Babaların kaygısı çocukların zekasını etkilemiyor

Çalışmada çocukların babalarının kaygısından etkilenip etkilenmediği araştırıldı.
Çalışmada çocukların babalarının kaygısından etkilenip etkilenmediği araştırıldı.
TT

Babaların kaygısı çocukların zekasını etkilemiyor

Çalışmada çocukların babalarının kaygısından etkilenip etkilenmediği araştırıldı.
Çalışmada çocukların babalarının kaygısından etkilenip etkilenmediği araştırıldı.

Babaların kaygısı ile çocukların zekası arasındaki ilişki üzerine yapılan son psikolojik araştırmalarda sonuçlar iyi yönde. Sonuçlar, babanın stres ve kaygısı ile çocuklarının davranışları ve zeka oranları (IQ) arasında doğrudan bir ilişki olmadığını gösterdi.

Kanada'nın Montreal kentindeki McGill Üniversitesi'nden bilim insanları tarafından yürütülen boylamsal çalışmada, hamilelikten çocuklar okul çağına (6 ila 8 yaş) gelene kadar bir dizi aile takip edildi. Araştırma sonuçları bu yılın kasım ayı başında Frontiers in Psychology dergisinin internet sitesinde yayımlandı.

Ebeveyn anksiyetesi ve depresyonu

Araştırmacılar, bu yaş evresini (6 yaş orta çocukluktan itibaren) ele alan önceki çalışmaların çoğunun esas olarak anne depresyonuna ve bunun çocuk üzerindeki etkisine odaklandığını, ancak mevcut çalışmanın anksiyetenin babalar üzerindeki etkisine yöneldiğini açıkladı.

Bilim insanları depresyon ve anksiyete belirtilerinin genel olarak kronik olmadığını ancak ebeveynlerdeki depresif belirtilerin en yüksek seviyelerinde bile çalışmadaki çocuklarda davranışsal ve duygusal zorluklarla ilişkisi bulunmadığını söyledi. Çocukların davranışları, derste daha uzun süre oturabilmelerinin yanı sıra sorun çıkarmamaları ve akranlarıyla tartışmamaları, sakin kalmaları, ağlamamaları ve sınıftaki açıklamalara odaklanmalarıyla da ölçüldü.

Diğer yandan, annede anksiyete ve depresyon belirtileri varsa bunun tam tersi oldu. Bu durum çocukların sınıftaki davranışları üzerinde olumsuz bir etki yarattı ve hem meslektaşları hem de öğretmenleri nezdinde davranışlarına ilişkin şikayetler izlendi.

Araştırmacılar Kanada'da hamile kadınlar üzerinde yürüttükleri bir çalışmada 2 bin 300'den fazla çocuk, anne ve babaya ait verileri hamileliğin ilk üç ayından çocukların 6 ila 8 yaşına kadar takip etti. Söz konusu çalışmalar, babalığın getireceği sorumluluklardan korkarak doğum öncesi dönemde depresyon hissinden başlayarak, maddi durum, eğitim düzeyi ve evlilikte sorun olup olmaması gibi diğer pek çok neden üzerinden babanın psikolojik durumunu etkileyen faktörlerin izlenmesini kapsadı. Gebeliğin ilk üç ayından çalışmanın sonuna kadar depresyon belirtilerini ölçmek için Epidemiyolojik Araştırmalar Merkezi Depresyon Ölçeği'ni kullandılar.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre bilim insanları ayrıca çocuğa bakan kişinin (bazen çocukları babalar veya sağlık çalışanları büyütmüştür) kendi kendine uyguladığı bir anket dağıttı. Söz konusu ankette, eşin çocuğa bakan tarafa sağladığı psikolojik desteğin düzeyi, bu desteğin iyi ve takdir edici muamele yoluyla mı yoksa evin diğer yüklerini üstlenerek ve anneyi rahatlatmaya çalışarak mı olduğu, ilk 3 ay, sonra bir yıl ve son olarak iki yıl sonra olarak ölçüldü

Zeka testleri

Araştırmacılar daha sonra bu çocukları orta çocukluk döneminde takip etti ve bilişsel ve davranışsal değerlendirmelerini yapmak için Güçler ve Güçlükler Ölçeği (SDQ) aracılığıyla çocukların IQ ve zihinsel yeteneklerini izlemeye yönelik belirli bir zeka ölçeği (WISC-V) kullandı.

Zekayı (IQ) ölçen testler, adil bir değerlendirme yapabilmek için sözel anlamları ve anlamlarını anlama yeteneği, esnek ve mantıklı düşünme gibi çeşitli unsurları içeriyordu. Ayrıca ekip, belirleyici faktörler olarak çocukların ebeveynleriyle ilişkileri, onlara nasıl olumlu ve olumsuz davrandıkları ve ebeveynlerin ulaştığı en yüksek eğitim seviyesi hakkında veri topladı. Bunun yanı sıra ebeveynlerin ruh sağlığında ne zaman bir bozulma olduğu da dikkate alındı.

Araştırmacılar, çocukların yaşamları boyunca farklı zamanlarda ebeveynlerin kaygı ve depresyon duygularının IQ üzerinde herhangi bir etkisi olmadığını buldu. Aksine, çocukların IQ'ları artmış ve çocukların cevapları yaşlarına bağlı olarak büyük ölçüde mantıklı oldu. Bu da söz konusu çocukların kabul edilebilir düşünme yeteneklerine sahip olduklarını gösterdi. Çocuklar, babanın psikolojik sağlığından bağımsız olarak, önceden bilgi sahibi olmadan bile mantıksal ve karmaşık sorunları çözebildi.

Buna karşılık, annelerin kaygısı çocukların mantıksal ve bilişsel düşünmeleriyle olumsuz yönde ilişkiliydi ve çocuklar basit sezgisel sorulara cevap veremedi.

Genel olarak araştırmacılar, babanın anksiyete ve depresyondan mustarip olan anneye destekleyici davranışının, anne üzerindeki semptomların şiddetini hafifletmede önemli bir etkisi bulunduğunu ve bunun da orta çocukluk dönemindeki çocukların bilişsel performansı üzerinde olumlu bir etkiye sahip olduğunu buldu. Araştırmacılar, babanın psikolojik sağlığı konusunda daha fazla çalışma yapılması gerektiğini ve çocuk davranışlarındaki önemi vurguladılar.



Bilinç, beynin neresinde? Öne çıkan iki teori de sınavı geçemedi

Araştırmacılar bilincin, beynin zekadan ziyade duyularla ilişkili bölümünde oluştuğunu düşünüyor (Pixabay)
Araştırmacılar bilincin, beynin zekadan ziyade duyularla ilişkili bölümünde oluştuğunu düşünüyor (Pixabay)
TT

Bilinç, beynin neresinde? Öne çıkan iki teori de sınavı geçemedi

Araştırmacılar bilincin, beynin zekadan ziyade duyularla ilişkili bölümünde oluştuğunu düşünüyor (Pixabay)
Araştırmacılar bilincin, beynin zekadan ziyade duyularla ilişkili bölümünde oluştuğunu düşünüyor (Pixabay)

Bilincin beynin hangi bölümünde olduğunu araştıran bilim insanları ilginç sonuçlara ulaştı. 

Kişinin kendisini, etrafını, deneyimlerini, duygularını anlamasını sağlayan bilinç, insan varlığının temel bileşenlerinden biri. 

Bilim insanları uzun zamandır bilincin beynin hangi bölümünde, nasıl meydana geldiğini anlamaya çalışıyor. Pek çok fikir ortaya atılırken halihazırda 30'a yakın teori olduğu tahmin ediliyor. 

Bunlar arasında en çok öne çıkan ikisiyse Küresel Çalışma Alanı Teorisi (GWT) ve Bütünleşik Bilgi Teorisi (IIT). Bunlardan ilki bilincin, beynin ön kısmında olduğunu ve buradaki kilit bölgeler duyusal bilgileri tüm beyne yaydığında bilinçli deneyimin ortaya çıktığını savunuyor. 

IIT ise beyindeki bilginin son derece entegre ve bütünleşik olduğunu ve bu şekilde bilinçli bir deneyimin mümkün olduğunu öne sürüyor.

Önde gelen hakemli dergi Nature'da 1 Mayıs Perşembe günü yayımlanan çalışmada bilim insanları, bu iki teoriyi test ederek hangisinin geçerli olduğunu bulmaya çalıştı. Bulgular, ikisinin de yetersiz olduğuna işaret ediyor. 

Max Planck Enstitüsü'nden Dr. Lucia Melloni ve ekip arkadaşları, ABD, Avrupa ve Çin'deki 12 laboratuvarda 256 kişiye çeşitli görüntüleri izleterek beyinlerindeki elektrik ve manyetik aktiviteyi ve kan akışını ölçtü. 

Katılımcıların bilinçli farkındalığını ölçmek için onlara çeşitli yüzler, nesneler ve semboller gösterildi. Katılımcılar ekranda belirli görüntüler belirdiğinde bir düğmeye bastı. Ekip katılımcıların beynini üç farklı yöntem kullanarak izledi.

Bulgular bilincin, beynin düşünmeyle ilişkili ön kısmından ziyade, görme ve işitmeyle bağlantılı duyusal bölgeleri içeren arka kortekste ortaya çıktığına işaret ediyor. 

Çalışma, beynin arka kısmındaki nöronlarla öndeki bölgeler arasındaki önemli bağlantılar saptasa da bilincin ana merkezinin arka kortekste olduğu fikrini destekliyor.

Araştırmada ayrıca IIT'nin öne sürdüğü gibi bilincin, beynin çeşitli bölümlerinin etkileşimi ve işbirliğiyle oluştuğunu destekleyen güçlü kanıtlar da bulunmadı. 

Makalenin başyazarlarından Christof Koch, "Burada kanıtlar kesinlikle arka korteks lehine. Bilinçli deneyimle ilgili bilgiler ön loblarda ya yoktu ya da arka kortekse kıyasla çok daha zayıftı" diyerek ekliyor: 

Bu durum, ön lobların zeka, yargılama, muhakemede kritik önem taşımasına karşın görme, bilinçli görsel algılama gibi konularda kritik bir rol oynamadığı fikrini destekliyor.

Araştırmacılar yeni çalışmanın komadaki veya bitkisel hayattaki hastalar açısından da önem taşıdığını ifade ediyor.  

Bu durumdaki hastalar birkaç gün boyunca yanıt vermediği zaman genellikle bilinçlerini kaybettikleri varsayılarak yaşam destek ünitesiyle bağları kesiliyor. Ancak geçen yıl yayımlanan bir çalışmada tepkisiz hastaların yaklaşık 4'te birinin bilinci olabileceği tespit edilmişti.

Bu araştırmaya gönderme yapan Koch "Bilincin beyindeki temelini bilmek, sinyal vermeden 'orada olmanın' bu gizli biçimini daha iyi saptamamızı sağlar" diyor. 

Independent Türkçe, Reuters, New York Times, SciTechDaily, Nature