarak kullanıldığını söylüyorsunuz. Peki bu silah kimin elinde?

Başkalarına ihtiyacı olmadığını düşünenlerle Yüksek Federal Mahkeme’yi siyasileştirebileceğini ya da rakiplerimize ve düşmanlarımıza karşı bir silah olarak kullanabileceğini düşünenler aynı kişiler. Başlarda Yüksek Federal Mahkeme’nin anayasaya uygunluğu konusunda uzun ve geniş çaplı bir tartışma yaşandı. Anayasa hukukunun en büyük uzmanlarına sorduğunuzda Yüksek Federal Mahkeme’nin belirli amaçlar ve niyetler için kurulduğunu söylüyorlar. Şu an hegemonya bir yanda silahlı kanatları olan taraflar ve ellerinde güç ve silah olan bazı grupların diğer yanda ise yargı ve Yüksek Federal Mahkeme’nin elinde. Birçok durumu ve meseleyi kontrol ediyorlar. İlk sorunuza dönecek olursak, evet hem IKBY’nin hem de Irak'ın geleceği için kaygılıyız.

Irak'ın bir kez daha bileşenler krizine doğru sürüklendiğini söylersek yanılmış olur muyuz? Yüksek Federal Mahkeme, Meclis Başkanı Muhammed el-Halbusi'yi görevden aldı, sizi de seçim yarışından mı dışladı? Şiilerin Sünni ve Kürt unsurlarla ilişkileri sorunlu mu?

Birtakım sorunlar var. Bunu senden saklanmayacağım. Ancak ciddiyetle sürdürülen görüşmeler de söz konusu. Erbil’i, Erbil Havaalanı'nı, Süleymaniye'deki çıkarlarımızı ve bazı hayati öneme sahip tesislerimizi kim bombaladı?

Mossad'ı bombaladıklarını söylediler...

Bu bir yalan ve (IKBY’e yapılmış) bir iftira. Bir iş adamının ailesi ve çocuklarıyla birlikte yaşadığı eve balistik füzeli saldırı düzenlendi ve olayda bir yaşından küçük bir kız çocuğu öldü. Olayın yaşandığı bölgeyi ziyaret eden Iraklı yetkililer bile bunun korkunç bir yalan olduğunu gördüler. Mossad birçok ülkede var. Gizlice ve kendi yöntemleriyle çalışıyor, oturup plan yapmak için tabelalara, adreslere ihtiyacı yok. Mossad, tıpkı diğer birçok başkentte olduğu gibi Tahran'ın merkezinde de bulunuyor ve faaliyet gösteriyor.

Bu son derece açık olan asılsız iftirayı iki kez tekrarladılar. Onlara bunun nedenini sorduk ve “Erbil'de büyük bir konsolosluğunuz var, sizinle iletişim halindeyiz, karşılıklı ziyaretler gerçekleştiriyoruz. Sizinle birlikte Irak hükümetiyle bir güvenlik anlaşmasına tarafız. Bu güvenlik anlaşması, taraflardan birinin bir tehdit olduğunu hissetmesi halinde karşı tarafın derhal bilgilendirilmesi gerektiğini vurguluyor” dedik. Ama onlar bunu yapmadılar.

Bu bir mesajdı. Erbil'in bombalanması, (İran’ın) hedefleri uzaktan vurabilecek güce sahip olduğunu gösteren bir mesajdı. ABD’ye ve İsrail'e ‘bize karşı gelmeye kalkarsanız caydırıcı güce sahibiz’ mesajını vermek için Pakistan’ı, Erbil'de Irak’ı ve İdlib'de Suriye’yi olmak üzere bir gün içinde üç ülkeyi vurdular.

Erbil'i hedef alan füzeler İran topraklarından mı fırlatıldı?

Evet. Bunu da kabul ettiler zaten. DMO bunu doğruladı ve saldırının sorumluluğunu üstlendiği resmi bir açıklama yayınladı.

İran'ın geçtiğimiz ay Erbil'e düzenlediği füzeli saldırıda hasar gören bir bina (AFP)
İran'ın geçtiğimiz ay Erbil'e düzenlediği füzeli saldırıda hasar gören bir bina (AFP)

IKBY, tüm komşuları ondan gelecek tehditlerden korkarken ya da en azından endişelenirken nasıl var olamaya devam edecek? Yani Türkiye onu istemiyor, Suriye istemiyor, İran istemiyor. Bir de Bağdat onu reddederse ne olacak?

Bölgeyi kuruluşuna katılan ve sonrasında da desteklemeye devam eden liderler olarak 1991 yılında aynı zorlukla karşılaşmıştık. Irak Kürdistan Cephesi (IKC) liderlerinin, 1992 yılında Irak içinde bölgede seçimler yapılmasını istemesi büyük bir zorluktu. Suriye, Türkiye ve İran gibi komşu ülkeler, bu bölgeyi kuşatmak ve boğmak için bir araya geldiler. En yakın müttefikimiz ve dostumuz olan ABD bile seçim fikrini desteklemiyordu. Buna karşın ilk kez Kürt liderliği seçime doğru cesur ve sağlam bir adım attı. Biz de seçim sonuçları üzerinde anlaşarak IKBY’nin resmi kurumlarını kurduk.

O dönemde İran, Türkiye ve Suriye’ye ‘tehdit olmadığımızı’ bildirdik. Bizim ancak bir yardım ve istikrar unsuru olabileceğimizi ve asla onların yüksek ulusal güvenlik çıkarlarınıza aykırı hareket etmeyeceğimizi vurguladık. IKBY kurumlarının yıllar süren çalışmaları, komşu ülkelerin güvenlik endişelerini gidermeye çabaladığımızı kanıtladı. IKBY, tüm Irak halkının oy kullanabildiği bir yer haline geldiği 2005 yılından bu yana anayasaya uygun ve Irak'ta tanınan yasal ve anayasal bir temele sahip.

Mesela Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'i IKBY’yi tanıması için ikna etmeye çalıştınız mı?

Denedim. Sayın Devlet Başkanı ile bu konuyu defalarca kez görüştüm. Ancak onlar (Suriyeliler) buna hiç yanaşmadılar. Federal bir devlet fikrini ulusların bölünmesinin ilk aşaması olarak görüyor ve bu görüşlerini de hiç saklama ihtiyacı duymuyorlardı. Bu yüzden ne toplantılarda ne de tartışmalarda bunu destekliyorlardı.

Tüm bunların her zaman Kürtleri cezalandırmakla sonuçlandığı hissine kapılıyor musunuz?

İran'ın Erbil'e düzenlediği son füzeli saldırısına dönecek olursak bunun bir mesaj olduğunu söylemiştim. Ancak İran İslam Cumhuriyeti, ABD gibi büyük ülkelerle karşı karşıya gelmeyebilir, hatta İsrail bile İran’la karşı karşıya gelmekten kaçınıyor. İran’la başka araçlarla ve yöntemlerle savaşıyor. Fakat İran, gücünü halkına göstermek ve Kirman'daki terör saldırısı ile Şam'da DMO liderlerinin, Beyrut ve Güney Lübnan'da Hizbullah ve Hamas liderlerinin hedef alınmasının intikamını alacağına dair verdiği sözleri yerine getirmek için bizim topraklarımıza kadar geldi. Çünkü İranlılar, küresel komplo teorisi üzerinden IKBY’nin ikinci İsrail olduğu yönünde yanlış bir algıya sahipler ve bu algıyla bizi cezalandırıyorlar.

“Kimse ABD'yi hafife almaz”

*Eğer bu tür saldırılar artarsa ​​ABD’nin IKBY’yi savunacağına inanıyor musunuz?

ABD, IKBY’de, Bağdat’ta ve Enbar'da askeri varlığa sahip. Dikkat ederseniz silahlı gruplar sürekli olarak Erbil'de Harir Askeri Hava Üssü’nü ve Enbar'daki Ayn el-Esed Askeri Hava Üssü’nü hedef alıyorlar. Neden kimse ABD’nin Bağdat Uluslararası Havaalanı’ndaki en büyük askeri üssü olan Victory Askeri Üssü'nden bahsetmiyor? Hareket özgürlüğü, havacılık ve kaçakçılık gibi konularla ilgileniyor gibi görünüyorlar ve hiçbir sorun çıkmasını istemiyorlar.

ABD’liler Irak hükümetinin onayıyla orada olduklarını her zaman vurguluyorlar. Bu doğru. Size bunun arka planından bahsettim.  Onlara göre IKBY’deki çıkarlarına zarar verilirse ya da dünyanın en büyüğü olan Erbil konsolosluğu ya da Erbil Havaalanı'ndaki tesisleri hedef alınırsa, o zaman buna güçlü bir şekilde karşılık verirler. Ürdün'ün kuzeydoğusundaki et-Tanf Askeri Üssü’nün bir uzantısı olan Tower 22 Üssü’nde üç askerin öldürülmesinin ardından ABD, son derece net bir tepki göstererek olayın sorumlularını hedef aldı.

Bu caydırıcı müdahale saldırıları azalttı. Dikkat ettiyseniz gerek Suriye'nin kuzeydoğusunda gerek Ayn el-Esed’de gerekse Erbil'de olsun silahlı gruplar demirin halen sıcak olduğunu gördüklerinden saldırılar azaldı. ABD’nin çok büyük imkanları ve yetenekleri var. Kimse ABD yönetimlerini hafife almamalı. Yani şu an ki ABD yönetiminde yer alan isimlerin, çoğu insanın umutsuzca aradığı ABD liderleriyle aynı kişiler olduklarını söylemeye çalışıyorum. Dönemin ABD Başkan Yardımcısı olan Joe Biden'dan, şimdi ABD Savunma Bakanı olan Lloyd Austin'e, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan'a ve diğer ABD’li yetkililere DEAŞ'ın Erbil'e ve Bağdat'a kadar yayılmasını engelleyenler de onlardı. Kimse onları küçümsemiyor. Bu, devletin kurumları, çıkarları ve stratejileriyle ilgili bir durum.

***Röportajın ikinci bölümü yarın yayımlanacaktır.



NATO Orta Doğu'daki ortaklığı artıracak ve geliştirecek

NATO Genel Sekreteri Jens Stollenberg, 3 Nisan 2024'te Brüksel'de üye ülkelerin dışişleri bakanları ile birlikte
NATO Genel Sekreteri Jens Stollenberg, 3 Nisan 2024'te Brüksel'de üye ülkelerin dışişleri bakanları ile birlikte
TT

NATO Orta Doğu'daki ortaklığı artıracak ve geliştirecek

NATO Genel Sekreteri Jens Stollenberg, 3 Nisan 2024'te Brüksel'de üye ülkelerin dışişleri bakanları ile birlikte
NATO Genel Sekreteri Jens Stollenberg, 3 Nisan 2024'te Brüksel'de üye ülkelerin dışişleri bakanları ile birlikte

Bu yıl, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) tarafından Ürdün, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Tunus, Cezayir, Katar, Kuveyt, Mısır, Fas ve Moritanya ile ortaklık ve iş birliği için bir platform olarak hayata geçirilen Akdeniz Diyaloğu ve İstanbul İş birliği Girişimi'nin doğuşunu kutluyoruz.

Avrupa-Atlantik bölgesini, Akdeniz Havzasını, Arap Körfezi bölgesini ve diğer bölgeleri kapsayan daha geniş bir alanı etkileyen ortak güvenlik çıkarlarını geliştirmek için onlarca yıldır birlikte çalıştık.

Yıllardır süren bu iş birliğimiz, küçük ve hafif silahlar, el yapımı patlayıcılarla mücadele, kriz yönetimi, terör ile mücadele, sivil hazırlık, dayanıklılık ve kadınlar, barış ve güvenlik gündemi dahil olmak üzere çeşitli alanlarda herkes için birçok kazanım ve fayda sağladı.

NATO, askeri eğitim ve öğretim alanındaki deneyim, askeri kuvvetlerin birlikte çalışabilirliğinin arttırılması dahil olmak üzere, savunma ve güvenlik sektörüne değerli uzmanlıklarla katkıda bulundu. Buna karşılık ortak ülkeler, bölgesel güvenlik sorunlarına ilişkin anlayışımızı geliştirmemize yardımcı oldu.

Bugün artan risklerin ve yoğun rekabetin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Güvenlik sorunları doğası gereği giderek küresel hale geliyor ve artık tek bir bölgeye izole edilemiyor. Rusya'nın Ukrayna'ya karşı düşmanca savaşı bize bunun açık örneğini veriyor; Ukrayna'ya tarif edilemez zararlar verdi ve Avrupa'da İkinci Dünya Savaşı'ndan beri yaşanan en büyük mülteci krizine yol açtı.Aynı zamanda gıda ve temel ihtiyaç mallarının fiyatlarında artış krizine neden oldu ve tüm dünyayı daha tehlikeli bir yere dönüştürdü.

Ayrıca Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Sahel bölgesinde devam eden çatışmalar ve istikrarsızlık da ciddi endişe kaynağı haline geldi. NATO Gazze'deki çatışmanın tarafı olmasa da bazı NATO müttefikleri ateşkes sağlamak ve insani yardım sağlamak için yorulmadan çalışıyorlar.

“Küresel zorluklar küresel çözümler gerektirir. Bu nedenle NATO dünyanın çeşitli bölgelerindeki ortaklarıyla daha yakın çalışmasının nedeni budur.”

Bugün hepimiz Gazze'deki savaşın büyüyüp daha geniş bir bölgesel çatışmaya dönüşme ihtimali ile karşı karşıya bulunuyoruz. İran, vekilleriyle birlikte sürekli bir bölgesel istikrarsızlık kaynağı teşkil ediyor ve Irak'ta NATO müttefiklerine, Kızıldeniz'de deniz taşımacılığının güvenliğine ciddi bir tehlike oluşturuyor.

Tüm bunlara ek olarak bölgede artan Rus ve Çin varlığı, bölgenin güvenliği açısından iyiye işaret değil. Zira kendi açısından Moskova Batı karşıtı ve NATO karşıtı görüşleri destekliyor ve huzursuzluğu körüklemek için paralı askerler kullanıyor. İran ile ilişkilerini güçlendirirken, Tahran da Putin'in Ukrayna'daki konumunu güçlendirmesine yardımcı olmak için ona silah temin ediyor. Pekin ise askeri varlığını genişleterek ve bölge üzerindeki kontrolünü güçlendirmek için hayati öneme sahip altyapıyı ele geçirerek, Afrika'daki ekonomik nüfuzunu güçlendirmeye çalışıyor.

Bu küresel meydan okumalar küresel çözümler gerektiriyor. Bu nedenle NATO küresel bir yaklaşım benimsiyor ve Ortadoğu ile Kuzey Afrika da dahil olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerindeki ortaklarıyla daha yakın çalışıyor.

Üzerine inşa etmek için ihtiyacımız olan birçok temel zaten mevcut; NATO, Irak güvenlik güçlerini ve kurumlarını güçlendirmede, Iraklıları destekleme görevlerini yerine getirmek üzere 2018'den bu yana Irak'ta bulunuyor. Biz aynı zamanda Kuveyt’te de bulunuyoruz ve burada bulunan bölgesel merkezimiz, NATO müttefikleri ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesine katkıda sağlıyor. Ürdün'de de NATO iletişim ofisi kurma çalışmaları sürüyor.

"Terörizm ile mücadele, deniz güvenliği, iklim değişikliği ile mücadele, siber güvenlik ve mayın temizleme faaliyetleri için daha fazla ortak çaba göstermeliyiz."

Akdeniz Diyaloğu'nun kuruluşunun 30. yıldönümü ile İstanbul İşbirliği Girişimi'nin hayata geçirilmesinin 20. yıldönümü kutlamalarımız çerçevesinde biz NATO olarak birlikte daha iyi, daha güçlü ve daha güvenli bir dünya inşa etme çabalarımızı kat kat artırmayı sabırsızlıkla bekliyoruz.

NATO Genel Sekreteri Jens Stollenberg, Finlandiya Cumhurbaşkanı Alexander Stubb ile 10 Nisan 2024'te Brüksel'deki NATO karargahında (AFP).

Gelecekteki rotalara gelince, NATO'nun bölgeyle olan angajmanını artırmak istiyoruz. Ülkeler, uluslararası kuruluşlar ve diğer ilgili aktörlerle diyaloğu ve daha yakın iş birliğini geliştirme fırsatlarından yararlanmayı sabırsızlıkla bekliyoruz. Önümüzde daha fazla ortak çaba gösterebileceğimiz, dahası göstermemiz gereken ve işimizin verimliliğini artırabileceğimiz birkaç pratik alan var. Bunlar arasında terörle mücadele, deniz güvenliği, iklim değişikliği ile mücadele, siber güvenlik ve mayın temizleme faaliyetleri de yer alıyor.

Önümüzdeki Temmuz ayında yapılması planlanan Washington zirvesinde NATO liderleri, güvenlik alanında NATO’nun ortaklarına sunduklarımızı geliştirmeyi amaçlayan pratik tavsiyeler üzerinde anlaşacaklar. Bu, şimdi ve gelecekte ortak güvenliğimizi gerçekleştirme yolunda önemli bir adımı temsil edecektir.

* Bu yazı Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Mısır Dışişleri Bakanı Şukri, Dışişleri Bakanı Fidan ile ortak basın toplantısında konuştu:

Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri (Reuters)
Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri (Reuters)
TT

Mısır Dışişleri Bakanı Şukri, Dışişleri Bakanı Fidan ile ortak basın toplantısında konuştu:

Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri (Reuters)
Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri (Reuters)

Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri, İran ile İsrail arasındaki karşılıklı saldırılardan oluşan gerilimin uluslararası toplumun dikkatini Gazze'deki trajik koşullardan uzaklaştırdığını söyledi.

Şukri, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile Dışişleri Bakanlığı İstanbul Temsilciliğinde görüşmesinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında konuştu.

Uluslararası toplumun gündemini şu anda meşgul eden şeyin İran ve İsrail arasındaki gerilim olduğuna işaret eden Şukri, "(İran-İsrail gerilimi) Son olaylar uluslararası toplumun dikkatini Gazze'deki trajik koşullardan uzaklaştırdı." dedi.

Şukri, "(İran-İsrail gerilimi) Bu savaşın bu çatışmaların bu gerginliğin yayılma ihtimali var." değerlendirmesinde bulundu.

- "Türkiye ile ticaret hacmini 15 milyar dolar üzerine çıkarmayı hedefliyoruz"

Bakan Şukri, "Bölgede istikrarın sağlanması için Türkiye ile iş birliğini güçlendirmek için çalışıyoruz. Türkiye ile siyasi, ekonomik, kültürel ve güvenlik ilişkilerini her iki ülkenin ortak çıkarına uygun şekilde ilerletmeyi amaçlıyoruz." ifadelerini kullandı.

Türkiye ile ticaret hacmini 15 milyar dolar ve üzerine çıkarmayı hedeflediklerini söyleyen Şukri, bu potansiyelin her iki ülke için de mevcut olduğunu belirtti.

Şukri, iki bakan olarak Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısına hazırlık amacıyla anlaşmaların geniş bir yasal çerçevesini incelediklerini kaydetti.

- "Bağımsız bir Filistin devleti kurmaya çalışmalıyız"

Bölgesel sorunları, Gazze'de devam eden savaşı ve bunun Filistinliler üzerindeki yıkıcı etkilerini ele aldıklarını aktaran Şukri, çatışmanın genişleyeceği konusunda başından beri uyarılarda bulunduklarını vurguladı.

Filistin devletinin kurulmasına yol açacak siyasi bir yol bulunması gerektiğini ifade eden Şukri, "1967 sınırlarına bağlı kalarak başkenti Kudüs olan Filistin devleti tanınmalıdır." diye konuştu.

Gazze Şeridi'ne yeterli yardımın ulaştırılması için uluslararası toplumun birleşmesi gerektiğini söyleyen Şukri, "Filistinlilerin yerinden edilmesini önlemek için konuyu ciddiye almalı ve bağımsız bir Filistin devleti kurmaya çalışmalıyız." dedi.

Sorunların diyalog yoluyla ve uluslararası meşruiyet çerçevesinde çözülmesini her zaman talep ettiklerini kaydeden Şukri, "Gazze'ye yardım ulaştırmak için yoğun bir çaba harcıyoruz ancak Refah kapısının bombalanması da dahil olmak üzere İsrail'in birçok engeline maruz kaldık. İsrail tarafıyla görüşmeler yaptık, daha basitleştirilmesi için görüştük. Ancak orada alınan tedbirler neticesinde istediğimiz düzeyde yardımları gönderemiyoruz. İsrail’in uygulamaları zorlaştırdığını ilettik. İsrail'in Gazze'deki 6 kapısının insani yardıma açılmasını talep ediyoruz, bunun yapılmaması uluslararası hukuka aykırıdır." diye konuştu.


İran'ın İsrail'e saldırısının ardından gerçek kazanan kim?

 Netanyahu, Almanya Başbakanı Olaf Schulz ile Kudüs'te düzenlediği ortak basın toplantısında (AFP)
Netanyahu, Almanya Başbakanı Olaf Schulz ile Kudüs'te düzenlediği ortak basın toplantısında (AFP)
TT

İran'ın İsrail'e saldırısının ardından gerçek kazanan kim?

 Netanyahu, Almanya Başbakanı Olaf Schulz ile Kudüs'te düzenlediği ortak basın toplantısında (AFP)
Netanyahu, Almanya Başbakanı Olaf Schulz ile Kudüs'te düzenlediği ortak basın toplantısında (AFP)

Hüda Rauf

İran'ın İsrail'e saldırısının üzerinden günler geçtikten sonra, sonuçları hakkında kapsamlı bir değerlendirme yapmak için henüz çok erken, ancak bazı ön fikirlere ulaşmak mümkün. Saldırıdan İran mı, İsrail mi yararlandı? Saldırı, bazılarının söylediği gibi bir oyunun parçası mıydı?

Saldırı, İran ile İsrail arasında yıllardır süren ve denizde, Suriye'de, siber dünyada ve hatta İran topraklarında birçok farklı biçim alan gölge savaşının doruk noktasıydı.

İran, çalkantılı bölgesel sahnenin arka planında mevcut ve etkili olurken, Gazze savaşından ve onun yansımalarından kendisini uzak tutmaya gayret etti. Halihazırda Washington ya da İsrail ile bir çatışmaya girmeme çabasıyla pek çok Devrim Muhafızı komutanının hayatına mal olan çok sayıda İsrail saldırısına tahammül etmesine rağmen, sonunda İsrail'e yüzlerce İHA ve füze gönderdi.

Her ne kadar İran askeri doktrini her türlü askeri çatışmayı kendi toprakları dışına taşımayı temel alsa ve bu nedenle İsrail dahil düşmanlarını tehdit etmek için bölgedeki silahlı milisler ile ilişkiler kursa da egemenliğine yönelik bir saldırı olarak değerlendirilen Şam'daki İran konsolosluğunun hedef alınmasının ardından İsrail’e bu saldırı ile yanıt vermek zorunda kaldı. Dahası itibarını korumak, İran içinde ve milis vekilleri karşısında zor durumda kalmaktan kaçınmak için bu adımı atmalıydı.

İran, bu saldırısı ile geçmişte tehdit ettiği gibi İsrail'e zarar verme veya İsrail'i bölgeden silme amacı taşımadı, aksine saldırılarda herhangi bir maddi veya insani kayıp yaşanmadı.

İsrail'e yönelik saldırıların püskürtülmesinde Amerikan, Fransız ve İngiliz kuvvetlerinin de rol oynadığı doğru fakat İran da bu mesajı yani saldıracağını Washington'a iletmek istemişti. Böylece iki hafta boyunca İran'ın karşılık vereceğine dair haberler yayıldı ve misillemede ne tür silahların kullanılacağı konuşuldu. Ama İran’ın saldırıda İsrail yakınlarına ulaşması birkaç saat sürecek insansız hava araçlarını ve füzelerini kullanacağını tüm dünya biliyordu. Böylece İsrail bu süre içinde savunmasını hazırlama ve güçlendirme fırsatını değerlendirebildi.

Dolayısıyla İran'ın İsrail'e cevap vermek zorunda kaldığı söylenebilir ama bu bilinen, hesaplanmış ve sınırlı bir cevaptı.

İran, kayıplar ve kazançlar dengesinde gerçek bir kazanım elde edemedi ancak kendi açısından, saldırıyı direniş ekseni içinde İsrail'e saldırma gücüne sahip olduğu propagandası yapmak için kullanacak.

Tahran gerçek kazanımlar elde edemeyip, aksine Tel Aviv veya Washington ile herhangi bir şekilde karşı karşıya gelmekten korktuğunu teyit ederken, İsrail'in gerçek kazanımlar elde etmesine katkıda bulundu. Gazze Şeridi'ndeki acımasız savaş ve insani yardım çalışanlarının hedef alınması nedeniyle uluslararası kamuoyu, insan hakları ve uluslararası kuruluşlar nezdindeki olumlu imajının zayıflamasının ardından İsrail’in yeniden uluslararası destek kazanmasını sağladı. Gerçi bu uluslararası destek hâlâ resmi çevrelerden geliyor, uluslararası kamuoyundan değil.

Öte yandan Netanyahu'ya, İsrail'in İran tehdidi ile mücadelede uluslararası müttefiklerinin kendisini desteklemesine ihtiyaç duyduğunun altını çizmekte kullanacağı bir kart verdi. İsrail içindeki gösteriler sona erdi ve bu da Netanyahu'nun ömrünün uzaması, Gazze Şeridi'ndeki savaşın uzaması ve uluslararası dikkatin Gazze’deki trajik durumdan başka yöne çevrilmesi anlamına geliyor.

İran, Gazze Şeridi'ndeki savaşı durdurmak için değil, konsolosluğunun bombalanması ve Devrim Muhafızları komutanının öldürülmesi üzerine İsrail'e bir saldırı düzenledi ama diğer yandan Gazze Şeridi'nin zarar görmesine ve Netanyahu'nun bedava kazanımlar elde etmesine de katkı sağladı.


Irak Başbakanı Sudani: "Erdoğan'ın ziyareti 'gelir geçer türden bir ziyaret' olmayacak"

Irak Başbakanı Sudani: "Erdoğan'ın ziyareti 'gelir geçer türden bir ziyaret' olmayacak"
TT

Irak Başbakanı Sudani: "Erdoğan'ın ziyareti 'gelir geçer türden bir ziyaret' olmayacak"

Irak Başbakanı Sudani: "Erdoğan'ın ziyareti 'gelir geçer türden bir ziyaret' olmayacak"

Irak haber ajansı INA'ya göre, ABD'de temaslarını sürdüren Sudani, yaptığı açıklamalarda Erdoğan'ın Irak'a gerçekleştireceği ziyarete değindi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Irak'ı 22 Nisan'da ziyaret edeceğini kaydeden Sudani, "Türkiye Başkanı'nın Irak ziyareti gelir geçer türden bir ziyaret olmayacak. İki ülke arasında ilk defa meseleleri ertelemek yerine bunlara ilişkin çözüm iradesi mevcut." dedi.

Irak topraklarının Türkiye'ye karşı saldırı sahası olmasına izin vermeyeceklerini ifade eden Sudani, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile su meselesine karşı da çözümü değerlendireceklerini vurguladı.

Irak Başbakanı Sudani'nin, 13 Nisan tarihinde temaslarda bulunmak üzere gittiği ABD'deki temasları sürüyor.


Abdullahiyan: İsrail'in çıkarlarına aykırı davranması halinde İran "maksimum düzeyde" karşılık verecektir

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan (Reuters)
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan (Reuters)
TT

Abdullahiyan: İsrail'in çıkarlarına aykırı davranması halinde İran "maksimum düzeyde" karşılık verecektir

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan (Reuters)
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan (Reuters)

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan dün (Cuma) yaptığı açıklamada, İsrail'in kendi çıkarlarına aykırı davranması durumunda İran'ın derhal ve "maksimum düzeyde" karşılık vereceğini söyledi.

Abdullahiyan, NBC News'e verdiği röportajda: "İsrail başka bir maceraya atılmak isterse ve İran'ın çıkarlarına aykırı hareket ederse bir sonraki tepkimiz anında ve maksimum düzeyde olacaktır" ifadelerini kullandı.


Irak'ta Haşdi Şabi karargahına hava saldırısı

Irak Halk Seferberlik Güçlerine bağlı militanlar bugün Bağdat'taki karargahlarını hedef alan saldırı sonrasında alarma geçti (Arşiv - Reuters)
Irak Halk Seferberlik Güçlerine bağlı militanlar bugün Bağdat'taki karargahlarını hedef alan saldırı sonrasında alarma geçti (Arşiv - Reuters)
TT

Irak'ta Haşdi Şabi karargahına hava saldırısı

Irak Halk Seferberlik Güçlerine bağlı militanlar bugün Bağdat'taki karargahlarını hedef alan saldırı sonrasında alarma geçti (Arşiv - Reuters)
Irak Halk Seferberlik Güçlerine bağlı militanlar bugün Bağdat'taki karargahlarını hedef alan saldırı sonrasında alarma geçti (Arşiv - Reuters)

Haşdi Şabi Babil Basın Ofisi "Facebook" hesabından yapılan açıklamada, "Babil'de askeri Kalso Üssü'ndeki Kalkan, Seraya el-Cihad ve Nuhba Müdürlüğü'ne ABD tarafından düşmanca hava saldırısı düzenlendi." ifadesi yer aldı.

Açıklamada, söz konusu saldırıda ölü ya da yaralı olmadığı belirtildi.

Haşdi Şabi, karargahına saldırının perde arkasının incelendiğini açıkladı

Haşdi Şabi tarafından yapılan yazılı açıklamada, "Babil'in kuzeyinde Kalso Üssü'ndeki Haşdi Şabi karargahında bir patlama meydana geldi. İnceleme ekibi olay yerine intikal etti. Patlamada maddi hasar meydana gelirken, yaralılar da söz konusu." ifadeleri kullanıldı.

Açıklamada, söz konusu saldırıyla ilgili incelemeler tamamlandığında yeniden bilgi paylaşılacağı kaydedildi.

Olayda 7 askerin yaralandığı ileri sürüldü.

Haşdi Şabi'ye bağlı Ketaib Seyyid'ül Şuheda isimli milis gücün lideri Abu Ala el-Velai, bu olayın arkasında duran faillere karşı saldırı tehdidinde bulundu.

Irak hükümetinden konuya ilişkin ise henüz herhangi bir açıklama yapılmadı.

ABD Merkez Kuvvetleri Komutanlığı saldırı düzenledikleri yönündeki haberleri yalanladı

ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığının (CENTCOM),  sosyal medya hesabından yapılan açıklamada, "ABD'nin bugün Irak'ta hava saldırıları düzenlediğini iddia eden bazı haberler bulunmaktadır. Bu haberler doğru değildir. ABD bugün Irak'ta herhangi bir hava saldırısı gerçekleştirmemiştir." ifadeleri yer aldı.


İsrail'in Gazze'deki iki saldırısında aynı aileden 60 kişi öldürüldü

İsrail bombardımanı sonucu yıkılan binaların enkazında yiyecek arayan Filistinli bir çocuk (AFP)
İsrail bombardımanı sonucu yıkılan binaların enkazında yiyecek arayan Filistinli bir çocuk (AFP)
TT

İsrail'in Gazze'deki iki saldırısında aynı aileden 60 kişi öldürüldü

İsrail bombardımanı sonucu yıkılan binaların enkazında yiyecek arayan Filistinli bir çocuk (AFP)
İsrail bombardımanı sonucu yıkılan binaların enkazında yiyecek arayan Filistinli bir çocuk (AFP)

Gazze'deki et-Tabatibi ailesi, İsrail'in sığındıkları binalara düzenlediği saldırılarda 60'tan fazla ferdinin ölmesinin ardından bir aydan kısa bir süre içinde ikinci kez yas tutuyor.

AFP'ye konuşan bir akrabaları, Cuma sabahı (dün) erken saatlerde Gazze'nin yoğun nüfuslu ed-Derac mahallesine düzenlenen son saldırıda et-Tabatibi ailesinin en az 25 üyesinin öldüğünü söyledi.

Dar bir sokakta, et-Tabatibi ailesinin sığındığı altı katlı bina cuma sabahı ayaktaydı. Ancak şimdi geriye sarkan balkonlar ve moloz yığınlarıyla dolu kömürleşmiş bir zemin kat kaldı.

Hayatta kalan aile üyelerinden Halid et-Tabatibi AFP'ye şunları söyledi: “Uyuyorduk. Füze ya da herhangi bir şey duymadık. Aşağı indik, kız kardeşlerimi, oğullarını ve kızlarını bulduk. Hepsi şehit olmuştu, hepsi paramparçaydı. Evi neden hedef aldıklarını bilmiyoruz. Bu bir katliam.”

 İsrail bombardımanına maruz kalan et-Tabatibi ailesinin Gazze'deki ed-Derac mahallesinde bulunan evini inceleyen İki Filistinli. (AFP)

Saldırıda kardeşi yaralanan ailenin komşusu Ziyad Derdas AFP'ye, “Tek gördüğümüz patlayan bir füzeydi ve komşularımızın evi alev aldı. Bu delilik, bizim liderlerimiz ve İsrail'in liderleri için suçun zirvesi. Filistin Yönetimi ve Hamas liderlerine sesleniyorum: Bu yeterli değil mi?” dedi.

Ölü ve yaralılar, İsrail'in son askeri operasyonu sırasında büyük bölümü yıkılan Gazze şehrindeki Şifa Tıp Kompleksi’ne götürüldü.

Kan gölü

İsrail bombardımanı nedeniyle birkaç kez yerinden edilen et-Tabatibi ailesi zaten yas tutuyordu.15 Mart'ta aile iftar için Gazze'nin merkezinde bir araya gelmiş ve bu birliktelik kısa sürede kan gölüne dönmüştü.

Görgü tanıkları AFP'ye, kadınların sahur yemeği hazırladıkları sırada bulundukları binaya bir hava saldırısı düzenlendiğini ve 36 aile üyesinin öldüğünü söyledi.

Hayatta kalanlar ve aynı ölü sayısını veren Hamas hareketine bağlı Gazze Şeridi'ndeki Sağlık Bakanlığı da saldırıdan İsrail'i sorumlu tuttu.

İsrail ordusu saldırıyla ilgili bir soruya verdiği yanıtta, en-Nuseyrat Mülteci Kampı’ndaki ‘teröristlere’ yönelik gece boyunca süren bir saldırı düzenlediğini söyledi, ancak ayrıntı vermedi.

İsrail bombardımanı sonucu yıkılan binaların enkazında yiyecek arayan Filistinli bir çocuk (AFP)

Muhammed et-Tabatibi, yakınlardaki Deyr el-Balah'ta bulunan Aksa Şehitleri Hastanesi'nde, akrabalarının cenazeleri defnedilmek üzere götürülmeden önce, “Bu benim annem, bu benim babam, bu benim teyzem ve bunlar da benim kardeşlerim. Biz içindeyken evi bombaladılar. Annem ve teyzem sahur yemeği hazırlıyorlardı. Hepsi şehit oldu. Neden evi bombalayıp katliam yaptıklarını bilmiyorum” dedi.

Gazze Şeridi’nde devam eden savaş, 7 Ekim'de Hamas'ın İsrail'in güneyine eşi benzeri görülmemiş bir saldırı başlatmasıyla patlak verdi. AFP'nin İsrail resmi rakamlarından elde ettiği verilere göre söz konusu saldırıda bin 170 kişi öldü.

Hamas’ı ‘ortadan kaldırma’ sözü veren İsrail'in başlattığı bombardıman ve ardından gelen kara harekâtı sonucunda, Şarku'l Avsat'ın Gazze’deki Sağlık Bakanlığı'nın cuma günü açıkladığı verilerden elde ettiği bilgiye göre Gazze Şeridi'nde çoğu sivil 33 bin 634 kişi hayatını kaybetti.


İsrail ordusu Lübnan’ın güneyine hava saldırısı düzenledi

İsrail ordusu Lübnan’ın güneyine hava saldırısı düzenledi
TT

İsrail ordusu Lübnan’ın güneyine hava saldırısı düzenledi

İsrail ordusu Lübnan’ın güneyine hava saldırısı düzenledi

Lübnan resmi ajansı NNA’da yayımlanan habere göre İsrail'e ait savaş uçakları, Rihan Dağlarındaki 2 bölgeye saldırdı.

Hedef alınan bölgeye 4 havadan karaya füze fırlatıldığı kaydedildi.

İsrail’den saldırı açıklaması

İsrail ordusu yaptığı açıklamada Rihan’da gerçekleştirilen saldırıda Hizbullah’a ait hedeflerin vurulduğunu öne sürdü.

Hizbullah’tan ise can kaybı veya oluşan hasara dair henüz açıklama yapılmadı.


ABD, İran saldırısı korkusuyla Ortadoğu'ya takviye birlik gönderiyor

ABD askeri nakliye uçağı (CENTCOM’un X hesabı)
ABD askeri nakliye uçağı (CENTCOM’un X hesabı)
TT

ABD, İran saldırısı korkusuyla Ortadoğu'ya takviye birlik gönderiyor

ABD askeri nakliye uçağı (CENTCOM’un X hesabı)
ABD askeri nakliye uçağı (CENTCOM’un X hesabı)

İran'ın yakında İsrail'e bir saldırı düzenleyebileceği korkusu artarken ABD dün (Cuma), Ortadoğu'ya takviye birlikler göndereceğini duyurdu. Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre Washington'daki bir ABD savunma yetkilisi yaptığı açıklamada “Bölgesel caydırıcılık çabalarını güçlendirmek ve ABD kuvvetlerinin korunmasını arttırmak için bölgeye takviye kuvvetler gönderiyoruz” dedi.

İran, 1 Nisan'da Şam'daki büyükelçilik yerleşkesine düzenlenen hava saldırısında Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) subaylarının ölmesi ve konsolosluk binasının tahrip edilmesinin ardından misilleme sözü vererek bölgede gerilimi artırdı.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant dün Tel Aviv'i ziyaret eden ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı General Michael Eric Corella ile görüştükten sonra yaptığı açıklamada, İsrail ve ABD'nin İran'a karşı ‘yan yana’ durduğunu söyledi.

ABD Perşembe günü yaptığı açıklamada, İran'ın İsrail'e misillemede bulunma tehditleri nedeniyle İsrail'deki çalışanlarına ve aile üyelerine Tel Aviv, Kudüs ve Beerşeba bölgeleri dışına seyahat yasağı getirdiğini duyurdu.

Fransa Dışişleri Bakanı Stephane Sejourne ise ‘Fransızlara İran, İsrail, Lübnan ve Filistin topraklarına seyahat etmekten kaçınmalarını’ tavsiye etti.


ABD-Avrupa yaptırımları Hamas üzerindeki baskıyı artırıyor

İsrail güçleri ile Hamas arasındaki çatışmalar devam ederken Filistinliler eşyalarıyla birlikte Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki en-Nuseyrat'tan ayrıldı. (AFP)
İsrail güçleri ile Hamas arasındaki çatışmalar devam ederken Filistinliler eşyalarıyla birlikte Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki en-Nuseyrat'tan ayrıldı. (AFP)
TT

ABD-Avrupa yaptırımları Hamas üzerindeki baskıyı artırıyor

İsrail güçleri ile Hamas arasındaki çatışmalar devam ederken Filistinliler eşyalarıyla birlikte Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki en-Nuseyrat'tan ayrıldı. (AFP)
İsrail güçleri ile Hamas arasındaki çatışmalar devam ederken Filistinliler eşyalarıyla birlikte Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki en-Nuseyrat'tan ayrıldı. (AFP)

İsrail, Hamas’ın Gazze Şeridi'ndeki hakimiyetini ortadan kaldırmak için saldırılarını yoğunlaştırırken hareket, Batı'nın yeni yaptırımlarıyla karşı karşıya kaldı.

ABD Hazine Bakanlığı dün (Cuma), aralarında İzzeddin el-Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde olarak bilinen Huzeyfe el-Kahlut'un da bulunduğu Gazze ve Lübnan'daki dört Hamas yetkilisine yaptırım uygulandığını duyurdu. Bakanlık, kararın Hamas'ın siber saldırılar ve insansız hava araçlarının (İHA) kullanımı da dahil olmak üzere daha fazla saldırı düzenleme kabiliyetini engellemeyi amaçladığını duyurdu.

ABD'nin bu adımı, Avrupa Birliği'nin (AB) 7 Ekim'de İsrail'e yapılan saldırı sırasında işlenen cinsel şiddet eylemleri nedeniyle Hamas ve İslami Cihad'ın askeri kanatlarına uyguladığı yaptırımlarla birlikte geldi.

AB, iki Filistinli grubun savaşçılarının ‘yaygın ve sistematik bir şekilde cinsiyete dayalı şiddet uyguladıklarını ve bunu bir savaş silahı olarak kullandıklarını’ bildirdi.

Hamas üzerindeki ABD-Avrupa yaptırımlarının yoğunlaşmasıyla eş zamanlı olarak İsrail savaş uçakları Gazze'nin merkezindeki en-Nuseyrat, el-Muğraka ve el-Meğazi bölgelerine hava saldırıları düzenledi. Saldırılar sonucu onlarca Filistinlinin öldürüldüğü bildirildi.

İsrail Ordu Sözcüsü ise İsrail'den Gazze Şeridi'ne gıda yüklü ilk insani yardım tırlarının yeni kuzey geçidinden giriş yaptığını duyurdu.