Allavi: Saddam cesur bir gençti, iktidar onu ortağı ve hesap vereceği biri olmayan bir zorbaya dönüştürdü

Eski Irak Başbakanı İyad Allavi, Şarku'l Avsat'a Baas Partisi ile olan yolculuğunu, Saddam’ı ve işgal sonrası Irak’ı anlattı. (son bölüm)

TT

Allavi: Saddam cesur bir gençti, iktidar onu ortağı ve hesap vereceği biri olmayan bir zorbaya dönüştürdü

Allavi: Saddam cesur bir gençti, iktidar onu ortağı ve hesap vereceği biri olmayan bir zorbaya dönüştürdü

İyad Allavi'nin okul arkadaşı olan ve 1959 yılında Irak lideri Abdulkerim Kasım'a düzenlenen suikast girişimine adının karışması nedeniyle uzun bir süre uzak kaldığı Bağdat Tıp Fakültesi'ne daha sonra geri dönen Abdulkerim eş-Şeyhli, 1964 yılında bir gün üniversiteye cılız bir gençle birlikte geldi. Şeyhli, bu cılız genci Allavi ile tanıştırdı. Gencin adı Saddam Hüseyin’di. Genç Saddam, daha sonra da benzer ziyaretlerde bulunacak ve Allavi'ye birçok kez “İkiz kardeşim nerede?” diye soracaktı. Saddam, bu ziyaretlerden birinde yine Allavi’ye Şeyhli’nin nerede olduğunu sorduğunda Allavi ona, Şeyhli’nin derste olduğunu ve ders bittikten sonra geleceğini söyledi. Birlikte birer kahve içmeyi ve biraz laflamayı öneren Allavi, daha sonra Şeyhli’nin kendilerine katılabileceğini ekledi. Üç genç arasında bir dostluk oluştu. Böylece görüşmeye başladılar. 1964 yılında hapishane arkadaşlığı da yapacaklardı. Fakat Saddam daha sonra Baas Partisi’nin ve ülkenin tartışmasız tek efendisi olduğunda, kader çizgileri değişecekti.

scdfvg
Irak’ın eski Başbakanı İyad Allavi, Şarku’l Avsat Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’in sorularını yanıtladı. (Şarku’l Avsat)

Allavi,1978 yılında ‘Saddam'ın baltasıyla’ ölümün eşiğine gelmesinin ardından rakibinin vasıflarını ve avantajlarını kabul etmek zorunda kaldı. Şarku’l Avsat için gerçekleştirdiğim röportajda 1960’lı yıllarda Saddam ile tanıştığı ilk dönemlerde onun nasıl biri olduğunu sorduğum Allavi şu yanıtı verdi:

“İlk tanıştığımızda partide önemli bir rolü yoktu. Ama yüce gönüllü ve güçlü iradeye sahip bir adamdı. Baas Partisi’nin neferlerinden biri olarak görülüyordu. Partinin ideolojisine bağlıydı.”

Allavi, Saddam'ın iktidarının düşmesinden sonra başbakanlığını yaptığı hükümetin Saddam hakkında soruşturmalar yürüttüğünü ve cumhurbaşkanlığı uçağı da dahil olmak üzere adına kayıtlı tek bir mülk dahi bulamadıklarını’ itiraf etmekte zorluk çekmedi. Irak'ta yaşanan felaketlerden ve trajedilerden tıp fakültesinde tanıştığı genç adamı sorumlu tutsa da Baas Partisi’nde yükselmesine yardımcı niteliklere sahip olduğunu da inkar etmiyor. Allavi’ye göre iktidar Saddam Hüseyin’i, ortağı ve hesap vereceği biri olmayan  zorbaya dönüştürdü.

Saddam'ın zalimliği

Allavi'ye Saddam'ın zalimliğini sorduğum. Bundan sonrasını onun ağzından dinleyelim:

Saddam'ınki gibi bir zalimliğe hiç tanık olmadım. Burada son derece önemli bir olayı anlatabilirim. Baasçılar arasında Baas Partisi'nin Suriye kanadında çalışmış olan ve Irak’a iltica eden Hüseyin Hazbar adında Karadalı bir kişi vardı. Bir grup Baasçıyla birlikte bir restoranın bahçesinde akşam yemeği yiyorduk. Saddam ve Sadun Şakir neşeli bir halde ve gülerek yanımıza geldiler. Onlara bu kadar neşeli olmalarının nedenini sordum. Asma köprüde Hüseyin Hazbar'la karşılaştıklarını ve onu tabancalarının dipçiğiyle dövdüklerini, ardından adını bilmedikleri bir hastaneye götürdüklerini söylediler. İçimiz rahat etmedi. Bir grup oluşturarak hastaneye gittik ve adamı muayene ettik. Hal hatır sorduk. Böylece partiyi, bir zulüm ve bir nevi ihanet olan bu eylemden temize çıkardık. Adama beş kişinin saldırdığını öğrenmiştim. Tek başına köprüden geçerken etrafını sarıp onu dövmüşler.

vsfgeth
Irak Başkan Yardımcısı Saddam Hüseyin, 1978 yılında Irak'ın kuzeyindeki Musul kenti yakınlarında yapılan Nevruz kutlamaları sırasında Araplar ve Kürtlerden oluşan bir kalabalığa hitap ederken. (Getty Images)

Baas Partisi’nin Ekim 1969’da iktidara gelmesinden sonra Saddam’la yaşanan başka bir olayı daha hatırlıyorum. Dönemin Dışişleri Bakanı Abdulkerim eş-Şeyhli beni arayıp ertesi gün yani cuma günü işim olup olmadığını sordu. Ben de kimseye söz vermediğimi söyledim. Beni evinde bir kahve içmeye davet etti. Ardından Dışişleri Bakanlığı'na gidip, imzalaması gereken bazı evraklar olduğunu söyledi. Sonra da birkaç sülün avlayan Saddam'la öğle yemeği yemek için av kulübüne gidecektik. Ertesi gün Şeyhli’nin evine gittim. Kahve içtik, partinin meselelerini ve son durum hakkında konuştuk. Kendisinin bir uçta, partinin ise başka bir uçta olduğunu söyledi. Ben de kendisine partiden uzak durmaması gerektiğini, çünkü gerçek nüfuzunun parti içinde olduğunu, Dışişleri Bakanlığı'ndaki işlerle meşgul olması için özel girişimler olduğunu söyledim.

Benimle aynı fikirdeydi. Evin garaj yoluna çıkıp onun makam aracına bindik. Arabayı o kullanıyor, ben de yan koltukta oturuyordum. Bahçe kapısına geldiğimizde içinde korumaların olduğu bir araba bizi takip etmeye başladı. Otuz metre ilerlemiştik ki sokağın ortasında ağlayan bir kadın bizi durdurdu. Arabadan indik. Kadın İngilizdi. Bakana, bir Iraklı Hıristiyan mühendisle evli ve iki çocukları olduğunu, gizli polisin onu evinde dövdükten sonra tutuklayıp götürdüğünü, kendisinin nerede olduğunu bilmediğini söyledi. Kadın, kocasının siyasetle uğraşmadığını ve İngiltere'deki Manchester Üniversitesi'nden doktorası olduğunu da belirtti.

Bakan, kadından telefon numarasını istedi. Numarayı görevlilerden biri kaydetti. Ardından bakanlığa gittik. Emniyet müdürüyle şahısla hakkında görüştük. Bakan, ‘Kendisinden (mühendisten) özür dilediler ve bir yazı verdiler, resmi araçla evine gönderdiler. Hemen eşiyle görüşmesi gerek’ dedi. Sonra bakanlıktan ayrılıp av kulübüne gittik, Saddam bizi bekliyordu.

gtrhy
Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in 1981 yılına ait bir fotoğrafı. (Getty Images)

Şeyhli’nin yanında renkli fotoğraflar çektiğini ve anında baskı yaptığını söylediği bir fotoğraf makinesi vardı. Saddam, onu nereden aldığını sordu. Bakan da New York'tan aldığını söyledi. Saddam, ‘Doktorla benim fotoğrafımızı çek’ dedi. Saddam’a ‘Tutuklandığımız ve ailelerimizin yiyecek ve temiz kıyafet vermek için bizi aradıkları zamanı hatırlıyor musunuz?’ diye sordum. O da ‘Elbette, evinizdeki lezzetli yemekleri de hatırlıyorum. Sofranızda üzüm pekmezi de vardı’ diye karşılık verdi. Sonra ‘Ey Ebu Uday; bir zamanlar ailemiz bize (cezaevinde) yemek verirken beyaz bir darbe yaptık. Çünkü hükümetten memnun değildik’ dedim. O da başıyla beni tasdikledi. Ona İngiliz kadının hikayesini anlattım ve bunun nasıl olabildiğini sordum. Saddam bana baktı ve ‘Doktor, o zaman düşmanları nasıl korkutacağız?’ dedi. Bunun üzerine ‘Ey kardeşim Ebu Uday, bu adam düşman değil. Sen masum bir insanı, çocuklarını, iş arkadaşlarını ve İngiltere'ye ailesini ziyarete gittiğinde kaçınılmaz olarak bunları anlatacak olan yabancı uyruklu karısını korkuttun. Oradakilere kocasının başına gelenleri anlatacaktır. Bu, Irak'ın itibarı açısından iyi bir şey değil’ dedim. Saddam uzun süre bana baktı ve ‘Kardeşim Dr. İyad, bu kadar yumuşak bir kalple devrim ilerleyemez’ dedi. Ben de ‘Kardeşim Ebu Uday, 1963 yılında kanlı yöntemi denedik ama başarılı olamadı’ dedim.”

Sürprizlerle dolu bir ziyafet sofrası

Allavi, eski Dışişleri Bakanı Abdulkerim eş-Şeyhli’nin hikayesini ve Saddam rejiminin ondan nasıl kurtulduğunu ise şöyle anlattı:

Şeyhli'nin Dışişleri Bakanlığı'ndaki görevinden alınışının hikayesi de anlatılmaya değer. Şeyhli bir kıza evlenme teklif ediyor ve nişanlanıyorlar. Saddam da Şeyhli ve nişanlısını yemeğe çağırıyor. Yemeğe İçişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Salih Mehdi Amaş ve eşi de davetli. Yemek sırasında Bağdat Radyosu’ndan Şeyhli ve Amaş'ın görevden alındığı haberi geçiliyor. Şeyhli beni arayıp ‘Haberi duydun mu?’ diye sordu. ‘Hangi haber?’ dedim. Bana nişanlısını eve götürürken şoförünün ‘Haberi duydunuz mu?’ diye sorduğunu, ‘Ne haberi?’ dediğinde ‘Sizi, partideki ve hükümetteki görevlerinizden aldılar’ dediğini söyledi.

Şeyhli, Abdulkerim Kasım'a yönelik suikast girişiminde Saddam'ın yanındaydı. Saddam suikast girişimi sırasında şarapnel parçasıyla yaralanmıştı. Mısır'a kaçtılar. Orada birlikte kardeş gibi uyum içinde bir süre yaşadılar. Şeyhli tam bir Arap milliyetçisiydi, Baas Partisi’nde üstlendiği roller vardı ve üst düzey görevlere sahipti. Şeyhli daha sonra ev hapsine alındı. Faturalarını ödenmediği gerekçesiyle kasıtlı olarak evinin elektriği kesildi. 1980 yılında elektrik idaresine gittiğinde karısının gözü önünde vurularak öldürüldü. Ne yazık ki yurtdışındayken Irak'a dönmemesi gerektiği tavsiyemi dinlememişti.”

Allavi’nin Baas Partisi’yle olan yolculuğu

Allavi'ye Baas Partisi’yle yolculuğunun nasıl başladığını sorduğumda şunları anlattı:

Baas Partisi’nden Vemid Ömer Nazmi abim Sabah'ın bir arkadaşıydı. Ne zaman yanımıza gelse bana Baas Partisi’nden bahsederdi. 14 Temmuz 1958 darbesinden iki ay sonra Baas Partisi’ne sempati duymamda büyük rol oynadı. Bundan ailemin haberi yoktu. Komünizme karşı olduklarını düşündüğüm bazı arkadaşlarımla yakınlaştım, bazılarının Baas Partisi'nden olduğuna dair şüphelerim vardı. Ömer Nazmi, bana Baas Partisi’ne üye olduğunu söyledi. Partiden bahseden broşürler ve kitaplar verdi. Daha 13 yaşındaydım, 14’üme yaklaşıyordum. Baasçılara katılmaya karar verdim ama ailemden korkuyordum. O zamanlar komünizme karşı çıkmak için Baas Partisi'ne katılmam gerektiğine inanıyordum ve katıldım. Buna ailemden kimsenin haberi olmadan karar verdim.

vgth
Saddam'ın memleketi Tikrit çekilen 1960 tarihli bir fotoğrafı. (Getty Images)

Abdülkerim Kasım'ın, Nazım Tabakçalı, Rıfat el-Hac Seri ve yol arkadaşları başta olmak üzere bir grup şerefli adamı idam ederek şehit ettiği güç gösterisinde, Azamiye’de başlayan ve benim de katıldığım gösterilerin organizatörü Rafi Taka ve diğer kardeşlerle tanıştım. Coşkuluyduk, gösterilere katılan diğer eylemcilerle birlikte Bağdat sokaklarında sürüklenerek öldürülen Nuri es-Said'e olanlara atıfta bulunarak, ‘Ey Bağdat, devrimci ol, devrimci ol ve Kasım’ı bırak, Nuri'yi takip et’ sloganları atmaya başladım. Daha sonra hükümet karşıtı broşürler dağıtırken askeri inzibat tarafından tutuklandım. Çok genç olduğumdan on gün sonra serbest bırakıldım. Mahkemede hakim bana ‘Ailenin yanına git’ dedi. Çok üzgündüm çünkü sabırsızlıkla zaferler kazanmayı bekliyordum. Daha sonra öğrencilerin düzenlediği oturma eylemlerine ve protestolarına katıldım. Bunlardan bazılarında da tutuklandım.”

Tankın üstünde

Baas Partisi, 8 Şubat 1963 yılında Hazım Cevad liderliğindeki Irak’ta iktidarı ele geçirdiğinde, Allavi, aralarında önemli isimlerin de olduğu ‘First Class Hapishane’de tutukluydu. Bu isimler arasında Ali Salih es-Sadi, Ahmed Hasan el-Bekir, Salih Mehdi Ammaş ve Hasan en-Nakib bulunuyordu. Mahkumlar hapishane yakınlarında alışılmışın dışında bir hareketlilik hissettiler. Bağdat'ta bir askeri hareketlilik olduğunu duymuşlardı ama hareketliliğin kim tarafından başlatıldığını, komünistler mi yoksa Baasçılar mı olduklarını bilmiyorlardı. Gardiyanların tutumları aniden değişti. Mahkumlara iyi davranmaya başladılar. Öğlen saat 12.00 sularında üç tank cezaevini bastı. Bunlardan birinden makineli tüfekli bir polis memuru çıkıp kapıların açılmasını, cezaevi müdürünün tutuklanmasını ve tutukluların serbest bırakılmasını emretti. Askeri darbenin arkasında Baas Partisi’nin olduğu anlaşıldı.”

Allavi daha sonra yaşananları şöyle anlattı:

Mutlu bir şekilde yola çıktık. Tankların üzerine çıktık. Bindiğim tank, daha sonra arkadaşım olan subay Enver Abdulkadir el-Hadisi tarafından kullanılıyordu. Sanırım benimle aynı tankta (Irak’ın Saddam rejimi sonrası başbakanlarından) Adil Abdulmehdi de vardı.

hyj6uı
Saddam Hüseyin, 1983 yılında Bağdat’taki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlediği basın toplantısında. (Getty Images)

O gün Abdulkerim Kasım'ın saklandığı Savunma Bakanlığı'nın bombalanmasına katılan pilot Munzir el-Vendavi’nin adı öne çıkacak, ertesi gün Kasım, tıpkı Saddam Hüseyin'in daha sonra ipin boynuna geçirilmesinden önce yaptığı gibi, kendisini idam etmek isteyenlerin gözlerini bağlamasını reddederek radyo binasında idam edilecek, Bağdat o günlerde şiddetli çatışmalara sahne olacaktı.

Allavi, sözlerini şöyle sürdürdü:

Komünist Parti o gün destekçilerini devrime karşı durmaya çağırıyordu. Bunun üzerine Abdulgani er-Ravi liderliğindeki ordu, komünistler karşısında sağlam durulması çağrısında bulunduğu bir bildiri yayınladı. İçişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Salih es-Sadi, Ravi'nin etkisiyle 1963 devrimine karşı çıkan komünistlerin yok edilmesi çağrısında bulunan bir bildiri yayınladı. Ne yazık ki komünistlerle dokuz ay boyunca arkasında birkaç askerin olduğu kanlı ve korkunç çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalara Vendavi komutasındaki Cumhuriyet Muhafızları’nın uygulamaları eşlik ediyordu.

Açıkçası önemli olan Baas Partisi’nin bir düşünce, bir ideoloji ve bir duruş olarak 1963 yılında bitmiş olmasıydı. Baas Partisi’nden ayrılmaya karar vermiştik ama o yıldan sonra yaşananlar ve partiye geri dönmemizin nedeni Abdusselam Arif döneminde, yani gençliğimizde maruz kaldığımız zulüm, tutuklanmalar ve baskılardı. Hükümeti devirecek bir askeri darbeye hazırlanmak için parti çalışmalarına dönme kararı aldık.

Saddam ile hapishane arkadaşlığı

Baas Partisi, 1964 yılı sonbaharında Abdusselam Arif'in partiyi uzaklaştırdığı iktidarı geri almak için bir darbe girişimi başlatmaya karar verdi. Bu amaçla Hanin Birimi adı verilen bir birim oluşturuldu. Birimin başına Saddam Hüseyin, Abdulkerim eş-Şeyhli ve Muhammed Fadıl getirildi. Darbe hazırlıkları eylül ayı başlarında ortaya çıktı. Ekim ayı sonlarına kadar tutuklamalar ve soruşturmalar devam etti. Yetkililer büyük bir tutuklama kampanyası başlattı. O dönemde tutuklananlar arasında benimle birlikte Saddam, Şeyhli, Salah Ömer el-Ali, İmad Şebib ve Hamid Cevad vardı.

hyjuı
Hasan el-Amiri, Abdulkerim eş-Şeyhli ve Saddam Hüseyin’in 1964 yılında hapisteyken çekilen fotoğrafı.

Saddam ve Şeyhli, Sadun bölgesindeki bir eczaneye girerek hapishaneden kaçtılar. Genellikle mahkemeden hapishaneye gizlice dönüyorlardı, ancak o gün ilaç almaları gerektiğini öne sürdüler. Birkaç gardiyanla birlikte eczaneye girip eczanenin diğer kapısından kaçtılar. Kendilerini bir araba bekliyordu ve binip gittiler. Dönemin Irak Başbakanı Abdurrahman el-Bazzaz, onlar ve diğerleri hakkında af çıkarana kadar partinin gizli mekanlarında saklandılar. Bu da partinin yeniden diriltilmesi ve iyileştirilmesi sürecinin hızlanmasına yardımcı oldu. Irak'ta rejimi darbeyle değiştirmenin yolları ve olasılıkları hakkındaki ilk fikir ortaya böyle atıldı ve konuşulmaya başlandı.

Tıp fakültesinden 1970 yazında mezun oldum ve 1971 yılının ekim ayında Irak'tan ayrılarak Lübnan'da yaşamaya başladım. Partinin önde gelen isimlerini değiştirerek ve partiyi yeniden eski konumuna döndürerek partinin gittiği bazı yolları değiştirmek için başkalarıyla anlaşmaya kararlıydım. Partiden ayrılmamın pek çok nedeni vardı. Bunların başında parti içi ve parti dışı özgürlüklerin yok olması geliyordu. Olup bitene ikna olmamam ve egemen kararın tek adam tarafından verilmesi yönündeki prosedürleri reddetmem nedeniyle bana ve başkalarına karşı yapılan tacizler de bu nedenlerden biriydi. Bu durum, başta Saddam Hüseyin el-Tikriti olmak üzere partinin bazı önemli isimleriyle aramda ciddi gerilimlere neden oldu.

Saddam sinirlenince

Bu yabancılaşma, Şeyhli ve Amaş’ın görevden alınması ve Samir Necim'in parti başkanlığından istifasının kabul edilmesinin ardından Saddam'la aramda geçen telefon görüşmesinde açıkça ortaya çıktı. Saddam’la bir telefon görüşmesi yaptım. O zamanlar tıp fakültesindeydim. Gergin bir görüşmeydi. Şeyhli’nin aleyhinde konuşmamı istedi. Şeyhli, Amaş ve Samir Necim'in partiden ihraç edilmesinin ardından parti tüzüğünün askıya alınmasına ve bunun sonucunda yaşanan gerginliğe itiraz ettim. Bütün bu siyasi gerilim, partideki bazı yakın olduğum isimleri bana uzman doktor olmak için yurtdışına gitmemi tavsiye etmeye itti. Ben de önce Lübnan'a, oradan da Londra'ya gittim.”

Allavi'ye gitmesini tavsiye edenler arasında, özellikle Kamu Güvenliği Direktörlüğü görevini üstlendiği sırada yaptıklarıyla ‘Zalimler Kulübü’ olarak bilinen grubun önde gelen üyelerinden biri olan Nazım Kezar adlı arkadaşı da vardı. Kezar, 1973 yılında Ahmed Hasan el-Bekir ile Saddam Hüseyin'e partinin temel yaklaşımından saptıkları gerekçesiyle suikast yapmayı planladı. Ancak Ahmed Hasan el-Bekir’in uçağı geç indi. Bunun üzerine komplocular suikast planının ortaya çıktığını düşündüler. Kazar, İran sınırına doğru kaçtı, ancak Irak ordusu peşine düşmüştü. Yakalanan Kezar, derhal infaz edildi.

Allavi, bundan sonra yaşananları şöyle aktardı:

Kezar, derhal başının arkasından ateş edilerek infaz edildi. Yakalanmış olmasına rağmen mahkemeye çıkarılmadı. O şimdiye kadar tanıştığım en cesur adam. Korku nedir bilmezdi. Baas Partisi’nin öğrenci ofisinde birlikte çalışmıştık. Cesaret doluydu ve partinin hedeflerine sıkı sıkıya bağlıydı. En az Saddam kadar katıydı. Sert, güçlü ve adil biriydi. Dürüstlüğünden şüphe edilmezdi. Bir gün bana kız kardeşinin zor bir doğuma hazırlandığını ve onu hastaneye götürecek parasının olmadığını söyledi. Kendisi Kamu Güvenliği Müdürü, bense bir tıp öğrencisiydim. Ona, ‘Yeterince paran yok mu? diye sordum. O da bana ‘Yemin ederim hiç yok’ dedi. Üniversitede hocamız Prof. Kemal es-Samarrai’nin Samarrai Hastanesi adında özel bir kliniği vardı. Onu aradım ve kendisine durumu anlattım. Bana ‘Parası olmaması mümkün mü?’ diye sordu. Ben de ‘Vallahi parası yok. O dürüst bir insan ve kendisine ait olmayan paraya el uzatmaz’ dedim. Prof. Sammarai, Kezar’ın kız kardeşinin doğumunu hastanesinde yaptırdı ve hiç para almadı. Saddam ve Kezar'ın Irak'ın görüp görebileceği en şiddet yanlısı iki adam olduğu söylenebilirdi ama ikisini de parayla işi olmadı.”

rgtyh
Abdulkerim eş-Şeyhli.

Allavi, Kezar’ın Kasr’ul-Nihaye'deki korkunç işkencelerdeki rolüyle ilgili anlatılan hikayeleri sorduğum da şunları söyledi:

(Bu anlatılanlar) Nazım Kezar'ın itibarını korkunç bir şekilde zedeledi. Kezar’a komünistlere yapılan işkencelere bizzat katıldığına dair anlatılanları sordum ama doğru dürüst bir yanıt alamadım. Komünist Parti Siyasi Büro üyeleri Aziz Muhammed, Amir Abdullah ve Fahri Kerim'e de sordum. Onun için şahsen işkencelere katıldığına dair hiçbir şey söylemediler. Elbette Nazım da Saddam gibi tıpkı şiddet yanlısı biri olmasıyla tanınıyordu.

İyad Allavi, 16 Temmuz 1968 akşamı, annesini bitkin ve üzgün bir halde görünce Lübnan'dan Irak'a döndü. O gece, ertesi gün darbe yapılacağını öğrenince darbecilerin arasına katıldı. Takvimler 17 Temmuz 1968’i gösterdiğinde Cumhurbaşkanı Abdusselam Arif, Cumhuriyet Muhafızları Komutanı Abdurrahman ed-Davud ve Askeri İstihbarat Başkanı Abdurrezzak Naif'in kendisini devirmek için Baas Partisi’yle anlaştıklarının teyit edilmesinin ardından kaderine boyun eğdi.

Saddam, 1963 yılında Baas Partisi’nin aldığı yenilgiden ders çıkarmış, orduya güvenmeme ve parti içinde gruplaşmaya izin vermeme kararı almıştı. Partinin ve ordunun kontrol altına alınmasını beklerken, Ahmed Hasan el-Bekir'in himayesine girmeyi tercih etti. Kendisine itiraz edenlerden, muhaliflerden ve iktidara ortak olduğunu iddia eden herkesten başarıyla kurtuldu. Bir gün Allavi'nin evini ziyaret eden Saddam, ona Irak'ın Beyrut Büyükelçiliği görevini teklif etti. Fakat Allavi tıp alanında uzmanlığını tamamlamak istediğini belirtip özür dileyerek teklifi geri çevirdi.

Allavi Lübnan'a, oradan da İngiltere'ye gitti. Baas Partisi’yle ilişkilerini 1975 yılında tamamen kesen Allavi, parti yönetiminin değişmesi için çalışmayı seçti. Allavi, 1978'de uğradığı suikast girişiminden sağ kurtuldu. Saddam rejiminin 2003 yılında düşmesinden ve Bağdat'a dönmesinden sonra, El Kaide tarafından düzenlenen bombalı saldırı da dahil olmak üzere kendisini hedef alan başka suikast girişimlerinden de kurtulmayı başardı.

Son söz

Röportajın sonunda Allavi'ye Saddam'ın Baas Partisi içinde yükselmeyi ve partinin kontrolünü ele geçirmeyi başarmasının sebebinin ne olduğunu sordum. Bunun başlıca iki sebebi olduğunu söyledi. Bunlardan ilkinin çok cesur, ikincisinin ise Ahmed Hasan el-Bekir'in onun yanında durması olduğunu belirtti. Allavi’ye göre Ahmed Hasan el-Bekir, Saddam'ın Baas Partisi’nin sivil tarafındaki müttefiki olduğuna inanıyordu ama Saddam partinin kontrolünü tamamen ele geçirdiğinde, Bekir'in karşısında yer aldı.

Allavi, şöyle devam etti

Herkesi erkenden uyardık ama olan oldu. Saddam, Baas Partisi'nin iktidara gelmesinden iki ay sonra aile fertlerini ve Tikritlileri iktidar kadrolarına yerleştirmeye başladı.

Allavi’nin hikayesi o kadar önemli, öyle uzun ve öyle çetrefilli ki, bir avuç sayfaya sığmıyor. Özellikle Zulüm Kulübü’nün en önde gelen isimleriyle doğrudan ilişkiler kurmuş olduğundan anlattıklarıyla karanlıkta kalan birçok noktaya ışık tuttu.



Kürt liderler Türkiye'yi Suriye'ye yönelik politikasını gözden geçirmeye çağırıyor

Halep'teki hareketlilik sırasında SDG mensupları (AFP)
Halep'teki hareketlilik sırasında SDG mensupları (AFP)
TT

Kürt liderler Türkiye'yi Suriye'ye yönelik politikasını gözden geçirmeye çağırıyor

Halep'teki hareketlilik sırasında SDG mensupları (AFP)
Halep'teki hareketlilik sırasında SDG mensupları (AFP)

Kürt liderler, Türkiye'nin Suriye'ye yönelik politikasını ve "Suriye Demokratik Güçleri"ne (SDG) karşı tekrarlanan askeri müdahale tehditlerini eleştirerek, Suriye Kürtlerinin ülkeyi bölmeyi amaçlamadığını vurguladı.

Bu durum, Suriye'deki Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) bir kolu olarak kabul edilen Kürt Halk Koruma Birimleri (YPG) liderliğindeki SDG ile Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahalleleri arasında son haftalarda yaşanan çatışmalarla gerilimin yeniden arttığı bir dönemde ortaya çıkıyor. Ayrıca, SDG'nin 10 Mart'ta Şam ile imzaladığı, Suriye ordusu ve devlet kurumlarına entegrasyonuyla ilgili anlaşmayı uygulamaya koyacağına dair hiçbir işaret de bulunmuyor.

PKK’nın önde gelen liderlerinden ve Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) Yürütme Kurulu üyesi Mustafa Karasu, "Türk devletinin Suriye'ye yaklaşımı yanlıştır. Türkiye Gazze'deki savaşa ve İsrail'in Lübnan ve Suriye'ye yönelik saldırılarına karşı çıkıyor, yani savaşa karşı ve barış istiyor, ancak aynı zamanda SDG entegrasyon anlaşmasını uygulamadığı takdirde Suriye'ye müdahale edeceğini söylüyor... Bu mantık nasıl makul olabilir?" dedi.

Suçlamalar ve uyarılar

Karasu, bugün Türk gazetelerinde de yer alan Kürt medya kuruluşlarına yaptığı açıklamalarda, Türkiye'nin tüm bölgelerde barış istediğini ancak Kürtlere karşı savaş istediğini belirterek, "Kürtler ve Şam hükümeti sorunlarını kendi aralarında görüşüp çözebilirler, çünkü bu iç meseledir ve Kürtler 'Suriye'yi bölelim' demiyor, böyle bir yaklaşım söz konusu değil" diye vurguladı.

PKK liderlerinden Mustafa Karasu (Türk medyası)PKK liderlerinden Mustafa Karasu (Türk medyası)

Türkiye'nin Suriye'ye yönelik, baskı ve tehdit yoluyla adımlarını dayatmaya dayalı politikasını değiştirmesi gerektiğini vurgulayan Karasu, şunları ekledi: “Mesele birden fazla gücün elinde. Evet, farklı güçler söz konusu. Sadece Türkiye ile sınırlı değil; diğer güçler de Suriye'de karışıklık çıkarıyor. Yapılabilecek en iyi şey Suriye'de istikrarı sağlamaktır, ancak istikrar, Şam ile Kuzey ve Doğu Suriye yönetimleri arasında çatışma ve anlaşmazlık çıkararak sağlanamaz.”

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, SDG'nin Suriye ordusuna entegrasyonu konusunda anlaşmaya varan Türkiye ve diğer tarafların sabrının tükendiğini belirterek, anlaşmanın uygulanması yönünde herhangi adım atıldığına dair bir işaret olmadığını vurguladı.

El-Şara, 22 Aralık'ta Şam'da Türk heyetiyle yaptığı görüşmede (Türkiye Savunma Bakanlığı - X)El-Şara, 22 Aralık'ta Şam'da Türk heyetiyle yaptığı görüşmede (Türkiye Savunma Bakanlığı - X)

Geçtiğimiz pazartesi günü Şam'da Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ve Türk mevkidaşı Hakan Fidan'ın düzenlediği ortak basın toplantısında Ankara ve Şam, SDG'yi lideri Mazlum Abdi ile Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara arasında imzalanan anlaşmanın uygulanmasını geciktirmekle suçladı ve Suriye'nin birliğini ve istikrarını baltalamaya yönelik her türlü girişimi reddettiklerini yineledi.

Fidan, Savunma Bakanı Yaşar Güler ve İstihbarat Başkanı İbrahim Kalın'ın da aralarında bulunduğu bir Türk heyeti Şam'da El-Şara ile görüşmeler yaparken, SDG ateşkes anlaşmasını ihlal ederek Halep'in kuzeyindeki El-Şeyhan ve El-Layramun kavşaklarına yakın noktalara saldırdı. Bu saldırı, Şam ve Ankara'ya yönelik mesaj olarak değerlendirildi.

Halep'te Gerilim artıyor

Dün gece Halep'in kuzeyinde SDG ile Suriye hükümet güçlerine bağlı gruplar arasında çatışmalar yeniden başladı.

 Halep'in Şeyh Maksud mahallesindeki bir kontrol noktasında SDG unsurları (X)Halep'in Şeyh Maksud mahallesindeki bir kontrol noktasında SDG unsurları (X)

SDG'ye bağlı İç Güvenlik Kuvvetleri (Asayiş), hükümete bağlı grupların Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerine ağır makineli tüfek ve topçu ateşiyle şiddetli bir saldırı düzenlediğini, Şeyh Maksud kavşağı yakınlarındaki kontrol noktalarından birine iki RPG mermisi isabet ettirdiklerini ve bu saldırıya karşılık verdiklerini açıkladı.

Bu gerilim, SDG ile Şam arasında 10 Mart anlaşmasının uygulanmasına ilişkin müzakereler için bir tehdit oluşturuyor.

Suriye Dışişleri Bakanlığı'ndan bir kaynak, dün resmi haber ajansı SANA'ya verdiği demeçte, SDG liderliğinin entegrasyon ve Suriye'nin birliğiyle ilgili yaptığı açıklamaların pratik adımlara veya net zaman çizelgelerine dönüşmediğini, bu durumun anlaşmaya olan bağlılıklarının ciddiyeti konusunda soru işaretleri yarattığını söyledi.

10 Mart'ta SDG'nin Suriye ordusuna entegrasyonuna ilişkin anlaşmanın imzalanması sırasında El-Şara ve Abdi (EPA)10 Mart'ta SDG'nin Suriye ordusuna entegrasyonuna ilişkin anlaşmanın imzalanması sırasında El-Şara ve Abdi (EPA)

Kaynak, Suriye ordusu çerçevesi dışında, bağımsız liderliğe ve yabancı bağlantılara sahip silahlı grupların varlığının devam etmesinin ulusal egemenliği zayıflattığını ve istikrarı engellediğini vurguladı. Aynı durum, sınır geçişlerinin tek taraflı kontrolü ve bunların pazarlık kozu olarak kullanılması için de geçerlidir.

Geçtiğimiz hafta, Türkiye Savunma Bakanı Yaşar Güler, Türkiye'nin her türlü olasılığa hazır olduğunu belirterek, SDG’den anlaşmanın uygulanması için net bir yol haritası açıklamasını istemişti.

Türk müdahaleleri

Suriye'deki Kürt Demokratik Birlik Partisi başkanlık kurulu üyesi Salih Müslim, Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerini kuşatan hükümete bağlı grupların emirleri Şam'dan değil, doğrudan Türkiye'den aldığını belirtti.

Salih Müslim (Suriye Kürt Demokratik Birlik Partisi)Salih Müslim (Suriye Kürt Demokratik Birlik Partisi)

Müslim, Türkiye'nin bu gerilimle Suriye arenasını alevlendirmeyi ve SDG entegrasyon anlaşmasını engellemeyi amaçladığını, Türk politikasının ise "Suriye'deki Kürt ve demokratik iradeyi" kırmayı hedeflediğini iddia etti.

Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinin Genel Konseyi ile Suriye hükümeti arasında 1 Nisan'da imzalanan anlaşmanın, Halep şehrinde birlikte yaşamı pekiştirmeyi ve sivil barışı teşvik etmeyi amaçladığını, iki mahallenin özel statüsünü teyit ettiğini ve Suriye hükümetindeki İçişleri Bakanlığına bağlı İç Güvenlik Güçlerinin (Asayiş) iki mahallenin korunmasından sorumlu olacağını belirtti; ancak "asi" silahlı kişilerin bu anlaşmayı tehlikeye attığını vurguladı.


Halep'te meydana gelen silahlı saldırıda Suriye "Savunma Güçleri" mensubu bir kişi öldürüldü

Geçtiğimiz hafta SDG'nin gerilimi azaltma konusunda anlaşmasının ardından Halep'te yürüyen insanlar, (Reuters).
Geçtiğimiz hafta SDG'nin gerilimi azaltma konusunda anlaşmasının ardından Halep'te yürüyen insanlar, (Reuters).
TT

Halep'te meydana gelen silahlı saldırıda Suriye "Savunma Güçleri" mensubu bir kişi öldürüldü

Geçtiğimiz hafta SDG'nin gerilimi azaltma konusunda anlaşmasının ardından Halep'te yürüyen insanlar, (Reuters).
Geçtiğimiz hafta SDG'nin gerilimi azaltma konusunda anlaşmasının ardından Halep'te yürüyen insanlar, (Reuters).

Suriye devlet televizyonu bugün, Halep'te kimliği belirsiz kişiler tarafından düzenlenen silahlı saldırıda Savunma Bakanlığı mensubunun öldürüldüğünü bildirdi.

Bu olay, Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) Halep'in Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahalleleri yakınlarındaki bir İçişleri Bakanlığı kontrol noktasına düzenlediği saldırıda Suriye İç Güvenlik Güçleri mensubunun yaralanmasından bir gün sonra gerçekleşti.

Halep vilayetindeki iç güvenlikten sorumlu Albay Muhammed Abdülgani, SDG tarafından anlaşmaların yeni bir ihlalinin gerçekleştiğini duyurdu. Şarku’l Avsat’ın Suriye TV internet sitesinden aktardığına göre saldırının Şeyh Maksud ve Eşrefiye bölgelerinde sivil hareketini düzenleme görevini yerine getiren kontrol noktası personelinin bulunduğu sırada meydana geldiğini ve personelden birinin yaralandığını vurguladı.

Abdulgani, ateşin kaynaklarının onaylanmış askeri kurallara göre etkisiz hale getirildiğini, yaralıya ilk yardım yapıldığını ve tedavi için hastaneye sevk edildiğini belirtti.

İç güvenlik başkanı, iki mahalledeki SDG güçlerine uyarıda bulunarak, ateşkesi ihlal etmeye ve güvenlik kontrol noktalarına saldırılarını sürdürmeleri durumunda "gerekli önlemlerle karşılanacaklarını" vurguladı ve bu ihlallerden kaynaklanacak herhangi bir gerilim veya sonuçtan tamamen sorumlu olduklarını belirtti.

Abdulgani, Suriye devletinin, ildeki güvenliği sağlama sorumlulukları çerçevesinde, sükuneti koruma ve sivilleri koruma çabalarına devam ettiğini teyit etti.


ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara
TT

ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara

Robert Ford

2000 yılında, Bill Clinton'ın başkanlığının ikinci dönemi sona eriyordu ve İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Filistin Ulusal Otoritesi Başkanı Yaser Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamak için hummalı bir şekilde çalışıyordu. Clinton ekibi önceki yönetimler gibi, iki devletli çözümün İsrail ile Arap devletleri arasında kapsamlı bir anlaşmanın önünü açacağına ve bölgede kalıcı istikrarı sağlayacağına inanıyordu. Son Camp David zirvelerinde Clinton, haritalar ve sınırlarla ilgili ayrıntılara bizzat daldı, Kudüs'teki belirli mahalleleri ve sokakları inceledi, Barak ve Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamaya çalıştı. Daha sonra Clinton, başarısızlığın sorumluluğunu Arafat'a yükledi, ancak yardımcısı Robert Malley'nin yeni bir kitabı bu değerlendirmeyi sorguluyor.

Bill Clinton iki devletli çözüm için çabalıyor

Clinton, iki devletli çözüm için çabalarken aynı zamanda Saddam Hüseyin'e Irak'ın kitle imha silahları programına ilişkin BM soruşturmalarıyla iş birliği yapması için baskı yapıyordu. Birkaç füze saldırısı düzenledi ancak bölgeye yönelik herhangi bir ABD kara müdahalesinden kaçındı. Selefi Başkan baba George Bush gibi, Clinton da bir rejim değişikliğine veya Irak'ın iç siyasetine müdahale etmeye istekli değildi. Bunun yerine, Bağdat'ın iş birliği yapmasını sağlamak için füze saldırıları ve sert yaptırımları tercih etti. Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Iraklı siviller, özellikle de çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisine rağmen, Irak'a uygulanan yaptırımları savundu.

11 Eylül 2001 saldırılarının ardından Başkan oğul George Bush, Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi

Bu arada, Clinton ve Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, İran'a karşı uzun süredir devam eden Amerikan düşmanlığını sürdürdüler. Bu düşmanlık, İran'ın Hizbullah ve Filistinli muhalif fraksiyonlara verdiği destek ile Tahran'ın kitle imha silahları programlarına olan ilgisine dair endişelerden kaynaklanıyordu. Bu nedenle Clinton, 1995 yılında İran ile Amerikan petrol şirketi Conoco arasında imzalanması planlanan 1 milyar dolarlık anlaşmayı engelledi; dönemin İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani bu anlaşmanın ikili ilişkileri geliştireceğini umuyordu. Bunun yerine, Clinton yönetimi hem Irak hem de İran'a karşı “çift yönlü çevreleme” politikası kapsamında İran'a yönelik yaptırımları sıkılaştırdı.

ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)

Clinton, bölge ülkelerinde siyasi reformu desteklemekle ilgilenmiyordu. Nitekim 1994-1997 yılları arasında Cezayir'deki ABD Büyükelçiliği'nde çalışırken, teröristlerin ve güvenlik güçlerinin katliamlar işlediği dehşetli iç savaşın ortasında, Washington'daki hiçbir üst düzey yetkili Cezayirli yetkililerle temaslarında hükümetin suistimalleri konusunu gündeme getirmedi. Aynı durum Saddam Hüseyin'in Irakı gibi baskıcı rejimler için de geçerliydi. Daha sonra, ABD Başkan Yardımcısı Al Gore ile Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek arasındaki özel ikili girişimi yöneten Amerikan ekibinin bir parçası olduğumda da ABD’nin odak noktası insan hakları değil, Mısır ekonomisinin liberalleştirilmesiydi. Washington'daki hakim görüş, bölgede kapsamlı bir barışın, sivil ve insan haklarına saygıdan ziyade ekonomik büyümeye bağlı olduğu ve bunun istenen istikrarı sağlayacağı yönündeydi.

11 Eylül her şeyi değiştiriyor

11 Eylül 2001'de yaklaşık 3 bin kişinin ölümüne yol açan terör saldırılarından sonra, Başkan George W. Bush Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi. Beyaz Saray'ın Saddam Hüseyin'in el-Kaide ile ilişkisine dair güçlü bir kanıtı olmamasına rağmen, Saddam'ın bir gün el-Kaide ile iş birliği yapabileceği gerekçesiyle işgali haklı çıkarması dikkat çekicidir. Ortadoğu konusunda uzman iki kıdemli Amerikalı diplomat, William Burns ve Ryan Crocker, Dışişleri Bakanı Colin Powell'ı Irak'ı işgal etmenin tehlikeleri konusunda ikna etmeyi başardılar, ancak Powell Bush'u ikna edemedi. Bush'un Amerikan askeri üstünlüğü sayesinde Irak ve Afganistan'da beklediği hızlı zafer ise bir yanılsamaydı.

Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi

Daha geniş bir bölgesel ölçekte, Bush yönetimi, baskıcı ve yolsuz hükümetlere karşı Arap sokaklarına hakim olan hayal kırıklığını terörün kaynağı olarak görüyordu. Clinton yönetiminin yaklaşımından önemli bir sapmayla Bush yönetimi, uzun süredir müttefik olanlar da dahil olmak üzere birçok hükümet üzerinde siyasi baskıyı yoğunlaştırdı. 2005 yılında, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Kahire'de bir insan hakları konferansına ev sahipliği yapmayı reddetmesi ve siyasi muhalif Eyman Nur'u tutuklamasının ardından Mısır ziyaretini iptal etti. 2002 yılında Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bürosu bünyesinde Ortadoğu Ortaklık Girişimi'ni başlattı ve bölgede insan haklarını teşvik etme amacıyla başına Cumhuriyetçi Parti’ye sadık bir kişiyi atadı.

 ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)

2006 yılında büyükelçi olarak Cezayir'e döndüğümde, Washington ilk görevimden farklı olarak, Cezayirli yetkililerle temaslarında insan hakları ve sivil özgürlükler konularını gündeme getirmeye hazırdı. Bu girişim ayrıca, bağımsız gazeteler gibi Cezayir sivil toplum üyelerine işletme yönetimi ve örgütlenme konusunda eğitim verilmesini de sağladı. Ardından, 2008'de Bağdat'taki ABD Büyükelçiliğine döndüğümde, Irak'ta insan haklarını ve sivil toplumu teşvik etmeye yönelik yıllık bütçemiz 70 milyon dolara ulaşmıştı ve bu şaşırtıcı bir rakamdı. Ama ne yazık ki, bu paranın büyük bir kısmı bu konuda asla ciddi olmayan gruplara harcandı.

Obama, Bush'un politikasını değiştirdi

Barack Obama, Beyaz Saray’a girdiğinde Ortadoğu'daki savaşları sona erdirmeye kararlıydı. Bölgenin, ABD'nin yeniden şekillendiremeyeceği bölünmüş toplumlardan ibaret olduğu inancıyla hareket etti. Selefi Demokrat Başkan Bill Clinton'ın aksine, Obama İsrail-Filistin çatışmasını çözmekle pek ilgilenmedi. 2013 yılında ikinci Dışişleri Bakanı John Kerry'nin başlattığı girişime hiçbir destek sunmadı.

 Eski ABD Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters) ABD Eski Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters)

Buna karşılık, Obama ve ilk Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bölgedeki zayıf yönetimi doğrudan istikrarsızlıkla ilişkilendirdiler. 12 Ocak 2011'de Clinton, Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeyi terk etmesinden bir gün sonra ve Mısır ordusunun Kahire’deki ayaklanma sırasında Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'i devirmesinden bir ay önce, Doha'da hükümet yolsuzluğunu ve baskısını eleştiren sert bir konuşma yaptı. Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi. Yıllar sonra, Oval Ofis'te onunla, bir ABD başkanının askeri müdahale niyeti olmamasına rağmen bir liderin istifa etmesini kamuoyu önünde talep etmesinin ne kadar akıllıca olduğu konusunu tartışmış, istifası istenen liderin böyle bir talebi görmezden gelmesinin başkanı nasıl zayıf göstereceğini ve iç muhalefete sahte bir umut vereceğini söylemiştim. Ancak Obama, bir ABD başkanının müdahale sözü vermeden insan haklarına saygı gösterilmesini kamuoyu önünde talep etmesi gerektiğinde ısrar etti. Ocak 2011'de Mübarek'ten istifa etmesini istemişti, ancak onu deviren Washington değil, Mısır sokağı ve Mısır ordusuydu.

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor

Arap Baharı Libya'ya uzandığında, Obama Mart 2011'de Muammer Kaddafi'ye karşı uluslararası müdahaleyi destekleyen bir lojistik ve istihbari rol oynamayı isteksizce kabul etti. Obama yönetimi yetkililerinden biri, ABD'nin Avrupalıları ve Arap müttefiklerini perde arkasından yönlendirdiğini söyledi. Hillary Clinton da 2012'de bana, askeri uzmanların Libya ordusunun birkaç hafta içinde çökeceğini tahmin ettiğini, ancak Kaddafi'nin isyancılar tarafından öldürülmesine kadar yedi ay süren bir mücadele yaşandığını söylemişti. Libya’da durumun yanlış yorumlanması, Irak Savaşı'nın anıları ve Beşşar Esed'e karşı herhangi bir müdahaleye yönelik iç siyasi desteğin yokluğu, Obama'yı 2013'te Esed'in kimyasal silah kullanımına karşı çizdiği kırmızı çizgiyi savunmaktan kaçınmaya yöneltti.

Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)

Obama, sadece DEAŞ’a karşı güçlü bir şekilde müdahale etme konusunda istekli görünüyordu. Ancak yanlış yönlendirilmiş bir Amerikan politikasının örgüte ilk aşamalarında yardımcı olduğunu hatırlamakta fayda var. Başkan Yardımcısı Joe Biden, 2010 seçimlerinden sonra Washington'un Irak Başbakanı Nuri el-Maliki'yi yeni bir dönem için güçlü bir şekilde desteklemesi gerektiğine karar verdi, çünkü Biden ve danışmanları, yalnızca Maliki'nin hızlı bir şekilde hükümeti kurabileceğine, istikrarı sağlayabileceğine ve Irak'taki Amerikan güçlerinin geleceği hakkında Washington ile müzakerelere olanak tanıyabileceğine inanıyordu. Ancak Maliki'nin Irak'taki Sünni topluluklara yönelik yenilenen baskısı, DEAŞ'ın üye kazanmasına ve 2013 ve 2014 yılları arasında batı Irak ve doğu Suriye'yi ele geçirmesine yardımcı oldu. 2014 ve 2016 yılları arasındaki Paris ve Brüksel saldırıları, Washington ve Avrupa başkentlerinde endişeyi artırdı. Libya'nın aksine, Obama, DEAŞ'a karşı uluslararası bir koalisyonu ön saflardan yönetmeye hazırdı.

Clinton'ın Doha konuşmasından ve Washington'un Libya'daki “arka plandan liderlik etme” yaklaşımından dört yıl sonra, Obama otoriter rejimlerle iş birliğine daha meyilli hale geldi ve Washington'dan gelen ciddi reform talepleri sona erdi. Yine de Obama, bu savaşta büyük kara birliklerini kullanma konusunda tereddüt ediyordu. Bu sebeple bu birlikler yerine, Amerikalılar Suriye'de Kürt liderliğinde kurulan bir milis gücüne ve Irak'taki Şii milislerle dolaylı koordinasyona güvendiler. Bu iş birliği, her iki ülkede de daha sonraki siyasi ve güvenlik sorunlarının doğrudan sebebi oldu.

Trump'ın politikası, Clinton'ın yaklaşımını yeniden şekillendiriyor

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor. Bu konuda Clinton, Obama ve Biden'a benziyor. Haziran ayında İran nükleer hedeflerine yönelik saldırıları güçlü ve hızlıydı ve hemen ardından müzakerelere geri dönmeye hazır olduğunu açıkladı. Trump, askeri güç dengesi zayıf bir devlet aleyhine olduğunda, anlaşmayı güvence altına almak için önemli tavizler vermek zorunda kalacağına inanıyor. Bu algı, Ukrayna'nın yanı sıra nükleer mesele konusunda İran için de geçerli. Ancak Trump'ın kavrayamadığı şey, daha zayıf tarafın dış destek arayışıyla veya rakiplerinin zayıflaması umuduyla beklemeyi tercih edebileceğidir. İran rejimi devrilmedikçe, Trump ne İran ile nükleer bir anlaşma imzalayacak ne de çok istediği Nobel Ödülü'nü kazanacaktır.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok

Aynı zamanda Trump, özellikle Körfez ülkeleri başta olmak üzere, bölgedeki ülkelerle ticaret anlaşmaları yapmaya büyük bir gayret gösteriyor. Kendi girişimleri ve ortak ticari çıkarlar vizyonu, kalkınmaya odaklanan Gore-Mübarek Girişimi gibi ekonomik programların yerini aldı.

Ticari kazançlara odaklanma, küresel ölçekte insan haklarına yönelik sözlü desteği bile bir kenara itti. 2019'da Trump, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'yi en sevdiği cumhurbaşkanı olarak tanımladı ki bu, ne George Bush, ne Obama, ne de Biden'ın yapacağı bir açıklama değildi.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)

Geçen yıl Riyad'da düzenlenen bir konferansta Trump, bölgedeki ilerlemenin arkasında Batı müdahalesi, devlet kurucular veya Amerikalı neo-muhafazakarlar değil, bölge halkları olduğunu söyledi.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok. Bunun yerine, Gazze'de ateşkesin, dış denetim altında bir Filistin yönetimine doğru atılan küçük adımların ve oradaki yabancı ticari kalkınmanın Arap devletlerini İbrahim Anlaşmalarına katılmaya ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye ikna edeceğini umuyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Trump, diğer Arap devletlerinin, özellikle Körfez'dekilerin, hızla Suudi Arabistan'ın izinden gideceğini ve böylece kendisine Nobel Ödülü kazandıracağını varsayarak yanlış düşünüyor. Zira on yıllardır devam eden Amerikan mali ve askeri desteğinden sonra, İsrail bölgedeki baskın askeri güç haline geldi ve 1979'da olduğu gibi kendisini barış karşılığında toprak vermeye teşvik edecek hiçbir şey olmadığını düşünüyor. Keza bazı Arap devletlerinin İsrail'in askeri tehditlerinden İran'dan korktukları kadar korktuğunu gösteren işaretler var. Yine de Trump ve ekibi, Arap devletlerinin İsrail ile normalleşme karşılığında toprak tavizlerini kabul edeceğine inanıyor. Bu, iyi düşünülmüş bir analiz değil, sadece bir umuttur.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.