Savaşın sesi: Muhammed ed-Dayf

Teknolojiyi kullanmayan ve son halini kimsenin bilmediği hayalet, 30 yıldır hedef listesinin başında yer alıyor.

Dayf’ı ailesi ve Hamas’ın küçük bir grubu dışında kimse tanımıyor
Dayf’ı ailesi ve Hamas’ın küçük bir grubu dışında kimse tanımıyor
TT

Savaşın sesi: Muhammed ed-Dayf

Dayf’ı ailesi ve Hamas’ın küçük bir grubu dışında kimse tanımıyor
Dayf’ı ailesi ve Hamas’ın küçük bir grubu dışında kimse tanımıyor

Hamas’ın silahlı kanadı El-Kassam Tugayları Komutanı Muhammed ed-Dayf (Ebu Halid) karanlık bir görüntü içerisinde net, yüksek ve doğrudan bir sesle İsrail’e karşı ‘Aksa Tufanı’ operasyonunu başlattıklarını ve 1973 yılında Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı geçip İsrail ile olan ateşkes hatlarını aşmasından beri İsrail’i yaşamadığı bir pozisyona sokarak birkaç saat içinde ateş altına aldıklarını duyurdu. Füzeler Tel Aviv ve Kudüs’e, yerleşim yerlerine, Kibbutzlar bölgesine, İsrail bölgelerine düştü ve bu yerler tamamen Kassam savaşçıları, yani Dayf’ın askerleri tarafından kontrol altına alındı.

Dayf’ın talimatlarıyla karadan, denizden ve havadan Hamas Hareketi mensupları harekete geçti, İsrail bölgelerini kontrol altına aldı, İsraillileri öldürdü ve bir kısmını da Gazze Şeridi’ne götürdü. Buradan bir savaşın başlatılmasında veya sonlandırılmasında Dayf’ın ciddi derecede söz sahibi olduğu bir kez daha anlaşılıyor.

FOTOĞRAF ALTI: İsrail, arananlar listesinin başında gelen Dayf’ın yıllardır peşinde
 İsrail, arananlar listesinin başında gelen Dayf’ın yıllardır peşinde

Peki Dayf kim?

Ailesi ve Hamas’ın küçük bir grubu dışında kimse kendisini tanımıyor. Büyük olasılıkla, bir noktada hepsi, İsrail’in on yıllardır peşinde olduğu ve arananlar listesinin başında geldiği adamın nerede olduğunu bilmiyor.

Dayf’ın üç fotoğrafı var; biri çok eski, ikincisi maskeli, üçüncüsü de gölgesinin fotoğrafı. Dünyanın en güçlü istihbaratına sahip olmakla övünen İsrail’in bile elinde Dayf’ın yeni bir fotoğrafı yok.

Ocak 2011’de annesi vefat ettiğinde tüm Hamas liderleri cenaze törenine katıldı. Kendisi geldi mi gelmedi mi bilinmiyor. O dönem kimileri geldiğini ama hiç kimsenin bilmediğini söyledi. Bazıları güvenlik nedeniyle hiç gelmediğini öne sürdü. Bir kısmı da yaşlı bir adam kılığına girerek annesine veda edip gittiğini iddia etti.

FOTOĞRAF ALTI: Dayf’ın üç fotoğrafı var; biri çok eski, ikincisi maskeli, üçüncüsü de gölgesinin fotoğrafı.
Dayf’ın üç fotoğrafı var; biri çok eski, ikincisi maskeli, üçüncüsü de gölgesinin fotoğrafı.

Teknolojiyi kullanmıyor. Akıllı ve kıvrak zekalı biri. Görünmeyi sevmiyor. İsrail ile yeni bir çatışmanın başlayacağını duyuracağı zamanlarda nadiren sesli mesajlar yayınlamak zorunda kalıyor.

Yaklaşık 30 yıldır Dayf ortalarda görünmüyor. Ya da durum, Gazze’deki insanların Şarku’l Avsat’ın sorusuna verdiği cevaptaki gibi “Ona baksaydık da tanımazdık” noktasında.

Dayf’ın bu yüksek güvenlik hassasiyeti, İsrail’in kendisine defalarca ulaşamamasını açıklayabilir.

1990’ların ortasından beri İsrail Dayf’ın başını istiyor. Hatta 1996’da dönemin Başbakanı Şimon Peres bile Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat’tan Dayf’ı tutuklamasını istemiş ve Arafat da sanki neyden bahsedildiğini bilmiyormuş gibi bu ismi duyunca garipsemişti. Daha sonra Peres Arafat’ın Dayf’ı koruduğunu, sakladığını ve onun hakkında yalan söylediğini fark ettiğini söylemişti. İsrail onu birden fazla kez öldürmeye çalıştı, iki kez de yaraladı.

Gerçek adı Muhammed Diyab İbrahim el-Masri ise de Dayf lakabıyla biliniyor. 1965 yılında, El-Kubeybe beldesinden Gazze Şeridi’nin güneyindeki Han Yunus kampına yerleşen Filistinli bir mülteci ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çok fakir bir ailede büyüyen Muhammed ailesini desteklemek için geçici olarak okulu bırakmak zorunda kaldı. Babasıyla birlikte iplikçilik ve döşemecilik yaptı ve ardından kümes hayvanlarından geçimini sağlamak için küçük bir yer kurdu. Ayrıca İsrail tarafından aranmadan önce şoför olarak çalıştı.

Büyüdüğü mahalledeki arkadaşları onun nazik olduğunu, iyi bir mizah anlayışına sahip olduğunu, iyi kalpli olduğunu ve içine kapanmaya meyilli olduğunu söylüyor. Dayf, camilerle olan ilişkisi sayesinde 1987’nin sonunda Hamas Hareketi’ne katıldı. Eğitimine geri dönen Dayf, Gazze İslam Üniversitesi’ne gidip 1988 yılında lisans diplomasını alarak mezun oldu.

Bu süre zarfında Dayf, tiyatro işleriyle ilgilenen El-Aidun (Dönenler) adlı İslami bir sanat ekibi oluşturdu. Oyunculuğa olan tutkusuyla bilinen Dayf, tiyatroda tarihi şahsiyetler de dahil olmak üzere birçok rol üstlendi. Dayf, İslam Üniversitesi Öğrenci Konseyi’ndeki faaliyetleri sırasında sanat komitesinden sorumluydu.

1989 yılında İsrail tarafından tutuklandı ve Hamas’ın askeri koluna çalıştığı suçlamasıyla 16 ay boyunca işgal hapishanelerinde yargılanmadan tutuklu kaldı. Dayf hapishaneden çıktıktan sonra beraberindekilerle Kassam’ı kurdu. 1990’lı yıllarda İsrail’e karşı sayısız operasyonun başında bulundu ve bunlara katıldı.

Filistin Yönetimi Dayf’ı Mayıs 2000’de İsrail'in talebi üzerine tutukladı. Yetkililerle ilişkileri gelişmiş ve iyi olup anlaşmalar kapsamında tutuklanmıştı.

2002 yılında başkomutan Salah Şehade’nin öldürülmesinin ardından Kassam Tugayları’nın komutasını devraldı. İlk suikast girişimine 2001 yılında maruz kaldı ancak hayatta kaldı. Bir yıl sonra bir Apache helikopterinin Dayf’ın aracına iki füze fırlatmasıyla ikinci bir girişime maruz kaldı. İçlerinden biri Dayf’ı yaraladı ve Hamas lideri doktor Abdulaziz er-Rantisi (2004’te suikaste kurban gitti) tarafından bilinmeyen bir yerde tedavi edildi.

2003 yılında bir İsrail uçağı Gazze şehrindeki bir evde Dayf’a ve bazı Hamas liderlerine suikast girişiminde bulundu. Ancak füze yanlış yere çarptı. Üç yıl sonra, 2006’da Dayf’ın Kassam liderleriyle buluştuğu eve yüksek patlayıcılı bir füze isabet etti ve Dayf bir kez daha hayatta kaldı. Ancak İsrail Dayf’ın ciddi şekilde yaralandığını söyledi. İsrailli yetkililer, Dayf’ın kötürüm kaldığını ve bir gözünü kaybettiğini öne sürüyor. Ancak Hamas bunun doğru olup olmadığına dair herhangi sinyal vermedi.

Geçen yıllarda Dayf yalnızca iki kez kayıtlarda göründü. Bunlarda karanlık bir görüntüsü olan ve yalnızca yarısı görünen bir hayalet gibiydi. Ardından yıllar sonra ayakları üzerinde dururken maskeli olarak göründü.

Filistinliler Dayf’ı Savunma Bakanı olarak adlandırmayı severken, İsrail’de yılanın başı olarak addediliyor.



Biz kafir değiliz: Suriyeliler sokaklarda Hisba araçlarının görünmesine itiraz ediyor

Biz kafir değiliz: Suriyeliler sokaklarda Hisba araçlarının görünmesine itiraz ediyor
TT

Biz kafir değiliz: Suriyeliler sokaklarda Hisba araçlarının görünmesine itiraz ediyor

Biz kafir değiliz: Suriyeliler sokaklarda Hisba araçlarının görünmesine itiraz ediyor

Tarık Ali

Suriye şehirlerinin sokaklarında yakın zamanda İslam’a davet (Hisba- iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma araçları) yayılmaya başladı. İnsanları hoparlörlerle hidayete, şeriatı uygulamaya, İslami farzlara uymaya davet ediyorlar ve özellikle azınlık ve Hristiyan mahallelerine ve genel olarak diğer mahallelere odaklanıyorlar.

Yeni bir hadise

Suriyelilerin hayatında sıra dışı bir olay olan yeni gelişme çeşitli hadiselere neden oldu. Son olarak Şam'ın Hristiyanların yoğun olarak yaşadığı mahallelerinden el-Duveyle'de araçların kiliselerin önündeki vatandaşları provoke etmeleri nedeniyle durum gerginleşti. Mahalledeki Müslümanlar Hristiyanlardan önce araçlara karşı durarak, davetçilerin sokaklarda ve mahallelerdeki bu faaliyetlerinin durdurulmasını talep ettiler.

Tartışmanın yumruklu kavgaya dönüşmesi üzerine Emniyet Müdürlüğü ekipleri olaya müdahale ederek, davetçilerin yakalanması için çalışma başlattıklarını açıkladılar. Ancak aynı kişilerin aynı gün başkent Şam'ın göbeğinde birlikte çektirdikleri fotoğrafı yayınlayıp, yakalanıp tutuklandıkları açıklamasını yalanlamaları ile provokasyon tamamlandı.

Fikri ve kurucu rahim

Selefi davet, her ikisi de aynı fikri ve kurucu rahimden doğmuş olmalarına rağmen “cihatçı” davetten farklıdır. Birincisi, misyonunu vaazda bulunmak ve insanları şiddet içermeyen bir şekilde İslam'a yönlendirmek olarak görüyor. Bu konuda kuruluşu, mekanizması ve uygulama alanı hakkında çok şey söylenebilir. Aynı durum ve farklılık, Selefi vaizlerin işgal etmeye başladığı cami minberleri için de geçerli. Burada da bazı minberleri barışçıl davet ve vaaz akımı kontrol ederken, bazılarını da şiddet yanlısı “cihatçı” akımlar kontrol ediyor. Bunun etkilerinden biri de kıyı bölgesindeki katliamların kışkırtılmasıydı.

sacdfrgthyj
Kusayr'daki St. Paul Kilisesi'nin önü (sosyal medya)

Genel olarak bu olgu Suriye toplumu için yabancı, nitekim toplum, farklı zamanlara pozisyonlara, davranışlara dayanan olayların temsil ettiği bu olguyu reddettiğini vurguladı. Öte yandan Humus kırsalındaki el-Kusayr'dan Humus şehir merkezi, Şam ve kırsalındaki Bludan'a kadar bazı yerlerde bazı kiliseler sabotaj girişimlerine sahne oldu ve olmaya devam ediyor. Bunlar, işler kontrolden çıkmadan ve Suriye makamları bilhassa Hristiyan bileşen ile hiçbir şekilde istemedikleri derin bir çukura sürüklenmeden önce, kendisinden hızlı ve etkili bir yanıt vermesinin beklendiği girişimlerdir.

Akıl değil nas

Yaşanan her şeyin kökeni, geçen yılın sonlarında Beşşar Esed rejiminin devrilmesine kadar uzanan geçmişte yatıyor. Rejimin devrilmesi zorluklara, boşluklara, sorunlara, güvenlikte ve devlet kurumlarında yapısal boşluğun oluşmasına yol açtı. Böylece dini hareketlerin her türlü şekil ve ad altında gelişip yayılması için elverişli ve verimli bir ortam oluşmuş oldu. Bu bağlamda ilk olarak, tarihte ilk kez görülen Suriye ve Yurtdışı Yüksek Alevi İslam Konseyi açıklandı. Ardından Suriye'nin güneyindeki Dürzi dini liderliğinin siyasi meselelere kesin dini müdahalesi geldi. Sonunda fikirlerini her türlü yolla yayma çabasında diğer mezhepsel oluşumların ötesine geçen davetçi hareket ortaya çıktı ve buradan yola çıkarak, siyasal rolün ötesine geçip davet ve vaaz ile toplumların içine sızdı.

İslami gruplar konusunda uzman olan Mutez Muhammed, Suriye'de bundan aylar önce Selefi irşad ve davetin çok bilinmediğini, halkın günlük yaşamıyla doğrudan ilişkili olmadığını, “ortaya çıkışının”, ülkeyi saran kaos ortamından kaynaklandığını düşündüğünü söyledi. Şam'daki geçiş yönetimi yetkilileri tarafından kabul edilmediğini veya desteklenmediğini vurguladı ve ekledi: “Davetçi Selefilik, Muhammedî anlayışı ve selefi salihin sahabelerin faziletlerini benimseyerek, erken dönem İslam ile uyumlu doğru yaklaşıma geri dönmeye açıkça davet etmek anlamına geliyor. Ayrıca bidat ve yanlış inançlardan uzak durma, sadece Kuran ve Sünnet yoluyla Allah'ın hükmüne, iki Sahih hadis kitabında zikredilenlere ve kendi dönemlerinde tanınmış âlimlerin ittifak ettiği hususlara tabi olma esasına dayanıyor. Bunları, yoruma veya akla yer vermeden, nassı öne çıkararak, kelimenin tam anlamıyla uygulanmasını istiyorlar. Yani İslam'ı kuru, direkt ve zaman zaman sert bir üslupla sunuyorlar ki, bu da bu hareketin tarihsel olarak ve şimdi özellikle Şam’da karşılaştığı en önemli sorunlardan biridir. Zira böyle olduğu için birçok kelamcı grubu göz ardı ediyor ve Biladü’ş-Şam Müslümanlarının büyük çoğunluğunu oluşturan Eş'arilerin, Sufilerin ve ılımlıların hususiyetini hesaba katmıyor. Üstelik bu durum azınlıklara yönelik kışkırtıcı bir ihlal teşkil ediyor.”

Fitne çıkmasın diye Müslümanlar Müslümanlara karşı durdular

Şeyh Memun el-Rıfai ise “Selefi davet hareketinin, şiddeti reddetmesi bakımından cihatçı Selefilikten temelde farklı olduğunu” açıkladı ve ekledi, “O, vaaz, eğitim ve fikirleri yaymayı destekleme yoluyla barışçıl davete dayanır. Bu gruplar nihayet güvenlik, siyasal, toplumsal ve dinsel boşluktan yararlanarak davet faaliyetlerini yürütecek geniş bir alan buldular. Davet araçlarını ve bazı camilerin minberlerini, dini fikirlerini ve salih selefe ilişkin tasavvurlarını yaymak için birer mekân olarak kullandılar. Onlar bu şekilde fesat, kaos ve dalalet batağına saplanmış bir toplumu düzeltmeyi amaçladıklarına inanıyorlar.”

Şam'ın çoğunluğu Hristiyanlardan oluşan Duveyle mahallesinde yaşanan olaya tanık olan genç Müslümanlardan biri olan Bilal Yahya, vaaz ve davet araçlarının nasıl tekrar tekrar kiliselerin önünden geçmeye ve önünde durup hoparlörlerden vaazlarını yayınlamaya başladıklarını açıkladı. Bu durumun önce Müslüman gençlerin tepkisine yol açarak, onları mahalleden kovmaya çalıştıklarını söyledi. Ona göre gençler kiliselere yönelik saldırıların ardından kaynamaya başlayan mezhepçi fitneye karşı mahalleyi korumak için bu müdahalede bulundular. Ancak işlerin bağrışmalara ve yumruklu kavgaya vardığını belirtti ve ekledi, “Herkes istediği yerde ibadetini yapsın. Şam'ın nüfusunun çoğunluğu Sünni'dir, bu araçlar da onların bulundukları yerlerde dolaşsın. Biz Müslümanız, muvahhidiz, bu araçlar bizi rahatsız etmez ama Hristiyanların duygularını rencide etti, onları provoke etti. Bu yüzden olaylar büyümeden akıllıca müdahale etmemiz gerekiyordu. Mezhep fitnelerini önlemek için Müslümanların buna karşı durmaları daha iyidir. Emniyet güçlerinin, daha sonra bu olgunun kontrol altına alınması ve sorumluların hesap vermesi konusunda gösterdiği ciddiyetsizliğe rağmen, bizim yanımızda durması da iyi oldu.

Siyasi para dinin hizmetinde

İsminin açıklanmasını istemeyen Şam'daki bir cami imamı, Esed rejiminin devrilmesinden önce ve sonra dini ve cihatçı hareketlere bol miktarda siyasi fon sağlandığını söyledi. Bu fonların çatışmalardan ve zorla göçten etkilenen insanların düşünce yapısını hedef almak ve genç neslin beynini yıkamak amacıyla verildiğini belirtti. Bu paranın kullanım alanları arasında cami, din ve fıkıh okulları inşa etmenin de yer aldığını açıkladı. İran'ın da din savaşı ve maddi, manevi, fikri ve ideolojik doğrudan kutuplaşma bağlamında dini okullar ve Hüseyniyeler inşa ettiğini söyledi ve şöyle devam etti, “Savaş, nesilleri sadece muharebe, savaş, nefret ve tekfir etme cephelerinde buluşan mezhepsel bileşenler arasında bir tür nefret mirası bıraktı. Bütün bu etkenler bir araya gelerek nefretin kültürel, toplumsal ve insani yapıda derinleşmesine yol açtı. Tüm bunların birleşimi bugün tanık olduklarımıza neden oldu. Davetçilerin, akıl ve sebepleri dikkate almadan, namazı kılma şeklinden, giyim kuşam ve şeriatın bütünüyle uygulanmasına kadar her şeyi kapsayan kendilerine özgü değişimci bir bakış açıları var. Bugün Halep, Humus, Şam ve kıyı şeridinde bu açıkça görülüyor. Kadınlar arasında örtünün giderek yaygınlaştığını ve erkeklerin dine ve sünnete gerektirdiğinden daha fazla bağlılık gösterdiklerini fark etmek kolay. Bu durum, kendisini uygulayan kesimi ilgilendirse de toplumun geri kalanını da etkiliyor.”

Biz kafir değiliz

Bunlara rağmen azınlık gruplar (Suriye'de 18 dini grup ve etnik köken bulunmaktadır) yapısal olarak hedef alındıklarını hissetmeye başladılar ve bu da bıkkınlığın ve gerginliğin artmasına yol açtı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Dr. Ali Cabir, davet araçlarından duyduğu öfkeyi dile getirerek, bunların Humus'taki mahallesinden birkaç kez geçmesini provokasyon sebebi olarak nitelendirdi. Dr Cabir, “Onlara bizim kâfir olduğumuzu, vaaz ve irşada ihtiyacımız olduğunu kim söyledi? Suriye, yapısı, davranışları ve bireylerinin birbirine muamelesi bakımından her zaman ılımlı olmuştur. Çok sayıda otomobil ve motosiklet eşliğinde geçen davet araçlarının görüntüsü gerçekten ürkütücü. Bir anda mahallenizi işgal edeceklerini ve sizi öldüreceklerini hissediyorsunuz, herkes bunların barışçıl olduğunu anlamıyor. Fikirleri de her zaman barışçıl olmayabilir. Aklın yerine nassı ön plana çıkarmanın ve salih selefin yolunun takip edilmesini istemenin gizli bir cihatçılık olmadığını herkes anlayamaz” değerlendirmesinde bulundu.

6-10 Mart arasında kıyı bölgelerinde yaşanan katliamlar sırasında gerçekleşen bir diğer olayda ise üniversite öğrencisi Luna Murşid, Tartus şehrindeki mahallesinden geçen davet araçlarının sesiyle uyanmış. Luna, “cihatçıların” şehrine girdiğini ve çok geçmeden öldürüleceğini düşündüğünden neredeyse sinir krizi geçirdiğini söyledi ve şöyle devam etti, “Korkuyoruz, en basit şey bile bizi korkutuyor. Tam o sırada bu arabalar neden bizim Alevi mahallelere geldiler. Vermek istedikleri mesaj neydi? Herkes korkuyordu. Aleviler ve Hristiyanlar kâfir değildir ve onlara bu şekilde dini vesayet dayatılamaz.”

Daha önce Şam'ın el-Kassa mahallesinde Hristiyan gençler vaizlerin araçlarının önünü kesmiş, hoparlörlerini devre dışı bırakmış, durdurmuş ve emniyet güçleri sorunu çözmek için müdahale edene kadar gözaltında tutmuştu. Bu araçlar bugün bile şehirlerde dolaşmaktan geri durmuyorlar.