Afetlerin küresel ölçekte siyasallaşması: İnsanlığın başka hedefleri var

Fas, depremin ardından birçok ülkeden yardım kabul etmeyi reddetti. Sadr, Libya kasırgası hakkında ‘affedilemez bir günah’ nitelendirmesi yaptı

İtfaiyeciler, Fas'ta yıkılan evlerin enkazı altında kalan mağdurları arama görevinde (AFP)
İtfaiyeciler, Fas'ta yıkılan evlerin enkazı altında kalan mağdurları arama görevinde (AFP)
TT

Afetlerin küresel ölçekte siyasallaşması: İnsanlığın başka hedefleri var

İtfaiyeciler, Fas'ta yıkılan evlerin enkazı altında kalan mağdurları arama görevinde (AFP)
İtfaiyeciler, Fas'ta yıkılan evlerin enkazı altında kalan mağdurları arama görevinde (AFP)

Hasan el-Eşref 

Her küresel olayda olduğu gibi, deprem, sel, kasırga gibi doğal afetler de insanlar arasında cinsiyet, mali, sosyal ve eğitim düzeyi açısından ayrım yapmıyor.

'Afet demokrasisi' olarak adlandırılabilecek durumda, pek çok ülke, aralarında siyasi anlaşmazlıklar ve düşmanlıklar olsa bile, felaketten etkilenen ülkelere desteklerini hızlıca ifade ediyor.

Ayrıca ülkeler ve uluslararası kuruluşlar, bu afetlerden etkilenen ülkeler arasında ayrım yapmaktan çekinmiyor.

Öyle ki bazılarına yardım sağlamak için yarışıyorlar, bazılarına ise çeşitli siyasi sebeplerden dolayı yardım sağlayamıyorlar.

Bu da 'felaketlerin siyasallaşması' ve 'siyasallaşma felaketi' sorununa kapı aralıyor. 

Fas'ın birkaç gün önce Richter ölçeğine göre yaklaşık 7 büyüklüğünde, binlerce kişinin ölümüne, yaralanmasına ve yerinden edilmesine yol açan yıkıcı depreme maruz kalmasının hemen ardından, bu felaketin etkileriyle yüzleşmek için yardım ve destek teklifleri yapıldı.

Dünyanın birçok ülkesinden, hatta Kuzeybatı Afrika'da bulunan ülkeyle anlaşmazlık ve çatışma yaşayan ülkelerden bile çağrılar gerçekleşti. 

Aynı şey, Derne şehrini korkunç bir şekilde yok eden ve binlerce kişinin ölümüne ve kaybına yol açan Danyal kasırgasının vurduğu Libya'da da yaşandı.

Felaketin başlangıcındaki çelişkili pozisyonlar ve rakamlar nedeniyle biraz gecikmeye rağmen bir dizi ülke, bu Mağrip ülkesine yardım sağlamaya geldi.

Benzer bir uluslararası çabaya, ülkenin Suriye sınırına yakın güneydoğusu ile kuzey ve batı Suriye'nin büyük bir bölümünü vuran 7,8 büyüklüğünde yıkıcı bir deprem sonrasında Türkiye de tanık oldu.

Öyle ki Ankara'ya sempati duymayan ülkelerden bile yardımlar geldi. 

Anlaşmazlıkları çözme

Fas'taki Ucda Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü Halid Şayat, örneğin Fas depreminin birçok ülkenin Fas'a desteğini ifade etmesi için bir fırsat olduğuna dikkati çekerken, bu ülkelerin destek ve üzüntü postalarıyla, Fas kralıyla telefon görüşmeleri yaparak ya da Rabat'ın büyük ölçüde rasyonellik ve nesnellikle ele aldığı fiili yardım sağlamayı teklif ederek desteklerini dile getirdiğini söyledi. 

Şayat, genel olarak deprem, yanardağ, sel gibi doğal afetlerin veya şiddet içeren doğa olaylarının genellikle ülkeler arasında yakınlaşma için bir fırsat olduğunu ifade etti.

Afet diplomasisi olarak adlandırılan bu trajediler karşısında bazı ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar ortadan kalkıyor.

Siyasetin de kokusu var

Tablo, göründüğü kadar pembe değil. Deprem ve su baskınlarına ilişkin destekler, bazen siyasi hesaplamalar ve yorumlarla yönlendiriliyor.

Bu durum, etkilenen tarafı ya bu yardımı almayı reddetmeye ya da yardım etme niyetini ifade etmesine rağmen düşmanlığı sürdürmeye itiyor.

Bu siyasallaşmaya, Fas ile Cezayir arasında, iki komşu ülkenin başına gelen birtakım felaketlerde yaşananlar örnek gösterilebilir.

Cezayir, Fas'a yardım ulaştırmak için üç büyük kapasiteli uçağı seferber etmeye hazır olduğunu açıkladı.

Ancak Fas, üstü kapalı olarak bu yardıma ihtiyacı olmadığını ifade etti. Ardından iki taraf arasında karşılıklı suçlama dalgası başladı.

Fas bölgeleri hala acil yardıma ihtiyaç duyuyor (Independent Arabia)
Fas bölgeleri hala acil yardıma ihtiyaç duyuyor (Independent Arabia)

Fas'ın tutumunu destekleyenler ve reddedenler arasında görüş ayrılığı yaşandı. Yandaşlar, Rabat'ın Cezayir'e karşı iyi niyetle hareket ettiğini savundu.

Ayrıca 60'tan fazla ülkeden yardım aldığını ve Cezayir'in de yangın felaketine maruz kaldığında benzer yardımları kabul etmediğini söyledi.

Eleştirenler ise Arap komşusuna yardım etmeyi reddetmenin iki komşu ülke arasındaki büyük diplomatik uçurumu artıracağını vurguladı.

Aynı şekilde Fransa da Fas'ta meydana gelen depremle ilgili olarak yardım sağlamaya hazır olduğunu ifade etti.

Ancak Rabat, yalnızca BAE, Katar, İspanya ve İngiltere'den gelen yardımları kabul etti.

Bu durum, Fransız siyaset ve medya sınıfının bir kısmının Fas'a çeşitli suçlamalar yöneltmesine yol açtı.

Daha sonra ise Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, müdahalede bulunarak doğrudan Faslılara seslendi.

Macron, Fas'ın egemen bir ülke olduğunu ve yaşadığı acının ortasında devam eden siyasi tartışmaların yeri olmadığını dile getirdi. 

Bu çerçevede Halid Şayat, "Doğal afetler meydana geldiğinde ülkeler arasındaki yakınlaşmanın, bu ülkenin etkilenen ülkeyle düşmanlık yoluna devam etmemesi de dahil olmak üzere koşulları da vardır" dedi.

Şayat, "Bu felaketler bazı ülkeler arasındaki düşmanlığı gidermeye yetmiyor" ifadelerini kullandı. 

Uluslararası ilişkiler uzmanı, "Özellikle Mağrip bölgesi pek çok doğal afete sahne oldu. Ancak bu ülkeler uyumsuz ve birbirinden uzak kalmıştır. Afetlerle mücadele konusunda bütünleşik ve uyumlu politikaların olmayışı, onları kendi aralarında savaşmayı sürdürmeye itecektir" şeklinde konuştu. 

Sadr, Libya ve Amerika'nın felaketleri

Afetlerin siyasallaştırılmasının bir başka tezahürü, X platformundaki paylaşımında Libya'yı vuran selleri 'LGBT topluluğuyla normalleşmenin bir sonucu' olarak tanımlayan Iraklı din adamı Mukteda es-Sadr'ın tutumunda açıkça görülüyor.

Sadr, Şii Yüksek Konseyi Başkanı Musa Sadr'ın Libya'da kaybolmasına atıfla, Libya'nın günahının affedilmediğine vurgu yaptı. 

Geçen şubat ayında Türkiye ve Suriye'de geniş alanları aynı anda etkileyen şiddetli bir deprem yaşandığında bu yardımları geri çevirmeyen Türkiye'nin imdadına pek çok ülke yetişti.

Ancak Batılı ülkeler, Şam'a yardım ve kurtarma ekibi göndermekte tereddütlü davrandı. 

ABD, mağdurlara yardım sağlamak amacıyla Şam'daki hükümetle herhangi bir ilişki kurmayı kabul etmedi. Kendini yerel sivil kuruluşlarla çalışmakla sınırladı.

Avrupa Komisyonu ise Suriye hükümetinin izni olmadan malzeme ve tıbbi ekipman sağladı. 

ABD'de geçen ağustos ayında Havai adalarından birinde çıkan yangınlar sırasında afetlerin siyasallaştırıldığı açıktı. Başkan Joe Biden'ın felaket yönetimine yönelik siyasi eleştiri başlatıldı.

Cumhuriyetçiler, desteğim geç sağlandığını, federal yardımın eksik olmasının ve yeterince düzenlenmemesinin, hasarı ve kayıpları daha da artırdığını vurguladı. 

Aynı eleştiri daha önce 2017 yılında Karayipler'de Porto Riko'yu harap eden Maria Kasırgası nedeniyle eski ABD Başkanı Donald Trump'a da yöneltilmişti.

Rakipleri, Porto Riko'da kalabalığa kâğıt havlu fırlattığında onu kurbanların duygularına kayıtsız kalmakla suçlamıştı. 

Bundan önce de eski ABD Başkanı George W. Bush, 2005 yılındaki Katrina Kasırgası nedeniyle muhaliflerinin siyasi saldırılarına maruz kalmıştı.

Siyahi liderler, Washington yönetimini felaketi yanlış yönetmekle suçlamış ve bu durumun yağma, benzin fiyatlarının yükseltilmesi ve bağışların istismar edilmesi gibi birçok ciddi soruna yol açtığını belirtmişti. 

Devletin aklı

Doğal afetlerin bu şekilde siyasallaştırılmasına ilişkin olarak uluslararası ilişkiler profesörü Moulay Hişam Mutadid, "Ülkelerin dış politikaları, uluslararası ilişkilerini yönetme vizyonları; uluslararası işbirliği ve insani işbirliği mantığına dahil olma yollarına ilişkin ilkeleri ile bağlantılıdır" dedi. 

Mutadid'e göre belirli stratejik gündemlerle bağlantılı belirli siyasi hedeflere ulaşmak için yardım sağlamayı siyasallaştıran ülkeler ve rejimler var.

Devletin yaklaşımı ve siyasi metodolojisi ne olursa olsun, uluslararası yardım sağlamanın tüm mantığının siyasallaştırıldığını söyleyen Mutadid, "Çünkü devlet nazarında, belli bir yardımın verildiği ya da alındığı duyurulduktan sonra, yardımla ilgili tarafların niyetleri ya da yönelimleri ne olursa olsun, süreç politika bölümüne yazılmıştır" ifadelerini kullandı.

Aynı uzman, insanlık mantığından ve halkların dayanışmasından uzak olarak, devletin davranışlarının asil amaçlar veya insani yönelimler için olsa bile siyasetle ve çoğu karar ve hareketi ile yakından bağlantılı olduğunu söylerken, "Derinliği itibarıyla mükemmel bir siyasi eylem olarak kalır. Çünkü devletin kökeni ve dinamizmi buna bağlıdır. Bu nedenle devletin veya rejimin herhangi bir hareketinin siyasi içeriğini boşaltmak kesinlikle imkansızdır" diye konuştu. 

Moulay Hişam Mutadid, "İnsani yardım sağlama kararları, devletin aklı, sisteminin niteliği ve jeo-tarihsel rotası ile siyasi alandaki dinamizmini temel alan hassas hesaplamalara göre belirleniyor" şeklinde konuştu. 

İçeriden siyasallaşma

Deprem, kasırga veya sel gibi doğal afetlere maruz kalan ülkelerdeki hükümetlerin çoğu, muhaliflerinin siyasi eleştirilerinden kurtulamadı.

Bu eleştiriler, felaketi yönetmedeki hataları, mağdurlara müdahale etme ve kurtarmadaki gecikmeleri ve diğer eleştirileri içeriyor. 

Fas'ta yaşanan son depremden en çok dağlık bölgelerdeki köyler etkilendi (Independent Arabia)
Fas'ta yaşanan son depremden en çok dağlık bölgelerdeki köyler etkilendi (Independent Arabia)

Fas örneğinde, depremin başladığı 8 Eylül'den bu yana yetkililerin gösterdiği çabalara ve askeri güçlerin sevk edilmesine rağmen ve ayrıca büyük halk dayanışmasına rağmen, mağdurların ailelerinden ve hatta sivil toplum kuruluşlarından, yetkililerin yaşananlara yavaş tepki verdiğinden şikayetçi sesler yükseldi. 

Bu bağlamda siyaset bilimi araştırmacısı Ahmed el-Mazkeldi, "Genel olarak felaket, her ne olursa olsun, herhangi bir hükümetin veya herhangi bir otoritenin hesaplarını öylesine karıştırıyor ki, Amerika'da meydana gelen felaketler gibi, dünyanın en güçlü ülkeleri bile her yönden iç eleştirilere maruz kalıyor" dedi. 

Araştırmacı, Fas depreminde bazı tarafların, mağdurları kurtarma çabalarındaki yavaşlamayı eleştirdiğini söyledi.

Ancak durum böyle değil. Çünkü yetkililer, kendilerini, etkilenen bölgelere giden yolları kesen dağ kayalarına ek olarak, etkilenen bölgelerin engebeli arazisi tarafından kuşatılmış durumda buldular.

Bu nedenle bunlar, yetenekleri ne olursa olsun, yetkililerin ve yardım çalışanlarının kontrolü dışındaki doğal faktörlerdir.

Deprem örneğinde yerel yönetimlerin suçlanabileceği şeyin, kalkınmanın tüm bölgeler arasındaki zayıf dağılımı olduğunu belirten Mazkeldi, etkilenen bölgelerde yaşayanların kalkınmanın kırılganlığı nedeniyle çektiği acıların boyutu, sakinlerin yaşadığı kerpiç evlerden ve altyapının depremden önce bile bozulmasından da anlaşılabileceği gibi somut hale geldiğini söyledi. 

Libya'yla ilgili olarak ise Ahmed el-Mazkeldi, yıkıcı kasırganın, iç siyasi çatışmaların felaketin seyri ve yansımaları üzerindeki etkisinin boyutunu gösterdiğine, bunun da ülkede savaşan taraflar arasında koordinasyon eksikliğine neden olduğuna dikkati çekti.

Mazkeldi, "Temsilciler Meclisi hükümeti ile Ulusal Birlik Hükümeti arasında, daha fazla kişinin kurtarılamaması ve her iki tarafın sağladığı çelişkili kayıp verileri nedeniyle, dış malzeme ve yardımlarda yaşanan gecikmeler konusunda da anlaşmazlıklar var" dedi. 

Independent Arabia - Independent Türkçe



Ortadoğu stratejik konumunu korumaya devam ediyor

Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)
Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)
TT

Ortadoğu stratejik konumunu korumaya devam ediyor

Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)
Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)

Elie el-Kasifi

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşmesiyle sonuçlanan gelişmeler, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana bölgede meydana gelen jeopolitik değişikliklerin güçlü bir göstergesiydi. Her ne kadar geçtiğimiz eylül ayı ortalarından bu yana Lübnan'da Hizbullah'a indirilen ve onu büyük ölçüde zayıflatan ağır darbeler, İsrail'in ABD desteğiyle Gazze Şeridi'ne açtığı savaşın dayattığı bu değişikliklerin bir kanıtı olsa da Suriye'deki son gelişme, Gazze Şeridi’nden ve Lübnan'dan sonra üçüncü büyük gelişme ve her ikisinde de yaşananların bir sonucu olması nedeniyle bu değişikliklerin teyidinde belirleyici bir unsur oldu.

Bu durum akıllara ‘Bu değişim döngüleri nerede duracak? Suriye son durak mı olacak, yoksa Irak ve muhtemelen İran'ı da kapsayacak mı?’ gibi temel soruları getirdi. Gerçekten de 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana yaşananlar, Ortadoğu gibi bir bölgede ve İsrail'in savaştığı gibi karmaşık bir bölgesel ve uluslararası sahnede, başta ABD olmak üzere Batı ülkeleriyle ‘Batı’nın hegemonyasına’ karşı kendilerini sağlam bir kutup olarak sunmaya çalışan bölgesel ve uluslararası güçler arasında derinleşen bir yeniden konumlanma zemininde yaşanan bir savaşta gelecekteki gelişmeleri tahmin etmenin çok güç olduğunu ortaya koyuyor.

Sadece 7 Ekim 2023'ten bu yana yaşananların Ortadoğu'nun uluslararası arenadaki stratejik konumunu hala koruduğunu teyit ettiği kesin. Tüm bunlar, savaştan önce ABD'nin önceliklerinin Rusya ve Çin ile kendi coğrafi ve siyasi bağlamlarında mücadeleye yönelmesi nedeniyle bölgeye olan ilgisini kaybettiğinin konuşulduğu bir dönemde gerçekleşti. Bu yeni yönelim, Ortadoğu'nun uluslararası arenadaki stratejik değerinin ABD'nin bölgeyi ‘terk etmesi’ nedeniyle azaldığı izlenimini yarattı. Gerçekte bu izlenim, bölgesel ve uluslararası güçlerin ABD'nin önceliklerindeki değişimi, ABD'nin gerileyen nüfuzu pahasına bölgedeki etkilerini güçlendirmeleri için bir fırsat olarak gösteren bir medya ve siyasi platform yaratma çabaları çerçevesinde okunmalı.

fdvgbrht
“İnsan mezbahası” olarak tanımlanan Sednaya Hapishanesi’nin dışında oturan bir adam, 17 Aralık 2024 (Reuters)

Hamas Hareketi’nin Gazze Şeridi’ndeki lideri Yahya es-Sinvar'ın Aksa Tufanı Operasyonu'nu planlarken bu okumayı göz önünde bulundurduğuna şüphe yok, Zira Washington'ın Avrupa’ya ve Pasifik'e yönelmesi İsrail'i savunmak için bölgede yeniden angaje olma isteğini azaltacağına şüphe yok. Fakat bu, Sinvar'ın henüz tam olarak ortaya çıkmamış ve pek çok yönü belirsiz ve bilinmez olarak kalabilecek operasyonunu gerçekleştirme nedenlerini özetlemiyor. Ancak Sinvar’ın, Netanyahu liderliğindeki hükümetin yürüttüğü ‘yargıda reform’ planından dolayı yaşanan anlaşmazlık nedeniyle İsrail içindeki bölünmelerin yanı sıra başta kendisiyle birlikte Hamas ve Gazze Şeridi'nin tamamının, ardından da Hizbullah ve Lübnan'ın kurban edildiği ‘meydanların birliği’ stratejisini uygulamak için İran'ın başını çektiği Direniş Ekseni’nin kendisiyle birlikte savaşa girmeye hazır olduğu düşüncesi üzerine bahis oynadığı da bir gerçek.

Başka bir deyişle Sinvar, Direniş Ekseni’nin kendisi hakkında yaydığı güç yanılsamalarına kapılarak İsrail içinde yaşananları ve Washington'ın Tel Aviv'i ne ölçüde destekleyebileceğini yanlış değerlendirdi. Hamas’tan kaynaklara göre Sinvar, Aksa Tufanı Operasyonu'nun bu boyuta ulaşacağını ve amacının İsrailli rehineleri kaçırıp ardından bir esir takas anlaşması müzakere etmek olduğunu tahmin etmemişti. Ancak operasyon, özellikle İsrail'in Gazze Şeridi’ndeki ‘savunma’ ağlarının çökmesiyle kontrolden çıktı. Aynı kaynaklar, Sinvar’ın savaşın başında Norveçli arabuluculara kapsamlı bir anlaşma için müzakerelerin yapılmasını istediğini bildirdiğini, ancak Netanyahu’nun bu teklifi reddettiğini aktardılar.

Suriye’deki gelişmeler elbette tek başına Rusya'nın uluslararası konumunun gerilediğini kanıtlamak için kullanılamaz. Bu düşüşün başlıca göstergesi, Ukrayna'daki savaş ve Moskova'nın bu savaştan galip ya da en azından mağlup olmadan çıkma becerisi olmaya devam ediyor.

Ne olursa olsun Aksa Tufanı Operasyonu’nun detayları halen gizli tutuluyor. İsrail tarafından yürütülen soruşturmalar, bu konudaki en önemli bilgi kaynaklarından biri olabilir. Ancak dikkate alınması gereken husus, Sinvar'ın Aksa Tufanı Operasyonu’nun koşullarına ilişkin değerlendirmesinin, Direniş Ekseni ile tam olarak koordine edilmemiş olması. Direniş Ekseni'nin bölgedeki bölgesel ve uluslararası güç dengesine ilişkin değerlendirmesinin genel çerçevesinden sapmadı, ancak daha sonra sadece Hamas'ın değil bir bütün olarak Direniş Ekseni'nin gücünü tahmin etme yanılsamasına düştüğünü yahut olayların gücünün boyutunu ortaya çıkarmasını beklemediğini gösterdi.

Bununla birlikte bölgedeki değişimler, sadece direniş eksenini değil, başta Rusya olmak üzere bölgedeki bölgesel ve uluslararası nüfuz haritasında kendilerine sağlam bir yer bulmak isteyen uluslararası güçleri de etkiledi. Ortadoğu'daki savaşta ABD’nin ve Batı ülkelerinin dikkatini dağıtarak Ukrayna'da üzerindeki baskıyı hafifletmeyi hedefleyen ve Aksa Tufanı Operasyonu’nda Rusya'nın özel bir rol üstlenip üstlenmediği konusunda soru işaretleri yaratan Moskova, Esed rejiminin düşmesinin ardından kendisini Suriye'deki bu savaşın sonuçlarıyla karşı karşıya buldu. Bu durum, Rusya'nın sadece Suriye'deki değil, tüm bölgedeki nüfuzunun seviyesinde büyük bir değişime yol açtı.

Dolayısıyla mesele Gazze, Lübnan ve Suriye'deki bölgesel olayların İran üzerindeki etkileriyle sınırlı değil. Bu dramatik olayların İran rejiminin içeriden zayıflamasına ve İsrail’in ve -Donald Trump'ın bu olasılığı masaya koymasının ardından- muhtemelen ABD’nin İran’ın nükleer programına karşı bir saldırı düzenlemelerine yol açıp açmayacağı ve başta Suriye'deki gelişmeler olmak üzere bölgesel olayların, Esed rejiminin düşüşünün kaçınılmazlığı netleştikten sonra ‘buna uygun hareket etmekte’ geç kalan Rusya üzerindeki nüfuzunun boyutu hakkında da bir soru işareti söz konusu. Moskova'nın 2015 yılında Esed rejimini kurtarmak için yaptığı müdahalenin ardından bölgeye ve sıcak sulara güçlü bir şekilde geri dönmesi ve -özellikle Kırım'ın ilhakından sonra- uluslararası sahnede önemli bir oyuncuya dönüşmesi, Rusya’nın Suriye'deki projesinin askeri açıdan çöküşüne işaret ediyordu. Rusya'nın Suriye'deki projesinin, Moskova'nın birlikler kurmak için yatırım yaptığı Suriye ordusunun başarısızlığa uğramasının ardından önce askeri olarak ve gerilimi azaltmak amacıyla yapılan Astana ve Soçi süreçlerinin başarısızlığa uğramasının ardından siyasi olarak çökmesi, Rusya'nın Ortadoğu'dan başlayarak uluslararası sahnedeki konumunun gerilemeye başladığının bir göstergesi olabilir. Bu da bölgenin stratejik önemini koruduğunu teyit ediyor. Zira herhangi bir küresel ya da bölgesel gücün bölgedeki etkisinin azalması, uluslararası sahnedeki varlığının da azalmasına yol açıyor.

Suriye’deki gelişmeler elbette tek başına Rusya'nın uluslararası konumunun gerilediğini kanıtlamak için kullanılamaz. Bu düşüşün başlıca göstergesi, Ukrayna'daki savaş ve Moskova'nın bu savaştan galip ya da en azından mağlup olmadan çıkma becerisi olmaya devam ediyor. Ancak Moskova'nın gücünü ve Batı’nın hegemonyası karşısında önemli bir kutup olarak geri dönüşünü tasvir ettiği göz önüne alındığında, Esed rejimini 2015 yılındaki gibi savunamaması, Moskova'nın uluslararası sahnedeki stratejik kazanımlarını koruma yeteneğini değerlendirmede geçici bir detay olarak görülemez.

Rusya'nın bölgede gerileyen nüfuzu, düşmanlarını kendisine karşı siyasi ve askeri baskı araçlarını yoğunlaştırmaya ne ölçüde itecek?

Esed'in ordusunun savaşmaya hazır olmaması, Moskova ve Tahran'ın neden Esed'i savunmaya gelmediğini açıklamak için tek başına yeterli değil. Ancak en nihayetinde ne İran ne de Rusya, Esed rejiminin düşmesini bir kez daha engelleyebildi. Ne son savaşta vekilleri ağır darbeler alan İran, danışmanlarını ve kendisine bağlı milis grupların üyelerini, Suriyeli muhalif gruplara karşı savaşmak üzere konuşlandırabildi ne de 2015 yılında savaş uçakları karadaki askeri operasyonlara eşlik eden Rusya, muhalfilerin Şam'a doğru ilerleyişini durdurabildi. Ancak bu durum, aralarındaki tüm çelişkili söylemlere rağmen Tahran ve Moskova'nın bölgede, özellikle de Suriye'de birbirlerini tamamlayan bir nüfuza sahip olduklarını gösterse de iki yılı aşkın bir süredir Ukrayna’da yürüttüğü savaşla meşgul olan ve aylar önce Ukrayna ordusu tarafından işgal edilen sınırları içindeki Kursk bölgesini geri almak için Kuzey Kore’den getirdiği paralı askerleri kullanan Rusya, Esed rejimini savunmak için yeniden savaşa girmeye artık muktedir ya da istekli değildi. Bunun yerine Ukrayna'da yürüttüğü savaşa odaklanmayı seçti. Daha da önemlisi, 7 Ekim 2023'ten bu yana bölgedeki savaşın dayattığı jeopolitik değişimler, Moskova'yı Suriye'de baş etmek için yeterli araçlara sahip olmadığı yeni bir gerçeklikle karşı karşıya bıraktı. Onu buna teslim olmaya, uyum sağlamaya ve kayıplarını sınırlamaya zorladı. Tüm bunlar, bölgedeki gelişmelere, etkileri Ortadoğu ile sınırlıymış gibi salt bölgesel bir şekilde yaklaşılamayacağını, uluslararası güç dengesi üzerindeki etkileri temelinde uluslararası düzeyde yaklaşılması gerektiğini bir kez daha gözler önüne serdi.

Rusya ordusunun Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal Savunma Güçleri (NBC) Komutanı İgor Kirillov’un geçtiğimiz salı günü Kremlin'den yedi kilometre uzaklıkta düzenlenen bir saldırıda öldürülmesi, Ukrayna istihbaratı tarafından gerçekleştirilen suikast ile Esed rejiminin düşüşü arasındaki eşzamanlılığın anlamı üzerine düşünmeye itti.

csadfvgrh
İdlib ilinin doğu ucundaki Ebu ez-Zahur Sınır Kapısı’nda konuşlu Rusya ve Suriye askerleri, 20 Ağustos 2018 (AFP)

İlk bakışta iki olayın zamanlamasını birbiriyle bağdaştırmak, coğrafi olarak farklı bölgelerde olmaları ve suikastın Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından bu yana türünün ilk örneği olmadığı göz önüne alındığında yersiz gibi görünüyor. Aynı zamanda aralarında doğrudan bir nedensel ilişkisi kurulmasında abartıya kaçılmaması gerekir. Ancak iki olayın eşzamanlı gerçekleşmesi, Rusya'nın Ortadoğu'daki nüfuzunun gerilemesinin Rusya içindeki, yakın stratejik alanındaki ve dünyadaki güç dinamiklerinin geleceğini ne ölçüde etkileyeceği konusunda ‘Rusya'nın bölgede gerileyen nüfuzu, düşmanlarını Rusya'ya karşı siyasi ve askeri baskı araçlarını yoğunlaştırmaya ne ölçüde itecek?’ şeklindeki temel bir soruyu da gündeme getiriyor.

Özellikle Ukrayna'ya barış getirme sözü veren, ancak bunu başarmak için izleyeceği stratejiyi henüz açıklamayan Donald Trump'ın göreve başlama tarihi yaklaşırken bu soruyu yanıtlamak için elimizde yeterli veri yok. Trump'ın seçilmesinin Rusya-Ukrayna savaşı dosyasına getirdiği değişikliklerden biri de Kiev'e askeri yardımın koordinasyonunu ABD yerine NATO'nun üstlenmiş olması. Öte yandan Vladimir Putin Ukrayna'da hala üstünlük kendisindeymiş gibi davranmaya devam ediyor. Öyle ki geçtiğimiz pazartesi günü bu yılın Ukrayna'da askeri hedeflere ulaşma açısından tarihi bir yıl olduğunu söyleyerek bunun altını çizdi. Aslında Trump'ın başkan olarak seçilmesi, Rusya ordusu sahada bazı ilerlemeler kaydetse de yavaş ve savaş için belirleyici olmadığından nispeten daha az önemli olan sahadaki çatışmaların gidişatından ziyade çatışmanın siyasi çözüm olasılıklarına olan ilgiyi arttırdı.

Ortadoğu, ABD’nin dünya üzerindeki üstünlüğünün yeterli bir kanıtı olmayabilir, ancak Ortadoğu'daki değişimler olmamış ve hiçbir etkisi yokmuş gibi ele alınamayacağı da kesin.

Putin geçtiğimiz pazartesi günü yaptığı ve Ukrayna'da cephede geçen bir yılı özetlediği konuşmasında, Suriye'den bahsetmezken, Batı’nın hegemonyası karşısında Rusya'nın tutumunu paylaşan taraflarla ülkesinin askeri ittifaklarını güçlendirmeye devam edeceğin sözünü verdi.

Putin'in sözleri, aralarında Rusya’nın ve Çin'in de bulunduğu yeni küresel güçlerin uluslararası sahnede yükselişi lehine Amerikan imparatorluğunun çöküşünün başlangıcına dair anlatıyı akla getirirken Ortadoğu'daki son olaylar, ABD’nin bölgeye halen güçlü bir şekilde müdahale edip çatışmaları çözebildiğini, düşmanlarının ise arka planda kalıp kayıplarını belirlemeye çalıştığını gösterdi.

dvfgbhy
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Putin, ülkesindeki televizyon ve radyolarda ortak yayımlanan yıllık basın toplantısı ve `Doğrudan Hat` şeklindeki birleşik programdan sonra gazetecilerin sorularını yanıtlarken, 19 Aralık 2024

Ortadoğu, ABD’nin dünya üzerindeki üstünlüğünün yeterli bir kanıtı olmayabilir, ancak İran'dan Rusya'ya ve hatta bölgedeki dramatik gelişmeleri ve bunların sözde müttefikleri üzerindeki etkilerini yakından izlediğine şüphe olmayan Çin'e kadar kendilerini ABD ile yüzleşmeye hazırlayan tüm güçlerin Ortadoğu'daki değişimler olmamış ve hiçbir etkisi yokmuş gibi ele alınamayacağı da kesin.

Nihayetinde Putin'in geçtiğimiz perşembe günü ülkesinin Suriye'de yenilmediğini ve Suriye'deki hedeflerine ‘bir şekilde’ ulaştığını söylemesi, her ne kadar bir kez İranlıların ve İran yanlısı milislerin Şam'ı savaşmadan terk etmesine atıfta bulunarak, bir kez de ülkesinin Suriyeli muhalif gruplarla ilişkilerini sürdürdüğünü söyleyerek Esed rejiminin düşüşündeki sorumluluğunu en aza indirmeye çalışsa da Moskova'nın bölgede savunmaya geçtiğini teyit ediyor. Sonuç olarak Rusya'nın yeni Suriye'deki konumu, düşüşü bölgede uzun bir dönemin sonunu getiren ve bölgedeki bölgesel ve uluslararası nüfuz haritasının yeniden çizilmesine yol açan ‘Esed'in Suriye'sinde’ olduğu gibi olmayacak.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.