Allavi: Saddam cesur bir gençti, iktidar onu ortağı ve hesap vereceği biri olmayan bir zorbaya dönüştürdü

Eski Irak Başbakanı İyad Allavi, Şarku'l Avsat'a Baas Partisi ile olan yolculuğunu, Saddam’ı ve işgal sonrası Irak’ı anlattı. (son bölüm)

TT

Allavi: Saddam cesur bir gençti, iktidar onu ortağı ve hesap vereceği biri olmayan bir zorbaya dönüştürdü

Allavi: Saddam cesur bir gençti, iktidar onu ortağı ve hesap vereceği biri olmayan bir zorbaya dönüştürdü

İyad Allavi'nin okul arkadaşı olan ve 1959 yılında Irak lideri Abdulkerim Kasım'a düzenlenen suikast girişimine adının karışması nedeniyle uzun bir süre uzak kaldığı Bağdat Tıp Fakültesi'ne daha sonra geri dönen Abdulkerim eş-Şeyhli, 1964 yılında bir gün üniversiteye cılız bir gençle birlikte geldi. Şeyhli, bu cılız genci Allavi ile tanıştırdı. Gencin adı Saddam Hüseyin’di. Genç Saddam, daha sonra da benzer ziyaretlerde bulunacak ve Allavi'ye birçok kez “İkiz kardeşim nerede?” diye soracaktı. Saddam, bu ziyaretlerden birinde yine Allavi’ye Şeyhli’nin nerede olduğunu sorduğunda Allavi ona, Şeyhli’nin derste olduğunu ve ders bittikten sonra geleceğini söyledi. Birlikte birer kahve içmeyi ve biraz laflamayı öneren Allavi, daha sonra Şeyhli’nin kendilerine katılabileceğini ekledi. Üç genç arasında bir dostluk oluştu. Böylece görüşmeye başladılar. 1964 yılında hapishane arkadaşlığı da yapacaklardı. Fakat Saddam daha sonra Baas Partisi’nin ve ülkenin tartışmasız tek efendisi olduğunda, kader çizgileri değişecekti.

scdfvg
Irak’ın eski Başbakanı İyad Allavi, Şarku’l Avsat Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’in sorularını yanıtladı. (Şarku’l Avsat)

Allavi,1978 yılında ‘Saddam'ın baltasıyla’ ölümün eşiğine gelmesinin ardından rakibinin vasıflarını ve avantajlarını kabul etmek zorunda kaldı. Şarku’l Avsat için gerçekleştirdiğim röportajda 1960’lı yıllarda Saddam ile tanıştığı ilk dönemlerde onun nasıl biri olduğunu sorduğum Allavi şu yanıtı verdi:

“İlk tanıştığımızda partide önemli bir rolü yoktu. Ama yüce gönüllü ve güçlü iradeye sahip bir adamdı. Baas Partisi’nin neferlerinden biri olarak görülüyordu. Partinin ideolojisine bağlıydı.”

Allavi, Saddam'ın iktidarının düşmesinden sonra başbakanlığını yaptığı hükümetin Saddam hakkında soruşturmalar yürüttüğünü ve cumhurbaşkanlığı uçağı da dahil olmak üzere adına kayıtlı tek bir mülk dahi bulamadıklarını’ itiraf etmekte zorluk çekmedi. Irak'ta yaşanan felaketlerden ve trajedilerden tıp fakültesinde tanıştığı genç adamı sorumlu tutsa da Baas Partisi’nde yükselmesine yardımcı niteliklere sahip olduğunu da inkar etmiyor. Allavi’ye göre iktidar Saddam Hüseyin’i, ortağı ve hesap vereceği biri olmayan  zorbaya dönüştürdü.

Saddam'ın zalimliği

Allavi'ye Saddam'ın zalimliğini sorduğum. Bundan sonrasını onun ağzından dinleyelim:

Saddam'ınki gibi bir zalimliğe hiç tanık olmadım. Burada son derece önemli bir olayı anlatabilirim. Baasçılar arasında Baas Partisi'nin Suriye kanadında çalışmış olan ve Irak’a iltica eden Hüseyin Hazbar adında Karadalı bir kişi vardı. Bir grup Baasçıyla birlikte bir restoranın bahçesinde akşam yemeği yiyorduk. Saddam ve Sadun Şakir neşeli bir halde ve gülerek yanımıza geldiler. Onlara bu kadar neşeli olmalarının nedenini sordum. Asma köprüde Hüseyin Hazbar'la karşılaştıklarını ve onu tabancalarının dipçiğiyle dövdüklerini, ardından adını bilmedikleri bir hastaneye götürdüklerini söylediler. İçimiz rahat etmedi. Bir grup oluşturarak hastaneye gittik ve adamı muayene ettik. Hal hatır sorduk. Böylece partiyi, bir zulüm ve bir nevi ihanet olan bu eylemden temize çıkardık. Adama beş kişinin saldırdığını öğrenmiştim. Tek başına köprüden geçerken etrafını sarıp onu dövmüşler.

vsfgeth
Irak Başkan Yardımcısı Saddam Hüseyin, 1978 yılında Irak'ın kuzeyindeki Musul kenti yakınlarında yapılan Nevruz kutlamaları sırasında Araplar ve Kürtlerden oluşan bir kalabalığa hitap ederken. (Getty Images)

Baas Partisi’nin Ekim 1969’da iktidara gelmesinden sonra Saddam’la yaşanan başka bir olayı daha hatırlıyorum. Dönemin Dışişleri Bakanı Abdulkerim eş-Şeyhli beni arayıp ertesi gün yani cuma günü işim olup olmadığını sordu. Ben de kimseye söz vermediğimi söyledim. Beni evinde bir kahve içmeye davet etti. Ardından Dışişleri Bakanlığı'na gidip, imzalaması gereken bazı evraklar olduğunu söyledi. Sonra da birkaç sülün avlayan Saddam'la öğle yemeği yemek için av kulübüne gidecektik. Ertesi gün Şeyhli’nin evine gittim. Kahve içtik, partinin meselelerini ve son durum hakkında konuştuk. Kendisinin bir uçta, partinin ise başka bir uçta olduğunu söyledi. Ben de kendisine partiden uzak durmaması gerektiğini, çünkü gerçek nüfuzunun parti içinde olduğunu, Dışişleri Bakanlığı'ndaki işlerle meşgul olması için özel girişimler olduğunu söyledim.

Benimle aynı fikirdeydi. Evin garaj yoluna çıkıp onun makam aracına bindik. Arabayı o kullanıyor, ben de yan koltukta oturuyordum. Bahçe kapısına geldiğimizde içinde korumaların olduğu bir araba bizi takip etmeye başladı. Otuz metre ilerlemiştik ki sokağın ortasında ağlayan bir kadın bizi durdurdu. Arabadan indik. Kadın İngilizdi. Bakana, bir Iraklı Hıristiyan mühendisle evli ve iki çocukları olduğunu, gizli polisin onu evinde dövdükten sonra tutuklayıp götürdüğünü, kendisinin nerede olduğunu bilmediğini söyledi. Kadın, kocasının siyasetle uğraşmadığını ve İngiltere'deki Manchester Üniversitesi'nden doktorası olduğunu da belirtti.

Bakan, kadından telefon numarasını istedi. Numarayı görevlilerden biri kaydetti. Ardından bakanlığa gittik. Emniyet müdürüyle şahısla hakkında görüştük. Bakan, ‘Kendisinden (mühendisten) özür dilediler ve bir yazı verdiler, resmi araçla evine gönderdiler. Hemen eşiyle görüşmesi gerek’ dedi. Sonra bakanlıktan ayrılıp av kulübüne gittik, Saddam bizi bekliyordu.

gtrhy
Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in 1981 yılına ait bir fotoğrafı. (Getty Images)

Şeyhli’nin yanında renkli fotoğraflar çektiğini ve anında baskı yaptığını söylediği bir fotoğraf makinesi vardı. Saddam, onu nereden aldığını sordu. Bakan da New York'tan aldığını söyledi. Saddam, ‘Doktorla benim fotoğrafımızı çek’ dedi. Saddam’a ‘Tutuklandığımız ve ailelerimizin yiyecek ve temiz kıyafet vermek için bizi aradıkları zamanı hatırlıyor musunuz?’ diye sordum. O da ‘Elbette, evinizdeki lezzetli yemekleri de hatırlıyorum. Sofranızda üzüm pekmezi de vardı’ diye karşılık verdi. Sonra ‘Ey Ebu Uday; bir zamanlar ailemiz bize (cezaevinde) yemek verirken beyaz bir darbe yaptık. Çünkü hükümetten memnun değildik’ dedim. O da başıyla beni tasdikledi. Ona İngiliz kadının hikayesini anlattım ve bunun nasıl olabildiğini sordum. Saddam bana baktı ve ‘Doktor, o zaman düşmanları nasıl korkutacağız?’ dedi. Bunun üzerine ‘Ey kardeşim Ebu Uday, bu adam düşman değil. Sen masum bir insanı, çocuklarını, iş arkadaşlarını ve İngiltere'ye ailesini ziyarete gittiğinde kaçınılmaz olarak bunları anlatacak olan yabancı uyruklu karısını korkuttun. Oradakilere kocasının başına gelenleri anlatacaktır. Bu, Irak'ın itibarı açısından iyi bir şey değil’ dedim. Saddam uzun süre bana baktı ve ‘Kardeşim Dr. İyad, bu kadar yumuşak bir kalple devrim ilerleyemez’ dedi. Ben de ‘Kardeşim Ebu Uday, 1963 yılında kanlı yöntemi denedik ama başarılı olamadı’ dedim.”

Sürprizlerle dolu bir ziyafet sofrası

Allavi, eski Dışişleri Bakanı Abdulkerim eş-Şeyhli’nin hikayesini ve Saddam rejiminin ondan nasıl kurtulduğunu ise şöyle anlattı:

Şeyhli'nin Dışişleri Bakanlığı'ndaki görevinden alınışının hikayesi de anlatılmaya değer. Şeyhli bir kıza evlenme teklif ediyor ve nişanlanıyorlar. Saddam da Şeyhli ve nişanlısını yemeğe çağırıyor. Yemeğe İçişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Salih Mehdi Amaş ve eşi de davetli. Yemek sırasında Bağdat Radyosu’ndan Şeyhli ve Amaş'ın görevden alındığı haberi geçiliyor. Şeyhli beni arayıp ‘Haberi duydun mu?’ diye sordu. ‘Hangi haber?’ dedim. Bana nişanlısını eve götürürken şoförünün ‘Haberi duydunuz mu?’ diye sorduğunu, ‘Ne haberi?’ dediğinde ‘Sizi, partideki ve hükümetteki görevlerinizden aldılar’ dediğini söyledi.

Şeyhli, Abdulkerim Kasım'a yönelik suikast girişiminde Saddam'ın yanındaydı. Saddam suikast girişimi sırasında şarapnel parçasıyla yaralanmıştı. Mısır'a kaçtılar. Orada birlikte kardeş gibi uyum içinde bir süre yaşadılar. Şeyhli tam bir Arap milliyetçisiydi, Baas Partisi’nde üstlendiği roller vardı ve üst düzey görevlere sahipti. Şeyhli daha sonra ev hapsine alındı. Faturalarını ödenmediği gerekçesiyle kasıtlı olarak evinin elektriği kesildi. 1980 yılında elektrik idaresine gittiğinde karısının gözü önünde vurularak öldürüldü. Ne yazık ki yurtdışındayken Irak'a dönmemesi gerektiği tavsiyemi dinlememişti.”

Allavi’nin Baas Partisi’yle olan yolculuğu

Allavi'ye Baas Partisi’yle yolculuğunun nasıl başladığını sorduğumda şunları anlattı:

Baas Partisi’nden Vemid Ömer Nazmi abim Sabah'ın bir arkadaşıydı. Ne zaman yanımıza gelse bana Baas Partisi’nden bahsederdi. 14 Temmuz 1958 darbesinden iki ay sonra Baas Partisi’ne sempati duymamda büyük rol oynadı. Bundan ailemin haberi yoktu. Komünizme karşı olduklarını düşündüğüm bazı arkadaşlarımla yakınlaştım, bazılarının Baas Partisi'nden olduğuna dair şüphelerim vardı. Ömer Nazmi, bana Baas Partisi’ne üye olduğunu söyledi. Partiden bahseden broşürler ve kitaplar verdi. Daha 13 yaşındaydım, 14’üme yaklaşıyordum. Baasçılara katılmaya karar verdim ama ailemden korkuyordum. O zamanlar komünizme karşı çıkmak için Baas Partisi'ne katılmam gerektiğine inanıyordum ve katıldım. Buna ailemden kimsenin haberi olmadan karar verdim.

vgth
Saddam'ın memleketi Tikrit çekilen 1960 tarihli bir fotoğrafı. (Getty Images)

Abdülkerim Kasım'ın, Nazım Tabakçalı, Rıfat el-Hac Seri ve yol arkadaşları başta olmak üzere bir grup şerefli adamı idam ederek şehit ettiği güç gösterisinde, Azamiye’de başlayan ve benim de katıldığım gösterilerin organizatörü Rafi Taka ve diğer kardeşlerle tanıştım. Coşkuluyduk, gösterilere katılan diğer eylemcilerle birlikte Bağdat sokaklarında sürüklenerek öldürülen Nuri es-Said'e olanlara atıfta bulunarak, ‘Ey Bağdat, devrimci ol, devrimci ol ve Kasım’ı bırak, Nuri'yi takip et’ sloganları atmaya başladım. Daha sonra hükümet karşıtı broşürler dağıtırken askeri inzibat tarafından tutuklandım. Çok genç olduğumdan on gün sonra serbest bırakıldım. Mahkemede hakim bana ‘Ailenin yanına git’ dedi. Çok üzgündüm çünkü sabırsızlıkla zaferler kazanmayı bekliyordum. Daha sonra öğrencilerin düzenlediği oturma eylemlerine ve protestolarına katıldım. Bunlardan bazılarında da tutuklandım.”

Tankın üstünde

Baas Partisi, 8 Şubat 1963 yılında Hazım Cevad liderliğindeki Irak’ta iktidarı ele geçirdiğinde, Allavi, aralarında önemli isimlerin de olduğu ‘First Class Hapishane’de tutukluydu. Bu isimler arasında Ali Salih es-Sadi, Ahmed Hasan el-Bekir, Salih Mehdi Ammaş ve Hasan en-Nakib bulunuyordu. Mahkumlar hapishane yakınlarında alışılmışın dışında bir hareketlilik hissettiler. Bağdat'ta bir askeri hareketlilik olduğunu duymuşlardı ama hareketliliğin kim tarafından başlatıldığını, komünistler mi yoksa Baasçılar mı olduklarını bilmiyorlardı. Gardiyanların tutumları aniden değişti. Mahkumlara iyi davranmaya başladılar. Öğlen saat 12.00 sularında üç tank cezaevini bastı. Bunlardan birinden makineli tüfekli bir polis memuru çıkıp kapıların açılmasını, cezaevi müdürünün tutuklanmasını ve tutukluların serbest bırakılmasını emretti. Askeri darbenin arkasında Baas Partisi’nin olduğu anlaşıldı.”

Allavi daha sonra yaşananları şöyle anlattı:

Mutlu bir şekilde yola çıktık. Tankların üzerine çıktık. Bindiğim tank, daha sonra arkadaşım olan subay Enver Abdulkadir el-Hadisi tarafından kullanılıyordu. Sanırım benimle aynı tankta (Irak’ın Saddam rejimi sonrası başbakanlarından) Adil Abdulmehdi de vardı.

hyj6uı
Saddam Hüseyin, 1983 yılında Bağdat’taki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlediği basın toplantısında. (Getty Images)

O gün Abdulkerim Kasım'ın saklandığı Savunma Bakanlığı'nın bombalanmasına katılan pilot Munzir el-Vendavi’nin adı öne çıkacak, ertesi gün Kasım, tıpkı Saddam Hüseyin'in daha sonra ipin boynuna geçirilmesinden önce yaptığı gibi, kendisini idam etmek isteyenlerin gözlerini bağlamasını reddederek radyo binasında idam edilecek, Bağdat o günlerde şiddetli çatışmalara sahne olacaktı.

Allavi, sözlerini şöyle sürdürdü:

Komünist Parti o gün destekçilerini devrime karşı durmaya çağırıyordu. Bunun üzerine Abdulgani er-Ravi liderliğindeki ordu, komünistler karşısında sağlam durulması çağrısında bulunduğu bir bildiri yayınladı. İçişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Salih es-Sadi, Ravi'nin etkisiyle 1963 devrimine karşı çıkan komünistlerin yok edilmesi çağrısında bulunan bir bildiri yayınladı. Ne yazık ki komünistlerle dokuz ay boyunca arkasında birkaç askerin olduğu kanlı ve korkunç çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalara Vendavi komutasındaki Cumhuriyet Muhafızları’nın uygulamaları eşlik ediyordu.

Açıkçası önemli olan Baas Partisi’nin bir düşünce, bir ideoloji ve bir duruş olarak 1963 yılında bitmiş olmasıydı. Baas Partisi’nden ayrılmaya karar vermiştik ama o yıldan sonra yaşananlar ve partiye geri dönmemizin nedeni Abdusselam Arif döneminde, yani gençliğimizde maruz kaldığımız zulüm, tutuklanmalar ve baskılardı. Hükümeti devirecek bir askeri darbeye hazırlanmak için parti çalışmalarına dönme kararı aldık.

Saddam ile hapishane arkadaşlığı

Baas Partisi, 1964 yılı sonbaharında Abdusselam Arif'in partiyi uzaklaştırdığı iktidarı geri almak için bir darbe girişimi başlatmaya karar verdi. Bu amaçla Hanin Birimi adı verilen bir birim oluşturuldu. Birimin başına Saddam Hüseyin, Abdulkerim eş-Şeyhli ve Muhammed Fadıl getirildi. Darbe hazırlıkları eylül ayı başlarında ortaya çıktı. Ekim ayı sonlarına kadar tutuklamalar ve soruşturmalar devam etti. Yetkililer büyük bir tutuklama kampanyası başlattı. O dönemde tutuklananlar arasında benimle birlikte Saddam, Şeyhli, Salah Ömer el-Ali, İmad Şebib ve Hamid Cevad vardı.

hyjuı
Hasan el-Amiri, Abdulkerim eş-Şeyhli ve Saddam Hüseyin’in 1964 yılında hapisteyken çekilen fotoğrafı.

Saddam ve Şeyhli, Sadun bölgesindeki bir eczaneye girerek hapishaneden kaçtılar. Genellikle mahkemeden hapishaneye gizlice dönüyorlardı, ancak o gün ilaç almaları gerektiğini öne sürdüler. Birkaç gardiyanla birlikte eczaneye girip eczanenin diğer kapısından kaçtılar. Kendilerini bir araba bekliyordu ve binip gittiler. Dönemin Irak Başbakanı Abdurrahman el-Bazzaz, onlar ve diğerleri hakkında af çıkarana kadar partinin gizli mekanlarında saklandılar. Bu da partinin yeniden diriltilmesi ve iyileştirilmesi sürecinin hızlanmasına yardımcı oldu. Irak'ta rejimi darbeyle değiştirmenin yolları ve olasılıkları hakkındaki ilk fikir ortaya böyle atıldı ve konuşulmaya başlandı.

Tıp fakültesinden 1970 yazında mezun oldum ve 1971 yılının ekim ayında Irak'tan ayrılarak Lübnan'da yaşamaya başladım. Partinin önde gelen isimlerini değiştirerek ve partiyi yeniden eski konumuna döndürerek partinin gittiği bazı yolları değiştirmek için başkalarıyla anlaşmaya kararlıydım. Partiden ayrılmamın pek çok nedeni vardı. Bunların başında parti içi ve parti dışı özgürlüklerin yok olması geliyordu. Olup bitene ikna olmamam ve egemen kararın tek adam tarafından verilmesi yönündeki prosedürleri reddetmem nedeniyle bana ve başkalarına karşı yapılan tacizler de bu nedenlerden biriydi. Bu durum, başta Saddam Hüseyin el-Tikriti olmak üzere partinin bazı önemli isimleriyle aramda ciddi gerilimlere neden oldu.

Saddam sinirlenince

Bu yabancılaşma, Şeyhli ve Amaş’ın görevden alınması ve Samir Necim'in parti başkanlığından istifasının kabul edilmesinin ardından Saddam'la aramda geçen telefon görüşmesinde açıkça ortaya çıktı. Saddam’la bir telefon görüşmesi yaptım. O zamanlar tıp fakültesindeydim. Gergin bir görüşmeydi. Şeyhli’nin aleyhinde konuşmamı istedi. Şeyhli, Amaş ve Samir Necim'in partiden ihraç edilmesinin ardından parti tüzüğünün askıya alınmasına ve bunun sonucunda yaşanan gerginliğe itiraz ettim. Bütün bu siyasi gerilim, partideki bazı yakın olduğum isimleri bana uzman doktor olmak için yurtdışına gitmemi tavsiye etmeye itti. Ben de önce Lübnan'a, oradan da Londra'ya gittim.”

Allavi'ye gitmesini tavsiye edenler arasında, özellikle Kamu Güvenliği Direktörlüğü görevini üstlendiği sırada yaptıklarıyla ‘Zalimler Kulübü’ olarak bilinen grubun önde gelen üyelerinden biri olan Nazım Kezar adlı arkadaşı da vardı. Kezar, 1973 yılında Ahmed Hasan el-Bekir ile Saddam Hüseyin'e partinin temel yaklaşımından saptıkları gerekçesiyle suikast yapmayı planladı. Ancak Ahmed Hasan el-Bekir’in uçağı geç indi. Bunun üzerine komplocular suikast planının ortaya çıktığını düşündüler. Kazar, İran sınırına doğru kaçtı, ancak Irak ordusu peşine düşmüştü. Yakalanan Kezar, derhal infaz edildi.

Allavi, bundan sonra yaşananları şöyle aktardı:

Kezar, derhal başının arkasından ateş edilerek infaz edildi. Yakalanmış olmasına rağmen mahkemeye çıkarılmadı. O şimdiye kadar tanıştığım en cesur adam. Korku nedir bilmezdi. Baas Partisi’nin öğrenci ofisinde birlikte çalışmıştık. Cesaret doluydu ve partinin hedeflerine sıkı sıkıya bağlıydı. En az Saddam kadar katıydı. Sert, güçlü ve adil biriydi. Dürüstlüğünden şüphe edilmezdi. Bir gün bana kız kardeşinin zor bir doğuma hazırlandığını ve onu hastaneye götürecek parasının olmadığını söyledi. Kendisi Kamu Güvenliği Müdürü, bense bir tıp öğrencisiydim. Ona, ‘Yeterince paran yok mu? diye sordum. O da bana ‘Yemin ederim hiç yok’ dedi. Üniversitede hocamız Prof. Kemal es-Samarrai’nin Samarrai Hastanesi adında özel bir kliniği vardı. Onu aradım ve kendisine durumu anlattım. Bana ‘Parası olmaması mümkün mü?’ diye sordu. Ben de ‘Vallahi parası yok. O dürüst bir insan ve kendisine ait olmayan paraya el uzatmaz’ dedim. Prof. Sammarai, Kezar’ın kız kardeşinin doğumunu hastanesinde yaptırdı ve hiç para almadı. Saddam ve Kezar'ın Irak'ın görüp görebileceği en şiddet yanlısı iki adam olduğu söylenebilirdi ama ikisini de parayla işi olmadı.”

rgtyh
Abdulkerim eş-Şeyhli.

Allavi, Kezar’ın Kasr’ul-Nihaye'deki korkunç işkencelerdeki rolüyle ilgili anlatılan hikayeleri sorduğum da şunları söyledi:

(Bu anlatılanlar) Nazım Kezar'ın itibarını korkunç bir şekilde zedeledi. Kezar’a komünistlere yapılan işkencelere bizzat katıldığına dair anlatılanları sordum ama doğru dürüst bir yanıt alamadım. Komünist Parti Siyasi Büro üyeleri Aziz Muhammed, Amir Abdullah ve Fahri Kerim'e de sordum. Onun için şahsen işkencelere katıldığına dair hiçbir şey söylemediler. Elbette Nazım da Saddam gibi tıpkı şiddet yanlısı biri olmasıyla tanınıyordu.

İyad Allavi, 16 Temmuz 1968 akşamı, annesini bitkin ve üzgün bir halde görünce Lübnan'dan Irak'a döndü. O gece, ertesi gün darbe yapılacağını öğrenince darbecilerin arasına katıldı. Takvimler 17 Temmuz 1968’i gösterdiğinde Cumhurbaşkanı Abdusselam Arif, Cumhuriyet Muhafızları Komutanı Abdurrahman ed-Davud ve Askeri İstihbarat Başkanı Abdurrezzak Naif'in kendisini devirmek için Baas Partisi’yle anlaştıklarının teyit edilmesinin ardından kaderine boyun eğdi.

Saddam, 1963 yılında Baas Partisi’nin aldığı yenilgiden ders çıkarmış, orduya güvenmeme ve parti içinde gruplaşmaya izin vermeme kararı almıştı. Partinin ve ordunun kontrol altına alınmasını beklerken, Ahmed Hasan el-Bekir'in himayesine girmeyi tercih etti. Kendisine itiraz edenlerden, muhaliflerden ve iktidara ortak olduğunu iddia eden herkesten başarıyla kurtuldu. Bir gün Allavi'nin evini ziyaret eden Saddam, ona Irak'ın Beyrut Büyükelçiliği görevini teklif etti. Fakat Allavi tıp alanında uzmanlığını tamamlamak istediğini belirtip özür dileyerek teklifi geri çevirdi.

Allavi Lübnan'a, oradan da İngiltere'ye gitti. Baas Partisi’yle ilişkilerini 1975 yılında tamamen kesen Allavi, parti yönetiminin değişmesi için çalışmayı seçti. Allavi, 1978'de uğradığı suikast girişiminden sağ kurtuldu. Saddam rejiminin 2003 yılında düşmesinden ve Bağdat'a dönmesinden sonra, El Kaide tarafından düzenlenen bombalı saldırı da dahil olmak üzere kendisini hedef alan başka suikast girişimlerinden de kurtulmayı başardı.

Son söz

Röportajın sonunda Allavi'ye Saddam'ın Baas Partisi içinde yükselmeyi ve partinin kontrolünü ele geçirmeyi başarmasının sebebinin ne olduğunu sordum. Bunun başlıca iki sebebi olduğunu söyledi. Bunlardan ilkinin çok cesur, ikincisinin ise Ahmed Hasan el-Bekir'in onun yanında durması olduğunu belirtti. Allavi’ye göre Ahmed Hasan el-Bekir, Saddam'ın Baas Partisi’nin sivil tarafındaki müttefiki olduğuna inanıyordu ama Saddam partinin kontrolünü tamamen ele geçirdiğinde, Bekir'in karşısında yer aldı.

Allavi, şöyle devam etti

Herkesi erkenden uyardık ama olan oldu. Saddam, Baas Partisi'nin iktidara gelmesinden iki ay sonra aile fertlerini ve Tikritlileri iktidar kadrolarına yerleştirmeye başladı.

Allavi’nin hikayesi o kadar önemli, öyle uzun ve öyle çetrefilli ki, bir avuç sayfaya sığmıyor. Özellikle Zulüm Kulübü’nün en önde gelen isimleriyle doğrudan ilişkiler kurmuş olduğundan anlattıklarıyla karanlıkta kalan birçok noktaya ışık tuttu.



Irak'ta PKK kontrolündeki bölgelere yönelik çekişme

PKK'nın Türkiye'den tamamen çekildiğini açıkladığı Kuzey Irak'taki Kandil bölgesinde düzenlenen törende bir PKK militanı, 26 Ekim 2025 (AFP)
PKK'nın Türkiye'den tamamen çekildiğini açıkladığı Kuzey Irak'taki Kandil bölgesinde düzenlenen törende bir PKK militanı, 26 Ekim 2025 (AFP)
TT

Irak'ta PKK kontrolündeki bölgelere yönelik çekişme

PKK'nın Türkiye'den tamamen çekildiğini açıkladığı Kuzey Irak'taki Kandil bölgesinde düzenlenen törende bir PKK militanı, 26 Ekim 2025 (AFP)
PKK'nın Türkiye'den tamamen çekildiğini açıkladığı Kuzey Irak'taki Kandil bölgesinde düzenlenen törende bir PKK militanı, 26 Ekim 2025 (AFP)

Rüstem Mahmud

Türkiye ile PKK arasındaki “barış süreci” çerçevesinde atılan ilk pratik adımda, PKK, Kürdistan Bölgesi'ndeki Duhok şehrinin kuzeydoğusunda bulunan Zap bölgesinden savaşçılarını çektiğini açıkladı. Bu adım, yıllarca süren ve yüzlerce can kaybına, yüzlerce köy ve kasaba sakininin diğer bölgelere kaçmasına, çevre, altyapı ve hizmetlerde geniş çaplı yıkıma neden olan neredeyse günlük çatışmaların ardından, iki taraf arasındaki savaşın en hassas bölgelerinden birindeki askeri çatışmalara son verdi.

Yine bu adım, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile federal Irak hükümeti yönetimi altındaki bölgelerde PKK savaşçıları tarafından onlarca yıldır kontrol edilen beş büyük coğrafi alanın siyasi, güvenlik ve ekonomik geleceğiyle ilgili son derece karmaşık bir dosyanın da kapağını açtı. Bahsi geçen Zap bölgesine ilave olarak, PKK militanları Türkiye ve İran ile sınır üçgeninde yer alan Kandil Dağları ile Erbil şehrinin kuzeydoğusunda, Sidekan kasabası yakınlarındaki Bradost Dağları'nı kontrol ediyor. PKK'ya bağlı gruplar ayrıca, Ninova (Musul) şehrinin kuzeybatısında yer alan Sincar ilçesini ve Erbil şehrinin güneyinde yer alan Mahmur ilçesindeki Türk-Kürt mülteci kampını da kontrol ediyor.

Şiddet döneminin sonu

Mecelle, PKK'nın militanlarının geri çekildiğini açıkladığı bölgedeki birçok köyü ziyaret etti ve kalan az sayıdaki sakinleriyle görüştü. Köylüler, bölgelerinin birkaç haftadır olağanüstü bir sakinlik yaşadığını vurguladı. Binlerce PKK militanının nereye gittiği konusunda bilgi sahibi olmadıklarını ifade eden sakinler, askeri üslerin ve Türk ordusuna ait kontrol merkezlerinin boşaltılması da dahil olmak üzere herhangi bir olağandışı faaliyete tanık olmadıklarını belirtti.

Söz konusu bölge, Duhok şehri sınırları içinde yer alıyor ve doğuda Şeladize, batıda Batufa kentleri arasında dikdörtgen bir şekilde uzanarak kuzeyde Türk sınırına kadar ulaşıyor. Yaklaşık 90 kilometre uzunluğunda ve 20 ila 40 kilometre genişliğinde olan bu bölge, son derece engebeli Karadağ’ın etrafında yoğunlaşıyor. Türk ordusu, 35 yıl boyunca bu bölgeyi kontrol altına almaya çalıştı; önce bir dizi hava saldırısı ve kara harekâtı düzenledi. Buradan dağ sıralarının geri kalanına, PKK’nın merkezi yapısının, askeri komutasının ve üst düzey yöneticilerinin bulunduğu Kandil Dağları'na doğru ilerlemeyi hedefledi. Ancak, bilhassa PKK militanlarının son yıllarda Türk ordusu mevzilerine yönelik bir dizi saldırı düzenleyen küçük, mobil gruplar stratejisini benimsemesinden sonra bunu başaramadı.

ABD merkezli Kürt Toplumsal Barış İnşa Ekipleri’ne (CPT) göre, Türkiye’nin çeşitli bölgelerde 139 askeri üs ve kontrol noktası bulunuyor. Burada, yalnızca geçen yıl içinde PKK militanları ile 5 binden fazla çatışma ve saldırı yaşandı. Ancak, engebeli arazi ve PKK'nın dağlarda tahkim edilmiş ve karmaşık bir altyapı kurabilmesi, Türk ordusunun hedeflerine ulaşmasını engelledi.

Üç ülke arasındaki kaçakçılığın geçiş güzergahı olan bölge, bu geçiş güzergahlarını kontrol etmeye yönelik bir anlaşmaya varılmasını da gerektirecektir. Ancak Türkiye, hiçbir silahlı örgütün bölgeye geri dönmemesini sağlamak için bölgedeki varlığının sürekli olmasını talep edecektir

IKBY’den bir siyasi kaynak, geri çekilen PKK savaşçılarının IKBY’nin kontrolündeki bölgeler üzerinden PKK'nın kontrolündeki diğer bölgelere geçiş yapmış olabileceğini reddetti. Şunu da ekledi: “PKK militanlarının konuşlandığı çeşitli bölgeler arasında engebeli dağ geçitleri var ve bu nedenle istedikleri gibi hareket edebiliyorlar. IKBY için sadece şu iki husus önemlidir: Birincisi, vatandaşlarımızın normal hayatlarına dönebilmeleri, hükümetimizin kalkınma ve hizmet planlarını uygulayabilmesi için tüm bölgelerin PKK militanları veya Türk ordusu gibi herhangi bir yabancı askeri varlıktan arındırılması. İkincisi, şiddeti sona erdirmek için iki taraf arasında olumlu arabulucular olarak hareket etmemiz. Türkiye komşu bir ülke ve içindeki Kürt sorunu Kürdistan Bölgesi'nin çıkarlarını ve ulusal güvenliğini etkiliyor.”

Zorlu coğrafyalar

Fırat Çalışma Merkezi'nde güvenlik meseleleri araştırmacısı olan Velid Celili Mecelle’ye verdiği röportajda, Irak içinde PKK tarafından kontrol edilen bölgelerle ilgili hassasiyetleri ve her iki tarafın da bu bölgelerle ilgili yaptığı hesapları ayrıntılı bir şekilde açıkladı. Bu bölgeler üzerinde ister Kürtler arasında ister Irak içinde ve hatta bölgesel düzeyde, siyasi ve güvenlik temelli rekabetlerin yaşanacağını öngördü. Çünkü ona göre bunlar, belirli güvenlik ve siyasi özelliklerin yanı sıra, bu bölgelerdeki yerel topluluklar veya çevredeki sosyal ve siyasi coğrafya ile kurulan ve biriktirilen ilişki ağlarına sahip, son derece benzersiz ortamlardır.

vc
PKK’nın Türkiye'den tamamen çekildiğini açıkladığı 26 Ekim 2025'te Kuzey Irak'ın Kandil bölgesinde düzenlenen bir tören sırasında PKK'nın tutuklu lideri Abdullah Öcalan’a ait bir görsel (AFP)

Araştırmacı Celili sözlerini şöyle sürdürüyor: “Duhok ve Erbil şehirlerindeki dağlık bölgeleri, özellikle Bradost Dağı ile Karadağ arasındaki alanı ele alırsak, bu alan şehrin üçte ikisinden fazlasını kaplıyor. Dolayısıyla, bu alan IKBY’nin egemenliğine geri döndüğünde, bu iki şehirde önemli bir etkiye sahip olan Bölgesel Yönetim ve özellikle de Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) için önemli bir itici güç olacaktır. Buna ilave olarak, bu bölge Türkiye ile olan sınır üzerinde tam kontrol sağlayacak ve böylece iki ülke arasındaki sınır ötesi çatışmanın sona ermesi için bir emniyet supabı görevi görecektir. Bu çatışma, on yıllardır tüm Türk müdahaleleri ve yaşanan çatışmalar için bir meşruiyet kaynağı oluşturdu. Şimdiden Bağdat'tan, Irak ordusunun ve merkezi güvenlik güçlerinin PKK savaşçıları ile Türk ordusunun ayrılmasından sonra boşalacak alanı kontrol etmesine olanak tanıyan ikili bir anlaşma için ara sıra çağrılar duyuyoruz. Bunun Türkiye için bir garanti ve merkezi otoritenin doğal hakkı olduğunu savunuyorlar. Ancak bu durum, coğrafi alanın IKBY’nin federal egemenliği altında olduğunu vurgulayan Bölgesel Yönetim tarafından kabul edilebilir değil.”

Bu durum, elbette, bölgenin iki ülke arasındaki sınır noktalarını korumak ve denetlemek için Irak Ordusu’na bağlı sınır muhafız birliklerinin varlığını kabul etmesiyle çelişmiyor; ancak bu da söz konusu konuları düzenleyen, sınır muhafız birliklerinin üyelerinin sınır illerinden olması gerektiğini öngören anayasal norm ve prosedürlere uygun olmalı.

 Uzman araştırmacı, bu mekanizmaya göre geri kalan alanlarla ilgili açıklamalarını şöyle sürdürüyor: “Kandil Dağları bölgesi, güvenlik açısından en karmaşık bölgedir. Çünkü PKK'nın on yıllar boyunca kurduğu altyapı, Türkiye, Irak ve İran arasında bir çekişme noktası olacaktır. Ayrıca, üç ülke arasındaki karmaşık sınır üçgeni, sınırlarının belirlenmesi ve bu sınırlar içindeki coğrafi müdahalelerin yeniden düzenlenmesi için siyasi bir anlaşma gerektirecektir. Ancak en önemlisi, üç ülke arasındaki kaçakçılığın geçiş güzergahı olan bölge, bu geçiş güzergahlarını kontrol etmeye yönelik bir anlaşmaya varılmasını da gerektirecektir. Ancak Türkiye, hiçbir silahlı örgütün bölgeye geri dönmemesini sağlamak için bölgedeki varlığının sürekli olmasını talep edecektir. Zira Kandil Dağları, 1960'ların başından beri çeşitli Kürt silahlı hareketlerinin merkezi oldu ve bu ülkeler burayı, kendilerine radikal bir şekilde karşı olan herhangi bir siyasi akımı cezbedebilecek bir model olarak görmektedir.

PKK’nın yakın gelecekte boşaltacağı alanların yeniden şekillendirilmesi sürecini takip edecek iki önemli konu daha var. Yıkılan ve boşaltılan binlerce köyün yeniden inşası ve yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşünü teşvik etmek için muazzam bütçeler gerekiyor

Ninova (Musul) şehrinin kuzeybatısındaki Sincar ilçesine gelince, bu öncelikle siyasi bir mesele. IKBY hükümetinin 2020 yılında Bağdat hükümeti ile imzaladığı anlaşma, yıllardır ilçeyi kontrol eden PKK ile bağlantılı Sincar Direniş Birlikleri'nin (YBŞ) varlığı nedeniyle uygulanmadı. YBŞ, DEAŞ terör örgütü tarafından korkunç bir soykırıma uğrayan Yezidi topluluğu içinde toplumsal tabanların desteğine sahip olduğunu söylüyor.

sdvfgr
PKK’nın üst düzey komutanlarından Amed Malazgirt, Irak-İran-Türkiye sınırına yakın Zagros Dağları'nın bir parçası olan Kandil Dağları'ndaki bir mağarada Agence France-Presse ile yaptığı röportaj sırasında, 29 Kasım 2025 (AFP)

Dahası, bu birlikler resmi olarak Iraklı ve üyelerinin çoğu Iraklı/Yezidi vatandaşı. Dolayısıyla en azından ilçenin çevresindeki birçok bölgede konuşlandırılmış Haşdi Şabi Kuvvetleri’ne bağlı fraksiyonlar gibi burada kalma meşruiyetine sahip olduklarını iddia edecekler. Ancak İran, Suriye ve Türkiye sınırlarında yer alması nedeniyle son derece hassas ve hayati bir bölge olan bu yerde etkisini sürdürmekte ısrar edecektir. İran’ı bu konuda kendisine yakın Haşdi Şabi fraksiyonları da destekliyor. Aynı durum, on yıllar içinde derin bir toplumsal dokuya dönüşen Mahmur Kampı için de geçerli. Kampın kapatılması, öncelikle Türkiye'nin siyasi iradesiyle desteklenen olağanüstü bir insani, hukuki ve siyasi çaba gerektiriyor; aksi takdirde, mevcut süreçte yer alanların sonuçlarına katlanmak zorunda kalacağı yeni bir trajedinin kaynağı haline gelebilir.

Çevre ve haklar

PKK savaşçılarının yakın gelecekte boşaltacağı alanların yeniden şekillendirilmesi sürecini takip edecek iki önemli konu daha var. Yıkılan ve boşaltılan binlerce köyün yeniden inşası ve yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşünü teşvik etmek için muazzam bütçeler gerekiyor. Şarku'l Avsat'ın Al Majalla'dan aktardığı analize göre bu dağlık bölgeler, Kürdistan'ın en verimli tarım alanları arasında. Aynı durum tamamen yıkılan altyapı için de geçerli. Son yirmi yılda Kürdistan'da bir tür patlama yaşayan kalkınma süreçleri dışında kalan bu bölgelerde binlerce okul, yol ve köprü yeniden inşa edilmeli. Elbette, Irak federal hükümetinden ve bu çatışmanın bir tarafı olan, bu bölgelerde açık bir yasal veya siyasi gerekçe olmaksızın bulunan Türkiye'den de bu çabaya katılmaları beklenecektir. Askeri operasyonların onlarca yangına neden olduğu, yasaklanmış ve çevreye son derece zararlı silahların kullanıldığı göz önüne alındığında, çevrenin de yıllarca bakıma ihtiyacı olacaktır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Rusya’nın Sudan’da askeri üs kiralamasına ilişkin Mısır'ın endişelerine dair bir okuma

Sudan’ın Port Sudan Limanı’nda demirlemiş Rusya Donanması’nın bir gemisi, 27 Nisan 2021 (AFP)
Sudan’ın Port Sudan Limanı’nda demirlemiş Rusya Donanması’nın bir gemisi, 27 Nisan 2021 (AFP)
TT

Rusya’nın Sudan’da askeri üs kiralamasına ilişkin Mısır'ın endişelerine dair bir okuma

Sudan’ın Port Sudan Limanı’nda demirlemiş Rusya Donanması’nın bir gemisi, 27 Nisan 2021 (AFP)
Sudan’ın Port Sudan Limanı’nda demirlemiş Rusya Donanması’nın bir gemisi, 27 Nisan 2021 (AFP)

Amr İmam

Kahire, Hartum ve Moskova arasında 2020 yılında imzalanan anlaşmayı yeniden canlandırma çabalarını ve Port Sudan’ı Mısır'ın güney sınırında, Kızıldeniz'deki Rusya'nın en yeni deniz üssü haline getirmeye hazırlanmasını büyük endişe ve öfkeyle izliyor.

Öte yandan anlaşmayı alelacele uygulamaya koymak, zor durumdaki Sudan ordusu için tamamen anlaşılabilir bir durum. Mühimmatını ve kontrol ettiği toprakları tamamen yitirmek üzere olan ordunun artık çok fazla zamanı da yok. İç savaş, onu kenara itip Sudan'ı daha da parçalanmaya ve bölünmeye sürüklemekle tehdit ediyor. Rusya’nın Port Sudan'da edineceği deniz üssü, bu ordunun hayatta kalmak ve Sudan'ın bir bütün olarak kalmasını sağlamak için ihtiyaç duyduğu silah, eğitim ve koruma karşılığında ödenecek bedel olacak.

Moskova ise giderek artan zorluklarla karşı karşıya. Tartus'taki dayanağı sarsılan ve Türkiye'nin boğazlarını kapattığı Kremlin, artık sıcak sulara açılan yeni bir çıkış noktasına ihtiyaç duyuyor. Ancak bu gelişme Süveyş Kanalı Kızıldeniz'de Husilerin neden olduğu krizden çıkmaya çalışırken, Etiyopya ile Nil Nehri suları sorunu konusunda gerginlikler zirveye ulaşmışken, Mısır için daha kötü bir zamanda gelemezdi. Zira bu gelişme, Mısır'ın en önemli su yolu olan Kızıldeniz'i süper güçler arasındaki çatışma alanına dönüştürebilir ve sadece birkaç kilometre uzaklıkta Rusya’ya ait bir deniz üssü olması ihtimali, durumu daha da tehdit ediyor.

Hayatta kalmak için bir araç

Esasen Rusya’nın Port Sudan'da bir deniz üssü kurmak için 2020 yılında yapılan anlaşmanın yeniden canlandırılması çabası, büyük stratejik hesaplarla değil, hayatta kalma mantığıyla ilişkili. Sudan ordusu, 2023 nisanında patlak veren, yüzbinlerce kişinin ölümüne ve milyonlarca kişinin evlerini terk etmesine neden olan iç savaşta hayatta kalmak için mücadele ediyor. Düşmanı olan Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK), yabancı destekçilerden gelen bol miktarda para, asker ve silaha sahip görünüyor.

Öte yandan, ordunun mühimmatı, uçakları ve seçenekleri tükenmek üzere. Batılı ülkelerin Sudan'a 1994 yılından bu yana uyguladığı yaptırımlar, çoğu modern silah pazarının kapılarını onun yüzüne kapatmış ve Sudan ordusunu silahlanma açısından ciddi bir dezavantaja sokmuştu.

Moskova, giderek artan zorluklarla karşı karşıya. Tartus'taki dayanağı sarsılan ve Türkiye'nin boğazlarını kapattığı Kremlin, artık sıcak sulara açılan yeni bir çıkış noktasına derhal ihtiyaç duyuyor.

Rusya, Sudan'ın en eski ve en güvenilir silah tedarikçisi. Bu yüzden Sudan ordusunun mevcut silahlarının çoğu Rus yapımı.

Rusya’nın Port Sudan'daki deniz üssünü 25 yıllığına kiralaması karşılığında Moskova Sudan ordusuna, gelişmiş hava savunma sistemleri, modern savaş uçakları, büyük miktarda mühimmat ve yoğun askeri eğitim gibi ihtiyaç duyduklarını sağlayacak.

Söz konusu deniz üssü, ilki silahların bedelinin ödenmesi, ikincisi Rusya ordusunun, Sudan ordusunun savaş dönemi başkenti ve son ekonomik can damarı olan Port Sudan’a doğrudan konuşlandırılması olan iki amaca hizmet edecek.

Bu gelişme, şu anda Sudan’ın batı kesiminin çoğunu kontrol eden HDK'yı yatıştıracak ve doğuya ilerleyerek ülkenin tek büyük limanını ele geçirmesini engelleyecek mi, henüz belli değil.

Büyük bir ateş gücü desteği olmadan, Sudan ordusu birkaç ay, hatta belki de birkaç hafta içinde çökebilir. Bu yüzden Sudan ordusunun generalleri, bedeli Sudan kıyılarında çeyrek asır veya daha uzun süre Rusya’nın askeri varlığı olsa bile, Rusya’nın yardımını daha hızlı ve daha uygun maliyetli bir can simidi olarak görüyor.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve eski Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir, Rusya'nın Karadeniz kıyısındaki Soçi kentinde bir araya geldi, 23 Kasım 2017 (Reuters)

Anlaşmanın onaylanmasının ardından, Rusya’nın yaklaşık 300 askeri personeli, kiralama süresi boyunca Port Sudan'da konuşlandırılacak olan nükleer enerjili deniz altıları da dahil olmak üzere dört savaş gemisini komuta etmek üzere göndermesi bekleniyor.

Moskova için böyle bir üssün kurulması son derece acil bir konu. Port Sudan’ın konumu da potansiyel alternatiflere göre daha büyük stratejik değere sahip.

Bundan tam bir yıl önce, Suriye'de Beşşar Esed rejiminin ani düşüşü, Rusya’nın Akdeniz kıyısında bulunan Tartus Limanı’ndaki askeri üssünün kaderini belirsizlik ve beklenti girdabına sürükledi.

Neredeyse iki yıl önce Türkiye, stratejik boğazları (İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı) savaş gemilerine kapattı ve böylece Rusya'nın Karadeniz filosu ile dünya okyanusları arasındaki hayati bağlantıyı fiilen kesti.

Dahası, Kremlin için krizi daha da şiddetlendiren Ukrayna saldırıları, Rus donanmasını kısmen felç etti ve olağan deniz yollarını kapattı, gemilerini uzak denizlere ulaşmak için Avrupa ve Afrika çevresinde uzun ve tehlikeli dolambaçlı yollara zorladı.

Rusya’nın Port Sudan'daki deniz üssünü 25 yıllığına kiralaması karşılığında Moskova, Sudan ordusuna, gelişmiş hava savunma sistemleri, modern savaş uçakları, büyük miktarda mühimmat ve yoğun askeri eğitim gibi ihtiyaç duyduklarını sağlayacak.

Ancak Port Sudan limanı, tek seferde büyük bir stratejik değişim getirebilir. Bu limanın rolü, Rus gemileri için bir demirleme yeri olmakla sınırlı kalmayacak, aynı zamanda bir onarım tersanesi, yakıt deposu ve elektronik iletişimi kesme istasyonu olarak da işlev görebilir.

Kızıldeniz’deki yeni üs, abluka altına alınması kolay olan Akdeniz'in dar deniz boğazlarından uzakta ve NATO'nun ana devriye alanlarının dışında iki katmanlı stratejik koruma ile güçlendirilecek.

Bu konum, Moskova'nın Afrika kıtasındaki ilk gerçek anlamda kalıcı deniz üssünü oluşturacak ve geçici deniz ziyaretlerini yıl boyunca sürdürülebilir bir stratejik varlığa dönüştürecek.

Ancak, potansiyel kazançlarla ilgili tüm bu konuşmaların arasında, göz ardı edilemeyecek zorlu gerçekler de var.

Ukrayna'daki savaş, Rusya'yı askeri ve ekonomik olarak tüketirken büyük miktarda mühimmat ve füze harcadı, devlet kasasını boşalttı. Fabrikaları ile tersaneleri artan talebi karşılamakta zorlanmaya başladı.

scdfr
Port Sudan'a yapılan İHA saldırısının ardından yükselen dumanlar, 6 Mayıs 2025 (AFP)

Bu açıdan bakıldığında, gerçeklik kaçınılmaz olarak “Ukrayna'da üç yıl süren acımasız savaşın ardından, Rusya sınırlarından binlerce kilometre uzakta tamamen yeni bir üs inşa etmek, donatmak ve korumak için hala yeterli mali kaynaklara, askeri teçhizata ve operasyonel rezervlere sahip mi?” sorusunu akıllara getiriyor.

Mısır'ın endişeleri

Mısır için Sudan stratejik bir komşu, güneydeki kalkanı, Nil Nehri’nin kaynağının koruyucusu ve Afrika Boynuzu'ndan gelebilecek herhangi bir kargaşaya karşı son tampon bölgedir.

Bundan dolayı Kahire, Sudan topraklarında, özellikle Kızıldeniz kıyılarında yabancı askeri varlığı, sadece ikili bir mesele olarak değil, hayati ulusal güvenlik çıkarlarına aykırı bir durum olarak görüyor.

Bu tutum, özellikle Mısır'ın sınırlarına yakın bölgelerde yabancı askeri üslerin kurulmasına karşı -neredeyse kesin bir ilke haline gelmiş olan- derin tarihi duyarlılığı göz önüne alındığında yeni sayılmaz. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Mısır, silah anlaşmaları veya ortak tatbikatlar yoluyla Rusya ile askeri iş birliğini sıcak bir şekilde karşılarken, komşularının topraklarında kalıcı yabancı askeri tesislerin kurulmasına karşı, aynı müttefik olsa bile, tutarlı bir şekilde net kırmızı çizgi çiziyor.

Tarih, Kahire'nin herhangi bir yabancı askeri varlığı reddetme konusunda ne kadar kararlı olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

2017 yılında, dönemin Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir, Türkiye'ye Kızıldeniz'deki Sevakin Adası’nda deniz üssü kurma hakkı tanıyan bir anlaşma imzaladığında Mısır, buna derhal ve son derece öfkeli bir tepki gösterdi.

Dışarıdan bakan gözlemcilere göre bu, Ankara ile Kahire arasındaki kronik bölgesel çatışmanın yeni bir turu gibi görünebilirdi ve bazıları bunu iki rejim arasındaki derin ideolojik farklılıkların yansıması olarak yorumladı.

Ancak Mısır'ın Türkiye'nin Kızıldeniz'deki askeri varlığına tepkisi, salt ideolojik anlaşmazlıklardan çok daha derin nedenlerden kaynaklanıyordu. Bu, düşman ya da rakip olsun, yabancı bir gücün hayati stratejik sınırlarının derinliklerinde askeri varlık kurmasına izin verme ilkesini temelden reddeden bir ülkenin içgüdüsel tepkisiydi.

frgt
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Sudanlı mevkidaşı Ali Yusuf eş-Şerif, Moskova'da düzenlenen bir toplantıda, 12 Şubat 2025 (AFP)

2020 yılında, Rusya’nın Port Sudan'da bir lojistik üssünün kurulacağına dair ciddi söylentiler dolaşmaya başladığında, Mısır Genel İstihbarat Servisi yetkilileri derhal Hartum'a giderek acil bir açıklama talep ettiler ve bu öneriyi bölgedeki yazılı olmayan kuralların açık ihlali olarak değerlendirdiler.

Bu yönetim, ilkeleri şimdi her zamankinden daha zor ve belirleyici bir sınav veriyor.

Sudan'da şiddetli iç savaş, yüz binlerce mültecinin Mısır'a akın etmesine yol açarak, ülkenin ekonomik yükünü artırdı ve güney sınırını istikrarsızlaştırdı.

Rusya’nın Sudan’ın Kızıldeniz kıyısında potansiyel bir askeri varlığı, Rusya’nın Hartum'daki iktidara doğrudan askeri koruma ve güvenlik garantileri sağlamasına olanak tanıyabilir. Bu tür güvenlik garantileri, Mısır'ın Sudan'ın başlıca hamisi ve koruyucusu olarak tarihi rolünü doğrudan etkileyebilir ve hatta bu geleneksel nüfuzuna açık bir meydan okuma oluşturabilir.

Rusya'nın güvenlik garantileri, Mısır'ın Sudan'ın başlıca hamisi ve koruyucusu olarak tarihi rolünü doğrudan etkileyebilir ve hatta bu geleneksel nüfuzuna açık bir meydan okuma oluşturabilir.

Tamamen stratejik bir bakış açısıyla, Rusya'nın Sudan'da askeri olarak konuşlanması için daha kritik bir zaman olabileceğini düşünmek zor. Küresel ticaretin yaklaşık yüzde 12'sinin geçtiği Kızıldeniz, Süveyş Kanalı gelirleri sayesinde Mısır ekonomisi için en önemli can damarı olmaya devam ediyor.

Husilerin Aden Körfezi ve Kızıldeniz'de Gazze'deki savaşla stratejik olarak bağlantılı olarak iki yıldır sürdürdüğü saldırılarının ardından, deniz seyrüseferi, ancak yeni yeni ve yavaş yavaş toparlanmaya başladı.

Bu kırılgan denkleme Rusya’nın Sudan’da kalıcı bir deniz üssünün eklenmesi, Moskova’ya Mısır’ın egemenliği ve ekonomisi için hayati önem taşıyan deniz yollarını izleme ve hatta isterse kesintiye uğratma imkânı verebilir.

Komşu ülke Cibuti, halihazırda başta ABD, Fransa ve Çin olmak üzere çok sayıda yabancı askeri üsse ev sahipliği yapıyor.

Bölgeye Rusya’nın Sudan’da kalıcı bir deniz üssü edinmesinin eklenmesi, Kızıldeniz'i gergin ama yönetilebilir bir alan olmaktan çıkarıp süper güçler arasında açık bir çatışma alanına dönüştürecek, bu da Mısır'ın kaçınmaya çalıştığı türden bir kaosa yol açacaktır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Beyrut-Tahran ilişkilerinde yeni bir sarsıntı

Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci, Haziran 2025'te Beyrut'ta İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi'yi kabul etti (Arşiv- IRNA)
Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci, Haziran 2025'te Beyrut'ta İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi'yi kabul etti (Arşiv- IRNA)
TT

Beyrut-Tahran ilişkilerinde yeni bir sarsıntı

Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci, Haziran 2025'te Beyrut'ta İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi'yi kabul etti (Arşiv- IRNA)
Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci, Haziran 2025'te Beyrut'ta İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi'yi kabul etti (Arşiv- IRNA)

Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci'nin İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi'nin Tahran'ı ziyaret etme davetini reddetmesi ve görüşmenin üçüncü bir ülkede yapılmasını önermesi üzerine, Lübnan ile İran arasındaki diplomatik ilişkiler yeniden sarsıldı.

Recci dün yaptığı açıklamada, bu dönemde Tahran'ı ziyaret etme davetini kabul etmediği için özür dilediğini ve bunun yerine "karşılıklı olarak mutabık kalınan tarafsız bir üçüncü ülkede" toplantı yapılmasını önerdiğini söyledi. Recci, İran'ı ziyaret etmeme kararının nedeninin "mevcut koşullar" olduğunu belirterek, bunun "görüşmeyi reddetmek anlamına gelmediğini, aksine uygun bir ortamın mevcut olmadığı anlamına geldiğini" vurguladı.

Recci, Beyrut ve Tahran arasında yeni bir başlangıcın, ulusal egemenliğe saygı, iç işlerine karışmama ve devletler arası ilişkileri düzenleyen normlara karşılıklı bağlılık da dahil olmak üzere, açık temeller üzerine kurulması gerektiğini açıkladı. Ayrıca ülkesinin, şeffaflık ve karşılıklı saygı ile karakterize edilen "yapıcı" bir ilişki kurmaya hazır olduğunu ifade etti.