Lübnan Dürzileri Suveyda'da olup bitenleri nasıl görüyor?

Cinayet, yıkım ve yerinden edilme vakaları 2011 yılında Beşşar Esad rejiminden beklenenlerin çok daha ötesine geçti

Lübnan'daki Dürziler ile Suriye arasında sağlam ve köklü bir ilişki var (AFP)
Lübnan'daki Dürziler ile Suriye arasında sağlam ve köklü bir ilişki var (AFP)
TT

Lübnan Dürzileri Suveyda'da olup bitenleri nasıl görüyor?

Lübnan'daki Dürziler ile Suriye arasında sağlam ve köklü bir ilişki var (AFP)
Lübnan'daki Dürziler ile Suriye arasında sağlam ve köklü bir ilişki var (AFP)

Sevsan Mehanna 

Dürzilerin nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu Suriye'nin Suveyda ilinde başlayan protesto gösterilerinin nedeninin akaryakıt sübvansiyonlarının kaldırılması kararı ve hayat pahalılığı olduğu iddiaları gerçeği yansıtmıyor.

İlk kez 2020 yılının ocak ayında "Yaşamak İstiyoruz" başlığı altında başlayan protesto gösterilerinde de işler kötüleşiyor.

Bugün sokaklara dökülenler Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın gitmesi için sloganlar atmaya başladılar.

Suriye devriminde de atılan bu sloganın bugünkü tek farkı tarihte hep barıştan yana olmuş ve rejimle çatışmalardan kaçınmış Dürzilerin kalesinden yükseliyor olması.

Öyle ki Dürzilerin Esad rejimine sadık kişiler olduğu bile düşünülüyordu. Bu yüzden Suveyda, savaş sırasında Suriye topraklarının geri kalanının tanık olduğu şiddet ve yıkım sahnelerinden bir nebze uzak kalabildi.

"Eski bir hesap"

Lübnan'daki Dürziler, kendi ülkelerindeki tüm iç krizlerle birlikte Suveyda'da olup bitenleri de temkinli bir şekilde takip ediyorlar.

Lübnanlı Dürzi ailelerin Suriye'deki Dürzilerle ya akrabalık ya da evlilik yoluyla akrabalık bağı mutlaka olduğu biliniyor.

Bu Dürzilerin bir özelliği. Çünkü Dürziler dünyanın her neresinde olursa olsunlar birbirleriyle yerinde iletişimi koparmaz ve birbirlerini desteklerler.

Bundan dolayı Lübnanlı Dürzilerin Suveyda'daki protestolarla ilgili detaylara vakıf olmaları şaşırtıcı bir durum değil.

Maddi olarak destek sağlayamasalar bile orada yaşananlar karşısında diğer Dürzilerle manevi olarak dayanışma içindedirler. 

Lübnanlı siyasi bir kaynağa göre Lübnanlı Dürzi lider Kemal Canbolat'ın Suriye rejimi tarafından öldürüldüğüne emin oldukları için Dürzilerin Suriye rejimiyle 'eski bir hesabı' var.

Dürziler, Suriye'de Dürzi lider Sultan Paşa el-Atraş'ın ölümünden sonra Dürziler için önemli bir yere sahip olan muhalif Onurlu Adamlar Hareketi lideri ve kurucusu Şeyh Vahid el-Balus'un 2015 yılında uğradığı suikastın sorumlusu olarak Suriye rejimi ve Hizbullah'ı suçladılar.

Lübnanlı siyasetçi Velid Canbolat o dönemde Şeyh el-Balus'u 'vatan şehidi' olarak nitelendirmiş ve rejime yöneltilen Balus suikastıyla ilgili suçlamaları doğrulamıştı.

Canbolat, Balus'un 'şehitliğinin' Dürzileri ve Cebel el-Arab'ı onurlandırdığını da söyledi.

Balus'un, Dürzilerin Suriye'nin diğer bölgelerindeki kardeşleriyle karşı karşıya gelmemeleri için Suriye ordusuna katılmalarına izin vermediğini söyleyerek rejime karşı yaptığı suçlamayı savunan Canbolat, suikasttan sonra Lübnan'ın başkenti Beyrut'taki Dürzi cemaati evinde Şeyh el-Balus için düzenlenen anma töreninde yaptığı konuşmada şunları söyledi:

Bugünün kapsamlı bir ulusal gün, Cebel el-Arab şehitlerini ve şehit Şeyh Vahid el-Balus ve arkadaşlarını anmak için bir vesile olmasını istedik. Kemal Canbolat'tan Sultan Paşa el-Atraş'a bir mesaj olmasını istedik. Dera'nın çocuklarından Hamza el-Hatib'e ve şehit bebek İlan'a kadar istisnasız tüm Suriye halkının şehitlerini anma vesilesi olmasını istedik. Ancak dün ile bugün arasında önemli ve temel bir fark var. Çünkü Şeyh el-Balus suikasta uğradığında Lübnan Dürzileri ve Suveyda, rejimi suçlayanlarla onu savunanlar olarak bölünmüştü. Bugün Lübnan'da ve Suveyda'da rejimi destekleyen sayısı çok az.

Independent Arabia'ya konuşan kaynaklar da şu an rejimi destekleyen bir Dürzi'nin toplumda dışlandıklarını söylediler.

Lübnan'ın bakışı

Canbolat'ın oğlu Teymur Canbolat liderliğindeki İlerici Sosyalist Parti'den (İSP) Independent Arabia'ya konuşan kaynaklar, İSP'nin sadece Suveyda'da değil, Dera, Humus, Halep ve tüm Suriye'de devrimini destekleyen ilkeli bir siyasi konumu olduğunu söylediler.

Ancak İSP, Suriye devrimi sırasında ne sahada ne de başka bir şekilde varlık gösterdi.

Daha ziyade toplumun her kesiminden Suriye halkına, insana yakışır bir yaşam talebi ve hedeflerine ulaşabilmeleri için manevi destek vermekle yetindi.

İSP, geçen ağustos ayında bir bildiri yayımlayarak Suriye'nin tüm bölgelerinde olduğu gibi Suveyda'da da özgürlük, adalet ve onurlu bir yaşam isteyen protesto gösterilerinde tüm mezhepleriyle Suriye halkını desteklediğini bir kez daha yineledi.  

Parti ayrıca, Suriye Devlet Başkanı Esad'ın özel danışmanı Luna eş-Şibil'in Suveydalıları 'paralı askerler' olarak nitelendirdiği açıklamalarını sert bir dille kınadı.

Halkını terk edip öldüren, ülkesini yok eden bir rejimin bu tür söylemlerde bulunmasının şaşırtıcı olmadığı belirtilen bildiride, bunu suçlu bir rejimin doğasının gereği olduğu belirtilerek Suriye halkının ne kadar sürerse sürsün iradesinin galip geleceği vurgulandı.

Independent Arabia'ya konuşan kaynaklardan bazıları, cinayet, yıkım, yerinden etme ve İranlıları bölgede hüseyniyeler (ibadethane) inşa etmek için arazi satın alarak Suveyda'ya yerleştirme girişimlerinin 2011'de Beşşar Esad rejiminden beklenenlerin çok daha ötesine geçtiğini, Onurlu Adamlar Hareketi'nin de buna karşı kurulduğunu ve bunları engellemeye çalıştığını söylediler. 

Gazeteci yazar ve Ali Hamade, yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:

Lübnan'daki Dürzilerin çoğunluğu Suveyda'da olup bitenleri büyük bir endişeyle takip ediyorlar. Lübnanlı Dürziler ile Suriyeli Dürziler ve hatta tüm dünyadaki Dürziler arasında temel olarak ailevi, sosyal ve dini bağlar son derece güçlüdür. Lübnan'daki Dürzi kamuoyunun çoğu, Lübnan ve Suriye'de yaptıklarından sonra Suriye rejimine şiddetle karşı çıkıyor. Rejime karşı ayaklandıklarında Suveyda halkını destekliyorlar. Rejimi destekleyenler olsa da sayıları çok az. Her zaman aşiretçilik söz konusu.

Bu aynı aşiretten insanlar arasındaki kökleri çok eskiye dayanan bir iş birliği yöntemi olmakla birlikte köylerde ve kırsal alanlarda oldukça yaygındır. Bir işte yardıma ihtiyacı olan bir kişi, köyündeki insanları kendisine yardım etmeye çağırır. Onlar da bir araya gelerek yardım isteyen kişinin ihtiyaçlarının karşılamak için iş birliği yaparlar. Çoğu zaman bazen bu bir evin inşası da olabilir, hiçbir ücret ödenmeden iş tamamlanır.

Dolayısıyla Dürziler, Suveyda'daki Dürzilerin bu çetin sınavda ya da başka güçlüklerde dehşete düşseler de ahlaki, sosyal ve ailevi destek dışında herhangi bir müdahalede bulunmuyorlar. 

Talal Arslan'ın tutumu

1948 işgal altındaki Filistin topraklarındaki Dürzi İletişim Komitesi Başkanı Şeyh Ali el-Muaadi'ni Lübnan'da din adamları ve Dürzi şeyhlerden oluşan bir kalabalık eşliğinde karşılayan Suriye rejimini destekleyen Dürzi Demokrasi Partisi lideri Talal Arslan, burada yaptığı açıklamada şunları söyledi:

Cebel el-Arab'taki kardeşlerimize sesleniyor ve onlara şunu söylüyorum:

'Kaosa dikkat edin. Kötü niyetli hainlerin mevcut şartlardan yararlanarak bizi şüpheli siyasi projelere sürüklemelerine izin vermeyin!'

Suveyda ve Cebel el-Arab, en kötü sosyal, ekonomik ve geçim sıkıntısı baskısına maruz kaldı.

Akıllı ve bilgece hareket edilmesi gerektiğini söyleyen Arslan, "Şüpheli bölücü projeleri reddediyoruz. Uzun zaman önce, 1921 yılında Cebel el-Arab'daki halkımıza Suriye'nin dört ülkeye bölünmesi teklif edilmişti. Sultan Paşa el-Atraş'ın başlattığı devrimle bölünme gerçekleşmedi ve Paşa'nın o meşhur 'Din Allah'ın, vatan herkesin' sloganı altında Suriye topraklarının birliği ilan edildi" diye konuştu.

Suriyeli yetkililerle ve Cebel el-Arab'taki Dürzi kardeşleriyle neredeyse her gün temas kurduğunu açıkça ifade eden Arslan, "Genel atmosfer, Suriye'nin devlet ve halk olarak maruz kaldığı adaletsizliğin bir sonucu olan geçim sıkıntısını kullanarak ortaya atılan tüm bölücü sloganları reddediyoruz. Suriye'nin tamamında ekonomik sıkıntı yaratan adaletsiz Caesar (Sezar) Yasası sözlerimin en büyük kanıtıdır" dedi.

Lübnan ve Suriye'deki Şeyh el-Akl (Dürzilerin ruhani liderliği) makamları arasındaki iletişim
Suriye'deki Dürzi mezhebinin ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri, salı günü Lübnan'daki Dürzi mezhebinin Ruhani lideri Şeyh Sami Ebi el-Muna başkanlığında düzenlenen Dürzi Mezhebi Konseyi'nde okunan yazılı açıklamasında, 'onuru için ayağa kalkan birinin, davasının hedeflerine ulaşmak için yardım kabul etmesinin utanç verici olduğunu' söyledi.

Baskı ve iyi bir yaşam için en temel haklardan mahrum bırakıldıkları için karşı ayaklanan Cebel el- Arap'taki kardeşlerini selamladığını söyleyen Şeyh Hicri, Dürzilerin, atalarının ve şeyhlerinin mirasını ve vatanlarının birliğini korumak adına Arap kimliklerine ve tarihlerine olan bağlılıklarına övgüde bulundu.

Independent Arabia, Şeyh Sami Ebi el-Muna'nın basın danışmanı Amir Zeyneddin'e Lübnan ve Suriye'deki Şeyh el-Akl makamları arasında nasıl bir iletişim olduğunu sordu.

Zeyneddin, soruya Şeyh Muna ve Şeyh Hicri, yoksulluğa, adaletsizliğe ve insana yakışır bir yaşamın olmadığı koşullara karşı başkaldıran Suveydalılarla dayanışma içinde olduklarını göstermek amacıyla arasında iletişim halinde oldukları yanıtını verdi.

Zeyneddin, sözlerini şöyle sürdürdü:

Ekonomi ve hayat koşulları düzeyinde meşru ve adil haklarını elde etmek adına protesto gösterileri düzenleyen Suveyda halkının yanındayız.

Suvayda halkının, özellikle de 'şehitlerin' büyük fedakarlıklar yaptıklarını vurgulayan Zeyneddin, "Arap kimliklerini korumak için verdikleri mücadeleyi, kimliklerine olan bağlılıklarını ve bu topraklarda nasıl ayakta kalmaya çalıştıklarını hatırlatıyoruz. Suveyda Dürzileri ne ayrılık ne de özerklik istiyor. Aksine, kendilerine eşit ve adil davranılması, haklarının ve yükümlülüklerinin verilmesi şartıyla Suriye devletine bağlılar" ifadelerini kullandı.

Zeyneddin, Lübnan'daki Dürzi cemaatinin Suveydalıları manevi olarak desteklediğini, maddi destekte bulunamadığını da sözlerine ekledi.

Müdahale Suveyda davasını zayıflatır

Gazeteci yazar Ali Hamade, Kemal Canbolat'ın oğlu Velid Canbolat'ın sadece Lübnan ve Suriye'de değil, tüm dünyadaki Dürziler arasında önemli bir yere sahip olduğunu ve kimsenin onun yerine geçemeyeceğini, ancak Canbolat'ın Suriyeli Dürzileri yalnızca manevi olarak desteleyip başka herhangi bir müdahalede bulunmadığını ve bulunmayacağını değerlendirdi.

Bunun nedeninin, böyle bir müdahalenin Suveyda halkının davasını zayıflatmak olacağını söyleyen Hamade, tıpkı 'Mekke yollarını en iyi Mekke halkı bilir' sözünde olduğu gibi onlar da kendi çıkarlarını, taleplerini ve hoşnutsuzluklarını ifade etme yollarını daha iyi biliyorlar. 

Hamade, "Peki Suveyda'daki protesto hareketi büyürse Lübnanlı Dürziler ayni ya da maddi yardımda bulunur mu?" sorusuna verdiği yanıtta Lübnanlı Dürzilerin fazla bir şey yapamayacağını ve bunun için imkanları olmadığını, Lübnan'ın içinde bulunduğu kötü ekonomik koşullar altında kendi geçimlerini zar zor karşılayabildiklerini söyledi. Hamade, ne Canbolat'ın ne de bir başkasının bunu yapmalarını istemediğini de kaydetti. 

Lübnan'daki Arap Tevhidi Partisi'nin Başkanı Venam Vahap, X (eski adı Twitter) hesabından yaptığı açıklamada, Suveyda halkı, aklın ve şeyhlerin sesine kulak vermesini ve protesto gösterilerinin istismar edilmesi girişimlerine karşı uyanık olmasını istedi. 

Gazeteci yazar Hamade, Suriye rejiminin müttefiklerinin Suveyda'da yaşananlara müdahale edip etmeyeceğiyle ilgili olarak ise şu değerlendirmede bulundu:

Lübnan'da Suriye rejimini destekleyenler ellerinden geldiğince rejimin çıkarlarına müdahale etmeye çalışabilirler. Ancak Cebel el-Arab'ın Dürzilerinin büyük bir kesimi rejimi desteklemiyor ve rejimin kanatları altından çıkmış gibiler. Suriyeli Dürziler aynı zamanda, kendilerini ayrılıkçı değil, Suriyeli olarak görüyorlar.

Beşşar Esad'ın Arap açılımıyla kendisine sunulan ve Suudi Arabistan açılımı sayesinde Arap Birliği (AL) üyeliğine geri dönmesini sağlayan altın fırsatı değerlendiremediğini düşünen Hamade, "Esed, önce Cidde Zirvesi'nde, ardından da Amman Zirvesi'nde kendisine belirlenen gündemi hayata geçirmek için bırakın küçük bir adım atmayı, parmağını bile kıpırdatmadı. Hatta tam ters yöne gitti ve Arap ülkelerinin açılım fırsatını boşa harcadı" şeklinde konuştu.

Independent Arabia - Independent Türkçe



Ortadoğu stratejik konumunu korumaya devam ediyor

Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)
Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)
TT

Ortadoğu stratejik konumunu korumaya devam ediyor

Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)
Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)

Elie el-Kasifi

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşmesiyle sonuçlanan gelişmeler, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana bölgede meydana gelen jeopolitik değişikliklerin güçlü bir göstergesiydi. Her ne kadar geçtiğimiz eylül ayı ortalarından bu yana Lübnan'da Hizbullah'a indirilen ve onu büyük ölçüde zayıflatan ağır darbeler, İsrail'in ABD desteğiyle Gazze Şeridi'ne açtığı savaşın dayattığı bu değişikliklerin bir kanıtı olsa da Suriye'deki son gelişme, Gazze Şeridi’nden ve Lübnan'dan sonra üçüncü büyük gelişme ve her ikisinde de yaşananların bir sonucu olması nedeniyle bu değişikliklerin teyidinde belirleyici bir unsur oldu.

Bu durum akıllara ‘Bu değişim döngüleri nerede duracak? Suriye son durak mı olacak, yoksa Irak ve muhtemelen İran'ı da kapsayacak mı?’ gibi temel soruları getirdi. Gerçekten de 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana yaşananlar, Ortadoğu gibi bir bölgede ve İsrail'in savaştığı gibi karmaşık bir bölgesel ve uluslararası sahnede, başta ABD olmak üzere Batı ülkeleriyle ‘Batı’nın hegemonyasına’ karşı kendilerini sağlam bir kutup olarak sunmaya çalışan bölgesel ve uluslararası güçler arasında derinleşen bir yeniden konumlanma zemininde yaşanan bir savaşta gelecekteki gelişmeleri tahmin etmenin çok güç olduğunu ortaya koyuyor.

Sadece 7 Ekim 2023'ten bu yana yaşananların Ortadoğu'nun uluslararası arenadaki stratejik konumunu hala koruduğunu teyit ettiği kesin. Tüm bunlar, savaştan önce ABD'nin önceliklerinin Rusya ve Çin ile kendi coğrafi ve siyasi bağlamlarında mücadeleye yönelmesi nedeniyle bölgeye olan ilgisini kaybettiğinin konuşulduğu bir dönemde gerçekleşti. Bu yeni yönelim, Ortadoğu'nun uluslararası arenadaki stratejik değerinin ABD'nin bölgeyi ‘terk etmesi’ nedeniyle azaldığı izlenimini yarattı. Gerçekte bu izlenim, bölgesel ve uluslararası güçlerin ABD'nin önceliklerindeki değişimi, ABD'nin gerileyen nüfuzu pahasına bölgedeki etkilerini güçlendirmeleri için bir fırsat olarak gösteren bir medya ve siyasi platform yaratma çabaları çerçevesinde okunmalı.

fdvgbrht
“İnsan mezbahası” olarak tanımlanan Sednaya Hapishanesi’nin dışında oturan bir adam, 17 Aralık 2024 (Reuters)

Hamas Hareketi’nin Gazze Şeridi’ndeki lideri Yahya es-Sinvar'ın Aksa Tufanı Operasyonu'nu planlarken bu okumayı göz önünde bulundurduğuna şüphe yok, Zira Washington'ın Avrupa’ya ve Pasifik'e yönelmesi İsrail'i savunmak için bölgede yeniden angaje olma isteğini azaltacağına şüphe yok. Fakat bu, Sinvar'ın henüz tam olarak ortaya çıkmamış ve pek çok yönü belirsiz ve bilinmez olarak kalabilecek operasyonunu gerçekleştirme nedenlerini özetlemiyor. Ancak Sinvar’ın, Netanyahu liderliğindeki hükümetin yürüttüğü ‘yargıda reform’ planından dolayı yaşanan anlaşmazlık nedeniyle İsrail içindeki bölünmelerin yanı sıra başta kendisiyle birlikte Hamas ve Gazze Şeridi'nin tamamının, ardından da Hizbullah ve Lübnan'ın kurban edildiği ‘meydanların birliği’ stratejisini uygulamak için İran'ın başını çektiği Direniş Ekseni’nin kendisiyle birlikte savaşa girmeye hazır olduğu düşüncesi üzerine bahis oynadığı da bir gerçek.

Başka bir deyişle Sinvar, Direniş Ekseni’nin kendisi hakkında yaydığı güç yanılsamalarına kapılarak İsrail içinde yaşananları ve Washington'ın Tel Aviv'i ne ölçüde destekleyebileceğini yanlış değerlendirdi. Hamas’tan kaynaklara göre Sinvar, Aksa Tufanı Operasyonu'nun bu boyuta ulaşacağını ve amacının İsrailli rehineleri kaçırıp ardından bir esir takas anlaşması müzakere etmek olduğunu tahmin etmemişti. Ancak operasyon, özellikle İsrail'in Gazze Şeridi’ndeki ‘savunma’ ağlarının çökmesiyle kontrolden çıktı. Aynı kaynaklar, Sinvar’ın savaşın başında Norveçli arabuluculara kapsamlı bir anlaşma için müzakerelerin yapılmasını istediğini bildirdiğini, ancak Netanyahu’nun bu teklifi reddettiğini aktardılar.

Suriye’deki gelişmeler elbette tek başına Rusya'nın uluslararası konumunun gerilediğini kanıtlamak için kullanılamaz. Bu düşüşün başlıca göstergesi, Ukrayna'daki savaş ve Moskova'nın bu savaştan galip ya da en azından mağlup olmadan çıkma becerisi olmaya devam ediyor.

Ne olursa olsun Aksa Tufanı Operasyonu’nun detayları halen gizli tutuluyor. İsrail tarafından yürütülen soruşturmalar, bu konudaki en önemli bilgi kaynaklarından biri olabilir. Ancak dikkate alınması gereken husus, Sinvar'ın Aksa Tufanı Operasyonu’nun koşullarına ilişkin değerlendirmesinin, Direniş Ekseni ile tam olarak koordine edilmemiş olması. Direniş Ekseni'nin bölgedeki bölgesel ve uluslararası güç dengesine ilişkin değerlendirmesinin genel çerçevesinden sapmadı, ancak daha sonra sadece Hamas'ın değil bir bütün olarak Direniş Ekseni'nin gücünü tahmin etme yanılsamasına düştüğünü yahut olayların gücünün boyutunu ortaya çıkarmasını beklemediğini gösterdi.

Bununla birlikte bölgedeki değişimler, sadece direniş eksenini değil, başta Rusya olmak üzere bölgedeki bölgesel ve uluslararası nüfuz haritasında kendilerine sağlam bir yer bulmak isteyen uluslararası güçleri de etkiledi. Ortadoğu'daki savaşta ABD’nin ve Batı ülkelerinin dikkatini dağıtarak Ukrayna'da üzerindeki baskıyı hafifletmeyi hedefleyen ve Aksa Tufanı Operasyonu’nda Rusya'nın özel bir rol üstlenip üstlenmediği konusunda soru işaretleri yaratan Moskova, Esed rejiminin düşmesinin ardından kendisini Suriye'deki bu savaşın sonuçlarıyla karşı karşıya buldu. Bu durum, Rusya'nın sadece Suriye'deki değil, tüm bölgedeki nüfuzunun seviyesinde büyük bir değişime yol açtı.

Dolayısıyla mesele Gazze, Lübnan ve Suriye'deki bölgesel olayların İran üzerindeki etkileriyle sınırlı değil. Bu dramatik olayların İran rejiminin içeriden zayıflamasına ve İsrail’in ve -Donald Trump'ın bu olasılığı masaya koymasının ardından- muhtemelen ABD’nin İran’ın nükleer programına karşı bir saldırı düzenlemelerine yol açıp açmayacağı ve başta Suriye'deki gelişmeler olmak üzere bölgesel olayların, Esed rejiminin düşüşünün kaçınılmazlığı netleştikten sonra ‘buna uygun hareket etmekte’ geç kalan Rusya üzerindeki nüfuzunun boyutu hakkında da bir soru işareti söz konusu. Moskova'nın 2015 yılında Esed rejimini kurtarmak için yaptığı müdahalenin ardından bölgeye ve sıcak sulara güçlü bir şekilde geri dönmesi ve -özellikle Kırım'ın ilhakından sonra- uluslararası sahnede önemli bir oyuncuya dönüşmesi, Rusya’nın Suriye'deki projesinin askeri açıdan çöküşüne işaret ediyordu. Rusya'nın Suriye'deki projesinin, Moskova'nın birlikler kurmak için yatırım yaptığı Suriye ordusunun başarısızlığa uğramasının ardından önce askeri olarak ve gerilimi azaltmak amacıyla yapılan Astana ve Soçi süreçlerinin başarısızlığa uğramasının ardından siyasi olarak çökmesi, Rusya'nın Ortadoğu'dan başlayarak uluslararası sahnedeki konumunun gerilemeye başladığının bir göstergesi olabilir. Bu da bölgenin stratejik önemini koruduğunu teyit ediyor. Zira herhangi bir küresel ya da bölgesel gücün bölgedeki etkisinin azalması, uluslararası sahnedeki varlığının da azalmasına yol açıyor.

Suriye’deki gelişmeler elbette tek başına Rusya'nın uluslararası konumunun gerilediğini kanıtlamak için kullanılamaz. Bu düşüşün başlıca göstergesi, Ukrayna'daki savaş ve Moskova'nın bu savaştan galip ya da en azından mağlup olmadan çıkma becerisi olmaya devam ediyor. Ancak Moskova'nın gücünü ve Batı’nın hegemonyası karşısında önemli bir kutup olarak geri dönüşünü tasvir ettiği göz önüne alındığında, Esed rejimini 2015 yılındaki gibi savunamaması, Moskova'nın uluslararası sahnedeki stratejik kazanımlarını koruma yeteneğini değerlendirmede geçici bir detay olarak görülemez.

Rusya'nın bölgede gerileyen nüfuzu, düşmanlarını kendisine karşı siyasi ve askeri baskı araçlarını yoğunlaştırmaya ne ölçüde itecek?

Esed'in ordusunun savaşmaya hazır olmaması, Moskova ve Tahran'ın neden Esed'i savunmaya gelmediğini açıklamak için tek başına yeterli değil. Ancak en nihayetinde ne İran ne de Rusya, Esed rejiminin düşmesini bir kez daha engelleyebildi. Ne son savaşta vekilleri ağır darbeler alan İran, danışmanlarını ve kendisine bağlı milis grupların üyelerini, Suriyeli muhalif gruplara karşı savaşmak üzere konuşlandırabildi ne de 2015 yılında savaş uçakları karadaki askeri operasyonlara eşlik eden Rusya, muhalfilerin Şam'a doğru ilerleyişini durdurabildi. Ancak bu durum, aralarındaki tüm çelişkili söylemlere rağmen Tahran ve Moskova'nın bölgede, özellikle de Suriye'de birbirlerini tamamlayan bir nüfuza sahip olduklarını gösterse de iki yılı aşkın bir süredir Ukrayna’da yürüttüğü savaşla meşgul olan ve aylar önce Ukrayna ordusu tarafından işgal edilen sınırları içindeki Kursk bölgesini geri almak için Kuzey Kore’den getirdiği paralı askerleri kullanan Rusya, Esed rejimini savunmak için yeniden savaşa girmeye artık muktedir ya da istekli değildi. Bunun yerine Ukrayna'da yürüttüğü savaşa odaklanmayı seçti. Daha da önemlisi, 7 Ekim 2023'ten bu yana bölgedeki savaşın dayattığı jeopolitik değişimler, Moskova'yı Suriye'de baş etmek için yeterli araçlara sahip olmadığı yeni bir gerçeklikle karşı karşıya bıraktı. Onu buna teslim olmaya, uyum sağlamaya ve kayıplarını sınırlamaya zorladı. Tüm bunlar, bölgedeki gelişmelere, etkileri Ortadoğu ile sınırlıymış gibi salt bölgesel bir şekilde yaklaşılamayacağını, uluslararası güç dengesi üzerindeki etkileri temelinde uluslararası düzeyde yaklaşılması gerektiğini bir kez daha gözler önüne serdi.

Rusya ordusunun Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal Savunma Güçleri (NBC) Komutanı İgor Kirillov’un geçtiğimiz salı günü Kremlin'den yedi kilometre uzaklıkta düzenlenen bir saldırıda öldürülmesi, Ukrayna istihbaratı tarafından gerçekleştirilen suikast ile Esed rejiminin düşüşü arasındaki eşzamanlılığın anlamı üzerine düşünmeye itti.

csadfvgrh
İdlib ilinin doğu ucundaki Ebu ez-Zahur Sınır Kapısı’nda konuşlu Rusya ve Suriye askerleri, 20 Ağustos 2018 (AFP)

İlk bakışta iki olayın zamanlamasını birbiriyle bağdaştırmak, coğrafi olarak farklı bölgelerde olmaları ve suikastın Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından bu yana türünün ilk örneği olmadığı göz önüne alındığında yersiz gibi görünüyor. Aynı zamanda aralarında doğrudan bir nedensel ilişkisi kurulmasında abartıya kaçılmaması gerekir. Ancak iki olayın eşzamanlı gerçekleşmesi, Rusya'nın Ortadoğu'daki nüfuzunun gerilemesinin Rusya içindeki, yakın stratejik alanındaki ve dünyadaki güç dinamiklerinin geleceğini ne ölçüde etkileyeceği konusunda ‘Rusya'nın bölgede gerileyen nüfuzu, düşmanlarını Rusya'ya karşı siyasi ve askeri baskı araçlarını yoğunlaştırmaya ne ölçüde itecek?’ şeklindeki temel bir soruyu da gündeme getiriyor.

Özellikle Ukrayna'ya barış getirme sözü veren, ancak bunu başarmak için izleyeceği stratejiyi henüz açıklamayan Donald Trump'ın göreve başlama tarihi yaklaşırken bu soruyu yanıtlamak için elimizde yeterli veri yok. Trump'ın seçilmesinin Rusya-Ukrayna savaşı dosyasına getirdiği değişikliklerden biri de Kiev'e askeri yardımın koordinasyonunu ABD yerine NATO'nun üstlenmiş olması. Öte yandan Vladimir Putin Ukrayna'da hala üstünlük kendisindeymiş gibi davranmaya devam ediyor. Öyle ki geçtiğimiz pazartesi günü bu yılın Ukrayna'da askeri hedeflere ulaşma açısından tarihi bir yıl olduğunu söyleyerek bunun altını çizdi. Aslında Trump'ın başkan olarak seçilmesi, Rusya ordusu sahada bazı ilerlemeler kaydetse de yavaş ve savaş için belirleyici olmadığından nispeten daha az önemli olan sahadaki çatışmaların gidişatından ziyade çatışmanın siyasi çözüm olasılıklarına olan ilgiyi arttırdı.

Ortadoğu, ABD’nin dünya üzerindeki üstünlüğünün yeterli bir kanıtı olmayabilir, ancak Ortadoğu'daki değişimler olmamış ve hiçbir etkisi yokmuş gibi ele alınamayacağı da kesin.

Putin geçtiğimiz pazartesi günü yaptığı ve Ukrayna'da cephede geçen bir yılı özetlediği konuşmasında, Suriye'den bahsetmezken, Batı’nın hegemonyası karşısında Rusya'nın tutumunu paylaşan taraflarla ülkesinin askeri ittifaklarını güçlendirmeye devam edeceğin sözünü verdi.

Putin'in sözleri, aralarında Rusya’nın ve Çin'in de bulunduğu yeni küresel güçlerin uluslararası sahnede yükselişi lehine Amerikan imparatorluğunun çöküşünün başlangıcına dair anlatıyı akla getirirken Ortadoğu'daki son olaylar, ABD’nin bölgeye halen güçlü bir şekilde müdahale edip çatışmaları çözebildiğini, düşmanlarının ise arka planda kalıp kayıplarını belirlemeye çalıştığını gösterdi.

dvfgbhy
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Putin, ülkesindeki televizyon ve radyolarda ortak yayımlanan yıllık basın toplantısı ve `Doğrudan Hat` şeklindeki birleşik programdan sonra gazetecilerin sorularını yanıtlarken, 19 Aralık 2024

Ortadoğu, ABD’nin dünya üzerindeki üstünlüğünün yeterli bir kanıtı olmayabilir, ancak İran'dan Rusya'ya ve hatta bölgedeki dramatik gelişmeleri ve bunların sözde müttefikleri üzerindeki etkilerini yakından izlediğine şüphe olmayan Çin'e kadar kendilerini ABD ile yüzleşmeye hazırlayan tüm güçlerin Ortadoğu'daki değişimler olmamış ve hiçbir etkisi yokmuş gibi ele alınamayacağı da kesin.

Nihayetinde Putin'in geçtiğimiz perşembe günü ülkesinin Suriye'de yenilmediğini ve Suriye'deki hedeflerine ‘bir şekilde’ ulaştığını söylemesi, her ne kadar bir kez İranlıların ve İran yanlısı milislerin Şam'ı savaşmadan terk etmesine atıfta bulunarak, bir kez de ülkesinin Suriyeli muhalif gruplarla ilişkilerini sürdürdüğünü söyleyerek Esed rejiminin düşüşündeki sorumluluğunu en aza indirmeye çalışsa da Moskova'nın bölgede savunmaya geçtiğini teyit ediyor. Sonuç olarak Rusya'nın yeni Suriye'deki konumu, düşüşü bölgede uzun bir dönemin sonunu getiren ve bölgedeki bölgesel ve uluslararası nüfuz haritasının yeniden çizilmesine yol açan ‘Esed'in Suriye'sinde’ olduğu gibi olmayacak.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.