Şarku’l Avsat, Amr Musa’nın kaleme aldığı ‘Arap Birliği Yılları’ kitabından bölümleri yayınlıyor (6)… Amr Musa: Kaddafi, devrimden kurtulduğunu ve Bin Ali’nin ardından düşmeye aday olan ismin Mübarek olduğunu sanıyordu

Musa ve Kaddafi, 2010 yılında Sirte’deki Arap Birliği Zirvesi'nde yan yana
Musa ve Kaddafi, 2010 yılında Sirte’deki Arap Birliği Zirvesi'nde yan yana
TT

Şarku’l Avsat, Amr Musa’nın kaleme aldığı ‘Arap Birliği Yılları’ kitabından bölümleri yayınlıyor (6)… Amr Musa: Kaddafi, devrimden kurtulduğunu ve Bin Ali’nin ardından düşmeye aday olan ismin Mübarek olduğunu sanıyordu

Musa ve Kaddafi, 2010 yılında Sirte’deki Arap Birliği Zirvesi'nde yan yana
Musa ve Kaddafi, 2010 yılında Sirte’deki Arap Birliği Zirvesi'nde yan yana

Şarku’l Avsat’ın eski Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa’nın yakın zamanda Daru’ş-Şuruk yayın evi tarafından yayımlanacak olan ve editörlüğünü Halid Ebu Bekir’in üstlendiği ‘Senevatu’l-Camiati’l-Arabiyye’ (Arap Birliği Yılları) adlı kitabından bölümler yayımladığı yazı dizisinin altıncı bölümünde Musa, kitabın 50 sayfalık iki bölümünü ayırdığı Şubat 2011'de patlak veren Libya devriminde yaşanan olaylarını anlatıyor. Musa, ‘Arapların Libya halkını Kaddafi'nin gazabından koruma kararlarının sırları’ başlıklı ilk bölümde, Libya ile ilgili gelişmeleri anlatıyor.
Musa, Albay'ın (Muammer Kaddafi), Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali'den sonra düşmeye aday olan ismin Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek olduğunu ve ‘kendisinin devrimden sağ çıkacağını’ düşündüğünü aktarıyor. Libya rejim güçlerinin Bingazi ve Tobruk'a saldırmasının ardından Arap Birliği daimi üyelerinin Libya’nın Arap Birliği toplantılarına katılmasını askıya aldıklarını belirten Musa, Arap ülkelerinin Libya'ya hava ambargosu uygulama kararının, sivilleri rejimin hava saldırılarından korumak için önleyici bir tedbir olduğunu açıklıyor.
Bundan sonrasını Amr Musa şöyle anlatıyor:
Arap dünyasında 2010 yılının Aralık ayı ortalarından itibaren başlayan olaylar, takip edilmesi gereken bir hızla gelişti. Tunus'un sokakları ve meydanları, siyasette şeffaflık ve sosyal adalet talep eden öfkeli gençlerle dolduktan sonra Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali bir gecede Suudi Arabistan'a sürgüne gönderildi. Bir aydan kısa bir süre sonra, Mısır'daki 25 Ocak devrimi, Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'i 11 Şubat 2011'de istifa etmeye zorladı. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Tunus ve Mısır'dan sonra coğrafi olarak ikisinin arasında kalan Libya'da devrim patlak verdi. Libya’daki devrimi Yemen ve Suriye izledi. Kaddafi, Zeynel Abidin Bin Ali'den sonra düşmeye aday olan ismin Hüsnü Mübarek olduğunu’ söyledi. Bu doğru bir beklentiydi, ancak yanlış olan çevresinde neler olup bittiğini tam olarak veya derinlemesine görmeden devrimlerden kurtulacak tek kişinin kendisi olduğunu sanmasıydı. Kırk yılı aşkın bir süredir Libya’yı yöneten bu adam, geniş toprakları olan ülkesinin haritasına bakmayı ihmal etmişti. Bir kez bile baksa, ülkesinin iki büyük devrim arasında yani Tunus ve Mısır arasında yer aldığını görürdü.
15 Şubat 2011 itibariyle tüm gözler, Kaddafi yönetimine karşı gösterilerin ilk kez Bingazi'de patlak verdiği ve kısa süre sonra başkent Trablus da dahil olmak üzere çeşitli şehirlerine yayıldığı Libya'ya çevrildi.
Burada elimi kalbime koyuyorum, Kaddafi rejimi dışında herhangi bir Arap rejiminin, iktidarı terk etmesi çağrısında bulunan gösterilere tepkisini tahmin edebilirsiniz. Fakat Kaddafi rejiminin nasıl bir tepki vereceğini bilemezsiniz. Çeşitli Batılı ülkelerle ilişkilerini azaltan gerilimler de yaşanıyordu. Bu nedenle Libya’daki olaylara verecekleri tepkiler konusunda endişeliydim.
Gösterilerdeki şiddet olaylarıyla birlikte Albay, 22 Şubat 2011'de halkıyla konuşmak için dışarı çıkıncaya kadar Kaddafi güçlerinin baskılarının dozu da arttı. Devlet televizyonunda canlı yayınlanan konuşmasında Albay, kendini ‘devrimin ebedi lideri’ olarak niteleyerek, istifa edene kadar devlet başkanı olmadığını söyledi. ‘Libyalılara şan kazandıran bir Bedevi savaşçısı’ olduğunu da ekleyen Kaddafi, son olaylar nedeniyle tüm dünya önünde Libya’nın imajının çarpıtıldığını, gerekirse güç kullanılacağını belirtti. Kaddafi'nin konuşması, güçlü küresel tepkilere neden oldu. Uluslararası kuruluşlar ve büyük ülkeler birbiri ardına açıklamalarda bulunarak, konuşmayı ve Libyalı yetkililerin göstericileri bastırmak için kullandığı şiddeti kınadılar.

Arap Birliği’nin tepkileri
Kaddafi güçlerinin Bingazi ve Tobruk'a ve buradaki göstericilere saldırdığı, büyük kayıpların olduğu haberleri ve hızlanan gelişmeler karşısında, Kaddafi'nin konuşmasını yaptığı günün akşamı (22 Şubat), Arap Birliği Konseyi'ni daimi temsilciler düzeyinde toplantıya çağırdım. Çünkü mesele, bakanların Kahire'ye varması günler sürebilecek olan bir bakanlar toplantısını bekleyemezdi.
Toplantıya daimi delegelere şunu söyleyerek başladım:
“Tepki vermekte geç kalmamalıyız. Libyalılar arasında çok sayıda kayıp olduğu ve kayıpların arttığı haberleri geliyor. Seyfulislam Kaddafi’nin, babasının rejimine karşı göstericileri desteklemekle suçladığı, başta Mısırlılar ve Tunuslular olmak üzere Libya'da ikamet eden Araplar, risk altındalar.”
Libya'daki duruma ve Albay’a yönelik dış tepkilere baktığımda, Arap Birliği’nin itidal çağrısında bulunarak hareket etmesi gerektiğini görmüştüm.
Toplantının sonunda, ‘Libya’nın başkent Trablus başta olmak üzere birçok şehrinde devam eden barışçıl gösterilere ve protestolara karşı işlenen suçların kınanması ve Libya Arap Cumhuriyeti hükümeti heyetlerinin Arap Birliği Konseyi’nin ve ona bağlı tüm kurum ve kuruluşların toplantılarına katılmalarının Libyalı yetkililer, yukarıda belirtilen taleplere Libya halkının güvenliğini ve istikrarını garanti altına alacak şekilde cevap verene kadar askıya alınması’ başta olmak üzere bir dizi konuyu kapsayan bir karar çıkardık.
Arap Birliği, tarihinde ilk kez, bir üye devletin içerisindeki olumsuz koşullara tepki olarak, delegasyonlarının Arap Birliği Konsey’i ve ona bağlı tüm kurum ve kuruluşların toplantılarına katılımını askıya alma kararı verdi. Bunun, çok taraflı bir Arap örgütlenmesinde önemli bir gelişme ve Albay Kaddafi’nin kabul etmesi durumunda önemli bir mesaj olduğunu düşündüm. Arap Birliği ve şahsım, Libya’daki durumun kötüleşmesini önlemeye katkıda bulunabilecek bir siyasi hareket bu karara bağlı kaldık.
Arap Devletleri Birliği Konseyi'nin 2 Mart 2011 tarihindeki 135’inci toplantısı ‘Libya'da yaşanan tehlikeli gelişmeler’ başlığı altında, dışişleri bakanları düzeyinde başladı. Konsey, delegeler toplantısında alınan kararları onaylarken Libyalıların emniyet ve güvenliğini korumanın ve sağlamanın en etkili yollarının ele alındığı istişarelerin devam etmesi ve Arap ülkelerinin, kardeş Libya halkının maruz kaldığı şiddete karşı hava sahası ambargoları uygulanması ve bu konuda Arap Birliği ile Afrika Birliği arasında koordinasyon sağlanması da dahil olmak üzere çeşitli çabalarda bulunarak boş durmaması gerektiğini vurgulayan yeni bir madde daha eklendi.

Hava sahası ambargosu uygulama çağrısı
Burada, Arap Birliği’nin sivilleri korumak için önleyici bir tedbir olarak Libya’nın uçuşa yasak bölge ilan edilmesini talep etme kararıyla ilgili bazı tartışmalara yol açan önemli bir konuya değinmeliyiz. BM Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) sivilleri korumak için Libya hava sahasına ambargo uygulamaya yönelik ilk resmi çağrının Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK) Bakanlar Konseyi'nin 10 Mart 2011 tarihli ‘Arap ülkelerindeki mevcut gelişmeler’ başlığı altında yapılan 118’inci oturumunda yapıldığını söylemeliyim.
Çağrıda şu ifadeler yer aldı:
“KİK Bakanlar Konseyi, mevcut Libya rejiminin hukuka aykırı olduğunu ve Ulusal Geçiş Konseyi ile temas kurulması gerektiğini vurgulamaktadır. Konsey ayrıca Arap Birliği’ne destek vermek için gerekli önlemleri alarak, kardeş Libya halkının özlemlerini yerine getirerek ve BMGK’ya sivilleri korumak için Libya'ya hava sahası ambargosu uygulama çağrısında bulunmak da dahil olmak üzere bunu başarmanın yollarını araştırarak sorumluluklarını üstlenmesi çağrısında bulundu.”
12 Mart 2011'de, KİK dönem başkanı olan Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) çağrısıyla Arap Birliği Konseyi'nin bakanlar düzeyindeki olağanüstü toplantısı yapıldı. KİK ülkelerinin talepleri gayet doğal ve açıktı. Arap Birliği de BMGK’ya Libya topraklarını uçuşa yasak bölge ilan eden bir karar çıkarması için baskı yaptı.
Bu önemli toplantıda konuşulanları, müdahale etmeden, yorumlamaya veya analiz etmeye kalkışmadan, genel olarak okuyucular ve hem şimdiki hem de gelecek nesillerdeki kardeş Libya halkı için  kelimesi kelimesine metinlerden oturum tutanaklarına aktarmalıyım.  Okuyucunun zekasına güveniyorum.
Bu toplantı üç oturumdan oluşuyordu. İlk oturum, 12 Mart 2011 Cumartesi günü saat 14.30'da, oturum başkanı sıfatıyla Umman Sultanlığı Dışişleri Bakanı Yusuf bin Alevi'nin 15 dakikalık açılış konuşmasıyla başladı. Açılış konuşması kamuya açıktı. Ardından oturuma kapalı olarak devam edildi. Arap ülkelerinin temsilcileri konuşmalarını (tüm ülkelerin açıklamaları kitapta yer almaktadır) yaptılar.
Arap Birliği üye devletlerinin, BMGK’dan Libyalıları, Kaddafi’nin hava bombardımanlarından kurtarmak için Libya'ya hava ambargosu uygulanmasını isteme konusundaki tutumunu açıkça ifade eden kayıtlı paragraflardan alanın sınırlı olması nedeniyle açıklamaların tamamını yayınlamanın imkansızlığından dolayı alıntı yapacağımı belirtmeliyim.
İlk kapalı oturum, 12 Mart 2011 Cumartesi günü saat 14.45'te başladı ve başkan sözü bana verdi.
Konuşmamda şunları söyledim:
“Bu resmi toplantı öncesinde yaptığımız özel oturumda bahsettiklerimizin yanı sıra toplantıya katılanlar için öncelikle konuşmamı Libya vatandaşlarının emniyet ve güvenliğini koruma ve garanti altına alma yollarını içeren Konsey kararının 11’inci paragrafına dayandırdığımı ve Arap ülkelerinin hava ambargosu uygulanması talebinde bulunma ve bu konuda Afrika Birliği ile  koordinasyon kurma dahil olmak üzere, Libya halkının maruz kaldığı şiddet karşısında boş durmayacağını belirtmek isterim. 2 Mart'tan bugüne (12 Mart) çok büyük olaylar meydana geldi. Çok fazla kan döküldü. Arap dünyasında olup bitenler hakkında da büyük bir kafa karışıklığı oluştu. Afrika Birliği toplandı ve kararını verdi. Elbette BMGK, 2 Mart'taki kararımızda resmi kayıtlara geçen yedinci bölüm kapsamında iyi bilinen kararını yayınladı. Genel Sekreterliğe, gerek Trablus'tan gerekse Bingazi'den bir dizi mesaj gönderildi. Libya hükümeti ve Geçiş Konseyi ile bir dizi temasımız oldu. Bunlarla ilgili belgeleri sizlere dağıtacağız.
KİK, dün ve bugün bir araya gelerek önemli bir karar çıkardı. Arap Birliği Konseyi'ni uçuşa yasak bölge meselesinde harekete geçmeye ve Libya'daki durumun meşruiyetini değerlendirmeye çağırdı. Arap Birliği'nin önemli bir parçası olan KİK kararının yanı sıra Afrika Birliği ve Avrupa Birliği'nin kararını, her şeyin herkese açık olması ve tarihe not düşülmesi için sizlere sunmak istiyorum.
Libya’yı kurtaracak ve destekleyecek bir hale gelmek istiyoruz. Bu bağlamda Araplar arasında büyük bir heyecan olduğunu sizler de görüyorsunuz. Halkların durumunun ve Arap dünyasındaki yeni koşulların, insanların sessiz kaldıkları şeylerin hesaba katılmasını istiyorum. Artık bunlar karşısında sessiz kalmak mümkün değildir.”

Katar: Libya'da yaşananlar adeta soykırıma dönüştü
Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Hamad bin Casim bin Cabir es-Sani konuşmasında şunları söyledi:
“Libya'da yaşananlar adeta soykırıma dönüştü. Olaylara bir isim verelim. Arap Birliği olarak bu soykırıma karşı net bir tutuma sahip olmalıyız. Libyalı kardeşlerimiz için en iyisini dilemekten başka bir şey yapmıyoruz. Ama şimdi bu şartlar altında sorumluluklarımızın ötesine geçmeliyiz diye düşünüyorum. Yerinden edilmiş insanlar var, füzelerle vurulan şehirler.. Hepimiz neler olduğunu görüyoruz. Arap Birliği'nde yaptığımız her eylem, herhangi bir tarafa karşı değil, savaşı ve kan dökülmesini durdurmak içindir.

Cezayir: Diyaloga öncelik verilmeli
Söz alan Cezayir Dışişleri Bakanı Murad Medlesi konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
“Libya'nın uçuşa yasak bölge olarak ilan edilmesi konusunda ilk kez Sayın Konseyimiz düzeyinde yapılan görüşmelerimizin başında bu prosedürün tek başına BMGK’nın uzmanlık alanlarından biri olduğunu belirtmeliyim. Libya'daki son durum geliştikçe toplantımızın uygun bir tutumla sonuçlandırılmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu amaçla Libyalıları, yönetimi ve muhalefeti, istikrarı ve güvenliği yeniden tesis etmek için şiddeti derhal durdurmaya ve aralarındaki sorunları çözmek için diyaloga öncelik vermeye çağrılmaları gerekiyor.”

BAE: Libya'da yaşananlar insani hukukun açık bir ihlalidir
BAE Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed ise konuşmasında şunları dile getirdi:
“Bugün Libya'da yaşananların, hükümetlerin veya rejimlerin halklarını koruma rolünün uluslararası insani hukukun açık bir ihlali olduğuna şüphe yok. BMGK’ya sivil uçaklara değil askeri uçaklara uçuş yasağı koyulması çağrısı yapacağız. Birçoğunuzun savaş uçaklarını tespit edebilecek askeri deneyime sahip olduğundan eminim. Aksi bir durumdan endişe edildiğini düşünmüyorum. Ancak eğer BMGK talebi onaylarsa ve kararın uygulanmasına katılmak isteyen Arap ülkeleri varsa, bu ayrımı yapmamız gerektiğine inanıyorum.”

Suriye: Hava ambargosu askeri müdahale anlamına gelmiyor mu?
Suriye'nin Arap Birliği temsilcisi olan Yusuf Ahmed, konuşmasında şunları söyledi:
“Hava ambargosunun, sadece Libyalı sivilleri maruz kaldıkları hava bombardımanlarından korumayı amaçladığını kim garanti edebilir. ABD Savunma Bakanı ve diğerlerinin söylediği gibi daha sonra Libya’daki hava savunma üslerine, hava alanlarına ve radarlara yönelik saldırılar da bu ambargoya dahil edilecek mi? Bu, Libya'ya dışarıdan bir askeri müdahale anlamına gelmiyor mu?”

Lübnan, Libya'ya hava ambargosunu destekledi
Lübnan Dışişleri Bakanı Ali Şami ise konuşmasında, “Lübnan, herhangi bir devletin iç işlerine karışılmaması ve askeri müdahalede bulunulmaması ilkesine dikkati çekerek, Libya'ya hava ambargosu uygulanmasını destekliyor. Bu, özellikle uluslararası ve insancıl hukukun ilke ve kurallarıyla ilgilidir” ifadelerini kullandı.

Fas’tan demokratik çözüm vurgusu
Fas Dışişleri Bakanı Latifa Elabida, “Fas Krallığı, BMGK’ya Libya’nın uçuşa yasak bölge olarak ilan edilmesi çağrısında bulunan kararı destekliyor.  Çünkü Libya halkının kendi demokratik modelini inşa edebilmesi için tek çözüm bu” şeklinde konuştu.

Moritanya’dan toprak bütünlüğü vurgusu
Moritanya Başbakanı Sidi Muhammed Vild Bubekr şunları belirtti:
“Libya’daki her türlü dış müdahalenin kesin bir şekilde reddedilmesine ve Libya halkının ulusal birliğinin, egemenliklerinin ve toprak bütünlüğünün korunmasına tam olarak bağlı kalınması gerektiğini vurguluyoruz. Zira dışarıdan askeri müdahalede bulunulan bir ülkede kaçınılmaz yıkıcı etkileri olduğu biliniyor. Aynı zamanda halkının birliğine ve toprak bütünlüğüne karşı büyük bir risk oluşturmaktadır. Şekli ne olursa olsun bu bir dış müdahaledir. Çünkü hava ambargosunun askeri müdahale olmadan ne geçerliliği olur ne de uygulanabilir.”

Suudi Arabistan: Kardeşler, eğer mazlumları desteklemezsek bu bizim ayıbımız olur
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud el-Faysal ise konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
“Libya yönetimi, çeşitli şehirlerde gösterilere katılanların fareler olduklarını ve ortadan kaldırılmaları gerektiğini düşünüyor. Bu kabul edilebilir mi? Libyalıların, yerlerinden edilmelere, öldürülmelere ve aşağılanmalara karşı gösterdikleri sabrı takdir ediyorum. Kardeşler, eğer mazlumları desteklemezsek bu bizim ayıbımız olur. Arapların geleneklerine ters düşer. Gerçekten müzakere masasına oturma isteği varsa o zaman şu üç adım atılsın. Birincisi Libya yönetimi askeri güçlerini geri çeksin, çatışmayı hemen durdursun, insanlar şehirlerine geri dönsün ve ardından görüşmelere başlansın. Aksi takdirde her gün duyduğumuz, halkın öldürüldüğü haberleri devam edecek. Sizce şehirlerin her gün savaş uçaklarıyla bombalanması sıradan bir siyasi sorun mu? Hayır, bu ciddi bir siyasi sorundur ve buna bir çözüm bulmak istiyoruz. Bu durum, Arapların vicdanlarının ve ahlaki değerlerinin derinlerine dokunuyor. Yani hukukçular bunu inceleyene kadar yasal bir mesele değildir. Siyasi bir sorun bile değil. Ama insanlar öldürülüyor ve yerlerinden ediliyorlar. İnsanlar muharebe güçlerinin eğitildiği hedef tahtası gibi bombalanıyorlar. Bu kabul edilebilir mi?”

Yemen’den dökülen kanı durdurma çağrısı
Yemen Dışişleri Bakanı Ebu Bekir el-Kirbi konuşmasında şunları söyledi:
“Yemen Cumhuriyeti, Libya'nın, toprak bütünlüğünü ve halkın birliğini, Libya halkının iradeleriyle aradıkları değişim hakkını teyit etmektedir. Tüm tarafları, hepimiz için değerli olan Libya’da dökülen kanı durdurmaya çağırırken, Meclisimiz, çatışmayı sona erdirmek ve hava ambargosunu uygulamak için ortak Arap eylemi yoluyla Libya vatandaşlarına koruma sağlayacak önlemleri alma sorumluluğunu üstlenmektedir.”

Mısır’dan Libya halkının güvenliğini sağlama çağrısı
Son olarak Mısır Dışişleri Bakanı Nebil El Arabi yaptığı konuşmada şunları dile getirdi:
“Mısır, çatışmanın sona erdirilmesi, ateşkese varılması ve kan dökülmesinin durdurulması açısından, Libya'da sivilleri koruma ihtiyacı ile uluslararası insancıl hukuktan kaynaklanan ahlaki ve yasal zorunluluk ve üstlenmemiz gereken siyasi ve yasal taahhüt arasında gerekli dengeyi sağlamak, Libya’nın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini korumak için burada, aramızda bir fikir birliği olduğuna inanıyor. Konu, kardeş Libya halkının güvenliğini sağlamak amacıyla ülkenin uçuşa yasak bölge ilan edilmesi de dahil olmak üzere gerekli tüm tedbirleri alması için BMGK’ya sevk edilebilir.”

Dört temel ilke
Burada açık veya kapalı bir hava ambargosu istemediğimizi bir kez daha vurgulamalıyım. Aksine ambargonun talep edildiği kararın belli boyutları vardı. Bununla ilgili dört temel ilkeden bahsetmek istiyorum:
Birinci ilke; sivilleri korumak için Libya'nın uçuşa yasak bölge ilan edilmesine yönelik herhangi bir karar için net bir yasal dayanak sağlaması gerektiğiydi. Yani uluslararası toplumun iradesini açıkça yansıtan bir BMGK kararının olması ihtiyacıdır. Sonuçta hava ambargosu bir savaş önlemi değildir.  Libyalı ya da Libyalı olmayan sivillerin korunması ve kan dökülmesini engellenmesi için önleyici bir ateşkes tedbiridir.
İkinci ilke; bir hava yasağı oluşturma kararının sivil havacılığı engellememesi gerektiğidir. Çünkü Mısır dahil birçok ülke vatandaşlarını Libya’dan hava yolu ile tahliye etmek gibi bir takım gerekli tedbirler alıyorlardı.
Üçüncü ilke; Bir devletin egemenliğine ve iç işlerine karışılmaması ilkesine saygı gösterilmesiyle birlikte BMGK’nın Libya’ya hava ambargosu uygulamasına ilişkin olarak verdiği herhangi bir kararın, gerek komşu ülkeleri, gerekse başka ülkeleri olsun, Libya dışında hiçbir ülkenin egemenliğini etkilememesinin sağlanmasıdır.
Dördüncü ilke ise; Libya'nın toprak bütünlüğüne bağlı kalmanın önemi çerçevesinde uçuşa yasak bölge oluşturma amaçlarını, coğrafi kapsamını, çalışma koşullarını ve zaman dilimini açıkça tanımlanması ve uçuşa yasak bölgenin Libya'nın fiili bir bölünmesine sebep oluşturmamasıdır. Bu önemli, çünkü kardeş Arap ülkeleri de dahil olmak üzere birçok ülkede hava ambargolarının yıllarca devam ettiğini hepimiz biliyoruz. Şuan bu konuya girmeyeceğim.  Bu nedenle konunun baştan açık olması gerekiyor.
Toplantı saat 16.50'ye ertelendi. Karar taslağı hazırlamaya yönelik olan ikinci kapalı oturum, 50 dakika sürdü. Toplantıda, bakanlar toplantısından çıkacak taslak kararla ilgili birçok tartışma oldu.  Toplantı bir dizi kararla (kitapta yayımlanan) sona ererken, Suriye ve Moritanya yazılı, Cezayir ise sözlü olarak çekimser olduklarını bildirdiler.
Toplantı sonunda toplantı başkanı şunları söyledi:
“BMGK’dan Libya'da kötüleşen durumla ilgili sorumluluklarını üstlenmesi, komşu ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüğü dikkate alınarak Libya askeri hava trafiğine acil olarak uçuş yasağı getirecek tedbirleri alması ve Libya halkı ve farklı milletlerden ülke sakinlerini korumaya imkan veren önleyici bir tedbir olarak bombalanan yerlerde güvenli alanlar kurması talebinde bulunulmasına karar verilmiştir.”
*Kitabın bölümleri, Daru’ş-Şuruk ile yapılan özel anlaşma ile yayınlanmıştır
*Tüm hakları saklıdır
Amr Musa: Saddam Hüseyin uluslararası müfettişlere onay verdi, ancak ABD Irak'ta savaşa girme kararını almıştı
Şarku’l Avsat, Amr Musa’nın kaleme aldığı ‘Arap Birliği Yılları’ kitabından bölümleri yayınlıyor... (4) Musa: İsrail, Arap Girişimi’ni olumsuz karşıladı, çünkü girişim İsrail’i Araplarla müzakereye itiyordu
Amr Musa: Mübarek, İsmet Abdulmecid’in görevde kalmasını istemedi... 11 Eylül olayları bize karşı beslenen olumsuz duyguları ortaya çıkardı
Musa: Faysal, Muallim’in ‘şeytani’ hayallerine karşı çıktı. Şu an Lübnan’da tanık olduklarımız, Refik Hariri suikastının sonuçlarıdır



Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için ABD tarafından sunulan Güneşin Doğuşu Projesi, kapsamlı Arap planını geciktirecek mi?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
TT

Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için ABD tarafından sunulan Güneşin Doğuşu Projesi, kapsamlı Arap planını geciktirecek mi?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)

ABD kaynaklı sızıntılar, Gazze Şeridi’nin bir bölümünün yeniden inşasına yönelik Güneşin Doğuşu Projesi adlı bir planın hazırlandığına işaret etti. Planın, ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı Jared Kushner’ın liderliğindeki bir ekip ile ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff tarafından hazırlandığı belirtiliyor. Bu gelişme, Gazze’de ateşkes anlaşmasının şu aşamada tıkanan ikinci safhasının en önemli unsurlarından biri olan ‘kapsamlı Arap planının’ hayata geçirilmesinde yaşanan aksaklıklar sürerken gündeme geldi.

Söz konusu ABD planı, Mısır’ın Washington ile ortaklaşa Gazze Şeridi’nin tamamının yeniden inşasının finansmanı için bir konferans düzenlemeyi değerlendirdiği bir dönemde ortaya çıktı. Kasım ayı sonunda ertelenen bu girişime ilişkin olarak Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlar, bunun ‘Mısır ve Arap dünyasının reddine rağmen Filistinlilerin yeniden yerinden edilmesine yönelik planların geri dönüşü’ anlamına geldiğini savunuyor. Uzmanlara göre bu durum üç olası senaryoyu gündeme getiriyor: ABD’nin kısmi planının Filistin’in Refah bölgesinde uygulanması ve Arap planının ertelenmesi; iki planın yerinden etme olmaksızın birleştirilmesi; ya da ateşkes anlaşmasının tamamlanamaması nedeniyle her iki planın da askıya alınması.

ABD’de yayımlanan Wall Street Journal gazetesi cuma günü yayımladığı haberinde, Kushner ve Witkoff tarafından hazırlanan ve Güneşin Doğuşu Projesi olarak adlandırılan planın, yabancı hükümetler ve yatırımcıların iş birliğiyle Gazze’nin enkazını gelecekte bir sahil destinasyonuna dönüştürmeyi hedeflediğini yazdı. Planda, Gazze halkının ‘çadırlardan lüks dairelere’ ve ‘yoksulluktan refaha’ taşınmasından söz edilirken, yeniden inşa süresince yerinden edilmiş yaklaşık iki milyon Filistinlinin nerede yaşayacağına dair net bir bilgi yer almadı.

Taslak metne göre projenin toplam maliyetinin on yıl içinde 112,1 milyar dolara ulaşması öngörülüyor. ABD’nin bu süre zarfında ‘önerilen tüm çalışma alanları’ için hibe ve borç garantileri sağlamayı taahhüt edeceği ifade ediliyor. Ancak gazeteye göre, yeniden inşa sürecinin Hamas’ın silahsızlandırılması ve tüm tünellerin imha edilmesi şartına bağlanması, projenin önündeki en büyük zorluklardan biri olarak öne çıkıyor.

Yeniden imarın dört aşamada gerçekleştirilmesi planlanıyor. Çalışmaların güneyde Refah ve Han Yunus’tan başlaması, ardından orta kesimdeki mülteci kamplarına ve son olarak Gazze kentine doğru ilerlemesi öngörülüyor. ‘Yeni Refah’ başlığını taşıyan bölümlerden birinde, bu bölgenin Gazze’de ‘yönetim merkezi’ haline getirilmesi ve 500 binden fazla kişiye ev sahipliği yapması tasarlanıyor. Söz konusu şehirde 100 binden fazla konut, 200’ü aşkın okul, 75’ten fazla sağlık tesisi ile 180 cami ve kültür merkezinin yer alması planlanıyor.

Bu sızıntılar, Yediot Aharonot gazetesinin internet sitesinin yaklaşık sekiz gün önce bir İsrailli yetkiliye dayandırdığı açıklamaların ardından geldi. Haberde, Tel Aviv’in ABD’nin talebi üzerine Gazze Şeridi’ndeki enkazın kaldırılmasının maliyetini üstlenmeyi ve bu büyük mühendislik operasyonunun sorumluluğunu almayı prensipte kabul ettiği, yeniden imar amacıyla da Gazze’nin güneyindeki Refah’ta bir bölgenin tahliyesine başlanacağı aktarılmıştı.

fr
Han Yunus'taki bir yardım kuruluşunun aşevinin önünde yemek almak için kabıyla birlikte bekleyen yerinden edilmiş bir Filistinli çocuk (AFP)

21 Ekim’de İsrail’de düzenlenen bir basın toplantısında konuşan Jared Kushner, İsrail ordusunun kontrolü altındaki bölgelerde Gazze’nin yeniden inşasının ‘titizlikle planlandığını’ söyledi. Kushner, “İsrail ordusunun kontrolündeki alanlarda, güvenliğin sağlanması hâlinde inşaata başlanması için şu anda değerlendirmeler yapılıyor. Bu bölgeler, Filistinlilere gidecekleri, çalışacakları ve yaşayacakları bir yer sunmak amacıyla ‘Yeni Gazze’ olarak tasarlanıyor” dedi. Kushner, Hamas’ın kontrolü altındaki bölgelere ise yeniden imar için herhangi bir fon ayrılmayacağını vurguladı.

Mısır Dış İlişkiler Konseyi üyesi ve eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Reha Ahmed Hasan, Trump’ın barış planının en başından itibaren ABD ve İsrail’e daha geniş bir hareket alanı tanıdığını belirterek, Washington’ın gündeme getirdiği yeniden imar planının ‘Filistinlilerin bir kez daha yerinden edilmesi hedefini gerçekleştirmeye yönelik bir girişim’ olduğunu savundu.

Filistinli siyasi analist Abdulmehdi Mutava, Güneşin Doğuşu Projesi’nin, ABD’nin Gazze nüfusunun kısmen yerinden edilmesi fikrinden vazgeçmediğini gösterdiğini ifade ederek, planın İsrail’in güvenliğini önceleyen ve gayrimenkul yatırımlarına dayanan bir yaklaşım içerdiğini dile getirdi.

Wall Street Journal’a göre, Güneşin Doğuşu Projesi’ni inceleyen bazı ABD’li yetkililer, planın uygulanabilirliği konusunda ciddi şüpheler taşıyor. Yetkililer, Hamas’ın silahsızlanmayı kabul etmesinin zor olduğunu, bunun gerçekleşmesi hâlinde bile ABD’nin, savaş sonrası bir bölgenin yüksek teknolojiye sahip kentsel bir alana dönüştürülmesinin maliyetini üstlenecek zengin ülkeleri ikna edip edemeyeceğinin belirsiz olduğunu kaydediyor.

Bu şüphelere paralel olarak ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, cuma günü yaptığı açıklamada, “İki ya da üç yıl içinde yeni bir savaş çıkacağına inanılıyorsa, kimseyi Gazze’ye yatırım yapmaya ikna edemezsiniz” dedi. Rubio, uzun vadeli yeniden imar ve insani destek için bağışçıların bulunacağına dair güçlü bir güven taşıdıklarını da sözlerine ekledi.

Reha Ahmed Hasan ise Rubio’nun, Hamas’ın silahsızlandırılması konusunda İsrail’in söylemini tekrar ettiğini belirterek, ‘istikrar güçlerinin konuşlandırılması ve Hamas’ın silahsızlandırılması gibi yükümlülüklerin yerine getirilmemesi nedeniyle ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçmenin zor olduğunu’ ifade etti.

ABD kaynaklı bu sızıntılar, Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati’nin, yaklaşık 17 gün önce Berlin’de Alman mevkidaşı Johann Wadephul ile düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamaların ardından geldi. Abdulati, “Yeniden imar konferansı için ABD ile ortak bir başkanlık oluşturulması konusunda istişarelerde bulunuyoruz ve ortaklarla iş birliği içinde bu konferansın en kısa sürede yapılması için uygun bir tarih üzerinde uzlaşmayı umuyoruz” demişti.

dfgt
Han Yunus'taki bir yardım kuruluşunun aşevinden sıcak yemek almak için toplanan yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)

Bunun ardından Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, kısa süre önce Doha Forumu’nda düzenlenen bir oturumda, “Filistin halkını desteklemeyi sürdüreceğiz, ancak başkalarının yıktığını yeniden inşa etmeyi finanse etmeyeceğiz” dedi. Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlar, söz konusu Katar açıklamalarını, ‘Washington’a İsrail’i çekilmeye zorlaması ve yeniden imar sürecini başlatması yönünde bir baskı’ olarak değerlendirdi.

Kahire’nin kasım ayı sonunda düzenlemesi planlanan Gazze Şeridi’nin yeniden imarına ilişkin konferans ise gerekçe açıklanmaksızın ertelenmişti. Mısır Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Temim Hallaf, geçtiğimiz ayın sonunda Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, konferansın ertelenme nedenine ilişkin bir soruya yanıt olarak, Kahire’nin ‘Gazze Şeridi’nde erken toparlanma ve yeniden imar konferansının başarılı olması için bölgesel ve uluslararası ortaklarla uygun ortamı hazırlamak üzere çalıştığını’ ifade etmişti.

Reha Ahmed Hasan, ABD tarafından gündeme getirilen planların ‘kapsamlı Arap yeniden imar planı’ çerçevesindeki süreci geciktirebileceği görüşünü dile getirerek, yeniden imar konferansının aksamasını birinci aşamanın tamamlanmaması ve İsrail’in çekilmemesiyle ilişkilendirdi. Yeni yeniden imar planına ilişkin olası senaryoları değerlendiren Hasan, Filistinlilerin yerinden edilmemesi şartıyla Arap ve ABD planlarının birleştirilebileceğini söyledi.

Abdulmehdi Mutava ise yeniden imarın geleceğine dair üç ihtimal üzerinde durdu. Mutava’ya göre, ABD planının tek başına hayata geçirilmesi ve kapsamlı Arap planının ertelenmesi, ya da birinci aşamanın tamamlanmaması nedeniyle sürecin tıkanıklığının sürmesi ve her iki planın da uygulamaya geçememesi olasılıklar arasında yer alıyor.


İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da düzenlediği saldırılarda 5 Filistinli hayatını kaybetti

Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
TT

İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da düzenlediği saldırılarda 5 Filistinli hayatını kaybetti

Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)

Gazze Şeridi’nin doğusundaki Şucaiyye Mahallesi’nde İsrail ordusunun bugün (pazar) sabah saatlerinde düzenlediği hava saldırısında üç Filistinli yaşamını yitirdi. Batı Şeria’da ise iki Filistinli, İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu öldürüldü.

Filistin resmi ajansı WAFA’nın sağlık kaynaklarına dayandırdığı habere göre Şucaiyye’de İsrail insansız hava aracının sivillerin bulunduğu bir topluluğu hedef alması sonucu bir kişi hayatını kaybetti.

Aynı kaynaklar, İsrail savaş uçaklarının Mansura Caddesi üzerindeki Şeva akaryakıt istasyonu yakınında iki sivili öldürdüğünü bildirdi.

Bu ölümlerle birlikte, 11 Ekim’de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasından bu yana can kaybı 404’e, yaralı sayısı ise 1108’e yükseldi.

Öte yandan İsrail ordusu, Batı Şeria’nın kuzeyinde yürütülen operasyonlarda iki Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

Kuzeydeki Kabatiya bölgesinde bir Filistinli gencin askerlere taş attığını belirten ordu, askerlerin ateş açtığını ve gencin öldüğünü açıkladı. Ramallah’taki Filistin Sağlık Bakanlığı, hayatını kaybeden kişinin 16 yaşında olduğunu belirtti.

Diğer yandan Silat el-Harithiya bölgesinde bir Filistinlinin askerlere el yapımı patlayıcı attığı gerekçesiyle öldürüldüğü bildirildi. Filistin Sağlık Bakanlığı, 22 yaşındaki gencin göğsünden vurularak öldüğünü açıkladı.

Gazze Savaşı’nın Ekim 2023’te başlamasının ardından Batı Şeria’daki gerilim belirgin şekilde yükseldi. İsrail ordusu bu süreçte, bölgede faaliyet gösteren silahlı gruplara karşı operasyonlarını yoğunlaştırdı.

Filistin Sağlık Bakanlığı verilerine göre, son iki yılda Batı Şeria’da 1030 Filistinli öldürüldü; bunların 235’i yalnızca bu yıl içinde gerçekleşti.


Iraklı gruplar, silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısına katıldı

Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
TT

Iraklı gruplar, silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısına katıldı

Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)

Iraklı milis gruplarının liderleri son günlerde silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısı yapmaya başladı. Bu gelişme, yerel düzeyde sürpriz, soru işaretleri ve eleştirileri beraberinde getirdi. Zira söz konusu isimler, kısa süre öncesine kadar direniş eksenine mensup oldukları gerekçesiyle silahlarını açıkça sergiliyor, devlete meydan okuyor; ABD karşıtlığını vurgulayarak Amerikan güçlerinin Irak’tan çekilmesini talep ediyordu.

Yerel analizlerde bu olgu, Irak’taki Amerikan baskıları, olası bölgesel dönüşümler ve bu grupların yeni parlamentoda sandalye kazanmalarının ardından siyasi alana yönelme arayışlarıyla ilişkilendiriliyor.

Diğer yandan Ulusal Hikmet Hareketi lideri Ammar el-Hekim’in çağrısına ek olarak, son iki gün içinde ABD’nin yaptırım ve terör listesinde yer alan, fraksiyonlarla bağlantılı üç tanınmış isimden de silahların devletin elinde sınırlandırılması yönünde çağrılar geldi.

Üç grup

Bu isimlerin başında, yaklaşık 27 sandalyeyle parlamentoda güçlü bir varlık elde eden Asaib Ehli’l Hak Hareketi Genel Sekreteri Kays el-Hazali geliyor. Hazali cuma günü yaptığı açıklamada, “Silahların devletin elinde sınırlandırılmasına inanıyoruz ve bunu gerçekçi adımlarla hayata geçirmek için çalışacağız” dedi. Aynı yönde açıklamalar, Ensarullah el-Evfiya Hareketi Genel Sekreteri Haydar el-Garavi ile İmam Ali Tugayları lideri Şibl ez-Zeydi’den de geldi.

Üç grubun liderlerini ortak paydada buluşturan unsurlar, Şii Koordinasyon Çerçevesi güçleri çatısı altında yer almaları ve ABD’nin terör listesinde bulunmaları olarak öne çıkıyor. Bu durum, söz konusu isimlerin, silahlı gruplara mensup unsurların yeni kurulacak hükümette yer almasına karşı çıkan Washington’a yönelik siyasi manevra arayışında oldukları yorumlarını güçlendiriyor.

Irak’ta en yüksek yargı organının başkanı dün yaptığı açıklamada, silahların devletin elinde sınırlandırılması konusunda silahlı grupların liderlerinin iş birliğine onay verdiğini duyurdu.

Yüksek Yargı Konseyi Başkanı Faik Zeydan, yayımladığı açıklamada, ‘hukukun üstünlüğünün sağlanması, silahların devletin elinde sınırlandırılması ve askeri çalışmaya duyulan ulusal ihtiyacın ortadan kalkmasının ardından siyasi faaliyete geçilmesi’ yönündeki tavsiyesine olumlu yanıt verdikleri için ‘kardeş fraksiyon liderlerine’ teşekkür etti.

Washington'ın ciddiyeti

İslamcı gruplar üzerine çalışan araştırmacı Nizar Haydar, fraksiyon liderlerinin silahların devletin elinde sınırlandırılmasına yönelik çağrılarının, ‘Şii güçler ve tüm fraksiyonların, fraksiyonları içeren yeni bir hükümetle anlaşmayı reddeden Amerikan tutumunun ciddiyetini hissetmeye başlamasından’ kaynaklandığına inanıyor.

Haydar, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, “Fraksiyonlar, ABD’nin Irak Özel Temsilcisi Mark Savaya’nın Bağdat’a gelmesinden önce Washington’a iyi niyetlerini kanıtlamak için şu sıralar zamanla yarışıyor” ifadesini kullandı.

Haydar, silahlı fraksiyonları iki gruba ayırıyor. İlk grup, siyasi ve seçim sürecine çeşitli aşamalarda dahil olan, son olarak da son parlamento seçimlerine katılan ve geçmiş hükümetlerde bir ya da daha fazla bakanla temsil edilen fraksiyonlardan oluşuyor. Bu gruplar, devlet otoritesi dışında silahlı bir güç olmaktan çıkarak, güvenlik başta olmak üzere devlet kurumlarının bir parçası haline gelmeyi hedefliyor.

Haydar’a göre bu ilk grup, ‘uluslararası ve bölgesel toplum nezdinde, özellikle de ABD’de kabul görmek amacıyla bugün silahların devlet elinde sınırlandırılmasını savunan kesim’ olarak öne çıkıyor.

İkinci grup ise son parlamento seçimlerine katılmış olmalarına rağmen kendilerini hâlâ siyasi sürecin içinde görmeyen, ‘direniş’ söylemini kullanmaya devam eden ve devlete tam entegrasyonunu ilan etmeden önce mümkün olan en büyük siyasi, mali ve güvenlik kazanımlarını elde etmeye çalışan fraksiyonlardan oluşuyor.

Aşamalı taktik

Siyasi Düşünce Merkezi Başkanı İhsan eş-Şemmeri de ABD’nin fraksiyonlar üzerindeki baskısının önem ve etkisi konusunda aynı görüşü paylaşıyor ve bu baskının, söz konusu grupları devlet çerçevesi dışında silah taşımaktan vazgeçtiklerini açıklamaya zorladığını belirtiyor.

Şemmeri, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, “Silahsızlanma çağrıları; ABD’nin silahların dağıtılması ve devlet ile silahlı kuvvetler başkomutanının denetimi altında toplanması yönündeki şartlarıyla ve Savaya’nın Irak’a gelişinin yaklaşmasıyla eşzamanlı olması bakımından ele alınmalı” dedi.

Bu çağrıların aynı zamanda yeni hükümetin kurulmasına yönelik müzakerelerin zamanlamasıyla da bağlantılı olduğunu ifade eden Şemmeri, “Bu gruplar, ABD’nin bu yöndeki itirazlarının boyutunu bilerek yeni hükümete dahil olmayı hedefliyor” değerlendirmesinde bulundu.

defrt
Ketaib Hizbullah üyeleri, Eylül 2024'te Bağdat'ta düzenlenen bir geçit töreninde (Reuters)

Şemmeri, söz konusu çıkışların, ‘ABD’nin bu tür çağrılara vereceği tepkiyi ölçmeyi amaçlayan geçici ve taktiksel bir bağlamda’ gündeme gelmiş olabileceğini, aynı zamanda bu fraksiyonların Washington ile doğrudan müzakerelere girmesi için bir kapı aralayabileceğini de dile getirdi.

Iraklı fraksiyonların çağrılarının, Hizbullah’ın söyleminden bağımsız ele alınamayacağını vurgulayan Şemmeri, bu tutumun Hizbullah’ın silahsızlanmaya ilişkin şartlarıyla örtüştüğünü belirterek, “Amaç, silahsızlanma sürecinin ABD ve dış baskıların sonucu değil, yerel ve iç düzenlemelerin bir parçası gibi görünmesini sağlamak” dedi.