Şarku’l Avsat’ın eski Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa’nın yakında Daru’ş-Şuruk yayın evi tarafından yayımlanacak olan ‘Senevatu’l-Camiati’l-Arabiyye’ (Arap Birliği Yılları) adlı kitabının bazı kısımlarını yayınladığı yazı dizisinin üçüncü bölümünde Musa, kitabın 63 sayfadan oluşan iki bölümünün ayrıldığı, Arap Birliği’nin Irak meselesine ilişkin çabalarına değiniyor. Bölümlerden ilkinde, Irak'ı ABD’nin saldırısından kurtarmak için ülkenin son Devlet Başkanı Saddam Hüseyin ile yapılan görüşme aktarılırken ikinci bölüm, ‘ABD'nin Irak'ı işgali’ olaylarına ve 2003 sonrası yaşanan siyasi süreçteki çabalara ayrılıyor.
Musa birinci bölümde, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin ile yaptığı görüşmenin detaylarından ve ‘o heybetli adamın ellerinin yumuşaklığına nasıl hayret ettiğinden’ bahsediyor. Saddam Hüseyin ile ciddi bir tonda konuştuğuna dikkati çeken Musa, görüşme sırasında yanlarında bulunan kişilerden de söz etti. Arap bir yetkilinin Saddam Hüseyin ile sert bir şekilde konuştuğu söyleyen Musa, kendisinin ve dönemin Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Kofi Annan'ın çabalarının, Amerikalıların savaşa gitme kararını almış olmalarından ötürü sonuçsuz kaldığını belirtiyor. Musa, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın Saddam'ı ‘düzenbaz ve yalancı’ olarak niteleyerek, “Saddam, sizin ve Annan’ın beynini yıkamış” dediğini aktarıyor.
Bundan sonrasını Amr Musa şöyle anlatıyor:
Arap Birliği Genel Sekreteri olarak göreve geldikten hemen sonra bana sorulan ilk sorunlardan biri, Irak ile BM arasındaki kitle imha silahlarının teftişine ilişkin müzakerelerin durdurulması meselesiydi. ABD, Irak'ın nükleer silahlara sahip olduğunu veya sahip olmaya çalıştığını iddia ediyordu.
BM’yi Arap Birliği Genel Sekreteri sıfatıyla ilk kez Kasım 2001’in başlarında 11 Eylül saldırıları nedeniyle yapılması gereken tarihte yapılamayan Genel Kurul toplantısına katılmak üzere ziyaret ettim. Dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan ile görüşmemde kendisine, “BM’nin başında olduğunuz bir dönemde, ABD’nin istediği ve aradığı Irak’a yönelik bir savaşı önlemek için net bir çabanın olmaması BM’ye yakışmıyor” dedim.
Bunun üzerine huzursuz olan Annan, “Elimden geleni yapıyorum ama Saddam Hüseyin inatçı ve sen onu benden daha iyi tanıyorsun” dedi. Ben de ona, “Irak'a Washington'ın hazırlandığı savaştan kaçma şansı vermeliyiz. Önümüzdeki Ocak ayında Irak Devlet Başkanı'nı ziyaret edeceğim. Uluslararası müfettişlerin çalışmalarının yeniden başlamasıyla ilgili sorunu çözmek için kendisine iletebileceğim net bir mesaj istiyorum. Kendisiyle yaptığım görüşmelerde, BM Genel Sekreteri'nden silahların denetlenmesi konusundaki durumu değiştirmeye çağıran açık bir mesajla geldiğimi söylediğimde, olumlu bir şekilde ilgileneceğinden eminim” dedim. Annan da bunu kabul etti.
Dönemin Irak Dışişleri Bakanı Naci Sabri el Hadisi ile görüşerek Irak ziyaretim için gerekli ayarlamaları yaptım. Uçağım 18 Ocak 2002 sabahı Bağdat Uluslararası Havaalanı’na indi. Hadisi beni karşıladı. Saygı duyduğum profesyonel bir dışişleri bakanıydı. Ancak Saddam'ın diktatörlüğü ve tek taraflı kararlar alması, hareket alanını ve manevralarını ciddi şekilde kısıtlıyordu.
Ertesi gün Saddam'la buluştum. Ciddi bir resmi konvoy beni, Bağdat'ın orta kesimlerindeki Kerade Meryem bölgesinde kaldığım Cumhurbaşkanlığı misafirhanelerinden birinden alarak bir askeri karargaha götürdü. Yanımda Arap Birliği’nden bir heyet de vardı. Heyette, merhum Arap Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Ahmed Bin Helli, Arap Birliği’nin BM Temsilcisi Hüseyin Hasuna ve Ofis Müdürüm Hişam Bedir bulunuyordu.
Askeri karargahına girer girmez, Saddam'a gölgesi gibi eşlik eden adamla karşılaştım. Bu adam, Irak Devlet Başkanı ile yapılan resmi görüşmelerde dahi bulunuyordu. Pala bıyıkları, zarif askeri üniforması ve belinden sarkan tabancasıyla tanınıyordu. Saddam'ın güvendiği nadir insanlardandı. Büyük bir saygı ile kendini bana, “Tümgeneral Abid Hamid” olarak tanıttı ve “Buyrun, Başkan Saddam Hüseyin ile görüşmeniz için size eşlik edeceğim” dedi. "Ben de kendisine heyetteki üç meslektaşımın da yanımda olması gerektiğini söyledim. Bana onların başka bir araç ile getirileceklerini söyledi. Abid Hamid’in yanına bej renkli ‘Toyota’ marka bir araç yanaştı. Abid Hamid, Saddam'la buluşacağım yere kadar aracı kendisi sürdü. Abid Hamid buluşma yerinin, Bağdat'ın güneybatısındaki Rıdvaniye bölgesinde olduğunu söyledi. Küçük ama güzel bir saraydı.
İki tarafı ağaçlı bir yolun sonunda gideceğimiz saraya vardık. İçeri girer girmez Saddam'la buluşacağım salonun dışında Ahmed Bin Hilli, Hüseyin Hasuna ve Hişam Bedir'in beni beklediğini gördüm.
İçeriye girer girmez Irak Devlet Başkanı beni karşılamak üzere koltuğundan kalktı. Ellerimiz salonun ortasında buluştu ve tokalaştık. Onunla tokalaştığımda, öpüşmemeye özen gösterdim. Mısır'da dediğimiz gibi, ‘kuru bir selam’ verdim. Amacım, onunla yapacağım tartışmalara ciddiyet kazandırmaktı. Ama her nedense, o heybetli adamın, Saddam Hüseyin'in elinin yumuşaklığına hayret ettim!
Saddam beni “Hoş geldiniz Sayın Genel Sekreter. Hoş geldin Amr kardeş” diyerek karşıladı ve milliyetçi tavrıma övgüde bulundu. Ardından yaklaşık iki saat on beş dakika süren toplantıya başladık. Selamlayıp sağlığını sorduktan misafirperverliği ve bazı genel açıklamalardan ötürü teşekkür ettikten sonra Saddam Hüseyin'le ciddi bir tonda konuştum.
Irak Devlet Başkanı’na kendisiyle görüşmeden önce üst düzey yardımcılarına Arap Birliği’ndeki Irak heyetinin durgunluğundan bahsettiğimi söyledim. Irak'ta kitle imha silahlarının denetlenmesi amacıyla BM uzmanlarının ziyaretine karşı takındığı olumsuz tavırdan ötürü kendisini suçladım ve ona Genel Sekreter Kofi Annan'ın bu konudaki mesajını ilettim.
Ona Irak'ın iki büyük uluslararası kurumun sempatisini kaybettiğini ve aslında onları kazanması ve yanına çekmesi gerektiğini söyledim. “Sayın Başkan, Irak’ın Arap Birliği’nin desteğini ve BM platformunu kaybetmesi kabul edilebilir bir şey mi?” diye sordum.
Soruma cevap vermeden ekledim:
“Sayın Başkan, size bir soru daha sormama izin verin. İncelenmesinden korktuğunuz nükleer silahlarınız var mı?”
Buna karşın, “Irak'ın nükleer silahı yok. Bunu defalarca kez açıkladım” diye yanıt verdi.
Ben de “Başkan, size soruyu tekrar sormama izin verin, incelenmesinden korktuğunuz nükleer silahlarınız var mı?” diye sorumu bir kez daha yineledim. Üslubumdan alınmış bir ses tonuyla, “Hayır, nükleer silahımız yok” dedi. Bunun üzerine, “Madem ortada Irak’ın korkacağı bir şey yok, uluslararası müfettişlerin gelmesinden neden rahatsız oluyorsunuz?” dedim. Bana, “Çünkü korkulacak bir şey var” diye karşılık verdi. “Nedir?” diye sordum. Bana, “Bize gelen tüm müfettişler, CIA ajanlarıdır” cevabını verdi.
Ben de, “Peki ya onların CIA’den olmadığından, yani BM için çalıştıklarından emin olursak? Bağımsız BM müfettişlerinin gönderilmesi gerektiğini vurgulayabiliriz. Bunu siz ve BM, özellikle de Kofi Annan arasındaki bir müzakere süreciyle teyit edebilirim” dedim.
Irak Devlet Başkanı, “Bunu kabul ediyorum. Sözüne güveniyorum. Çünkü sen saygın bir Arapsın” dedi. Ona, “Peki bu sözleri BM Genel Sekreteri Kofi Annan'a iletmemi kabul ediyor musunuz?” diye sordum. “Evet, kabul ediyorum” şeklinde yanıtladı.
Ahmed bin Hilli’nin tanıklığı
Saddam'la yaptığım görüşmede konuşulanları, Ahmed bin Hilli’nin bu kitabın editörü Halid Ebu Bekir'e ses kaydı olarak verdiği röportajın yazılı nüshasından tamamladım. İşte tamamı kitapta yayınlanan ses kaydının kelimesi kelimesine metni:
Bu, Arap Birliği Genel Sekreteri Sayın Amr Musa'nın Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin ile yaptığı görüşme tutanağının el yazımla yazılmış bir kopyasıdır. Umarım kolayca okuyabilirsiniz. Ancak dikkatinizi, toplantı tutanaklarını yazarken tüm detayları listelemediğimize ve belirli bir şekilde yazmadığımıza dikkatinizi çekmek isterim. Kayıtta bulamayacağınız bu detaylardan bazılarını size şöyle anlatayım:
Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’le görüşmeye girdiğimizde Amr Musa, hemen tartışmalı konuları açmayıp ortamı yumuşatmaya başladı. Saddam misafirperver ve haşmetli bir tavır sergiliyor, bir devlet başkanına yakışır şekilde konuşuyordu. Görüşme başladığında Saddam’ın Amr Musa’yı yakından tanımadığını hissettim. Musa Mısır Dışişleri Bakanı iken belki onunla bir veya iki kez görüşmüş olabilir, fakat onu iyi tanımıyordu.
Genel meseleler konuşulduktan sonra, Başkan, Saddam'ı Irak'ın uluslararası gözlemcilere ve (kitle imha silahı uzmanı) müfettişlere ilişkin Arap Birliği Zirvesi’nde alınan bir karara yanıt vermeye ikna edecek olan önemli konuya girdi. Çünkü Irak bu karara mesafeli bir tutum sergiliyordu.
Amr Musa, ABD’nin saldırmak için fırsat kolladığı Irak’ın BM ile sorun çıkarmadan en üst düzeyde iş birliği yapmasını istedi. Genel Sekreter, Saddam'ın yakında gerçekleşmesinden korkulan askeri bir saldırıdan ülkesini korumak için bir takım kararlar almasını istedi. Musa, Başkan Saddam'ı Irak'ın gerçekten de ülkeyi tamamen yok edecek bir saldırının eşiğinde olduğuna ikna etmek istiyordu. Amr Musa, açıkça güçlü bir mesaj veriyordu.
Başkan Saddam, Irak'ın karşı karşıya olduğu dehşeti hafife almaya başladı ve şöyle dedi:
“Biz kararlıyız ve ne olursa olsun, Irak ölmeyecek.”
Musa bu sözleri duyunca sabrının tükendiğini hissettim. Büyük bir öfkeyle ve Mısır lehçesiyle konuşarak Saddam’a, “Dinleyin Sayın Başkan, bu bakış açısı Irak’ın yararına değil. Size yapılan hiçbir açıklama fayda vermiyor. Irak'ın dünyanın süper gücü olan ABD tarafından öldürücü bir darbeye maruz kalacağını söylüyorum. Ülkenizin açıkça böyle bir yakın tehditle karşı karşıya olduğunun farkında mısınız?” dedi.
Amr Musa adeta Saddam Hüseyin'in yüzüne haykırırcasına, “Irak'ı bu belalardan kurtarmaktan sorumlu olduğunuzun farkında mısınız?” ifadelerini kullandı. Saddam, “Ey Dr. Amr” diyerek Musa’nın sözünü kesmeye çalıştı, ancak öfkesiyle onu şaşkına çeviren Musa, “Ben doktor değilim! Sayın Başkan, Irak tehlikede. Irak’ın BM ve Arap Birliği’ndeki kardeşleriyle yeniden temas kurmasını sağlamanız için size sunduğum önerilere karşılık verin” dedi.
O an Saddam’ın derin bir uykudayken kendisine açıkça ülkesinin tehlikede olduğunu söyleyen Amr Musa’nın şu sözleriyle uyandığını hissettim:
“Dünya değişti. Ne Avrupalılar ne de Ruslar size yardım etmeyecekler. Irak halkının kaderi sizin ellerinizde.”
Saddam, Amr Musa’yı dinlemeye başlamıştı. Konu silah teftiş uzmanlarının Irak’ı ziyaret etmesine geldiğinde Amr Musa sözü bana bıraktı. Hüseyin Hasuna ve Hişam Bedir de bizimle birlikteydi.
Saddam meselenin bilincine varmaya başlamıştı. Amr Musa’ya şunları söyledi:
“Size Irak adına konuşma ve BM Genel Sekreterine gidip onunla iş birliği yapacağımızı söyleme yetkisi veriyorum.”
Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in Amr Musa’yı o an keşfettiğini hissettim. Çünkü Musa, kendisiyle hiç alışık olmadığı bir dilde, açık sözlü ve sorumlu bir şekilde konuşmuştu. Musa, ona, “Irak adına konuşacak komiserinizim” dedi. Bunun üzerine Saddam, “ABD’li yetkililer ve Kofi Annan'ı ara” dedi. Amr Musa da gerekli telefon görüşmelerini yaptı, ancak maalesef savaş kararı alınmış gibi görünüyordu.
Size dürüstçe söyleyebilirim ki belki Musa ve Saddam arasındaki bu tarihi buluşma, daha önce yapılmış olsaydı, Irak bu trajediyi yaşamazdı ve onu ABD'nin elinden kurtarırdık.
Arap ülkelerinin ve Annan'ın Irak ziyaretinin sonuçlarından haberdar edilmesi
Bağdat’tan Kahire’ye dönüşümün ertesi günü, 20 Ocak 2002 akşamı Irak ziyaretimin sonuçları ve Saddam Hüseyin ile yaptığım görüşmeler hakkında bilgi vermek amacıyla Arap Birliği'nin daimi üyeleri ile bir toplantı yaptım. Aynı gün, Saddam Hüseyin ile yaptığım görüşmelerle ilgili bir rapor sunmak amacıyla Arap Birliği Zirve Dönem Başkanı Kral Abdullah ile görüşmek üzere acil bir randevu talebiyle Ürdün Kraliyet Sarayı’nı aradım. Ayrıca dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek’e, ardından Dışişleri Bakanı Ahmed Mahir es-Seyyid’e ve Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal'a telefon ettim.
Ertesi sabah, 1990 yılında Irak'ın Kuveyt'i işgalinden bu yana tutsak olan Kuveytliler ve kayıp kişiler konusunda Saddam Hüseyin ile yaptığım ve uzlaşıya vardığım konuşmaların bir özetini bildirmek üzere Kuveyt Emiri Sabah el-Ahmed el-Cabir es-Sabah’ı aradım. Telefon görüşmesi sırasında 22 Ocak 2002’de Kuveyt'e ziyarette bulunmam konusunda anlaştık.
Kuveyt’e gittim ve Şeyh Sabah el-Ahmed ve bir dizi yetkiliyle görüştüm. Kuveyt’teki kardeşlerimin Irak ziyaretimden rahatsız olduğunu hissettiren genel bir hava vardı. Onlara, “1990 yılında yaşananlara ne kadar öfkeli olursak olalım, Irak, Arap Birliği üyesi bir Arap ülkesidir. Kuveyt'e yönelik saldırısından sonra en tehlikeli Arap krizlerinden birinin baş aktörüdür. Arap dünyasının istikrarını tehdit eden bu duruma, kabul edilebilir bir şekilde son vermek ve tekrarlanmamasını sağlamak Arap Birliği için son derece önemlidir. Aynı zamanda, ziyaret sırasında yaşananların yanı sıra Kuveytli tutsaklar ve kayıp kişiler konusunda varılan uzlaşılar konusunda sizi bilgilendirmeye geldim” dedim.
Aslında, Kuveytlilerin Saddam’a olanlardan sonra hissettikleri büyük öfkeyi anlıyorum. Saddam Hüseyin Irak’ına ve bölge politikalarına ilişkin üst düzey uluslararası uzlaşılar çerçevesinin dışında kalan Arap Birliği’nin rolünden korkmalarını da anlıyorum. Ancak, Arap Birliği bütçesine yıllık olarak ödemeleri gereken aidatı ödemeyerek bir süre daha bu kızgınlıklarını sürdürdüler. Sanırım sonunda Arap Birliği’nin gelişmekte olduğunu ve Genel Sekreterinin Arap ülkeleriyle ilgili çeşitli meselelerde somut bir çaba sarf ettiğini anladıklarında buna son verdiler. Böylece Arap Birliği ile birlikte hareket etmeye başladılar. Çünkü Kuveyt, karşılıklı ciddiyeti seven bir ülkedir. Bu nedenle, hemen ortak Arap eylemine hizmet etmek için yaptığımız çabaları takdir ettiler.
Bağdat’tan döndüğümde Kofi Annan ile telefonda görüştüm. Irak’ı ziyaret ettiğimi ve Saddam Hüseyin'le görüştüğümü söyledim. 11 Eylül saldırısı gerçekleştikten sonra ABD dayanışma içinde olunduğunun bir göstergesi olarak o yıl bir istisna yapılarak New York'ta (31 Ocak - 4 Şubat 2002 tarihleri arasında) düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'na (Davos) katılmak üzere New York'a geleceğimi belirttim.
Annan, “New York’a gelmeni beklemeyeceğim. Saddam'la aranda neler olup bittiğini öğrenmek istiyorum. Dinle Amr, bugün Stockholm'dayım. Yarın Avusturya'da olacağım. Lütfen New York yolunda Viyana'da buluşalım” dedi. Ocak ayının sonlarında Avusturya'nın başkentinde bir araya geldik. Ona, Saddam Hüseyin ile Irak'ta kitle imha silahları olduğu iddiasını incelemek üzere uluslararası müfettişlerin Irak’ı ziyaret etmesi konusunda uzlaşıya vardığımızı aktardım.
Görüşmenin sonunda Annan'a BM’nin Saddam Hüseyin’in müfettişlerin Irak’ı ziyaret etmesini kabul etmesine yönelik ne gibi adımları olduğunu sordum. “Biraz bekleyelim” dedi. Konuyu Amerikalılarla istişare edeceğini anladım. O an Irak konusunda Amerikalılarla da görüşmeye karar verdim. Viyana'dan dönemin ABD Dışişleri bakanı Colin Powell’ı telefonla aradım. Ona, birkaç gün önce Irak'ı ziyaret ettiğimi, Davos Forumu'na katılmak üzere New York'a geleceğimi ve kendisiyle görüşmek istediğimi söyledim.
Bana, 2 Şubat sabahı saat 11.00’da New York’taki ofisinde birlikte kahve içmeyi önerdi. New York'a vardıktan sonra Annan'la konuştum ve ona Powell'la buluşacağımı söyledim. Bana, bunu bildiğini söyledi. Ona “Ne zaman buluşuruz?” diye sordum. Powell’la görüşmenizden sonra dedi.
ABD Dışişleri Bakanı ile buluşma saati geldi. Karşılamadan sonra, bana, “Saddam Hüseyin hem sana hem de Kofi Annan'a gülüyor. Sen ve Annan, Saddam'ın ne kadar düzenbaz ve yalancı olduğunu göreceksiniz” dedi.
Powell’a, “Önce Irak Devlet Başkanı ile aramızda geçenleri bir dinleyin” dedim ve Saddam ile görüşmemizi anlattım. Son olarak da kendisine, “Irak'a müfettiş göndermek istiyorsanız, Annan ile Saddam arasında yapılacak ve Saddam'ın bazı müfettişlerin CIA ajanı olduğu şüphelerini ele alan müzakereler yoluyla derhal gönderin” dedim.
Powell güldü ve “Saddam Hüseyin, sizin ve Annan'ın beynini yıkamış!” dedi.
Powell kesin bir ifadeyle şunları söyledi:
“Ne siz ne de Kofi Annan hiçbir şey başaramayacaksınız.”
Çünkü Irak'ı vurma kararı alınmıştı ve bunun için hazırlıklar ABD yönetimi tarafından tüm hızıyla devam ediyordu.
Aslında Irak ile BM arasında denetlemelerin yeniden başlaması konusunun müzakere edilmesi önerim reddedilmemişti.
Kofi Annan ile 4 Şubat'ta buluşacaktık. Buluşmak üzere yanına gittiğimde yanında benim için sürpriz bir kişi vardı. BM Silah Denetçileri Komisyonu (UNMOVIC) Başkanı Hans Blix’in de onunlaydı.
BM Genel Sekreteri, toplantının sonunda, Irak hükümetine diyalogu yeniden başlatması için çağrıda bulunmayı kabul etti. Bu konudaki ilk oturumun, 7 Mart 2002'de yapılması planlandı.
Fakat işler yolunda gitmedi. ABD Irak politikasında geri adım atmaya hazır değildi. Irak ve BM arasındaki müzakereler hızla tökezledi.
(Kitapta, Genel Sekreter'in Bağdat'ta Tarık Aziz ile Kofi Annan’ın ofisindeki kesintisiz iletişime paralel olarak, Irak Dışişleri Bakanı’nın da katılımıyla BM ile Irak arasında Eylül 2002'de durdurulan müzakereleri kurtarma girişimlerinin ayrıntıları yer almaktadır. Annan daha sonra basına verdiği bir demecinde, BM Genel Sekreteri ile Arap Birliği Genel Sekreteri arasındaki ortak çabalar sayesinde müfettişlerin Irak’ta yeniden denetimlere başlaması için bir anlaşmaya varıldığını söylemiştir.)
*Kitabın bölümleri, Daru’ş-Şuruk ile yapılan özel anlaşma ile yayınlanmıştır
*Tüm hakları saklıdır
Amr Musa: Kaddafi, devrimden kurtulduğunu ve Bin Ali’nin ardından düşmeye aday olan ismin Mübarek olduğunu sanıyordu
Şarku’l Avsat, Amr Musa’nın kaleme aldığı ‘Arap Birliği Yılları’ kitabından bölümleri yayınlıyor... (4) Musa: İsrail, Arap Girişimi’ni olumsuz karşıladı, çünkü girişim İsrail’i Araplarla müzakereye itiyordu
Amr Musa: Mübarek, İsmet Abdulmecid’in görevde kalmasını istemedi... 11 Eylül olayları bize karşı beslenen olumsuz duyguları ortaya çıkardı
Musa: Faysal, Muallim’in ‘şeytani’ hayallerine karşı çıktı. Şu an Lübnan’da tanık olduklarımız, Refik Hariri suikastının sonuçlarıdır