İranlı sinemacılar rejimin otoritesini kırdı

İranlı muhalif yönetmen Muhsin Mahmelbaf’ın ‘Bir Masumiyet Anı’ filminden bir kare (YouTube)
İranlı muhalif yönetmen Muhsin Mahmelbaf’ın ‘Bir Masumiyet Anı’ filminden bir kare (YouTube)
TT

İranlı sinemacılar rejimin otoritesini kırdı

İranlı muhalif yönetmen Muhsin Mahmelbaf’ın ‘Bir Masumiyet Anı’ filminden bir kare (YouTube)
İranlı muhalif yönetmen Muhsin Mahmelbaf’ın ‘Bir Masumiyet Anı’ filminden bir kare (YouTube)

Ali Ata*
İranlı film eleştirmeni Hamid Reza Sadr’ın kaleme aldığı ‘İran Sineması: Siyasi Bir Tarih’ (Iranian Cinema: A Political History) adlı kitap tam da İran’ın dört bir yanında protesto gösterilerinin düzenlendiği bir zamanda elime geçti. Kitap okura, Yeni İran Sineması’nın İran toplumundaki bazı gizli öğeleri tasvir etmesi ve rejimin baskısı altında halkın özellikle de kadınların çektiği sıkıntıları anlayabilmeleri konusunda üstlendiği rolü görme fırsatı sunuyor. İranlı yetkililerin bazı filmleri yasakladıkları ve bazı yönetmenleri de hapse attığı biliniyor. Ancak tüm bunlar Yeni İran Sineması’nın rejimin ideolojik duvarlarının ötesine geçmesini engelleyemedi.
İran sineması ilk ortaya çıktığında ülke henüz Muzaffereddin Şah’ın başında olduğu, feodalizmden kurtulamamış otokrat bir monarşiyle yönetiliyordu. Muzaffereddin Şah’ın yurt dışı gezileri ‘sihirli fener’ olarak tanımlanan sinemanın İran’a gelmesinde önemli rol oynadı. 1900 yazında Şah, Mirza İbrahim Han, Akkasbaşi (fotoğrafçı) ile yaptığı Avrupa gezilerinden birinde gördüğü ekranda dans eden hareketli görüntülerden etkilenmişti. Akkasbaşi’nin babası, Şah’a 10 yıl boyunca Avrupa seyahatlerinde eşlik eden çini fotoğrafçısı Mirza Ahmed Ziya es-Sultane idi.
Muzaffereddin Şah, Avrupa turu sırasında yaptığı Belçika ziyaretinin kayda alınması için bir kamera satın aldı. Böylece Muzaffereddin Şah’ın Belçika ziyaretinin amatör çekiminin İran sinemasının ilk filmi, Akkasbaşi’nin de ilk İranlı sinematograf olduğu söylenebilir. Akkasbaşi elbette sanatını insanların hikayesini anlatmak için kullanmadı. Fakat geriye kraliyet saraylarının ve seçkin elitlerin evlerinden kesitler bıraktı.
İngilizce olarak Londra merkezli Tauris Yayınevi tarafından basılan Hamid Reza Sadr’ın kitabı Arapçaya da geçtiğimiz yıl vefat eden Ahmed Yusuf’un çevirisiyle Kahire’deki Ulusal Çeviri Merkezi tarafından kazandırıldı.
Kitabın yazarı olan İranlı film eleştirmeni Hamid Reza Sadr, 1956 yılında doğdu. Avrupa’nın çeşitli üniversitelerinde İran sinemasıyla ilgili konferanslar veren Sadr, kendisini düzenli bir sinema izleyicisi yerine koyan eleştirileriyle ve izleyiciye hitap eden değerlendirmeleriyle biliniyor. Sadr ayrıca ‘Komedi Sineması’ ve ‘Rüzgara Karşı: İran Sinemasında Siyaset’ adlı kitapları kaleme aldı. Bazı kitapları Farsçadan İngilizceye çevrilen Sadr ayrıca Anthony Hopkins, Peter O'Toole, Mike Leigh ve Carlos Saura gibi sinemanın tanınmış birçok uluslararası simasıyla da röportajlar yaptı.
Film sansürü
Sadr’ın 383 sayfalık kitabına göre İran'daki ilk sinema filmi, Mirza İbrahim Han Sahafbaşi tarafından çekildi. İlk filmler kraliyet sarayındaki karma salonda perdeye yansıdı. Ardından kadınlar ve erkekler filmleri ayrı salonlarda izlemeye başladılar. İran'da ilk halka açık sinema salonu 1904'te hizmete girdi. Ancak bazı din adamları, sinemayı ‘şeytan işi’ diyerek kınadı. Daha sonra Şah sinemaları kapatma kararı aldı. Sahafbaşi’nin mallarına el konuldu ve ailesiyle birlikte yurt dışına sürüldü. Ardından Ermeni asıllı İranlılar, İran sinemasının gelişiminde hayati rol oynadılar. 1910 yılında henüz 12 yaşında olan Ahmed Şah tahta geçti. Aynı yıl Ermeni asıllı Artashes Patmgrian yeni bir sinema salonu açtı. Ertesi yıl George Ismailov da bir sinema salonu açtı ve Lumière kardeşler, Gomon ve Paté gibi isimlerin filmlerini gösterdi. Sinema ve eski bir halk sanatı olan ‘taziye’ (Kerbela’da yaşananları canlandıran temsiller) gösterileri arasındaki çatışma bu dönemde doruğa ulaştı. Sinemayı baltalamak amacıyla taziye gösterileri daha fazla yapılmaya başladı. 1911 yılına gelindiğinde vaktinin büyük bir bölümünü Avrupa’da geçiren çocuk yaştaki Şah’ın ülkesinde kaos yaşanmaya başladı. Hükümetten yardım görmeyen halk kitlelerinin muhalefetiyle Kaçar Hanedanlığı sona gelmişti.
1924 yılında Felix adlı bir tüccar başkent Tahran’da ‘Grand Cinemas’ın açılışını yaptı. Bu sinemaların en belirgin özelliği kadınlar için ayrı salonlarının olmasıydı. Ekim 1925’te Ahmed Şah saltanatı Pehlevi Hanedanlığı’nın kurucusu Rıza Şah’a resmen devretti. 6 yıl sonra hükümet ülkenin bir tarım toplumu olması nedeniyle bundan böyle sinemaların akşam seanslarında en son çıkan tarım yöntemlerinin gösterilmesi için bir kararname çıkardı. Rıza Şah’ın hükümranlığı boyunca sinemalarda sıradan insanların gerçekçi tasvirleri yer almadı. İran sineması onlarca yıl paternalist bir yol izledi. Söz konusu dönemde toplumun sadece yüzde 20’si okur-yazardı ve okuma-yazma bilmeyenler için tek kitap sinemaydı. Bu nedenle sinema Şah’a bağlı yeni bir İran devleti oluşturmak için güçlü bir araç haline geldi. 1930 yılında ilk uzun metrajlı film, Ovanes Ohanian yapımı ‘Abi ve Rabi' gösterildi. Altmış dakikalık sessiz filmin başrolünde İranlı oyuncular Mohammad Khan Zarrabi ve Gholam Ali Sohrabi yer aldı. Komedi filmi olan Abi ve Rabi’de iki Batılı kafadarın öyküsü anlatılıyordu. 1930-1937 yılları arasında çoğu komedi dalında olan ancak sıradan insanları izleme özlemiyle çekilen 9 uzun metrajlı film yapıldı.
Sadr kitabında İran sinemasını 1900’lerden 1920’lere kadar olan serüvenini birinci bölümde, 1920'lerden 1940'lara kadar olan serüvenini ikinci bölümde ardından 1960’lar, 1970’ler, 1980’ler ve 1990’ları ayrı bölümlerde ele alıyor. Son olarak dokuzuncu bölümde İran sinemasının 2000 - 2005 yılları arasındaki serüvenine değinen yazar iyi veya kötü tarih boyunca İran sinemasının halkın dilinden konuştuğunu ve halkın da kendi dilini sinemadan öğrendiğini söylüyor. Sadr, İran filmlerinin ‘siyaset, ideoloji, mezhep’ veya en azından ‘inanç’ üzerine kurulu olduğunu da açıkça belirtiyor. Yazara göre İran sinemasında zayıf senaryolar, tekrar eden mesajlar, birbirinin kopyası olan hikayeler ve ezik karakterler bile her zaman siyasi olmakla suçlandı. Mutlu sonlar karakterlerin intikamını alamadı ama yaşanabilecek daha iyi bir toplum hayaliyle büyüdü.
Sinema heyecanı
İran sineması, az sayıdaki istisnalar dışında yaratıcılık arayanların genel olarak ilgisini çekmeyi başaramadı. Ancak filmlerde İran kültürünün yansıtılıp yansıtılmadığını merak edenler, İran sinemasını ilgi çekici ve bazen de ürkütücü bulmaya devam ediyor.
İran siyaseti ve sineması üzerine bir kitap yazmaya, İran’ın dünya çapında ses getiren iddialı yapımlara imza attığı ve uluslararası film festivallerinde gösterildiği 1993 yılında karar verdiğini belirten Sadr, söz konusu dönemde İran’ın film endüstrisi sayesinde kültürel olarak yeniden doğduğunu söylüyor. 1970'lerin başlarında bir dizi başarılı filme imza atan İran sineması, 1980’lerde neredeyse yok olmanın eşiğine geldi. 1979’daki devrim günlerinde adeta dibe vuran İran sineması son yıllarda çok sayıda sinemaseverin ilgisini çekmeyi başardı. 1990’lı yıllarda uluslararası başarı yakalamış Abbas Kiyarüstemi, Muhsin Mahmelbaf, Mecid Mecidi ve Rahşan Beni İtimad gibi isimlerin tekrar ortaya çıkmasıyla birlikte İran sineması 10 yıllık gerilemenin ardından yeniden doğdu. İran’ın önde gelen yönetmenleri dünya sinemasının profesyonelleri için tanınır isimler haline gelirken, filmleri dünyanın dört bir yanından övgüler aldı.
Sadr’a göre bu dönüşümün arkasında bazen sinemaya yabancı izleyicilerin gözünden hükmetmek isteyen bir siyasi arka plan yatıyor. Uluslararası film festivallerine katılan Hamid Reza Sadr sürekli olarak “İran filmlerinde toplum neden beklentilerimizden bu kadar farklı bir şekilde betimleniyor?” ve “İran filmleri, ülkenizin Batı'daki olumsuz imajının aksine bu hümanist kavramları nasıl içerebiliyor?” gibi zor sorularla karşılaşıyor.  Kitabında İran filmlerini, temalarını ve karakterlerini zamanlarının sosyal ve politik bağlamında incelemeye başlayan Sadr, 1990'ların sonlarında yurt dışında yayınlanan İran filmlerinin çoğunun azap içindeki masum çocukluğun duygusal ve vicdani çerçevesine dayandığının cevaplarını aradı. Sadr’a göre görünüşte apolitik olan bu filmler, çağdaş İran'daki siyasi durumun bir yansımasıydı. Çocuklar İran halkının bir resmini sunuyorlardı.
İnsan, İran sinemasını inceledikçe seyirciler üzerinde nasıl etki yarattığıyla ve halk üzerinde nasıl etkili olduğuyla ilgili daha çok şey öğreniyor.
Her halükarda bu analiz, İranlı film yapımcılarını, özellikle kadınları ötekileştirme konusunda ısrarcı olan ideolojik ve köktenci bir rejimden ayrılma arzusunu, doğması kaçınılmaz olan karakterlerin canlandırılmadığı filmler aracılığıyla dünyaya görüşlerini ifade etmek için son derece zor koşullarda çalışmaktan yıldırmamalı.
Özellikle kitabın, İran sinemasının 2000-2005 yıllarını anlatan son bölümünde Babak Payami'nin yönetmenliğini üstlendiği ve Afganistan'da çok genç yaştaki bir kadının idamını anlatan ‘İki Düşünce Arasındaki Sessizlik’ filmine ve İranlı kadın yönetmen ve senarist Samira Mahmelbaf’ın dünyanın dört bir yanından 10 yönetmenle birlikte üstlendiği 11 dakika 9 saniye ve bir kareden oluşan "11’09’’01" adlı filmin de yer aldığına dikkat çekiliyor.
Kitapta ayrıca Sadık Barmak’ın Taliban yönetimi altındaki Afganistan’ı anlatan ‘Usame’ filmi de yer alıyor.
*Independent Arabia’da yayınlanan bu analiz Şarku’l Avsat tarafından çevrilmiştir



İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor

İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor
TT

İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor

İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor

İsrail Savunma Bakanı Israel Katz  bugün (Cuma) yaptığı açıklamada, ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'ın nükleer tesislerine yönelik yakın bir İsrail askeri saldırısı uyarısında bulunmasından kısa bir süre sonra İsrail ordusunun İran'a karşı “önleyici bir saldırı” başlattığını duyurdu.

Buna karşılık İran silahlı kuvvetleri İsrail'e karşılık vermede “sınır tanımayacaklarını” vurguladı.

Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada şöyle denildi: “Kudüs'ü işgal eden rejim tüm kırmızı çizgileri aştığına göre ... Bu suça karşılık vermenin sınırı olmayacaktır.”

Şu ana kadar yaşanan gelişmelerden bazıları...

  • Yükselen Aslan Operasyonu: Cuma günü şafak vakti İsrail, Natanz'daki Ahmedi Ruşen uranyum zenginleştirme kompleksi de dahil olmak üzere İran'daki çok sayıda nükleer ve askeri tesisin yanı sıra birçoğu suikasta kurban giden üst düzey askeri komutanların evlerine “kesin ve önleyici” saldırılar düzenledi.
  • Hedef alınan İranlı liderler: Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami, Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri ve Ortak Operasyonlar Dairesi Komutanı General Gulam Ali Raşid öldürüldü.
  • Nükleer bilim adamlarına yönelik suikastlar: Saldırılarda başta Muhammed Mehdi Tahrani ve Feridun Abbasi olmak üzere altı nükleer bilim adamı öldürüldü.
  • İran'ın tepkisi: Tahran Tel Aviv'e doğru çok sayıda füze ile karşılık verdi.

*İran Devrim Muhafızları: Füze saldırımızda ülkemizi vurmak için kullanılan İsrail askeri merkezlerini ve hava üslerini hedef aldık.

*Washington'un İran füzelerine karşı İsrail'e yardım ettiğini söyleyen ABD'li bir yetkili: “ABD'nin İsrail'i hedef alan füzelerin düşürülmesine yardımcı olduğunu teyit ediyorum” dedi.

*İsrail medyasında yer alan haberlere göre acil servisler İran'ın füze saldırısında ikisi ağır olmak üzere 40 kişinin yaralandı.

*CNN'e konuşan İsrailli yetkili şu ifadeleri kullandı: "Bakanlar Kurulu şu anda İran'ın füze saldırısına verilecek yanıtı görüşmek üzere toplanıyor."

*İsrail Savunma Bakanlığı İran'a ait onlarca hava savunma sistemi hedefinin imha edildiğini duyurdu.

*İsrail ordusu , gerekli olduğu sürece operasyonlara devam etmeye hazır olduğunu açıkladı.

*İsrail ordusu, Hemedan ve Tebriz de dahil olmak üzere İran Hava Kuvvetleri'ne ait askeri üslere saldırdığını ve imha ettiğini açıkladı.

*Trump, Washington'un bölgesel güvenlik ve istikrarın korunması amacıyla krizin çözümüne yönelik çabalara katılmaya hazır olduğunu teyit etti.

*Suudi Arabistan Nükleer Düzenleme Kurumu: Krallığın çevresi herhangi bir radyolojik sonuca karşı güvenlidir.

*Katar Emiri Trump ile telefonda görüşerek gerilimin azaltılması ve diplomatik çözümlere ulaşılması gerektiğini vurguladı.

*İran hava sahası Cumartesi gününe kadar kapalı kalacak.

*İran Televizyonu: Hava savunma sistemleri ilk kez iki İsrail F-35 savaş uçağını düşürdü.

*İran'a yönelik daha fazla saldırıda bulunma sözü veren Netanyahu yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullandı: “Son 24 saat içinde üst düzey askeri komutanları, önde gelen nükleer bilim adamlarını, rejimin en önemli uranyum zenginleştirme tesislerini ve balistik füze cephaneliğinin büyük bir bölümünü ortadan kaldırdık. Daha fazlası gelecek... Rejim kendisine ne yapıldığını ya da ne yapılacağını bilmiyor. Hiç bu kadar savunmasız olmamıştı."

*İsrail ordusu: İran İsrail'e en az 100 roket fırlattı, bunların çoğu engellendi ya da hedefe ulaşmadı

*ABD Enerji Bakanı: Ortadoğu'daki mevcut durumun küresel enerji kaynakları üzerindeki olası etkilerini izlemek üzere Ulusal Güvenlik Konseyi ile yakın işbirliği içerisinde çalışıyoruz.

*İran , Fordo ve İsfahan tesislerinde sınırlı hasar olduğunu doğruladı.

*UAEA Genel Direktörü Rafael Grossi Güvenlik Konseyi'ni bilgilendirdi:

*Nükleer tesislerin güvenliğini teyit etmek üzere İranlı yetkililerle temas halindeyiz.

*İran, Natanz uranyum zenginleştirme tesisinin İsrail saldırılarının ilk dalgası sırasında hedef alındığını doğruladı.

*İranlı yetkililer bize Fordo ve İsfahan'daki iki nükleer tesisin saldırıya uğradığını bildirdi.

*İran'ın yüzde 60'a kadar zenginleştirilmiş uranyum ürettiği bir yer üstü tesisi imha edildi.

*Natanz'daki yeraltı zenginleştirme tesislerine yönelik bir saldırı olduğuna dair herhangi bir belirti yok ancak güç kaynağına yönelik saldırı santrifüjlere zarar vermiş olabilir.

*Sebepleri ya da koşulları ne olursa olsun nükleer tesisler asla saldırıya uğramamalıdır.

*İsrail Savunma Bakan, "İran, İsrail'deki sivil yerleşim yerlerine roket atarak kırmızı çizgileri aşmıştır. İran rejimi ağır bir bedel ödeyecektir" dedi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı, "İran rejimi her zamankinden daha zayıftır ve bu İran halkının rejime karşı durması için bir fırsattır. Netanyahu'dan İran halkına: Ben ve İsrail halkı sizinle birlikteyiz. İran'ın balistik füze cephaneliğinin büyük bir bölümünü imha ettik. İsrail, İran'a karşı tarihin en büyük askeri operasyonlarından birini başlattı. İranlıları baskıcı ve şeytani rejime karşı birleşmeye çağırıyorum."

*Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve ABD Başkanı Ortadoğu'da güvenlik, barış ve istikrarın sağlanması için birlikte çalışmaya devam etmenin önemine vurgu yaptılar.

*Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve ABD Başkanı itidal, gerilimi azaltma ve tüm anlaşmazlıkların diplomatik yollarla çözülmesinin önemini ele aldı.

*Suudi Arabistan Veliaht Prensi, İranlı hacıların tüm ihtiyaçlarının karşılanması ve anavatanlarına ve ailelerine güvenli bir şekilde dönmeleri için koşullar hazır olana kadar kendilerine tüm hizmetlerin sağlanması talimatı verdi.

*İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, İsrail'in askeri ve nükleer tesislere yönelik büyük saldırısının ardından ülkesinin itidal çağrılarını reddettiğini vurguladı.

*İsrail itfaiyesi İran'dan atılan roketin ardından binada mahsur kalanları kurtardı.

*İsrail itfaiyesi İran'ın füze saldırısının yol açtığı büyük olaylara müdahale ettiğini duyurdu

*İran devlet televizyonu: İsrail'e dördüncü roket dalgası fırlatıldı

*İsrail ordu sözcüsü İran medyasında yer alan bir savaş uçağının düşürüldüğü ve pilotun yakalandığı haberlerini yalanladı


İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.