Azerbaycan rüzgârı ve İran -4-

İran diplomasisinin benimsediği ‘stratejik sabır’ politikası ve Bakü ile sükûnet kaygısı iki tarafı ‘savaşın eşiğine’ yürümekten alıkoymadı

 İran polisi, 27 Ocak saldırısının ardından Tahran'daki Azerbaycan büyükelçiliği önünde dururken  (AFP)
İran polisi, 27 Ocak saldırısının ardından Tahran'daki Azerbaycan büyükelçiliği önünde dururken  (AFP)
TT
20

Azerbaycan rüzgârı ve İran -4-

 İran polisi, 27 Ocak saldırısının ardından Tahran'daki Azerbaycan büyükelçiliği önünde dururken  (AFP)
İran polisi, 27 Ocak saldırısının ardından Tahran'daki Azerbaycan büyükelçiliği önünde dururken  (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Bakü arasındaki ilişkiler, Azerbaycan'ın Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra 18 Ekim 1991'de bağımsızlık ilan etmesinden bu yana son 30 yılda bu kadar gerilim ve tırmanış durumuna hiç girmediği söylenebilir. İki taraf arasındaki gerilim, özellikle Azerbaycan ordusunun son askeri operasyonlarından sonra hiç olmadığı kadar yüksek seviyelere ulaştı. Bu operasyonlar, Ermenistan'ın Sünik bölgesini kontrol altına alma amacını taşıyordu ve Kafkasya bölgesinin jeopolitik haritasında önemli bir değişikliğe neden oldu. Bakü, Nahcivan Özerk Bölgesi'ne bağlayan kara geçidini güvence altına alarak, stratejik bir ticaret ve transit noktası olan İran'ı Avrupa ve Orta Asya ülkelerine bağlayan geçidi kontrol altına aldı.  Dolayısıyla bu koridordan ihraç edilen İran mallarının finansman maliyetlerini yükseldi.

İran rejimi, Azerbaycan'ın tırmanışçı tutumlarının arkasındaki ana faktörlerden birinin İsrail'in stratejik ilişkilerini Bakü ile kullanarak stratejik bir baskı ve tehdit unsuru oluşturma çabası olduğunu görüyor. Ancak Tahran, Güney Kafkasya bölgesinin jeopolitik çizgilerini yeniden şekillendirme hedeflerine destek veren Türkiye'yi de suçlamaktan kaçınmıyor.

İran'ın resmi tanımına göre benimsenen ‘stratejik sabır’ politikası ve Bakü ile sakinleşme çabaları, her iki tarafı da savaşın ‘kenarında’ ilerlemeyi engellemedi. İran'ın bu seçeneğe ve olası sonuçlarının açık etkilerine ulaşmamak için yaptığı tüm çabalarına rağmen, tarafları savaşın eşiğinde ilerlemekten alıkoymadı.

Tahran'ın Bakü ile uyguladığı ‘kabullenme politikası’, İran rejiminin Türk-İsrail unsuru tarafından kuzey sınırlarında kurulmaya çalışılan tuzaklara düşmemek için çabalamasına dayanıyor. İran, Afganistan'daki değişiklikle başa çıkma ve Taliban'ın ABD’nin çekilmesinin ardından Ağustos 2021'de tekrar iktidara gelmesi gibi durumları zorlukla özümsedi. Özellikle İran yönetiminin, Ortadoğu'daki rolünün ve etkisinin devam etmesinden olumsuz etkilenen tüm tarafların, İran'ın çevresindeki gerilim noktalarını oluşturmak için çaba gösterdiğine dair kesin bir inancı vardır. Bu noktalar, İran'ın çeşitli cephelerde ve etki alanlarında siyasi ve operasyonel tavizler vermesini zorlamak için oluşturulur, nükleer program da bunların içindedir.

İran'ın Bakü ile yürüttüğü kabullenme politikasının dışında, Tahran'daki İran uyruklu bir kişi tarafından Azerbaycan Büyükelçiliğine karşı gerçekleştirilen ve büyükelçilik güvenlik görevlilerinden birinin ölümüne yol açan saldırı, İran'ın şokunu tetikledi. Bakü hızla büyükelçiliklerini kapatma kararı aldı. Saldırının kişisel sebeplerle gerçekleştiğine inanmanın mümkün olmadığını ileri sürdü. İran tarafından yapılan ve saldırının failin Bakü’ye sığınan eşi arasındaki bir anlaşmazlığın sonucu olduğunun belirtildiği açıklamanın kabul edilemez olarak değerlendirdi.

Bakü ve Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, gerilime neden olan bir görüşe sahipti. Aliyev, Münih Güvenlik Konferansı'ndaki konuşmasında meydana gelen olayları ‘terör saldırısı’ olarak nitelendirerek, İran'a karşı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne şikâyette bulunarak diplomatik misyonlarına yönelik sorumluluğu üstlenmesini istedi. Tahran’ın bedelini ödemesi gerektiğini vurguladı. Bu durumun yansımaları bununla da kalmadı. İran casus ağlarıyla mücadele ve tasfiye etme adı altında Tahran'la bağlantılı olduğundan şüphelenilen herkes için büyük bir tutuklama kampanyası başlattı.

Bakü, İran'ın karşı önlemlere verdiği tepki ve tereddüdünün farkında olarak, Tahran'a karşı tırmanma ve meydan okuma politikası benimsedi. İran Devrim Muhafızları ve ordunun gerçekleştirdiği geniş çaplı manevralar, Aras Nehri sınırında geçiş operasyonları da dahil olmak üzere, Azerbaycan ile sınırında geniş çaplı bir manevra ile yanıtlandı. Bu yanıt, Türk ordusunun kara gücüyle birlikte Hazar Denizi'nde gerçekleşen bir manevra da içeriyordu. Azerbaycan'da İran sınırına yakın bir askeri hava üssünü ele geçirmeyi başaran İsrail'in denetiminden uzak olmayan bir manevraydı. Bu, Tahran'ı hava kuvvetlerini kullanmaya ve bu manevralara uyum sağlamak için ortak alan boyunca F4 ve F14 uçaklarının hava devriyelerini düzenlemeye sevk etti.

Bu tırmanma, İran'ın karar mercilerini durumu sakinleştirmek için özellikle Ankara'nın Bakü'deki karara İsrail ile birlikte net bir rol ve etkisi olduğunu göz önünde bulundurarak Türk komşusuna başvurmaya itti. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmede bu konu ele alındı. Ardından Bakü ile sakinleştirme mekanizmalarını ve Ankara'nın bu bağlamda olumlu bir rol oynamasının gerekliliğini görüşmek amacıyla İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahyan'ın Ankara'ya bir ziyaret gerçekleştirdi. İran Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’nın bu görüşmeler ve müzakerelerin olumlu sonuçlarını duyurma çabaları, Tahran'ın karışıklık düzeyini ve gerginliği azaltma isteğini ortaya koydu. Tahran'ın yeni bir cephe açma zorunda kalmadan bu dosyayı kapatma veya gerginlik seviyesini azaltma isteği, Ortadoğu'da yeni denklemler oluşturduğu bir dönemde özellikle dikkat çekti. Özellikle geçtiğimiz 10 Mart'ta Çin'in himayesinde Suudi Arabistan ile imzaladığı tarihi üçlü anlaşma, bölgeyi yapıcı ve olumlu bir atmosfere sokmuş ve yeni bir açılım ve iş birliği yolunu açtı.

İran'ın kuzey sınırlarını istikrarlı tutma ve tırmanıştan kaçınma çabaları, doğu Akdeniz'deki İsrail'in yeni bir karşı cephe açma girişimlerini engellemesi anlamına gelmez. Ancak İran, Kafkasya'da ve özellikle Azerbaycan ile ilgili olarak İsrail'in rolü kadar Türkiye'nin rolünü de göz ardı edemez. Ankara, İran'ın bölgedeki ve Ortadoğu'daki diğer ülkelerle yaptığı anlaşmaları milli ve stratejik çıkarlarına hizmet etmeyen bir bağlamda değerlendiriyor. Dolayısıyla İran, özellikle Türkiye'nin Rusya ile Suriye'deki iş birliği çerçevesinde oluşturduğu formülde kendini Suriye'deki Türk kontrolündeki bölgelerde siyasi çözüm mekanizmalarının tartışıldığı bir ortak olarak konumlandırması nedeniyle herhangi bir siyasi düzenlemeler ve denklemlerle ilgili olarak Türk ortaklığını kabul etmek zorunda kalacak.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT
20

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.