Hoşyar Zebari: ABD ile aldığımız Irak ordusu ve Baas Partisi'nin lağvedilmesi kararı hataydı

Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)
Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)
TT

Hoşyar Zebari: ABD ile aldığımız Irak ordusu ve Baas Partisi'nin lağvedilmesi kararı hataydı

Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)
Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)

Rustem Mahmud
Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari röportajın birinci bölümünde, Kürdistan Demokratik Partisi’ndeki (KDP)  ilk yıllarından, Irak Ulusal Kongresi'nin kurulmasına ve Irak'ın işgalinden önce ABD ile kurulan koordinasyona eşlik eden gelişmelerden, ABD’nin eski Başkanı George Bush'un kararıyla Irak Kürdistanı’nda nasıl güvenli bölge oluşturulduğundan bahsetmişti.
Yine Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan çevirdiği röportajın ilk bölümde, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in ABD’nin Irak ile savaşma kararına ilişkin şüphelerini dile getirdiğini söyleyen eski Bakan Zebari, ufukta görünmeye başlayan savaşla, İran tarafında olup bitenlerin daha yumuşak yaşandığını, doğrudan bir İran-ABD koordinasyonu olmasa da iki taraf arasındaki uyumun kendini belli ettiğini söyledi.
Irak'ın 19 Mart 2003’teki işgalinden üç haftadan kısa bir süre sonra yani 9 Nisan’da Bağdat düşerken, temelde KDP ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) olmak üzere iki ana partiden oluşan Kürt liderliği, başta Ninova (Musul) ve Kerkük olmak üzere Kürdistan bölgesini çevreleyen alanlarla uğraşıyordu.
Eve dönüş
Hoşyar Zebari,  Musul'un kurtuluşunu ve ABD tarafı ile Kürt liderliği arasında yaşanan anlaşmazlıkları şöyle anlattı;

“Saddam Hüseyin rejiminin düşmesi ve ABD güçlerinin Musul'a girmesinden sonra, ABD’li yetkililerle aramızda bir anlaşmazlık ortaya çıktı. Washington, Mavi Hat’tın dışında olan Musul’a girmek istemedi. Musul ve Kerkük’e girmeme konusunda üzerimizde muazzam bir baskı vardı. Gerçekte var olmayan hayali Mavi Hat’tın ötesindeki bölgeler, Kürdistan bölgesi ile Saddam Hüseyin'in ordusu arasında 1991 yılında bir sınır olarak kararlaştırılan alanın ta kendisiydi. ABD’li yetkililere Musul’a girilmesi konusunda baskı yapanlardan biriydim. Bugün dahi Musul’da payımız var. Seçimlerde Musul'daki oyların üçte birini alıyoruz. İdari bölgelerimiz ve birimlerimiz ile Kürt bölgelerimiz bulunuyor. Musul halkı ve diğer aşiretlerle ortak bir hayatımız var.”
Söz konusu bölgelerdeki siyasi gerçekliğe değinirken, şu anda birçok yanlış anlaşılmaya neden olan bazı sosyal ve kültürel ayrıntıları aktaran eski Bakan, Kürt-Arap sosyal çatışma alanları olarak gösterilen bölge için şunları söyledi;
“Ben Musulluyum. Musul’da okudum. Orada bir evim ve bir arsam var. Mülküm, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) bir parçası değil, ama Musul’da bir payımız var. Bölge valisi seçimlerinde fikir beyan ediyoruz. ABD birlikleri Irak'a girdikten sonra Nisan ayında Kürt Özel Kuvvetleri’nin Musul’a gönderilmesi için baskı yaptım. Çünkü şehir tamamen yıkıma uğramıştı ve kaos çıkma olasılığı yüksekti. ABD güçlerinin Türkiye üzerinden girmesi engellendiğinden, Irak’ın güneyinden gelmek zorunda kaldılar ve bu uzun bir mesafeydi. Yani, o zaman Musul’a girme kararı almasaydık, büyük bir kaos yaşanırdı. Aslında özel kuvvetlerimizi gönderme iznimiz vardı. Özel kuvvetlerimiz Musul'a girdikten ve oradaki karargahın güvenliği sağlandıktan bir gün sonra Musul’a gittim. 1975 yılında Musul'dan ayrılmıştım. Geri dönmek güzel bir duyguydu. Sonra ez-Zuhur mahallesindeki evime gittim. O sıralar adalet tarafından aranan biri olduğum için Irak rejimi eve el koymuştu. Duvarlarında Saddam döneminden kalma yazılar vardı. İnsanlar kanla Saddam Hüseyin’in adını yazıyorlardı. Birileri Bağdat'tan Musul’a yürüyerek gelmiş, rejim de evi onlara vermişti. Evime vardığımda bana böyle söylediler.”
Yeni dönemin başlangıcı
Saddam Hüseyin’in kontrolü altındaki bölgelerden sürülen Kürtlerin, yaşadığı şartları, yerlerinden edilen Filistinlilerle kıyaslayan Zebari, “Bunca yıldan sonra, biri içinde büyüdüğü evin başkasının evi olmasına şahit oluyor. Daha da acı olan yıllar süren trajedinin ardından DEAŞ’ın gelişiyle evimizin yeniden başkasının eline geçmesi oldu” diye konuştu.
ABD’nin Irak’ı işgalinden sonraki ilk aylarda yaşanan olayları ve o günler Kürtlerin üstlendiği rolü anlatan Zebari, şunları söyledi;
“ABD’nin atadığı Irak valisi olarak atanan Paul Bremer, Savunma Bakanlığı ve askeri temsilcilerden oluşan ABD’li bir heyet bizi ziyaret etti. Onları, şu anki IKBY Başkanı Neçirvan Barzani’nin Erbil’deki evinde ağırladık. Ardından da ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Beyaz Saray’la temasa geçtik. Bu görüşmeler sırasında heyete geçici bir hükümet kurma ihtiyacı olduğunu vurguladık, aksi takdirde Irak’ta kaos başlayacaktı. Bizim açımızdan iyi bir ekibimiz vardı. Londra konferansında, Baasçı olmayan yaklaşık 67 kişiyle geçici hükümetin ilan edilmesini kabul ettik. Bu fikir, ABD ile Kürt liderliği arasında ortaya çıkmıştı ve üzerinde görüş birliği vardı. Ertesi gün 40-50 araçlık görkemli bir konvoyla hareket ettik. Celal Talabani de benzer bir konvoyla Süleymaniye’den gelmişti. Yolumuz Kerkük’ten geçiyordu. Kerkük’ten geçerken Baba Gurgur petrol sahasında çalışmaların devam ettiğini gördük. Güzel bir duyguydu. Yine Kerkük’ten ikinci kez korkmadan geçtik. Söz konusu devasa konvoy ile Bağdat’a girdik. Bağdat’ta eski muhalif güçleri ve Devlet Başkanlığı Konseyi’nin karargahı ve bir iletişim merkezine dönüşen Burj el-Hayat Oteli’ne gittik.”
Birkaç saniye duraksayan Zebari şöyle devam etti;
“Bağdat sokaklarında yürüdüm, her şeyi merak ediyordum. İnsanlar hiç olmadıkları kadar iyi görünüyordu. Fakat yoksulluk her yeri sarmıştı. Abluka, bedelini insanların ödediği acı bir cezaydı. Bağdat eskisi gibi yine kirliydi. Hiçbir zaman temiz olmamıştı. Açıkçası bu, bizim muhalefetteyken yaptığımız bir hatadan kaynaklanıyordu. Hesaba katılmamış bir hata. Yıllar süren abluka, toplumun yapısını ve psikolojisini bozarken, ister Sünni ister Şii olsun radikal dini akımların büyümesini sağladı. Biz ise bunun farkına varamadık.”
Kürt güçleri sahaya indi
-  Irak’ın yeni yönetiminin oluşumuna karşı çıkan Iraklı çeşitli taraflar arasındaki güç dengesiyle ilgili neler söyleyeceksiniz?

Başlarda öndeydik. İnisiyatif elimizdeydi, çünkü en güçlü taraf bizdik. Iraklı liderlerin çoğunun korumaları ABD ordusundandı. Bu korumaları onlara bizzat ben sağlıyordum. Bu yüzden Irak'taki ABD ve diğer ülkelerin büyükelçiliklerinde güçlü bir konumumuz vardı. Burj el-Hayat Oteli’ndeki merkezimiz, tam bir uğrak yeriydi.  Örneğin Muhammed Bekir el-Hekim, 30 yıllık aranın ardından İran’dan Irak’a gelmek istedi. Şahsi korumalarıyla birlikte geliyordu. Şu anki Başbakan Adil Abdulmehdi, beni ziyaret etti ve bana size yardım etmek istiyorum dedi. Bizden Amerikalılarla konuşup, onlara bu adamın önemli bir şahsiyet olduğunu anlatmamızı, bir din adamı ve arkadaşımız olan bu kişinin bazı şahsi korumalarına izin verilmesini istememizi rica etti. Askeri komutanı görmeye gittim. Hekim’in bize, müttefiklerimize ve değişime destek verenlere güvendiğini söyledim. Bana, “O bir imam ve Bağdat’a silahlı korumasıyla mı gelecek? Biz varız ve onu koruruz” dedi. Komutana, “Hayır. Çünkü bir askerin onu askeri kontrol noktasında durdurması onun için utanç verici olur. Bunu anlamanızı umuyor” dedim. Komutan biraz müsaade istedi. Ardından tabanca gibi küçük bir silahla girmelerine izin verdi.
Zebari, Saddam Hüseyin’in ardından Irak Yönetim Konseyi’nin kurulması, seçimlerin yapılması ve ilk hükümetin kurulması gibi Irak’ta ortaya çıkan yeni güç yapılarının inşasını anlatmayı şöyle sürdürdü;
“Yönetim Konseyi’nin kurulması ABD’nin değil, BM’nin fikriydi.”
Ancak işlerin yolunda gitmediğini ve Paul Bremer'in vali ve fiili yönetici olmasının ardından birçok zorluk yaşandığını söyleyen Zebari, “Bir toplantıda, Başkan Mesud Barzani ve Celal Talabani’nin arasında oturuyordum. Bremer bizi selamladıktan sonra iyi insanlar olduğumuzu söyledi. Fakat ani bir çıkışla, ‘Lider benim ve bu ülkeyi ben yöneteceğim. Eğer size bir rol verilecekse o da ancak danışmanlık olacaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden (BMGK) aldığım bir karar var. Ülkeyi yönetmek için çalışacağız’ dedi. Celal Talabani duydukları karşısında adeta şok olmuştu. Barzani’nin çevirmenliğiyle Bremer’e derhal karşılık veren Talabani şunları söyledi; ‘Rolümüz bitti. Yarın Erbil’e döneceğiz. Ortak olmak istiyorduk, bu durum herkesi üzdü. Ülkeyi yönetebilirseniz buyurun.  Geri döneceğiz’ dedi” şeklinde konuştu.
Sistani'nin konumu
Otele döndükten sonra, Başkan Barzani arabaların geri dönüş için hazırlanmalarını istedi. Ona “Hayır, Başka bir göreviniz var, bu adam bu ülkede gerçek liderler olduğunu bilmeli. Necef'te Sistani (Şii lider) ile görüşmelisiniz” dedim. Barzani de bana, gerekli ayarlamaları yapıp yapamayacağımı sordu. Ben de bugün veya yarın görüşmenin ayarlanacağını söyledim. Sonra Necef'e gittik ve gazetecilerde bizimleydi. Dönüşte Bremer'la karşılaştık. Bana, “Necef'i ziyaret edeceğini söylemedin. Sistani'ye göndermek istediğim bir mesajım vardı” dedi. Ben de ona, bu ülkenin önde gelen kendi liderleri olduğunu ve gerekli mesajın iletildiğini söyledim.
Irak'ta hükümet içindeki güçler arasındaki anlaşmazlıkları ve özellikle de ABD ile yeni Irak anayasasını yazmakla görevlendirilen Şii din adamları arasındaki tartışmaları anlatmaya devam eden Zebari şunları söyledi;
“Bremer, eyalet ve ülke düzeyinde yerel Amerikan tarzı konferanslar düzenlemeyi planlıyordu. Ancak Yönetim Kurulu, Irak Devleti Geçiş Dönemi Yönetim Kanunu’nu çıkardı. Böylece anayasaya giriş yapıldı.  Bu bir anlamda Yönetim Kurulu ve Geçici Hükümet Konseyi’nin, anayasa için yol haritası olacak bildirisiydi. Şii güçler başlangıçta itiraz etse de daha sonra bunu kabul ettiler. Bremer'in fikrini reddeden Sistani, anayasanın halkın seçtiği insanlar tarafından yazılması gerektiğini söyledi. İlk toplantıda Başkan Barzani'ye, kendisi için en önemli olan şeyin anayasa olduğunu söyledi.  Sünni güçler ise buna karşı çıkıyordu. Kurumlar, ordu ve makamlar oluşmaya başladığında bile Sünni güçler buna katılmayı reddettiler. Sünnileri destekliyor ve teşvik ediyorduk. Erbil’de konferanslar düzenliyorlardı. Onlarla buluştuk. Eğer Irak’ın eski haline dönmesi gibi bir hayalleri varsa bunun imkansız olduğunu söyledik. Suriye'nin Sünni güçleri bu yola itme konusunda ciddi bir rolü vardı.”
Federalizm ve Anayasa
Iraklı çeşitli güçler, bugün de halen bütün Irak diyalog turlarında olduğu gibi, Kürtlerin konumu, hakları ve özellikle federalizm meselesi başta olmak üzere merkezi devletle olan ilişkilerini tartışıyor.
Hoşyar Zebari ise federalizmle ilgili şunları söyledi;
“Federal sistemi biz dayattık. Irak Devleti Geçiş Dönemi Yönetim Kanunu’nun bir parçası haline geldi. Ekibimiz güçlü, verimli, yasal, uyumlu ve konusunda uzman Kürt ve yabancılardan oluşuyordu. Siyasi güçler konuyu ciddiye almadı. Ancak bizim net bir vizyonumuz vardı. Ayrıca üç eyaletin Irak Anayasası için gelecekteki herhangi bir değişikliği reddetme hakkı ilkesini de uygulamaya koyduk. Böylece çoğunluk artık bizi ezemeyecekti. Toplantıların çoğu, Yeşil Bölge'deki Mele (Molla) Mustafa Barzani'nin resminin bulunduğu merkezimizde yapıldı. Aslında Bağdat'ta güçlüydük. Marjinal değildik, karar vericiydik. Başkan Barzani Bağdat’a geldi. Karargahı her gün beş kez bombalanıyordu. Korumaları hayatlarını kaybetti. Tıpkı Talabani gibi o da yerini terk etmedi. Bizim ve haklarımız için bir güç kaynağı oldu.”
Kürtlerin, özellikle bugün Irak'ın birçok sorununa uygulanabilir ve makul bir çözüm olarak gördüğü federal sistem deneyimindeki önerilerinin başarısını anlatan Zebari, “Aslında, Irak'ta federal sistem ya da bir başka deyişle bölgesel sistem deneyimi başarılı oldu. Dolayısıyla talep edilir bir hale geldi. Bir bölgenin kurulmasına yönelik ilk talep güneyde Basra halkından gelmişti. Anayasa buna izin veriyordu. Kürdistan bölgesi gibi bölgelerin oluşumu için bazı mekanizmalar vardı. Ancak DEAŞ'ın varlığı döneminde Yezidilere ve Şiilere olanlardan ve Musul olaylarından sonra bu insanların nispeten bağımsız bölgeler olmadan tekrar nasıl birlikte yaşayabilecekleriyle ilgili bir soru işareti belirdi” diye konuştu.
Saddam kalıntıları
Bağdat’ta başlayan şiddet birkaç ay devam etti. İki yıl geçmeden Irak merkezi bölgesinin tamamı işgal edilmişti.
Zebari, Irak’ta şiddetin yayılmasına sebep olan olayları şöyle anlattı;
“Şiddet ve işgalcilere karşı direnişin başlamasının ardında çok sayıda neden yatıyordu. Şunu dürüstçe belirtmeliyim ki bu nedenlerin çoğu ordu, Baas Partisi, Saddam'ın Fedaileri, istihbarat birimleri, güvenlik hizmetleri ve Saddam’a sadık aşiretler olmak üzere eski Irak rejiminin kalıntılarından kaynaklanıyordu. Ayı şekilde 1920 Devrimi, Nakşibendiler, Özgür Irak Ordusu ve bölgede faaliyet gösteren diğer gruplar gibi ikinci taraflar ve isimler de bu nedenlerin kaynağıydılar. Saddam Hüseyin ve çevresi, daha sonra belgelerde de ortaya koyulduğu üzere muazzam Amerikan gücünün önünde duramayacaklarını anladıklarında, gerilla savaşını ve silahlı direnişi teşvik ettiler. Bundan yararlanan diğer taraf ise aşırılık yanlısı güç oldu. ABD ordusu, Arap ve Müslüman bir ülkeyi işgal ediyordu. Bu durum El Kaide gibi örgütler için altın bir fırsattı. Başta Suriye olmak üzere komşu ülkeler, bu durumun kendi topraklarına kayabileceği korkusuyla, söz konusu grupların faaliyetlerini kolaylaştırmış ve oluşumlarında yardımcı olmuştu.”
Bununla birlikte şiddetin yayılmasına yol açan en önemli faktörlerden biri olduğunu düşündüğü Irak'taki iç koşulların şiddetin tırmanmasındaki rolünü inkar etmeyen Zebari, eski rejimin bir biyografisini şöyle aktardı;
 “Baas veya Saddam’ın, Kürtlere, Şiilere ve hatta Sünnilere karşı yaptıkları daha az değildi. Başka bir deyişle, eli kanlı birçok insan vardı ve çoğunluğu ABD’li yetkililer tarafından tutuklandı. İnsanlar kimin ordu, kimin istihbarat ya da kimin güvenlik biriminden olduğunu biliyordu. Her değişimde bu durum yaşanır. Orduyu lağvetme yasasının çıkarılması, ABD’nin intikamıydı. Ordunun dağılmasını destekledik. Çünkü bu, öldüren, katleden, kimyasal gazlarla zehirleyen bir orduydu. İdeolojik ve şovenist gerekçelerle kurulmuştu. Ulusal bir ordu değildi. Temelde kimse ordudan ayrılmadı. Herkes sadece askeri üsleri terk edip evlerine döndü. Diğer bir konu ise ülkenin Baasçılardan arındırılmasıydı. Ancak daha sonra temel amacından çarptırıldı. Bizim hesabımız Baas Partisi’nin önde gelen isimleri ve üst düzeydeki ekipleri içindi. Diğerleri için değildi. Ancak hesaplar tutmadı.”
İşgalin ilk iki yılında Irak’ta oluşan tabloyu aktarmayı sürdüren Zebari şöyle devam etti;
“Amaç, Amerikalıları Irak'ın dışına çıkarmaktı. Böylece işgal, başka bir ülkeye sıçramayacaktı.  Aslında, İranlılar, Suriyelilerden daha akıllıydı. İran, Irak'ı ziyaret eden ilk ülke oldu ve desteklerini belirterek, yönetim kurulunu tebrik etti. Bununla birlikte Irak'taki durumu okumak için Suriyelilerle görüşüyorlardı ve ortak bir tehlike olduğunu düşünüyorlardı. İranlılar, Amerikalıları hedef almak için çıkar ortaklığı olan kendi gruplarını desteklemeye başladı. Refik Hariri'nin Suudi Arabistan'dan çıkmak üzereyken görüşmek isteyip bana söylediği de buydu. Hariri ile Suudi Arabistan’da buluştuk. Beni Suriyelilerle İranlıların yüzde 100 aynı fikirde olmadıkları konusunda uyardı ve tek buluştukları ortak noktanın Amerikan projesinin başarısızlıkla sonuçlandırılması olduğunu söyledi.”
Türkiye’nin rolü
Zebari, Irak'ın siyasi hayatının bu aşamasında oluşan bölgesel sahneye ilişkin olarak ise Türkiye’nin yeni Irak sahnesine yönelik tavrıyla ilgili şunları söyledi;

“Yönetim Kurulu’nun ve Paul Bremer tarafından ilk hükümetin kurulmasından sonra, büyük bir Türk heyeti bizi ziyaret etti.  Heyette müsteşarlar ve büyükelçiler vardı. Çevirmenleri ise Abdurrahman adında Türkiyeli bir Arap’tı. Onları bakanlıkta karşıladım ve bir iki yıl kadar önce başımdan geçen bir olayı hatırlattım. Dışişleri Bakanlığı’ndayken Türkiye hariç tüm ülkelerin Irak'a yönelik bir politikası olduğu uyarısında bulunmuştum. Başka bir deyişle, savaş olmasa bile yarın bir gün Saddam’ın ölebileceğini söylemiştim. Onlara, ‘İran, Suriye ve Suudi Arabistan’ın bir politikası var. Sizin Irak politikanız nedir?’ diye sordum. Politikalarının Irak'ın birliğini korumak olduğu şeklinde bir cevap verdiler. Bunun yeterli olmadığını söyledim. Sahada onlardan kimsenin olmadığını belirterek, ‘ Türkmen Cephesi sizde, biz de müttefikiniz. Bizi de düşünün. Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra sizinle görüştüğümüzde bunu göz önüne alacağız’ dedim. Çevirmen Abdurrahman ‘Ben de şahidim’ dedi.  Bu fikre sıcak baksalar da Amerikalılara karşıydılar. ABD de Sünni Üçgen'deki Sünni direnişinin sebebinin, 4. Zırhlı Taburu’nun savaş sırasında Türkiye'den Irak'a geçişinin engellemesi olduğuna inanıyordu.”
Zebari’ye göre Suriye’nin özel bir durumu vardı. Çünkü Suriyeli siyasetçilerin çoğunluğu katı Baasçıydı. Irak’taki yeni güçlere bir takım teklifler sunarak, Irak'ın içinde bulunduğu yeni durumu tartmaya çalışıyorlardı.
Zebari bu bağlamda Suriye’nin eski Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şara ile yaşadığı bir olayı şöyle paylaştı;
“Bakan Şara, her buluşmamızda bize işgal ve işgalcilerin işbirlikçileri diyordu. Bir keresinde kendimi tutamadım ve ona karşılık verdim. Ona, ‘Sen de bunun bir parçasısın. Biz kim olduğumuzu biliyoruz. İşgal hakkında konuşuyorsun ama Suriye, Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) Irak’ın işgal kararına ‘evet’ oyu verenler arasındaydı. Şimdi de gelmiş bize üst perdeden konuşuyorsun’ dedim. Şam bizi tanımıyordu. Onlara dost olduğumuzu, bir zamanlar Şam'da yaşadığımızı ve Yönetim Kurulu liderlerinin çoğunun Suriye’de kendi evleri olduğunu söylüyorduk. Bu kibir ve inadın sebebini sorduk. Niteliksiz miydik yoksa onların seviyesinde mi değildik? Daha sonra Amerikalılar ve ardından bu fikirden cesaret alan ABD’li yetkili Colin Powell, onlara hedef olmadıkları garantisini vermek üzere Şam'a gitti.”
Irak’taki yeni yönetimin kuruluş aşamasını anlatmayı bitiren Zebari, Irak Dışişleri Bakanlığı yaptığı dönemden şöyle bahsetti;
“Bağdat’ta bulunduğum sırada ve muhaliflerde aktifken Amerikalıların tüm bakanlıklara danışmanlık yapan ‘CA’ adında bir grubu vardı. Grupta ABD, Romanya ve Polonya dışişleri, içişleri, eğitim ve savunma bakanlıklarından danışmanlar bulunuyordu. Irak Dışişleri Bakanlığı yetkilileri geldi. Onlarla ilk kez karşılaşıyordum ve onları tanımıyordum. Adımın çok geçtiğini ve dışişleri bakanı olacağımı söylediler. Onlara, ‘Bana hiçbir şey söylenmedi’ dedim. Ardından saraya gittim. Romanyalı bir danışman yanıma geldi. Büyükelçiydi. Dışişleri Bakanlığı’nın çalışmalarını idare ediyordu. Bana, hükümetin kurulması halinde dışişleri bakanı olarak atanma ihtimalimin yüksek olduğunu söyledi. Böyle bir kararın elime ulaşmadığını söyledim. Bir asker olduğumu ve üstlerimin istemesi halinde bunu kabul edebileceğimi belirttim. Onların bana bunu teklif etmemeleri halinde ise kabul etmeyeceğimi ifade ettim. Aslında Yönetim Kurulu toplantılarında en büyük destekçim, rahmetli Ahmed el-Çelebi’ydi.”
Dışişleri Bakanı olduğunda yaptığı ilk işin ne olduğunu sorduğum da Irak’ın eski dışişleri bakanları Fazıl Cemali ve Adnan Paçacı’ya olan hayranlığını dile getiren Zebari soruma şu cevabı verdi;
“Ülkesine dışişleri bakanı olarak hizmet veren bir Iraklı olarak, Dışişleri Bakanlığı'nın Irak devletinin kuruluşundan günümüze kadar olan tüm arşivini koruma altına aldım. Bu arşivleri elektronik ortama aktarmaktan gurur duyuyorum. Dışişleri Bakanlığı’na ilk gittiğimde, büyükelçiler ve kıdemli yetkililer oradaydı. Varlığımla ilgili ‘Kürt ve bize liderlik edecek, öyle mi?’ şeklinde kaygıları vardı. Onlara, ‘Size karşıydım, ama bu bakanlığın dışında kaldı. Şimdi aranızdayım ve biz bir takımız’ dedim.”
RÖPORTAJIN BİRİNCİ KISMI İÇİN TIKLAYINIZ
RÖPORTAJIN ÜÇÜNCÜ KISMI İÇİN TIKLAYINIZ



Suriye Ulusal Diyalog Kongresi Hazırlık Komitesi Genel Koordinatörü Kıblavi Şarku’l Avsat’a konuştu: Geçiş dönemi için anayasal bir deklarasyon ve teknokrat bir hükümet gerekiyor

Dün Şam'ın doğusundaki Duma'da, Aralık 2013'te kaçırılan aktivistlerin akıbetinin açıklanması için protesto gösterisi düzenledi. (AFP)
Dün Şam'ın doğusundaki Duma'da, Aralık 2013'te kaçırılan aktivistlerin akıbetinin açıklanması için protesto gösterisi düzenledi. (AFP)
TT

Suriye Ulusal Diyalog Kongresi Hazırlık Komitesi Genel Koordinatörü Kıblavi Şarku’l Avsat’a konuştu: Geçiş dönemi için anayasal bir deklarasyon ve teknokrat bir hükümet gerekiyor

Dün Şam'ın doğusundaki Duma'da, Aralık 2013'te kaçırılan aktivistlerin akıbetinin açıklanması için protesto gösterisi düzenledi. (AFP)
Dün Şam'ın doğusundaki Duma'da, Aralık 2013'te kaçırılan aktivistlerin akıbetinin açıklanması için protesto gösterisi düzenledi. (AFP)

Beşşar Esed rejiminin devrilmesi ve Suriye'de Ahmed eş-Şera liderliğinde yeni bir yönetimin başa gelmesinin ardından Suriye dosyasındaki gelişmeler dikkatle takip ediliyor. Belki de buradaki en önemli soru, eş-Şera'nın medya açıklamalarında duyurduğu Suriye Ulusal Diyalog Kongresi'nin detaylarının, bir hazırlık komitesinin oluşturulmasının ve kabul edilecek koşullara göre kimlerin davet edilip kimlerin dışarıda bırakılacağıdır.

dsvfbg

Suriye Ulusal Diyalog Kongresi Hazırlık Komitesi Genel Koordinatörü, Suriyeli yazar ve siyasi araştırmacı Dr. Mueyyed Gazlan Kıblavi, Şarku’l Avsat'ın sorularını yanıtladı.

Kıblavi, ‘Suriye Ulusal Diyalog Kongresi'ne davet edilecek şahsiyetlerin mevcut ya da geçmiş mücadeleleri, Suriye davasına katılımları ve devrimci faaliyetleri nedeniyle davet edileceğini’ vurguladı. Siyaset yapmayan devrimciler olduğu gibi, devrimi pratik etmeyen siyasetçiler de olduğunu belirten Kıblavi, gençlik kategorisinin, kadın kategorisinin, muhalifler kategorisinin ve mahkûmlar kategorisinin önemine dikkat çekti. Kıblavi, “Kategoriler çok. Örneğin, şu ana kadar 15 kategori belirledik ve henüz kategorize edilmemiş olanlar da var. Bu sayı 20 kategoriye ulaşabilir ve bazı kategoriler diğerleriyle birleştirilebilir” ifadelerini kullandı.

Devrimden önce ve sonra Suriye toplumunun kategorize edilmesinin her zaman sorunlu olacağını vurgulayan Kıblavi, “Bu yüzden kongreyi, bu sosyal yelpazeler (şu anda oluşmakta olan siyasi topluluk) arasında anlayış ve iletişim alanları için bir başlangıç olarak gördük. Çünkü Suriye'de elli yıl boyunca oluşuma izin verilmedi, yasaklandı. Düşünce tutsak edildi ve oluşum suç sayıldı” şeklinde konuştu.

dsfvgb
Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) ile ABD Dışişleri Bakanlığı heyeti arasında geçtiğimiz eylül ayında Ankara'da yapılan toplantıdan (SMDK)

Kıblavi, “Bu daha başlangıç. Dolayısıyla, içeridekiler kendi siyasi bileşenlerini oluşturma fırsatına sahip değilken ya da gelecekteki Suriye'ye doğru ilerlemek için belirli bir ideolojinin arkasına saklanamazken, dışarıda oluşturulan bileşenleri davet edemeyiz” dedi.

Kıblavi sözlerini şöyle sürdürdü: “Şam Deklarasyonu, Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK), Suriye Ulusal Konseyi ve diğerleri gibi oluşturulan siyasi kurumlarla dışarıdakiler birçok bölünmeden muzdaripti, devlet başkanlığı ve seçimlerde hizipçilikten muzdaripti ve sokak tarafından meşrulaştırılmamıştı. Bu nedenle oluşum koşulları mevcut koşullardan tamamen farklı olan siyasi yapıları davet etmekten kaçındık.”

Kıblavi sözlerine şöyle devam etti: “Şimdi bileşenler yeni Suriye'deki hedeflerini ilan etmeye başlayacaklar ve şöyle diyecekler: Ben belli bir grubun bileşeniyim, belli bir siyasi yelpazenin bileşeniyim ya da belli bir siyasi ideolojinin bileşeniyim, taleplerim bunlar ve saygı görmek ve dahil edilmek istediğim yol bu. Yurtdışında kurulan bileşenlere gelince, onlar kotalara alışkındı ve kotalar muhalif kurumların bileşiminde ve yapısında mevcuttu. Bu gayet açık. Ekim 2011'de İstanbul'da kurulan Suriye Ulusal Konseyi, Müslüman Kardeşler ve Şam Deklarasyonu gibi onlarca yıl önce kurulan siyasi gruplar Suriye meselesindeki ağırlıklarına göre kota alırken, devrimci hareket marjinal kaldı ve siyasi uygulamalarda ağırlıkları olmadı.”

Bu nedenle Kıblavi, “Otuz kırk yıldır Suriye'de bulunmayan siyasetçilerin temsil edilmesi kabul edilemez. Zira oluşturdukları organlar bir ‘bileşen’ olarak kabul edilemez. Bu, içeride kalan ve -izin verilmediği için- herhangi bir siyasi faaliyette bulunamayan Suriye halkına yapılan bir haksızlıktır” ifadelerini kullandı.

*Eş-Şera daha önceki açıklamalarında davetlerin muhalif organlara değil, bireylere yapılacağını söylemişti... Peki, örneğin SMDK'dan şahsiyetler davet edilecek mi?

Kıblavi bu soruya şu cevabı verdi: “Elbette davetler bireylere yönelik olacak, muhalif oluşumlara değil. SMDK’dan da bazı şahsiyetler davet edildi. Zira bu siyasi oluşumların hedefleri temelde bir noktadaydı ve şimdi değişti. Devrim öncesi ile devrim sonrası aynı değil. Ayrıca bu oluşumların içinde hizipler, siyasi partiler ve parti akımları gibi başka bileşenler de var. Bu nedenle sadece bireyleri davet etmeye karar verdik.”

Varlıkları sona erdi

Kıblavi, muhalif oluşumlar ilk kurulduğunda belirtilen kuruluş amaçlarından birinin, devrimin zafere ulaşması halinde bu oluşumların varlığının sona ereceği olduğunu belirtti. Bu, devrimin zafere ulaşması ve rejimin düşmesi halinde söz konusu oluşumların kendilerini feshedeceklerine dair birden fazla kez yapılan açıklamaydı. Dolayısıyla bu varlıklar artık zaman ve bağlam dışıdır.

*Salı günü yaptığınız açıklamalarda, Suriye'deki askeri güçlerin temsilcisi olarak Askeri Operasyonlar Dairesi'nin davet edileceğini söylediniz. Aslında, Suriye devriminin başında rejimden ayrılan ve maddi ve manevi bedel ödeyen askeri personel, Esed sonrası Suriye'de tamamen göz ardı edildiklerini hissediyor. Suriye Ulusal Diyalog Kongresi onları yeni Suriye'yi müzakere etmek üzere davet etmeyecek mi?

Kıblavi şu cevabı verdi: “Ordudan ayrılanlar Savunma Bakanlığı bünyesinde değerlendirilecek, ancak bu henüz tamamlanmamış bir aşama. Çünkü hazırlanmakta olan pek çok lojistik mesele var. Ordudan ayrılanlar Savunma Bakanlığı'na dahil edilecek. Bağımsız olarak davet edilecek ayrı bir siyasi ya da askeri unsur değiller, Askeri Operasyonlar Dairesi'ne bağlı olacaklar.”

Ön koşullar

*Farklı Suriyeli gruplara ulaşmak için kriterler neler? Davet kriterleri neler?

Kıblavi, “Ne kadar adil ya da teknik olmaya çalışırsak çalışalım, herkes için adil olamayız ve herkesi tatmin edemeyiz. Suriye halkını sınıflandırmak ve bu sınıflandırmada adil olmak istersek, devrimci hareket, devrimci savaşçı, kendi topraklarında devrim yapmamış siyasi düşünür, belirli bir bölgeye ait olan ve Suriye'de bulunan tüm etnik ve ırksal bileşenler olarak ayrılırlar. Ayrıca çeşitli şehirler arasında dağılmış bileşenler de var. Tüm bu bileşenler arasından kongreye katılacak uygun kişiler seçilecek. Böylece bölgeleri kapsamış, toplumsal çeşitliliği sağlamış, gençleri, tutukluları ve siyasi aktivistleri, entelektüel ve devrimci olarak kuşatmış olacağız. Açıkçası bu biraz kapsamlı sayılır” ifadelerini kullandı.

*Peki, tüm Suriye için yüzde 100 adil olacak mı?

Kıblavi şöyle cevapladı: “Tabii ki mümkün değil. Dünyada davet kriterlerinde yüzde 100 adil olan hiçbir kongre yoktur. Bu bağlamda tarafsız olmamız gerekmediğini unutmayın. Bizden istenen gelecekteki Suriye'nin çıkarlarını düşünmemiz.”

CSDVFBR
Suriye’deki yeni yönetimin lideri Ahmed eş-Şera ve askeri gruplar arasında yapılan toplantıda yeni Suriye'de askeri kurumun nasıl şekilleneceği ele alındı. (Askeri Operasyonlar Dairesi)

Bir sonraki hükümetin şekli

*Suriye’deki yeni yönetimin lideri Ahmed eş-Şera, mevcut hükümetin tek renkli olduğunu kabul etti. Kongrenin toplanmasının yakın olduğu konuşulurken, bir sonraki hükümetin Suriye Ulusal Diyalog Kongresi'nin içinden çıkacağına dair sorular akla geliyor. Bu hükümetin katılımcı bir hükümet olacağına dair herhangi bir ön yargı var mı? Ayrıca, bir sonraki hükümet sisteminin şeklini yani başkanlık mı yoksa parlamenter mi olacağını konferans katılımcıları mı belirleyecek?

Kıblavi bu soruyu, “Kongre, bir sonraki hükümet sisteminin şeklini belirlemeyecek. Çünkü kongre bir yasama organı değil. Parlamento, kongrenin hazırlayacağı çalışma ve belgelerden kaynaklanabilecek prosedürlerin bir parçası” diye yanıtladı.

“Genel sekreterlik gibi seçilmiş bir danışma komitesi” olduğunu da ifade eden Kıblavi, “Komiteler sayıca fazla olduğu için hükümet sisteminin parametrelerini belirlemek üzere mini komiteler seçilebilir. Elbette hükümet sistemi önerilecek ya da onaylanacaktır. Bundan sonra mevcut çalışmalar sona erecek ve çok hassas bir aşama olan geçiş dönemi için teknokratlar hükümeti olması beklenen bir hükümet kurulacaktır. Suriye'nin geleceğine gelince, bunu Suriye halkı ve tartışmaların başlangıç noktası olarak kabul edilen Suriye Ulusal Diyalog Kongresi sırasında fikirlerin billurlaşması belirleyecek. Tüm bu göstergeler Suriye'deki hükümet sistemini belirleyecektir. Daha da önemlisi, kongreden kaynaklanacak anayasal boşluk, söz konusu anayasal boşluğu doldurarak geçici bir anayasal bildiri yayınlayacak olan uzman bir komite tarafından doldurulacaktır” dedi.

Kongrenin zamanlaması

*Kongrenin yakın zamanda toplanmasına tanık olacak mıyız? Yoksa beklemek mi gerekiyor? Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne kimlerin davet edileceğini hazırlık komitesi mi belirleyecek?

Kıblavi şu cevabı verdi: “Hazırlık komitesi ilgili makamlardan onay aldıktan sonra çalışmalarına başlayacak. Tarih konusuna gelince, hazırlık komitesi oluşturulduktan sonra, davet edilen şahsiyetler ve gruplarla iletişim kurmak yeterli zaman alacak. Meselelerin çözüme kavuşturulması bir hafta ya da belki 9 gün sürebilir.”

SCDVFEGR
Eski rejim ordusu mensupları, 1 Ocak'ta Suriye'nin Humus kentindeki uzlaşma merkezlerinde kayıt yaptırmak için sıraya girerken Esed'in fotoğrafını çiğniyorlar. (AP)

Kıblavi, “Hazırlık komitesi davetler için kriter belirlemez. İçeriden ve dışarıdan davetlilerin lojistiğini kolaylaştıran ve onlarla kongreye davet edildiklerini ve katılıp katılmayacaklarını kısaca görüşen bir komitedir. Yani konferans öncesi aşamanın lojistiğini kolaylaştıran ve ön kolaylaştırıcılığını yapan bir komite; sonuçlara ya da davet kriterlerine karar veren bir komite değil. Aday gösterecek olanlar genel olarak sivil toplum örgütleri olacak ve doğal olarak sendikalar da bunların arasında yer alacak” şeklinde konuştu.

Komite seçimi için kriterler

Hazırlık komitesi üyelerinin hangi kriterlere göre seçileceği sorulduğunda ise Kıblavi şu yanıtı verdi:

“Bu kişiler Suriye'deki en nitelikli kişiler olmayacak. Çünkü bu çok zor. Ancak yurt içinde olduğu kadar yurt dışındaki devrimci siyasi ortama ve bölgesel dağılıma dair bilgi ve aşinalıkları da göz önünde bulundurulacak. Hazırlık komitesi üyesinin bileşenler hakkında bilgi sahibi olması, devrim ve siyasi süreç konusunda daha önce deneyim sahibi olması ve Suriye'deki siyasi çevreler arasında ya da elbette yurtdışında sürekli faaliyet göstermesi ve tanınması nedeniyle Suriye arenasında bilinmesi gerekir.”