Şarku’l Avsat, Amr Musa’nın kaleme aldığı ‘Arap Birliği Yılları’ kitabından bölümleri yayınlıyor... (4) Musa: İsrail, Arap Girişimi’ni olumsuz karşıladı, çünkü girişim İsrail’i Araplarla müzakereye itiyordu

Amr Musa, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz, Prens Suud el-Faysal (Eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı) ve Şeyh Abdullah bin Zayed Al Nahyan (Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanı) ile birlikte
Amr Musa, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz, Prens Suud el-Faysal (Eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı) ve Şeyh Abdullah bin Zayed Al Nahyan (Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanı) ile birlikte
TT

Şarku’l Avsat, Amr Musa’nın kaleme aldığı ‘Arap Birliği Yılları’ kitabından bölümleri yayınlıyor... (4) Musa: İsrail, Arap Girişimi’ni olumsuz karşıladı, çünkü girişim İsrail’i Araplarla müzakereye itiyordu

Amr Musa, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz, Prens Suud el-Faysal (Eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı) ve Şeyh Abdullah bin Zayed Al Nahyan (Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanı) ile birlikte
Amr Musa, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz, Prens Suud el-Faysal (Eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı) ve Şeyh Abdullah bin Zayed Al Nahyan (Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanı) ile birlikte

Şarku’l Avsat’ın eski Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa’nın yakında Daru’ş-Şuruk yayın evi tarafından yayımlanacak olan ve editörlüğünü Halid Ebu Bekir’in üstlendiği ‘Senevatu’l-Camiati’l-Arabiyye’ (Arap Birliği Yılları) adlı kitabının bazı kısımlarını yayınladığı yazı dizisinin dördüncü bölümünde Musa’nın kitabının toplam 66 sayfalık iki bölümünü ayırdığı Filistin meselesi yer alıyor. Musa, söz konusu bölümlerin ilkinde merhum Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdulaziz (o dönem Veliaht Prens’di) tarafından başlatılan ve 2002 yılında Beyrut'taki Arap Birliği Zirvesi’nde kabul edilen Arap Barış Girişimi'ne değinirken ikincisinde Filistin meselesini ele alıyor. Bu bölümde Filistinlilerin Fetih ve Hamas arasında ya da bir başka deyişle Batı Şeria ve Gazze arasında bölünmesinin ve ABD'nin Annapolis kentinde gerçekleştirilen Ortadoğu barış konferansının yanı sıra 2009 yılında İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları çerçevesinde Arap ülkeleri arasındaki bölünmeyi ve ABD yönetiminin Filistin meselesine dair tutumunu değerlendiriyor.
Musa kitabının bu bölümünde, Arap Barış Girişimi’nin ayrıntılarını ve bazı hükümlerine ilişkin yaşanan bir takım anlaşmazlıkların çözülmesi için yeniden formüle edilmelerindeki rolünü aktarıyor.

Bundan sonrasını Amr Musa şöyle anlatıyor:
İkinci Filistin İntifadası’nın gerçekleştiği dönemde Arap Birliği Genel Sekreterliği görevini üstlendim. İsrail'in uzlaşmazlığı da devam ediyor hatta daha da şiddetleniyordu. Mevcut çıkmaz aynı zamanda ‘Barış Sürecini’ de (kötüleşen Arap-İsrail müzakereleri için ortak kullanılan isimdir. Bu ifadeyi burada anlatımı kolaylaştırmak için kullanıyorum) felce uğratmıştı. Eski ABD Başkanı George W. Bush'un 20 Ocak 2001'de resmen göreve başlamasından aynı yıl 11 Eylül olaylarına kadar, ABD yönetimi İsrail-Filistin çatışmasına yönelik herhangi bir siyasi girişimde bulunmadı. Filistin intifadasını, yalnızca güvenlik önlemleriyle ele alınabilecek bir şiddet durumu olarak değerlendirdi.
ABD’nin 20 Ocak 2001'den 11 Eylül 2001'e kadar Filistin meselesine yönelik genel tutumu böyleydi.  Bush yönetiminin, 2000 Camp David Zirvesi’nde Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat ile havuç politikasının başarılı olamayacağına ve elbette Filistin meselesinin uygun görülen bir vizyonla kontrol altına alınması ve bitirilmesi gerektiğinden Filistinlilere sopa politikası uyguladığı göz önüne alınırsa ABD’nin Filistin’e yönelik tutumunun 11 Eylül olaylarına kadar sabit olduğu görülüyor. Ancak 11 Eylül’den sonra işler değişti.
11 Eylül saldırılarının ardından Amerikan ordusu Afganistan’ın işgali için hazırlıklarını bitirirken, ABD yönetimi, ‘teröre karşı savaşı’ desteklemek için geniş bir uluslararası koalisyonu seferber etmekle meşguldü. Bush, “İsrail'in egemenliğine saygı duyulduğu sürece bağımsız bir Filistin devletinin kurulması her zaman ABD vizyonunun bir parçası olmuştur... Fakat önce Ortadoğu’ya yönelik ‘Mitchell Raporu’na (2000 yılındaki Filistin İntifadası’nın nedenlerini incelemek üzere ABD’li eski Senatör George Mitchell başkanlığındaki bir araştırma komitesi tarafından yayınlanan bir rapor) değinmeliyiz. Senatör Mitchell, dünyanın büyük bir kısmının üzerinde anlaşacağı geçerli bir plan ve Ortadoğu'nun sorunlarını nihai olarak çözmek için gerekli bir yol ortaya koydu. Müzakerelerin yapılabilmesi amacıyla şiddetin azaltılmasını sağlamak için her iki tarafla (Filistinli ve İsrail) çok çalışıyoruz” ifadelerini kullandı.
Bu açıklama aslında Bush’un bağımsız bir Filistin devletinden bahsettiği ilk açıklama oldu. Bu ifadeleri duyar duymaz, bunun yanlış bir operasyona yönelik bir ön çalışma ve hedefleriyle ilgili bir zemine hazırlık olduğunu düşündüm. Çünkü bazı ülkelere savaş açmak üzere olduklarını ve bunun için Arapların ve Müslümanların desteğine ihtiyaç duyduğunu tahmin etmiştim. Bu nedenle, Arap ve Müslüman ülkelerin çoğunluğu için temel sorun olan Filistin meselesi hakkında onlarla flört etmeye çalıştığından şüphe yoktu. Bu açıklamalardan yaklaşık beş gün sonra 7 Ekim 2001'de ABD, Afganistan'a karşı savaş başlattı. Bu da benim tezimi doğruluyordu.

Friedman ve Arap Girişimi’nin doğuşu
New York Times'ın ünlü köşe yazarı Thomas Friedman, 6 Şubat 2002'de ‘Dear Arab League’ (Sevgili Arap Birliği) başlığı altında kaleme aldığı makalede ABD Başkanı George W. Bush'tan Arap liderlere yönelik bir mesaj (Friedman, daha sonra mesajın sahte olduğunu açıkladı)  yayınlandı. Friedman makalede, “Diplomasiyi gerçekten yeniden şekillendirme gücüne sahip olan sizsiniz (Arap liderler), ben değil. İşte bunun nasıl yapılacağına dair tavsiyem: Mart ayında Lübnan'da bir Arap Birliği Zirvesi yapılması planlanıyor. Zirvenin basit bir çözüm sunmasını öneriyorum. Arap Birliği'nin 22 üyesi, İsrail'e, 4 Haziran 1967 sınırlarına tamamen çekilmesi karşılığında onu tam olarak tanınacağını, diplomatik ilişkilerin kurulacağını, normal ticari ilişkilerin ve güvenlik garantilerinin sağlanmasını, yani geri çekilme karşılında 22 Arap devletinin tümüyle tam bir barış yapılmasını teklif etsin” ifadelerine yer verdi.
Friedman, bir hafta geçmeden, o dönem veliaht prens olan merhum Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ile Riyad yakınlarındaki çiftliğinde görüştü. Amerikalı gazeteci, 28 Mart 2002'de Beyrut zirvesinde 22 Arap ülkesi tarafından ‘Arap Barış Girişimi’ olarak kabul edilmeden önce ‘Prens Abdullah'ın Ortadoğu Barış Girişimi’ olarak bilinen inisiyatifi ilk kez duyurulduğu röportajı gerçekleştirdi.
Friedman'ın mesajının içeriğinin, Mısır Dışişleri Bakanı olduğum son yılım ve Arap Birliği Genel Sekreteri olarak geçen ilk yılım boyunca kendisi (Friedman) ile Davos'ta, her iki tarafın da temel ihtiyaçlarını dikkate alan dengeli bir barışın temellerini atmanın en iyi ve en etkili yollarına dair uzun bir tartışmadan önce oluştuğuna inanıyorum. Friedman bana halen bu görüşmeyi hatırlatır. En son 2019 yılının Ocak ayındaki görüşmemizde bunu bir kez daha yâd ettik. Bu vesileyle, Friedman ile görüşmek isteyenleri, Arap ülkeleri ve İsrail için hak ve yükümlülüklerin dengeli bir şekilde sunulması fikrinin ortak kökeninin ne olduğunu ona sormaları çağrısında bulunuyorum.
Ne var ki Arap ülkeleri tarafında bir çıkış yolu arıyorduk... Ama bize yönelik saldırı, ‘teröristler olarak’ ya da en azından ‘terörün finansörleri olarak’ 11 Eylül olaylarının ardından arttı.  Acı verici veya karşılıklı tavizler vermeden bizi savunmadan çıkaracak diplomatik bir savaşa geçmek gerekiyordu. O zamanlar Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin düşüncesi, ‘al gülüm ver gülüm’ mantığına dayalı sağlam bir düşünceydi.
Veliaht Prens (Kral) Abdullah, kendisine ve önerisine itiraz edilmeden Arap Barış Girişimi’ni başlatacak statüye sahip tek kişiydi. Zira Arap kamuoyu, tüm Arap hükümetleri ve dünya nezdinde büyük bir güvenilirliğe sahipti. Bu nedenle önerisi veya girişimi, tam bir desteği hak eden tarihi bir adımdı.

Suriye ve Lübnan’ın girişime yönelik baskısı
Suriyeliler, Veliaht Prens Abdullah'ın girişiminden rahatsızdı. Çünkü Veliaht Prens girişimini New York Times gazetesinde yayımlanan röportajla duyurmadan önce onlara danışmamıştı. Sanırım Veliaht Prens’in Suriyelilerle ilgili (Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat meselesindeki) son tecrübesi bu konuda etkili olmuştu. Girişimi açıklamadan önce onu baltalamaya çalışacaklarını düşünerek girişimi formüle etmeden önce onlarla istişare etmemeye veya koordinasyon kurmamaya karar vermiş olabilir. Suriyeliler bu duruma olan öfkelerini açıkça ifade etmeseler de girişimle ilgili görüşmeler sırasında bir takım çabaları oldu. İsrail'in 4 Haziran 1967 sınırlarına çekilmesine karşılığında Arap ülkeleriyle ‘tam normalleşmesi’ ibaresine odaklandılar.
Suriyeliler, ayrıca girişimin yayınlanan detaylarında değinilmeyen Filistinli mülteciler ve dönüş hakları kartını da zekice oyuna sürdüler. Çünkü Filistinlilerin ve ardından Lübnanlıların mülteciler konusundaki hassasiyetinin farkındaydılar. Çünkü Lübnanlı bazı mezheplerin mensupları, çoğunluğunu Sünni Müslümanların oluşturduğu yaklaşık 350 bin Filistinli mültecinin Lübnan'daki demografik dengeyi bozduğuna inanıyorlar.
Beşşar Esed, 3 Mart 2002'de Beyrut'a ilk kez resmi ziyarette bulundu. Bu, bir Suriye devlet başkanının elli yılı aşkın bir süre sonra ilk kez Beyrut’a gerçekleştirdiği resmi bir ziyaret olarak kayıtlara geçti. Esed ve Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud, ziyareti sırasında Veliaht Prens Abdullah'ın girişimine açıkça atıfta bulunmadıkları ortak bir açıklama yaptılar.
Ancak açıklamada şu ifadeler yer aldı:
“İsrail ile kapsamlı bir anlaşma, Filistinli mültecilerin evlerine geri dönmelerinin yanı sıra Batı Şeria ve Gazze'deki İsrail yerleşim bölgelerinin kaldırılmasını sağlamalıdır.”
Esed'in Beyrut ziyaretinin ardından Suudiler, girişimin önünü açan resmi açıklamalardan sessiz bir şekilde ‘tam normalleşme’ ifadesini çıkardılar. Bu bağlamda, 10 Mart 2002’de dönemin Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud el-Faysal, girişimin, İsrail'e, 1967 sınırlarına çekilmesi karşılığında ‘tam bir barış’ teklif ettiğini belirtti.

2002 Beyrut Zirvesi
Beyrut Zirvesi’nin başlayacağı 27 Mart 2002 sabahı, Veliaht Prens Suud el-Faysal beni kahvaltıya davet etti. Benden sonra Suriye Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şara ile randevusu vardı. Fakat Şara erkenden gelmişti. Şara’nın Suud el-Faysal ile yalnız kalmak istediğini fark ettim ve bunu da sağladım. Mülteciler ve normalleşme (veya tanıma) meselesini Suriye-Suudi Arabistan görüşmelerinin sonuna bırakarak girişimin son halini formüle etmeliydim. Faysal ve Şara ile aynı salonda, ancak uzak bir masada oturup metni yazıyordum.  Amacım metni, Şara nezdinde Suriye'nin ve Faysal nezdinde Suudi Arabistan’ın huzurunda yazmak ve sunmaktı.
Beyrut'taki ünlü Phoenicia Hotel'in altıncı katında, VIP misafirlere ayrılan salondaydık. Şara’nın gergin Faysal’ın ise sabrının tükenmekte olduğunu fark ettim.  Beni onlarla bir araya getiren sabahın erken saatlerinde, Suriye’nin desteklediğim tutumunu Veliaht Prens ile konuştuk. Veliaht Prens’e, “Sonuç olarak bu, özellikle Birleşmiş Milletler’in (BM) 1948 tarihli 194 sayılı kararı ile desteklenen Filistinli mülteciler konusunda bir taslak hazırlama meselesidir. Tanıma veya normalleştirme konusu ise şartlı olduğu sürece bunda yanlış bir şey yok” dedim.
Ne var ki Suriye’nin tutumu girişime dahil edildi ve bu da girişimi zayıflatmadı. Suriye'nin başlı başına girişim fikrine karşı olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca (Kral) Abdullah ile çatışmamaya dikkat ettiğini de teyit edebilirim. Prens Suud ile Faruk eş-Şara arasındaki görüşmede nihai açıklama ile ilgili bir tartışma yapılırken onlara katıldım. Prens Suud, “Amr Musa bunu üstlenir” dedi.
Ben de hemen hazırlayacağımı ve ikisine de diğer bakanlara sunmadan - belki burada otururken - gösterebileceğimi söyledim ve öyle de oldu. Prens Suud, metni hemen onaylarken, Faruk eş-Şara metni kelimesi kelimesine okudu ve ‘Bu kapsamlı barış çerçevesinde İsrail ile normal ilişkiler kurmak’ yazan paragraftaki ‘normal ilişkiler’ ifadesine takıldı.
Ona, “Ey Ebu Mudar (Faruk eş-Şara), bu kaçındığınız tam normalleşme ifadesinden daha hafif bir ifadedir” dedim ve sustum. Hiçbir yorum yapmadı. Böylece ifadeyi kabul ettiğini düşündüm.
Sonra bana, “Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sordu.
Ben de “Metni gramer ve düzenleme açısından tekrar gözden geçireceğim ve ardından diğer bakanlara bu konuda bilgi vereceğim.  Ama metni onlara sadece toplantıda dağıtacağım. Yani elimde sadece bir veya iki saat için bir kopya olacak ve sanırım toplantı bir süre ertelenecek” diye yanıt verdim.
Daha sonra Arap Birliği Genel Sekreteri için ayrılan ofise gittim. Zirveye hazırlık için çok sayıda bakanın geldiği ve açılış tarihi yaklaşan zirvenin yapılacağı otelin bir yer altı katında zirve dönem başkanına (Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud) tahsis edilen ofisin hemen yanındaydı.  Metnin kopyalarını vermeden isteyen herkese metni gösterdim.
Dönemin Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Mahir es-Seyyid gelişmelere hayret etti. Ona metin hakkında bilgi verdim. Suudi Arabistan ve Suriye dışişleri bakanları onu aralarındaki görüşmeye davet etmediği için yorum yapmadan gitti.
Kofi Annan (dönemin BM Genel Sekreteri) , Javier Solana (dönemin Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi) ve diğerleri, beni telefonla aradılar. Sanırım metnin bende olduğunu ve bunun tek metin olduğunu söyleyen Prens Suud’u aramışlardı. Bakanlara söylediklerimin aynısını onlara da söyledim.
Ofis Müdürümden (Hişam Bedir) metni İngilizceye çevirmesini, kendisinin yazmasını ve bana teslim etmesini istedim.
Zirve saati yaklaşırken metnin düzenlemelerini, Yaser Arafat'ın Ramallah'taki Mukataa adı verilen karargahından zirveye iletmek istediği bir mesajın yayınlanmasıyla ilgilenmem gerektiğinden Hişam Bedir'e bıraktım. Suriye ve Lübnan mesajın yayınlanmasına karşı çıktı.  Zirvenin başkanlığı da ikna olmadı. Zirvenin veya bazı üyelerinin tutumunun sağlam bir temele dayanmadığını görünce hayal kırıklığına uğradım. Çünkü bu durum İsrail'in Arapların Filistin Devlet Başkanı'na yönelik tavrına alaycı bir şekilde gülmesine neden olmuştu.
Bu konu bana yüzümde net bir şekilde belirgin olan bir hayal kırıklığı ve sıkıntı hissi verdi. Merhum Suudi Arabistan Veliaht Prensi Abdullah, bunu fark etmişti. Elini omzuma koyarak, “Ey Amr, üzüldüğünüzde Asr Suresi'ni (*Asra yemin ederim ki, *İnsan gerçekten ziyandadır. *Ancak iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır) okuyun” dedi. Ben de öyle yaptım ve halen de yapıyorum. Allah ona rahmet eylesin. Onu ne kadar çok severdim.

Libya'nın girişime yönelik çekinceleri
Aslında, Beyrut Zirvesi’nin 28 Mart 2002'deki kapanış oturumu, Suriyelilerin ‘tam normalleşme’ ifadesini kaldırılmasında ısrar ettiği Arap Barış Girişimi metnine itiraz etmesi nedeniyle iki buçuk saat ertelendi. Bunun yerine ‘kapsamlı barış’ ifadesi getirildi ve Suriyelilerin zorlu müzakerelerin ardından ancak benimsediği bir formülle metinde ‘normal ilişkiler’ ifadesini kullandım. Arap Barış Girişimi’nin oybirliğiyle onaylanmasının önünde son bir zorluk vardı. O da Libya'nın girişimin üçüncü paragrafına olan itirazıydı.
Libya Dışişleri Bakanı kardeşim Ali Abdusselam Treki yetenekli bir diplomattı. Zirvenin ikinci günü öğleden sonra yapılan dördüncü (kapalı) oturumda söz konusu maddeye Libya’nın itirazını dile getirdi. İtirazı oturum tutanaklarına şöyle geçmiştir:
“Arap-İsrail çatışmasının sona erdiğini ve İsrail ile barış anlaşmasına girildiği belirten üçüncü paragrafa gelince bu, tüm Arap ülkelerini değil, toprakları işgal eden Arap ülkeleri anlamına geliyor sanırım. Kuzey Afrika'daki bir Arap ülkesinin İsrail ile barış anlaşması yapması gerekir mi? Libya'dan bahsetmiyoruz. Daha ziyade şu anda saldırıya uğrayan ve toprakları işgal edilen ülkelerden bahsediyoruz. Suriye, Lübnan,Filistin, Barış anlaşması yapanlar bunlar. Diğer Arap ülkeleri için, bu ne anlama geliyor?  İsrail ile barış anlaşması yapmamın sebebi ne? Metni hazırlayanların, taslağı hazırlayan komitenin ve sayın Genel Sekreteri’n bize İsrail ile kimin anlaşma yapacağını açıklamasını istiyoruz. Barış sürecini toprakları işgal eden ülkeleri mi yoksa tüm Arap ülkelerini mi kapsıyor?”
Birçok ülkenin Libya’nın itiraz ettiği paragraf metnine sadık kalmasının ardından Treki, Libya'nın ‘girişimi desteklediğini ve karşı olmadığını’ vurgulayarak, “Girişimin İsrail'i utandırmayı amaçlayan siyasi bir hamle olduğu konusunda hemfikiriz. Veliaht Prens Abdullah'ın girişiminin yanındayız. Ancak tüm Arapların İsrail ile barış anlaşmaları imzalamasını gerektiren bir metni kabul edemeyiz” ifadelerini kullandı.
Sonra Veliaht Prens Abdullah bin Abdulaziz sözü alarak, “Kardeşim Treki’ye teşekkür ederim. Bu konuda çekinceleri varsa çekimser olmaları kabul edilir” dedi. Sonra girişim oylamaya sunuldu ve Libya, girişime karşı oy kullanmadı, oybirliği ile kabul edildi. Ali Treki'ye Allah rahmet eylesin, samimi bir Arap'tı.

İsrail ve ABD’nin olumsuz tepkisi
İsraillilerden Arap Barış Girişimi’ne olumlu bir yanıt vermelerini beklemiyordum. Çünkü girişim onları Araplarla birlikte Filistin meselesini müzakere etmek gibi hoşlanmadıkları bir konuma, daha önce de kabul etmedikleri bir konuma itiyordu. Dolayısıyla zayıf bir tarafla ‘ikili görüşmeler’ onlar için daha fazla tercih edilen bir yöntemdi. Çünkü Araplarla birlikte herhangi bir şekilde karşı karşıya gelmenin, hatta müzakerenin asla çıkarlarına olmayacağının farkındaydılar.
İsrail'den Arap Barış Girişimi’ne yönelik olumlu bir yanıt beklemememin bir başka sebebi ise daha önce de değindiğim gibi Arap toprakları ve 4 Haziran 1967 sınırlarına çekilme karşılığında formülü yumuşatılmış olsa bile ‘tam normalleşme’ öngörüyor olmasıydı.
Fakat beni asıl şaşırtan, ABD’nin Arap Barış Girişimi’ne ılık bir tepki vermesiydi.  Ayrıca, Avrupalı, Amerikalı ve BM’nin yoğun bir şekilde ısrarcı olduğu nokta, sadece izlemek ve teşvik etmek değil, aynı zamanda girişimin başlatılmasını sağlamaktı.
Öyleyse neden girişime karşı bu soğuk tutum sergilenmişti? Bu, dünyanın girişimi desteklemesi, kabul etmesi ve karşılık vermesi için yaptığı baskıyı kendisine yönelik bir tehdit olarak gören İsrail’in tutumu değil miydi? Sonra İkinci İntifada sırasında şiddetin artmasıyla Arapların barış elini uzatarak ve özel ve ciddi biçimde formüle edilmiş ‘karşılıklı’ tavizler sunarak yeni bir tutum üzerinde fikir birliğine vardığı Arap Birliği Girişimi’ni BM Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) sunmak oldukça zorlaştı. Evet, ABD’nin girişime verdiği ilk tepki ılımlıydı. Eski ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Richard Boucher bunu sadece ‘önemli ve olumlu bir adım’ olarak nitelemekle yetindi. Birkaç gün sonra da, Dışişleri Bakanı Colin Powell, girişimi ‘önemli bir adım’ olarak tanımlarken (sanki farkında değilmiş gibi!) ancak daha fazla ayrıntıya ihtiyaç olduğunu belirtti.
*Kitabın bölümleri, Daru’ş-Şuruk ile yapılan özel anlaşma ile yayınlanmıştır
*Tüm hakları saklıdır
Amr Musa: Kaddafi, devrimden kurtulduğunu ve Bin Ali’nin ardından düşmeye aday olan ismin Mübarek olduğunu sanıyordu​​​​​​​
Amr Musa: Saddam Hüseyin uluslararası müfettişlere onay verdi, ancak ABD Irak'ta savaşa girme kararını almıştı
Amr Musa: Mübarek, İsmet Abdulmecid’in görevde kalmasını istemedi... 11 Eylül olayları bize karşı beslenen olumsuz duyguları ortaya çıkardı
Musa: Faysal, Muallim’in ‘şeytani’ hayallerine karşı çıktı. Şu an Lübnan’da tanık olduklarımız, Refik Hariri suikastının sonuçlarıdır



Arap dünyası Filistin'in BM'ye tam üyeliğinin veto edilmesini üzüntüyle karşıladı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Arap dünyası Filistin'in BM'ye tam üyeliğinin veto edilmesini üzüntüyle karşıladı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Arap ülkeleri ve uluslararası kuruluşlar, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde (BMGK) Filistin'in BM'ye tam üyeliği istenilen karar tasarısını ABD'nin veto etmesini üzüntüyle karşıladıklarını açıkladı.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığının X hesabından yapılan açıklamada, ABD'nin veto kararının "İsrail'in uluslararası hukuk ihlallerinin devamını sağlayacağı" belirtildi.

Suudi Arabistan'ın 15 üyeli BMGK'de Cezayir tarafından Filistin'in BM'ye tam üyeliğini talep eden karar tasarısının daimi üye ABD'nin "hayır" oyu ile reddedilmesini üzüntüyle karşıladığı kaydedilen açıklamada, "Filistin devletinin BM'ye tam üyeliğinin kabulünün engellenmesi, İsrail işgalinin inatçılığının ve uluslararası hukuk kurallarının caydırıcı olmaksızın sürekli ihlalinin sürdürülmesine katkıda bulunmakta ve bizi arzu edilen barış hedefine yaklaştırmamaktadır." ifadelerine yer verildi.

- Mısır

Mısır Dışişleri Bakanlığı da BMGK'den Filistin devletinin BM'ye tam üye olmasını sağlayacak bir karar çıkmamasından üzüntü duyulduğunu açıkladı.

Bakanlığın açıklamasında, Filistin devletini tanımanın ve BM'ye tam üyeliğini onaylamanın, yaklaşık 75 yıldır İsrail işgalinden acı çeken Filistin halkının en doğal hakkı olduğu vurgulandı.

- Ürdün

Ürdün Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada ise ABD'nin veto yetkisini kullanması sonucunda BMGK'nin Filistin devletinin BM'ye tam üye olarak kabul edememesinden "derin üzüntü" duyulduğu belirtildi

Bağımsız Filistin devleti vurgusu yapılan açıklamada, BM'ye tam üyeliğin Filistin halkının sabit bir hakkı olduğu kaydedildi.

- İslam İşbirliği Teşkilatı

İslam İşbirliği Teşkilatı'ndan (İİT) yapılan yazılı açıklamada da ABD'nin vetosunun ve Filistin'in üye olamamasının üzüntüyle karşılandığı ifade edildi.

ABD'nin veto kararının meşru haklarını alabilmeleri önünde engel olduğu ve Filistin halkına dayatılan tarihi adaletsizliğin yaklaşık 75 yıldır devam etmesine yeni bir katkı sunduğu belirtildi.

- Arap Birliği

Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt, X hesabından konuya ilişkin yazılı açıklama yaptı.

Gayt mesajında, "Vetonun, Filistin'in Birleşmiş Milletlere tam üye olarak katılımını kabul etme konusunda açık bir uluslararası iradeyi engellemek için kullanılması son derece talihsiz bir durumdur. Ancak bunun, Araplar tarafından ve uluslararası alanda desteklenen Filistin iradesinin zaferiyle kaçınılmaz olarak sonuçlanacak uzun bir siyasi mücadeleye giden yolda yalnızca bir adım olduğunu biliyoruz." ifadelerini kullandı.

- Filistin'in üyelik başvurusu

Filistin, 2011'de de BM'ye tam üyelik başvurusu yapmış ancak BMGK'de gereken desteği alamamıştı. Filistin daha sonra 2012 yılında BM "daimi gözlemci statüsü"ne kavuştu.

Filistin'in BM Daimi Temsilcisi Riyad Mansur, 2 Nisan'da yaptığı açıklamada, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'e bir mektup göndererek, üyelik başvurularının yeniden ele alınması talebinde bulunmuştu.

Guterres de 3 Nisan'da BMGK'ye mektup yazarak, Filistin'in talebinin gündeme alınması çağrısı yapmıştı.

BMGK ise 8 Nisan'da Filistin'in talebini "Yeni Üyelerin Kabulü Komitesi'ne" iletmişti.

BMGK'ye üyelikle ilgili dönüş yapması gereken Komite, iki toplantının ardından mutabakata varamadığını duyurmuştu.

Bunun ardından Cezayir, Filistin'in üyeliği için karar tasarısını müzakerelere açmıştı.


İsrail'in, Suriye'nin güneyinde rejim ordusunun hava savunma sistemlerine saldırı düzenlediği iddia edildi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

İsrail'in, Suriye'nin güneyinde rejim ordusunun hava savunma sistemlerine saldırı düzenlediği iddia edildi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

 İsrail'in, Suriye'nin güney sınırlarında Beşşar Esed rejimi ordusunun hava savunma sistemlerinin bulunduğu birkaç noktaya roket saldırısı düzenlediği ileri sürüldü.

Suriye'deki haber ajansı SANA'nın askeri kaynağa dayandırdığı haberinde, yerel saatle 02.55'te Suriye'nin güney bölgesinde bazı noktaların, İsrail güçleri tarafından roketlerle hedef alındığı iddia edildi.

Haberde, "Düşman İsrail, Filistin'in kuzeyinden Suriye'nin güney bölgesindeki hava savunma sistemlerini roketlerle vurdu. Saldırıda maddi hasar meydana geldi." ifadeleri kullanıldı.

Diğer yandan, İsrail makamlarından saldırıya ilişkin açıklama yapılmadı.

Suriye'nin güneyinde Şam ve kırsalındaki bölgelerde Suriye ordusu ve İran destekli terörist grupların yanı sıra Lübnan Hizbullahı unsurlarının bulunduğu biliniyor.

İsrail, iç savaşın başladığı 2011'den bu yana Suriye'de zaman zaman İran destekli gruplara ve Suriye ordusuna ait askeri noktalara saldırılar düzenliyor.

İran basını, İran Hava Kuvvetleri Üssü'ne ev sahipliği yapan İsfahan eyaletinin kuzeydoğusunda patlama seslerinin geldiğini duyurmuştu.

İsfahan eyaletindeki patlama seslerinin ardından Tahran, İsfahan ve Şiraz ile İran'ın bazı bölgelerindeki uçuşların askıya alındığı bildirilmişti.

Amerikan medyası, ABD'li yetkililere dayandırdığı haberlerinde, İsrail'in İran topraklarına yönelik bir saldırı düzenlediğini yazmıştı.


Filistin, ABD'nin BM tam üyeliğini engellemeye yönelik "vetosunu" kınadı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Filistin, ABD'nin BM tam üyeliğini engellemeye yönelik "vetosunu" kınadı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Filistin, ABD'nin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) Filistin'in BM'ye tam üyeliği talep edilen karar tasarısını veto etmesini şiddetle kınadı.

Filistin Devlet Başkanlığı yaptığı yazılı açıklamada, "ABD'nin, Filistin'in BM'ye tam üye olmasını engellemek için BMGK'da veto yetkisini kullanmasını en güçlü ifadelerle kınadı." ifadesine yer verdi.

Devlet Başkanlığı, "ABD'nin vetosu haksız ve ahlak dışıdır. Filistin Devleti'nin BM'ye tam üye olmasını güçlü bir şekilde destekleyen uluslararası toplumun iradesine meydan okumadır" değerlendirmesinde bulunuldu.

ABD, BMGK Filistin'in BM'ye tam üyeliği istenilen karar tasarısını veto etmişti.

15 üyeli BMGK'de ABD'nin "hayır" oyu kullandığı tasarı, 12 "evet" ve 2 "çekimser" oy almıştı.

Karar tasarısının geçmesi için 5 daimi üyeden hiçbirinin "hayır" oyu kullanmaması ve toplamda 9 "evet" oyu alması gerekiyordu.

- Filistin'in üyelik başvurusu

Filistin, 2011'de de BM'ye tam üyelik başvurusu yapmış ancak BMGK'de gereken desteği alamamıştı. Filistin 2012 yılında BM "daimi gözlemci statüsü"ne kavuştu.

Filistin'in BM Daimi Temsilcisi Riyad Mansur, 2 Nisan'da yaptığı açıklamada, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'e bir mektup göndererek, üyelik başvurularının yeniden ele alınması talebinde bulunmuştu.

Guterres de 3 Nisan'da BMGK'ye mektup yazarak, Filistin'in talebinin gündeme alınması çağrısı yapmıştı.

BMGK ise 8 Nisan'da Filistin'in talebini "Yeni Üyelerin Kabulü Komitesi'ne" iletmişti.

BMGK'ye üyelikle ilgili dönüş yapması gereken Komite, iki toplantının ardından mutabakata varamadığını duyurmuştu.

Bunun ardından Cezayir, Filistin'in üyeliği için karar tasarısını müzakerelere açmıştı.


Türkiye'den Gazze'ye insani yardım götüren 9. gemi El-Ariş Limanı açıklarına ulaştı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Türkiye'den Gazze'ye insani yardım götüren 9. gemi El-Ariş Limanı açıklarına ulaştı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Gazze'ye ulaştırılması için 3 bin 774 ton insani yardım malzemesiyle Türkiye'den uğurlanan "9. İyilik Gemisi" Mısır'ın El-Ariş Limanı açıklarına ulaştı.

Mersin Limanı'ndan 16 Nisan'da uğurlanan, Türk Kızılay tarafından temin edilen gıda, bebek malzemeleri, uyku tulumu ve un gibi ihtiyaç malzemeleriyle yola çıkan gemi, Akdeniz'deki yolculuğunu tamamlıyor.

Mısır açıklarında yakıt ikmali yaptıktan sonra rotasına devam eden 9. İyilik Gemisi, Gazze'ye en yakın bölge El-Ariş Limanı açıklarına ulaştı.

Gemi, işlemlerin ardından taşıdığı acil ihtiyaç malzemelerinin indirilmesi için limana yanaşacak.

İndirilecek 3 bin 774 ton insani yardım malzemesi, tırlara yüklenerek Refah Sınır Kapısı üzerinden Gazze'deki Filistin halkına götürülecek.

Türk Kızılay ile AFAD işbirliğinde bugünü kadar 13 uçak ve 8 gemiyle toplamda 39 bin 697 ton çeşitli insani yardım malzemesi Gazze'ye ulaştırıldı.


İran ve Ürdün dışişleri bakanları, ikili ve bölgesel konuları görüştü

Safedi'nin İranlı mevkidaşı ile görüşmesinden bir kare
Safedi'nin İranlı mevkidaşı ile görüşmesinden bir kare
TT

İran ve Ürdün dışişleri bakanları, ikili ve bölgesel konuları görüştü

Safedi'nin İranlı mevkidaşı ile görüşmesinden bir kare
Safedi'nin İranlı mevkidaşı ile görüşmesinden bir kare

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen es-Safedi, New York’ta Filistin’deki son gelişmeler ile ikili ve bölgesel meseleleri görüştü.

İran Dışişleri Bakanlığından yapılan yazılı açıklamaya göre, BM Güvenlik Konseyinde (BMGK) bakanlar düzeyinde düzenlenen "Orta Doğu" oturumuna katılmak üzere ABD’de bulunan Abdullahiyan ile Ürdünlü mevkidaşı Safedi bir araya geldi.

ABD’nin İsrail’e desteği ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun saldırıları sona erdirmek istememesinin “Filistinlilere yönelik soykırımın devam etmesinin temel nedeni” olduğu değerlendirmesinde bulunan Abdullahiyan, uluslarası toplumun, özellikle İslam ülkelerinin “bu soykırımı sona erdirmek için harekete geçip çabalarını sürdürmesi gerektiğini ifade etti.

Abdullahiyan, İran’ın İsrail’e yönelik saldırısının, ülkesinin Şam’daki konsolosluk binasına yapılan saldırıya karşı cevap olarak “meşru savunma” çerçevesinde gerçekleştirildiğini ifade ederek “hassas ve hesaplı” bir şekilde askeri ve istihbarat üslerini hedef aldıklarını kaydetti.

Bölgede barış ve istikrarın güçlendirilmesinden yana olduklarını belirten Abdullahiyan, İsrail’in saldırısına verilen karşılığın “sınırlı ve minimum” olduğunu, İsrail’in “herhangi bir maceracı eyleme girişmesi durumunda” ülkesinin cevabının “kesin, hızlı ve kapsamlı” olacağını yineledi.

Abdullahiyan, İsrail’in Filistin halkına karşı sürdürdüğü saldırılara işaret ederek, uluslararası toplum, İslam İşbirliği Teşkilatı ve üye ülkelerin bu saldırıların durdurulması için harekete geçmesi gerektiğini vurguladı.

Ürdün Dışişleri Bakanı Safedi de Filistin meselesinin ülkesi için yüksek öncelik taşıdığını belirterek Gazze’ye yönelik sürdürülen saldırıların sonlandırılması için çabalarının süreceğini ifade etti.

Filistin’deki durumu zor ve karmaşık” olarak nitelendiren Safedi, Ürdün'ün, Filistinlilerin komşu ülkelere yerleştirilmesine yönelik her türlü girişime kesin olarak karşı olduğunu kaydetti.

Abdullahiyan ile Safedi, bazı ikili ve bölgesel konuları da ele aldı.


Hizbullah top mermileriyle İsrail askerlerini hedef alıyor

Lübnan sınırına yakındaki İsrail askerleri (AFP)
Lübnan sınırına yakındaki İsrail askerleri (AFP)
TT

Hizbullah top mermileriyle İsrail askerlerini hedef alıyor

Lübnan sınırına yakındaki İsrail askerleri (AFP)
Lübnan sınırına yakındaki İsrail askerleri (AFP)

Lübnan Hizbullah grubu dün (Perşembe) yaptığı açıklamada, Raheb bölgesi yakınlarında toplanan İsrail askerlerini top mermileriyle hedef aldığını duyurdu.

Hizbullahın açıklamasında saldırının tam yeri veya sonuçları belirtilmedi. İsrail'den ise  saldırı ile ilgili henüz bir açıklama yapılmadı.


Erdoğan'ın Irak ziyaretinde ilişkilerde sıçrama bekleniyor

Kuzey Irak'ta PKK operasyonlarına katılan iki Türk helikopteri (arşiv - Türkiye Savunma Bakanlığı)
Kuzey Irak'ta PKK operasyonlarına katılan iki Türk helikopteri (arşiv - Türkiye Savunma Bakanlığı)
TT

Erdoğan'ın Irak ziyaretinde ilişkilerde sıçrama bekleniyor

Kuzey Irak'ta PKK operasyonlarına katılan iki Türk helikopteri (arşiv - Türkiye Savunma Bakanlığı)
Kuzey Irak'ta PKK operasyonlarına katılan iki Türk helikopteri (arşiv - Türkiye Savunma Bakanlığı)

Türkiye ve Irak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın önümüzdeki Pazartesi günü Bağdat'a yapacağı ziyarette ilişkilerinde bir sıçrama bekliyor. Ankara ve Bağdat'ta yapılan duyuruya göre ziyarette güvenlik, ekonomi ve kalkınma konularının yanı sıra, su ve enerji dosyalarını da içeren stratejik çerçeve anlaşmasının imzalanması öngörülüyor.

Irak hükümetinden bir kaynak, Türkiye Savunma Bakanı Yaşar Güler'in çarşamba günü açıkladığı, PKK’nın faaliyetleriyle mücadelede iki komşu ülke arasında iş birliğine ilişkin stratejik bir anlaşmanın imzalanması hakkındaki açıklamasını dün (Perşembe) doğruladı.

Milli Savunma Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Zeki Aktürk dünkü (Perşembe) haftalık basın toplantısında, Türkiye ‘nin “Pençe Kilit’te” operasyonunu hızlandıracağını ve kilitin bu yaz kapanacağını, kilit kapanırken, Bakanımız açıkladığı gibi: Öngörülemez, alışılmadık, PKK’nin reaksiyon gösteremeyeceği şekilde kapanacağını belirtti.

Buna karşılık Iraklı kaynak, "konunun aynı zamanda iki ülke arasındaki güvenlik iş birliğiyle, güvenlik ve ekonomik yönlerle ilgili birçok ortak çıkar konusuyla da ilintili olduğunu" ifade etti. Kaynak Şarku’l Avsat’a Türk tarafının Irak'a su paylaşımının sağlanması ve bir mekanizma kurulması konusunda iş birliği gösterdiğini, dosyanın Erdoğan'ın ziyareti sırasında görüşüleceğini belirtti.

 Erdoğan, salı günü yaptığı açıklamada, gündeminin en önemli maddelerinden birinin su meselesi olacağını, ayrıca Irak'ın doğalgaz ve petrolün Türkiye üzerinden taşınmasına ilişkin taleplerinin de bulunduğunu, her iki konunun da çözümü için çalışılacağını söyledi.

Irak'ın geçen yıl lansmanını duyurduğu "Kalkınma Yolu" projesi, Erdoğan'ın ziyaretinin gündeminde önemli bir madde oluşturuyor. Türkiye Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu geçtiğimiz cuma günü yaptığı açıklamada, geçtiğimiz aylarda bakanlar düzeyinde ve teknik görüşmelerde bulunularak, Türkiye ile Irak arasında, projenin takibi için "Bakanlar Kurulu" benzeri bir ortak mekanizmanın kurulması yönünde karara varıldığını söyledi. Projeye aynı zamanda BAE ve Katar’ın da katılması bekleniyor.

Türkiye-Irak meclisinden heyetler arasında, çarşamba ve perşembe günleri Ankara'da görüşmeler yapıldı. Terörle mücadele konusunda ortak hareket etmenin, ekonomi ve kalkınma alanlarında iş birliğini geliştirmenin iki ülkenin çıkarına olduğunu, Erdoğan'ın ziyaretinin çok önemli bir dönüm noktası oluşturacağı ifade edildi.


SOHR: İsrail saldırıları Suriye'nin güneyindeki bir askeri bölgeyi hedef aldı

İsrail'in Suriye'ye önceki baskınlarından (Arşiv- Reuters)
İsrail'in Suriye'ye önceki baskınlarından (Arşiv- Reuters)
TT

SOHR: İsrail saldırıları Suriye'nin güneyindeki bir askeri bölgeyi hedef aldı

İsrail'in Suriye'ye önceki baskınlarından (Arşiv- Reuters)
İsrail'in Suriye'ye önceki baskınlarından (Arşiv- Reuters)

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'nin (SOHR) açıklamasına göre İsrail saldırıları bugün (Cuma) şafak vakti Suriye'nin güneyindeki bir Suriye ordusu mevzisini hedef aldı.

Gözlemevi, "saldırıların As-Suveyda ile Deraa arasındaki bölgede meydana geldiğini ve İsrail uçaklarının herhangi bir hava savunması olmaksızın yoğun uçuş gerçekleştirdiğini bildirdi. SOHR, "Bölge, radar taburunun bulunduğu Zara ile Karfa arasında yer alıyor" bilgisini paylaştı.

SOHR, "İsrail savaş uçaklarının baskınlarında hava savunmasının karşı koymasını veya izlemesini engellemek için Daraa'daki bir radar taburunun hedef alındığını" doğruladı.

Suriyeli aktivistler daha önce cuma günü saldırılarının ülkenin güneyinde Suveyda'daki Suriye ordusunun mevzilerini hedef aldığını bildirmişti.

Suveyda haberlerinin yer aldığı Suveyda24 sitesinin Genel Yayın Yönetmeni Rayan Maruf, "Suriye ordusuna ait bir radar taburunun bombalandığını" doğruladı.

İran resmi medyası bugün (Cuma) şafak vakti İsfahan'ın merkezinde patlamalar duyulduğunu bildirirken, Amerikan medyası yetkililerin, İsrail'in ezeli rakibine karşı misilleme saldırıları düzenlediğini söylediğini aktardı.


Darfur ve Kordofan'da askeri gerilim

Hartum eyaletinin Omdurman şehrinde savaşta hasar gören evlerin arasında bir Sudan ordusu mensubu (Reuters)
Hartum eyaletinin Omdurman şehrinde savaşta hasar gören evlerin arasında bir Sudan ordusu mensubu (Reuters)
TT

Darfur ve Kordofan'da askeri gerilim

Hartum eyaletinin Omdurman şehrinde savaşta hasar gören evlerin arasında bir Sudan ordusu mensubu (Reuters)
Hartum eyaletinin Omdurman şehrinde savaşta hasar gören evlerin arasında bir Sudan ordusu mensubu (Reuters)

Sudan'daki savaşın iki tarafı arasındaki askeri gerilimin seviyesi dün (perşembe) yeniden arttı. Orduya ait savaş uçakları ülkenin batısındaki Darfur bölgesinde Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) mevzilerine hava saldırıları düzenlerken, HDK kaynakları güneydeki Kordofan bölgesini ordunun elinden kurtarmak için ilerlemekten söz etti.

Günlerdir Darfur ve Kordofan bölgelerinde yoğun çatışmalar yaşanıyor. Bu durum insani acıları ve yerinden edilmeleri arttırıyor.

Ordu jetleri, Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir ve Güney Darfur eyaletinin başkenti Nyala’daki HDK mevzilerini bombalarken, görgü tanıkları şehrin pazarlarında ‘yakıt fiyatlarındaki artışla birlikte genel fiyatlarda da önemli artış yaşandığını’ bildirdi.

Sudan'ın orta kesimindeki El Cezire eyaletinde Sivil Direniş Komiteleri, ‘ordunun dört ay önce eyaletten çekilmesinden beri HDK'nin en iğrenç ihlal türlerini; öldürme, yağmalama, tecavüz ve sindirme eylemlerini gerçekleştirmeden hiçbir yeri terk etmediğini’ söyledi. Komiteler, HDK'yi ‘eyalette 800'den fazla kişiyi öldürmekle’ suçladı.

Konuyla ilgili olarak Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Sudan'daki hastanelerin çöküşün eşiğinde olduğu uyarısında bulundu. WHO Doğu Akdeniz Bölge Direktörü Hanan Hasan Balkhy de yaptığı açıklamada, salgın hastalıkların halk arasında yayıldığı dönemde ülkeyi bir ‘ilaç açığının’ kuşattığını söyledi. Balkhy, “Çatışmalardan etkilenen ülkelerdeki hastanelerin yaklaşık yüzde 70 ila 80'i ya kendilerine yönelik saldırılar ya da tıbbi malzeme ve işgücü eksikliği nedeniyle çalışmıyor” ifadesini kullandı.


BAE Dışişleri Bakanı, İranlı mevkidaşıyla bölgedeki gelişmeleri görüştü

BAE Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed Al Nahyan
BAE Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed Al Nahyan
TT

BAE Dışişleri Bakanı, İranlı mevkidaşıyla bölgedeki gelişmeleri görüştü

BAE Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed Al Nahyan
BAE Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed Al Nahyan

BAE Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed Al Nahyan, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Amir Abdullahian ile yaptığı telefon görüşmesinde bölgedeki mevcut tehlikeli gelişmeleri ve bunların bölgesel ve uluslararası güvenlik ve barışa yansımalarını ele aldı.

BAE Dışişleri Bakanı, Ortadoğu bölgesindeki gerilim çemberinin genişlemesini önlemek ve mevcut gerilimi düşürmek için çalışmanın önemini vurguladı. Al Nahyan, farklılıkları çözmenin, bölgenin ve halkın güvenliğini sağlamanın yolunun diplomasi ve diyaloğa öncelik vermek olduğuna dikkat çekti.

Şeyh Abdullah bin Zayed, bölge ülkelerinin faydalanması ve hak ettiği şeyin barış, refah ve kalkınma olduğunu vurguladı.

Görüşmede, iki komşu ülke arasındaki ilişkiler ve bu ilişkileri iki ülkenin ve bölgenin ortak çıkarlarına hizmet edecek şekilde geliştirmenin yolları ele alındı.