Şarku’l Avsat, Amr Musa’nın kaleme aldığı ‘Arap Birliği Yılları’ kitabından bölümleri yayınlıyor: Mübarek, İsmet Abdulmecid’in görevde kalmasını istemedi... 11 Eylül olayları bize karşı beslenen olumsuz duyguları ortaya çıkardı

Amr Musa, eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal ile
Amr Musa, eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal ile
TT

Şarku’l Avsat, Amr Musa’nın kaleme aldığı ‘Arap Birliği Yılları’ kitabından bölümleri yayınlıyor: Mübarek, İsmet Abdulmecid’in görevde kalmasını istemedi... 11 Eylül olayları bize karşı beslenen olumsuz duyguları ortaya çıkardı

Amr Musa, eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal ile
Amr Musa, eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal ile

Şarku’l Avsat’ın eski Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa’nın yakında Daru’ş-Şuruk yayın evi tarafından yayımlanacak olan ‘Senevatu’l-Camiati’l-Arabiyye’ (Arap Birliği Yılları) adlı kitabının bazı bölümlerini yayınladığı yazı dizisinin ikinci bölümünde Musa, İsmet Abdulmecid’in ardından Arap Birliği Genel Sekreterliği görevini üstlendiği dönemden bahsediyor. Arap ülkelerinin, Mısır Dışişleri Bakanı olarak görevine devam etmesi ile yeni görevi üstlenmesi konusunda  görüş ayrılıkları yaşadıklarını açıklayan Musa, eski Arap Birliği Genel Sekreteri İsmet Abdulmecid’in görev süresinin bitmesinin ardından görevde kalmak istediğini, ancak eski Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in Arap Birliği ‘komada ve ölmek üzere olduğu için’ Abdulmecid’in kalmasını istemediğini aktarıyor.
Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinden alınan mali desteğin genel merkezden ve çalışanlarından başlayarak Arap Birliği’nde değişim yaratmasına ve Arap Birliği’nin Arap ülkelerinin tüm meselelerinde aktif bir şekilde rol almasına yardım ettiğini söyleyen Musa, göreve geldikten 4 ay sonra ortaya çıkan en önemli konulardan biri olan 11 Eylül saldırılarının, Araplar ve Müslümanlar üzerindeki yansımalarından bahsederken “11 Eylül saldırıları, bize karşı beslenen olumsuz duyguları ortaya çıkardı” ifadelerini kullanıyor.
ABD’li yetkililerle yaptığı görüşmelerde, çağrılarından ve açıklamalarından bu olumsuz duygulara değinen Musa bu çerçevede düzenlediği ‘Medeniyetlerarası Diyalog: Çatışma değil, iletişim’ konulu konferansla sarf ettiği mücadele çabalarından söz ediyor.

İşte Amr Musa’nın kaleme aldığı kitaptan bazı bölümler:
Arap Birliği Genel Sekreteri Dr. İsmet Abdulmecid, 2000 yılının Kasım sonlarında bana telefon etti. ‘Genel Sekreterlik görevi’ de dahil olmak üzere bazı önemli konular hakkında konuşmak için görüşmek istiyordu. “Sayın Genel Sekreter, hafta sonundan önce sizi ofisinizde ziyaret edeceğim” dedim ve öyle de yaptım. Dr. Abdulmecid, görev süresinin dolmak üzere olduğunu ve halen görev süresinin bir veya iki yıllık daha uzatmak için öneride bulunabileceğini, ancak bazı Arap Birliği üyesi ülkelerinin üçüncü kez genel sekreter olmasına karşı çıkabileceğini bildiğini söyledi. Konuyu Cumhurbaşkanı Mübarek'e açacağıma söz verdim ve aynı günün akşamı bunu yaptım. Cumhurbaşkanı’na Abdulmecid’in bir yıl dahi olsa görevde kalmasını onaylayabileceğini, bu süre zarfında görev için uygun bir isim üzerinde anlaşmaya varılabileceğini söyledim. Cumhurbaşkanı bana, “Ona bu kadar sürenin yeterli olduğunu söyle. Yahu adam, bana Arap Birliği’nin komada ve ölmek üzere olduğunu söyleyen önemli ülkeler var” dedi. Ardından net bir şekilde, “Bu kadar yeter. Görev süresi uzatılmayacak” ifadelerini kullandı.
İki gün sonra Dr. Abdulmecid’i telefonla arayarak, talebini yerine getirmekte zorlandığımı bildirdim. Her zamanki sakinliğiyle bunu anlayışla karşıladı ve konuyu bir daha gündeme getirmedi. 2000 yılının sonlarında bir kış sabahı, Dışişleri Bakanlığı'ndaki ofisimde yuvarlak bir masada oturmuş bir yandan kış güneşinin tadını çıkarırken diğer yandan bir rapor okuyordum ki Cumhurbaşkanlığı’ndan arandım. Arayan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Mecid Abdulfettah’dı. Bana Cumhurbaşkanı’nın benden Arap Birliği Genel Sekreterliği için uygun bir veya daha kaç isim önermemi istediğini ve artık Mısır'ın bu büyük makama kendi adayını sunma zamanının geldiğini söylediğini aktardı.

Mübarek'in mesajı
Sözcü Abdulfettah, “Açıkçası, aramızda bu göreve en iyi adayın siz olduğunuza inanıyoruz. Cumhurbaşkanı da böyle düşünüyor” dediğinde bunun Mübarek’in mesajı olduğunu hemen anladım. Cevabım, “Mecid.. Cumhurbaşkanı’na söyle, kabul ediyorum” oldu. Telefon görüşmesi sadece birkaç dakika sürmüştü. Ardından Abdulfettah Cumhurbaşkanı’na dönüp, “Bakan aday olmayı kabul etti” dedi.
Mısır, 15 Şubat 2001'de İsmet Abdulmecid’in yerine adaylığımı resmen açıkladı. Bu gelişme, Mısır'da, çok sayıda Arap ülkesinde ve hatta uluslararası başkentlerde büyük bir karmaşaya neden oldu. Arap ülkelerinin Mısır Dışişleri Bakanlığı'nda kalmamın daha etkili ve Arap çıkarlarına daha faydalı olduğu şeklindeki düşüncesine karşın Washington ve Tel Aviv'in bu haberden oldukça memnun kaldıklarını düşünüyorum.
Eski Sudan Dışişleri Bakanı Dr. Mustafa Osman İsmail, Arap Birliği Genel Sekreterliği için resmi olarak adaylığımın açıklanmasının ardından Albay (Muammer) Kaddafi ve Ömer el-Beşir’in Hartum'da ülkelerinin dışişleri bakanları (Libya Dışişleri Bakanı Ali Abdusselam Treki ve Sudan Dışişleri Bakanı İsmail) ile birlikte bir araya geldiklerini söyledi. Mustafa Osman’a göre iki lider, adaylığımı tartışmış ve bu seçimi memnuniyetle karşılamışlardı. Ancak kendilerinin ve dışişleri bakanlarının, Kahire'deki bir sonraki dışişleri bakanının kim olacağına dair bir takım endişeleri vardı. Mustafa Osman, Kaddafi ve Beşir'e ‘Arapların ve bölgenin çıkarlarının benim Mısır Dışişleri Bakanı olarak kalmamı gerektirdiğini’ söylediğini belirtti.

Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin desteği
Öte yandan Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud El Faysal bana, ülkesinin beni ister Dışişleri Bakanı olayım, ister Arap Birliği Genel Sekreteri olayım her yerde desteklediğini ve kendilerinden gerekli tüm desteği alacağımı söyledi. Prens Suud ile birlikte Arap Birliği’nin mali durumunun iflasın eşiğinde olduğunu ve yeni Genel Sekreter olarak ortak Arap eylem kurumlarında reform yapmak konusunda desteklenmemin önemini gündeme getirdiğimizi hatırlıyorum. Prens Suud, dönemin Veliaht Prensi Abdullah bin Abdulaziz’e bu talebi desteği ile birlikte sunacağına söz verdi.
Modern bir yönetim sağlanırsa ve çalışanlarının kendilerini güvende hissetmeleri için gereken fonlar bulunursa Arap Birliği’nde reform yapılabilir olduğunu gördüm. Bu sayede ellerinden gelenin en iyisini yapacaklarını biliyordum. Nitekim her ülkenin bütçedeki payının yanı sıra Arap Birliği’ne özel destek şeklinde gerekli fonları sağlayacakları konusunda en üst düzeyde sözler aldığım Körfez ülkelerini gezerken, istediğim gibi hareket edebildim ve Arap Birliği’ndeki yeni yönetimin, ortak Arap eylemini ilerletebileceği becerisine güvenmelerini sağladım. O dönem Suudi Arabistan Veliaht Prensi Abdullah Arap Birliği’ne 6 milyon dolar, Umman Sultanı Sultan Kabus 3 milyon dolar ve Katar Emiri Prens Hamad Al Sani üç milyon dolar destek vermeyi kabul ederken Kuveyt Arap Ekonomik Kalkınma Fonu, Genel Sekreterlikteki iletişim hatlarını modernize etmek için bir milyon dolar tahsis etti. Ayrıca dönemin Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed, merhum BAE Devlet Başkanı Şeyh Zayed Bin Sultan Al Nahyan’ın Arap Birliği’ne olan inancı ve Amr Musa'ya destek olma arzusu çerçevesinde, daha büyük bir ödemenin başlangıcı ​​olarak gördüğü bir milyon doları gönderdiğini bizzat bana iletti.

Arap Birliği Genel Merkezi’nde ilk gün
16 Mayıs 2001 sabah 9.30’da evimden ayrıldım. Genel Sekreterlik makam aracı beni bekliyordu. Eskimiş bir arabaydı. Üzerindeki Arap Birliği bayrağı dikkatimi çekti. Koruma görevlisinden bayrağı kaldırmasını istedim. Çünkü Kahire sokaklarında bayrak taşıyan bir araba ile yürümem için hiçbir sebep yoktu. Arap Birliği Genel Sekreteri olarak ilk günümde saat 10.00 olmadan Arap Birliği Genel Merkezi’ne vardım. Arap Birliği’nin mali ve idari işlerini denetlemek üzere Dışişleri Bakanlığı'ndan benimle birlikte çalışması için iyi bir yönetici olan Büyükelçi Samir Seyfulyezel ile birinci kattaki Genel Sekreterlik ofisine gittim. Önce ofisin salonunda oturdum. Tüm kattaki ışıkların loş ve duvarlardaki boyanın zamandan dolayı aşınmış olması beni şaşırttı. Seyfulyazal’e bu görüntünün derhal değişmesi gerektiğini söyledim. “Pencereleri açın, duvarları açık renklere boyayın ve insanın uykusunu getiren ışıkları parlaklaştırın!” dedim.
Bazıları havada bazıları duvarda asılı haldeki telefon kablolarını gördüğümde neredeyse deliriyordum. Genel Sekreterin Ofisi bu haldeyse kim bilir diğer ofisler ne haldeydi? İdari İşler Müdürünün gelmesini istedim. Ona, “Bu manzarayı yarın görmek istemiyorum” dedim. Adam, “Peki efendim. Fakat bize biraz zaman verin” dedi. Ben de, “Hafta sonuna kadar vaktiniz var, havada, pencerelerin kenarlarında, halıların altında ve duvarlarda telefon kablosu görmek istemiyorum, anladınız mı?” dedim. Bana, “Tamam” diye karşılık verdi.
Arap Birliği Genel Merkezi’nin geliştirilmesi için Fas Krallığı binadaki salonlardan birinin masraflarını üstlenmeyi teklif etti. Salon, Fas’ın güzel mimarisi tarzında yapıldı. Çin ise bana şahsi bir hediye olarak ikinci bir salonun tadilatını üstlendi. Sonra salonlarda oturan delegasyonların düzenini değiştirdik. A’dan Z’ye her şeyi yeniden düzenledik. Salonlara giren her delegasyon kendisini onlarca yıldır alışık oldukları yer dışında farklı bir mekanda buldular. Tüm bunları Arap Birliği’nde yeni bir dönemin - en azından biçim olarak - başladığı hissi yaratmak için yaptım. Oturma yerleri, duvarların rengi, kapıların ve pencerelerin açılması vb. ile başlayan yeni bir dönemdi.

Arap Birliği personeli
Arap Birliği ve ona bağlı kurumlarda çalışan personel geliştirilmeden ortak Arap eylemi sistemi için hiçbir gelişme sağlanamayacağına inanıyorum. Her biri beş veya altı kişiden oluşan gruplar halinde çalışanlarla, aralarından güvenebileceklerimi anlamak için toplantılara başladım. Dönemin Mısır Halk Meclisi Başkanı Dr. Ahmed Fethi Surur'un kızı da tanıştıklarım arasındaydı. Ona nereden mezun olduğunu sordum. Bir Fransız okulu olan la Mère de Dieu mezunu olduğunu, fakat mezun olduğundan bu yana kullanmadığından Fransızcayı unuttuğunu söyledi. Ona, “Bu seninle ilk ve son görüşmem. Fransız Kültür Merkezine gidin ve Fransızcanızı eski haline getirip üç ay sonra gelin. Fransızca yeterlilik belgesi olmadan dönerseniz, Arap Birliği’nde yeriniz yok” dedim. Beni babasına şikayet etmeye gitti. Fakat babası, “Amr Musa sana doğru olanı söylemiş. Fransızcanı düzeltmelisin” diyerek, onu azarladı. Fransızca olarak konuşma yeteneğini yeniden kazandıktan sonra geri döndü ve işinde üst düzey bir idare müdürü oldu.
Çalışanlarla yaptığım görüşmelerin ilk iki ayında yatırım yapabileceğim ve güvenebileceğim yaklaşık 30 kişi seçtim. Onlara görevler vermeye başladım. Yüksek bir eğitim aldıklarını, gelişmeye ve çalışmaya hazır olduklarını gördüm.  Başka herhangi bir örgütün çalışanlarından geri kalır yanları yoktu. Sadece yol gösterilmesine ve güvene ihtiyaçları vardı.

11 Eylül 2001 olayları
ABD, 11 Eylül 2001’de saldırıya uğradığında, Arap Birliği Genel Sekreteri olarak göreve başlamamın üzerinden sadece dört ay geçmişti. Henüz ortak Arap eylemi için aradığım değişiklikle ve Arap Birliği Genel Sekreterliğini yeniden yapılandırmakla meşguldüm. Fakat bu korkunç felaket bir anda yıkıcı siyasi etkileriyle birlikte gerçekleşti.
11 Eylül 2001’de Arap Birliği Genel Merkezi’ndeki ofisimdeydim, asistanlarımdan biri Kahire saatiyle öğleden sonra saat 03.10'da (New York saatiyle 08.10’da) içeriye girip, “Sayın Genel Sekreter. Sayın Genel Sekreter. Lütfen televizyonu açın. ABD’ye hava saldırısı düzenleniyor” dedi.
Hemen CNN’i açtım ve New York’taki Dünya Ticaret Merkezi kulelerinden birine bir uçağın çarpmasıyla binada açılan büyük bir delik ve üst katlardan büyük bir duman bulutunun yükseldiği görüntüsüyle karşılaştım. Televizyonu açmamdan sadece 4 dakika sonra, Dünya Ticaret Merkezi'nin ikinci kulesinin tam ortasına çarpan ve güçlü bir patlama yaratan ikinci uçakla şok olduk. O an, “Aman Allah’ım! Canlı yayınlanan bu savaş da nedir?! ABD.. Dünyanın süper gücü.. Güvenlik sisteminin bu kadar kırılgan olması mümkün mü?!” dedim.

Kim yapmış olabilir?
Bir dizi danışmana ve asistana derhal toplanmaları için çağrıda bulundum. Dönemin Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Mahir es-Seyyid ile konuştum. Aralarında durumun ciddiyetini gerçekten farkında olan Suriye Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şara’nın da olduğu çok sayıda Arap ülkesinin dışişleri bakanıyla telefon görüşmeleri yaptım. Şara ile olayların sonuçlarını düşünme noktasına geldik ve aramızda Arap ülkeleri bağlamında bu olay karşısında ne yapılması gerektiği konusunda bir istişare başlattık. Ona, Arap Birliği olarak bu önemli olaya yönelik tepkileri öngörme ve hazırlanma amacıyla ciddi bir çalışma başlatmayı düşündüğümü söyledim.
Haber ajanslarının ve ABD basının yayınladığı haberler, Arapların bu saldırılara karıştığından şüphelenildiğini göstermeye başlayınca, mesai arkadaşlarıma, “Bunu bekliyordum. Arapların ve onların başlıca dinlerinin (İslam) suçlanmasının ardından yıllar alabilecek uzun bir sıkı çalışma bizi bekliyor” dedim.
Asistanlardan gelişmeleri yakından takip etmelerini ve beni bilgilendirmelerini istedim. Çünkü Arap ülkeleri liderleriyle ve bakanlarıyla yaptığı telefon görüşmeleriyle meşguldüm. Telefon görüşmelerinin bazıları benim isteğim üzerine, bazıları da onların isteği üzerine oldu. Olaydan sonraki ikinci ve üçüncü günlerde Amerikan televizyon kanalları, benden olaylar hakkında yorum yapmamı istediler. Yani Arap Birliği, Arap vatandaşların, ABD şehirlerine yönelik saldırısıyla ilgili yorum yapmaya davet edilmişti. Danışmanların bazıları, Arap Birliği Konseyi’ni mümkün olan en yüksek düzeyde toplanmadan önce Arap Birliği adına kamuoyuna açıklama yapmaktan kaçınılması gerektiğini vurgularken bazıları da Amerikan televizyonlarının Arap Birliği’ni olaya dahil etmeye çalıştığını düşünüyorlardı.
Fakat ben tüm Arapları ve tüm Müslümanları etkileyen suçlamalara yanıt vermeye kararlıydım. Bu koşullarda Arap Birliği'nin Arap ülkelerinin sözcüsü olarak rolünü teyit etme fırsatı olduğunu düşündüm. Kahire'ye gelen ilk Amerikan televizyon kanalı olan NBC’ye verdiğim demeç başta olmak üzere birçok kanalla görüşmeyi kabul ettim.
Görüşmeden önce Arap Birliği Genel Merkezi’ne akredite Arap ülkeleri temsilcilerinin yanı sıra Arap bakanlarla bir takım temaslarda bulundum. Terör saldırısını kınamak, ABD’ye başsağlığı dilemek, ABD ile olan siyasi ve diplomatik ilişkiler çerçevesinde söz konusu olaya karışmakla suçlanan bu bir avuç sapkın kişiyle Arap ülkelerinin hiçbir bağlantısı olmadığını ve anlaşmazlıkların bu şekilde çözülemeyeceğini açıklamak için uluslararası basına konuşacağımı bildirdim.

Araplara ve Müslümanlara yönelik saldırılar
11 Eylül olaylarının ardından başta Araplar olmak üzere ABD ve bazı Avrupa ülkelerindeki Müslümanlar, şiddetli bir zulme ve ayrımcılığa maruz kaldılar. Çünkü, olaydan ötürü İslam dinine mensup Araplar suçlanmıştı. Gerçek şu ki o zamanlar, ABD ve Batı ülkelerinde Müslümanlara ve Araplara yönelik düşmanlık ve nefret duyguları için uygun zemin vardı.  Halen de öyle. Sadece bu olaylar bize karşı bu olumsuz duyguları ifade etmenin doruk noktasını teşkil ediyordu ve hâlihazırda çirkin bir suça dayanıyordu.
Eski İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'nin 11 Eylül olaylarının ardından “Batı uygarlığı İslam dünyasından üstündür. İslam dininin dünya medeniyetinde hiçbir izi yoktur” şeklindeki açıklamalarına sert bir karşılık verdim. İtalya Başbakanı’nın açıklamalarının ‘aklın sınırlarını aştığını ve Batı uygarlığının üstün bir medeniyet olduğuna inanmadığımızı’ söyledim.  Tamamen yanıldığını ve özür dilemesi gerektiğini belirttim. Bu ifadeler, haber ajansları ve büyük uluslararası gazeteler tarafından yayınlandı.
Berlusconi de bu ırkçı ifadelerden geri adım attı. Açıklamalarının yanlış anlaşıldığını ve sözlerinin bağlamından çıkarıldığını söyledi. Müslüman ülkelerin büyükelçileri ve üst düzey diplomatlarıyla görüştü. Onlara, Batı medeniyetinin İslam dünyasına üstün olduğunu iddia ettiği tartışmalı ifadelerin yanlış bir şekilde aktarıldığını ve ‘bu sözleri asla söylemediğini’ belirtti.
Öte yandan 11 Eylül olayları nedeniyle süresi bir haftayla sınırlandırılan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantılarına katılmak üzere Kasım 2001'de ABD’ye gittim. Bu ziyaret sırasında, 11 Eylül olaylarını şiddetle kınayan açıklamalarımdan ötürü en azından minnettar görünen bir grup Amerikalı yetkiliyle karşılaştım. Onlara, Arap dünyasının, bu yıkıcı terör saldırısı karşısında ABD’nin yanında olduklarını, saldırıların Arapların ve Müslümanların adına veya onların emriyle yapılmadığını söyledim. Ziyaretim sırasında ilki Washington'da olmak üzere oradaki Arap topluluklarıyla bir dizi görüşme yaptım. Sorunlarını dinledim. Onlara kendileri adına konuşan bir Arap sesi bulmaları gerektiğini öğütledim. Bu konuyu dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ve ABD yönetimindeki diğer yetkililerle yaptığım görüşmelerde de dile getirdim. Yine görüşmelerimde Araplara karşı ayrımcılığın devam edemeyeceğini vurguladım.

“Medeniyetlerarası Diyalog: Çatışma değil, iletişim”
Gerçek şu ki, bir dizi Batılı yetkili ve aydın ile yaptığım görüşmelerde, bazılarının Araplara karşı yürütülen kampanyaya katılmadığını ve bu karşı kampanyanın ciddiyetinin farkında olduklarını hissettim. Arapların buna cevap vermesi gerektiğini düşünüyorlardı. Bu durum, konuya ilişkin bir konferans düzenleme düşüncemi güçlendirdi. Batı ülkelerindeki siyasi ve kültürel durumla ilgili olarak yabancı ülkelerde Arap ülkelerini ve Arap topluluklarını temsil eden 100'den fazla Arap düşünürün katılımıyla 26-27 Kasım 2001 tarihlerinde Arap Birliği Genel Merkezi’nde ‘Medeniyetlerarası Diyalog: Çatışma değil, iletişim’ konulu bir konferans düzenledik.
Katılımcılar, iki gün süren konferans boyunca Arap Birliği Genel Sekreterliği tarafından diyalogun ana hatları üzerine hazırlanan çalışma çizelgesinin yanı sıra konferansa sunulan 40 çizelge ile ilgili tartıştılar. Böylece Batı'nın Araplara ve Müslümanlara yönelik saldırılarına karşı hızlı bir eylem planı oluşturuldu. Planın tamamı Arap ülkelerinin hükümetlerine ve Mart 2002'de Beyrut'ta yapılan Arap Birliği Zirvesi’nde sunuldu.
Kitabında konferansla ilgili bir takım eleştirilerde bulunan Musa, “Diyalogun, İslam medeniyeti ile diğer medeniyetler arasında olduğu göz önüne alındığında, Arap Birliği ülkeleri yerine tüm İslam dünyasından düşünürler ve aydınlar davet edilmeliydi. Fakat sadece Arap adınlar davet edildi. Buna, o zamanlar Arap-Arap iş birliğini ve ortak anlayışını canlandırmak için çalıştığımız sırada, mevcut medeniyet sorunuyla ortak bir şekilde mücadele etmek için Arap ülkeleri ve Müslüman ülkeler arasında iş birliğini başlatarak yanıt verdim” dedi.
*Kitabın bölümleri, Daru’ş-Şuruk ile yapılan özel anlaşma ile yayınlanmıştır
*Tüm hakları saklıdır
Amr Musa: Kaddafi, devrimden kurtulduğunu ve Bin Ali’nin ardından düşmeye aday olan ismin Mübarek olduğunu sanıyordu
Şarku’l Avsat, Amr Musa’nın kaleme aldığı ‘Arap Birliği Yılları’ kitabından bölümleri yayınlıyor... (4) Musa: İsrail, Arap Girişimi’ni olumsuz karşıladı, çünkü girişim İsrail’i Araplarla müzakereye itiyordu
​​​​
Amr Musa: Saddam Hüseyin uluslararası müfettişlere onay verdi, ancak ABD Irak'ta savaşa girme kararını almıştı
Musa: Faysal, Muallim’in ‘şeytani’ hayallerine karşı çıktı. Şu an Lübnan’da tanık olduklarımız, Refik Hariri suikastının sonuçlarıdır



İsrail’in Lübnan’ın güneyini hedef alan saldırısında Hizbullah ve Emel Hareketi’nden 9 kişi öldü

İsrail Hava Kuvvetleri’ne ait bir savaş uçağı Lübnan’ın güneyi ile olan sınır bölgesi üzerinde uçuyor (AFP)
İsrail Hava Kuvvetleri’ne ait bir savaş uçağı Lübnan’ın güneyi ile olan sınır bölgesi üzerinde uçuyor (AFP)
TT

İsrail’in Lübnan’ın güneyini hedef alan saldırısında Hizbullah ve Emel Hareketi’nden 9 kişi öldü

İsrail Hava Kuvvetleri’ne ait bir savaş uçağı Lübnan’ın güneyi ile olan sınır bölgesi üzerinde uçuyor (AFP)
İsrail Hava Kuvvetleri’ne ait bir savaş uçağı Lübnan’ın güneyi ile olan sınır bölgesi üzerinde uçuyor (AFP)

İsrail’in dün akşam Lübnan’ın güneyindeki Nakura ve Tair Harfa kasabalarını hedef alan saldırısında Hizbullah ve Emel Hareketi üyelerinden ölenlerin sayısı 9’a yükseldi.

Lübnan resmi haber ajansı NNA’nın haberine göre İsrail’in Nakura’ya düzenlediği hava saldırısı, başta elektrik ve su şebekeleri olmak üzere bazı binalar ve altyapıya ciddi zarar verdi.

Tair Harfa’ya yönelik saldırı ise çevredeki birçok evin yıkılmasına ve bazı arabaların hasar görmesine yol açtı.

İsrail’e ait keşif uçakları, Lübnan’ın güneyinde batı ve orta bölgelerindeki köyler üzerinde uçarken, İsrail dün gece Tire ve Bint Jbeil ilçelerindeki köylere saldırdı.

Marwahin, Al-Dhahira ve Aiyta eş-Shaab kasabalarının eteklerine de ağır top mermileri ateşlendi.

NNA’ya göre İsrail’in dün erken saatlerde ülkenin güneyindeki Habbariye kasabasına düzenlediği hava saldırısında 7 kişi öldü.

Bunun ardından Tel Aviv, Lübnan’dan İsrail’in kuzeydeki Kiryat Şmona kasabasına en az 30 füze atıldığını ve saldırıda bir kişinin hayatını kaybettiğini duyurdu.

7 Ekim’de Gazze Şeridi’nde savaşın başlamasının ardından İsrail ordusu ile Lübnan Hizbullah grubu arasındaki sınırda neredeyse her gün karşılıklı saldırılar yaşanıyor.


İsrail'in saldırılarını sürdürdüğü Gazze'de can kaybı 32 bin 552'ye çıktı

İsrail'in Gazze Şeridi'ni bombalamasında yaralanan Filistinliler, "El Aksa Şehitleri" Hastanesine nakledildi (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ni bombalamasında yaralanan Filistinliler, "El Aksa Şehitleri" Hastanesine nakledildi (AP)
TT

İsrail'in saldırılarını sürdürdüğü Gazze'de can kaybı 32 bin 552'ye çıktı

İsrail'in Gazze Şeridi'ni bombalamasında yaralanan Filistinliler, "El Aksa Şehitleri" Hastanesine nakledildi (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ni bombalamasında yaralanan Filistinliler, "El Aksa Şehitleri" Hastanesine nakledildi (AP)

Gazze'deki Filistin Sağlık Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, İsrail'in Gazze Şeridi'ne 174 gündür sürdürdüğü saldırılara ilişkin bilgi verildi.

İsrail güçlerinin son 24 saatte Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarında 62 Filistinlinin daha hayatını kaybettiği, 91 Filistinlinin yaralandığı belirtildi.

İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda yaşamını yitirenlerin sayısının 32 bin 552'ye, yaralı sayısının da 74 bin 980'e ulaştığı bildirildi.

Açıklamada, hala enkaz altında ve yol kenarlarında cesetlerin bulunduğu ancak İsrail güçlerinin engellemesi nedeniyle sağlık ekipleri ile sivil savunma görevlilerinin cenazelere ulaşamadığını vurgulandı.

Şifa Hastanesi saldırılarında 18 Mart'tan bu yana yaklaşık 200 Filistinli yaşamını yitirdi

İsrail ordusundan yapılan yazılı açıklamada ise ordu güçleri ve İç Güvenlik Teşkilatı Şin-Bet'in (Şabak) Şifa Hastanesi bölgesindeki "operasyonlarının" devam ettiği aktarıldı.

Hastane ve çevresine 18 Mart'tan bu yana devam eden baskında şu ana kadar yaklaşık 200 Filistinlinin öldürüldüğü belirtildi.

İsrail ordusunun Gazze'nin güneyindeki Han Yunus kentinin El-Karara ve Emel bölgesinde de saldırılarına devam ettiği kaydedildi. Emel bölgesinde şu ana kadar onlarca Filistinlinin hayatını kaybettiği aktarıldı.

İsrail güçleri, Batı Şeria'nın Eriha şehrini giriş çıkışlara kapattı

İsrail ordusu, sabah saatlerinde 3 Yahudi yerleşimcinin yaralandığı olayın ardından Batı Şeria'nın Eriha şehrini giriş ve çıkışlara kapatarak arama operasyonu başlattı.

Görgü tanıklarından alınan bilgiye göre, İsrail ordusu Ürdün Vadisi'nde seyreden araçların hareketini yasaklayarak askerlerini konuşlandırdı.

Eriha'yı giriş ve çıkışa kapatan İsrail askerlerinin bölgede sabah saatlerinde gerçekleşen olayın ardından operasyon düzenlediği öğrenildi.

İsrail ordusundan olaya ilişkin yapılan açıklamada, Eriha'ya bağlı El-Avce köyü yakınlarında silahlı bir Filistinlinin bölgedeki araçlara ateş açtığı belirtildi.

İsrail acil yardım servisi Kızıl Davut Yıldızı, sabah saatlerinde Batı Şeria'nın Ürdün Vadisi bölgesinde düzenlenen silahlı saldırıda biri orta derecede, ikisi hafif olmak üzere 3 Yahudi yerleşimcinin yaralandığını duyurmuştu.

İsrail'in 7 Ekim 2023'ten bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırıların yanı sıra İsrail ordusunun Batı Şeria'daki gözaltı dalgaları ve baskınları nedeniyle bölgede tansiyon giderek yükseliyor.

İsrail ordusu, işgal altındaki Batı Şeria'da biri çocuk 25 Filistinliyi gözaltına aldı

İsrail ordusunun, işgal altındaki Batı Şeria'da düzenlediği baskınlarda biri çocuk 25 Filistinliyi gözaltına aldığı bildirildi.

Filistin Esirler Cemiyeti ile Filistin Kurtuluş Örgütüne bağlı Esirler ve Serbest Bırakılanlar Heyetinin ortak açıklamasında, İsrail güçlerinin Batı Şeria'daki baskınlarına devam ettiği belirtildi.

İsrail ordusunun son 24 saatte işgal altındaki Doğu Kudüs'ün yanı sıra Batı Şeria'nın El Halil, Ramallah, Tulkerim, Cenin ve Selfit kentlerinde Filistinlilerin evlerine düzenlediği baskınlar sırasında Filistinli ailelerin darp edilerek tehdit ve aşağılanmalara maruz kaldıklarına işaret edildi.

İsrail güçlerinin son 24 saatte düzenlediği baskınlarda biri çocuk 25 Filistinliyi gözaltına aldığı, böylece 7 Ekim 2023'ten beri İsrail'in işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te gözaltına aldığı Filistinli sayısının 7 bin 845'e yükseldiği ifade edildi.

Dünya Sağlık Örgütü: Gazze'deki 36 hastaneden yalnızca 10'u kısmen hizmet veriyor

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, Gazze'deki 36 hastaneden yalnızca 10'unun kısmen hizmet verdiğini ve sağlık sisteminin güçlükle ayakta kaldığını bildirdi.

Ghebreyesus, İsrail'in yoğun saldırıları altındaki Gazze'deki sağlık durumuna ilişkin X sosyal medya platformundan paylaşımda bulundu.

"Gazze'deki 36 hastaneden yalnızca 10'u kısmen hizmet veriyor." ifadesini kullanan Ghebreyesus, sağlık sisteminin güçlükle ayakta kaldığını vurguladı.

Ghebreyesus, Gazze'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan ve Filistin Kızılayına bağlı Emel Hastanesinin, 26 Mart'ta tesis içinde ve çevresinde yaşanan çatışmalar nedeniyle hizmet vermeyi durdurduğunu belirtti.

Gazze'deki hastanelere yönelik saldırılara derhal son verilmesi çağrısını yineleyen Ghebreyesus, sağlık personeli, hastaların ve sivillerin korunması gerektiğini vurguladı.


İsrail gazetesi: Hükümet 7 Ekim'deki tecavüz iddialarını yayan avukatı "güvenilmez" ilan etti

AA
AA
TT

İsrail gazetesi: Hükümet 7 Ekim'deki tecavüz iddialarını yayan avukatı "güvenilmez" ilan etti

AA
AA

Yedioth Ahronoth gazetesinin haberine göre, adlarının açıklanmasını istemeyen İsrailli hükümet kaynakları, Elkayam-Levy'nin, Hamas'ın 7 Ekim saldırılarına ilişkin "doğru olmayan araştırmaları ve yalan hikayeleri" yayarak bunun üzerinden milyonlarca dolarlık yardım toplandığını ve resmi kaynaklarca "güvenilemez" şeklinde nitelendirildiğini belirtti.

Özellikle Batı medyasında sıkça dillendirilen ve yalan olduğu ortaya çıkan "karnı kesilen hamile kadın" hikayesinin, İsrail'in güvenirliliğinin sarsılmasına yol açtığına dikkati çeken bir yetkili, "o güvenilemez biri" dediği Elkayam-Levy'nin sunduğu birçok kanıtın, Hamas ile ilgisinin bulunmadığının ortaya çıktığını kaydetti.

Elkayam-Levy yalan haberleri yaymak için milyonlarca dolar yardım topladı

Yedioth Ahronoth'a konuşan bir diğer İsrailli yetkili, 7 Ekim saldırıları sonrası uluslararası haber kanallarına verdiği demeçlerin ardından dikkatleri üzerine toplayan Elkayam-Levy'nin, kendi kurduğu ve devlet-destekli kuruluş olarak tanıttığı "Siviller Komisyonu" sayesinde, milyonlarca dolar yardım topladığını söyledi.

Elkayam-Levy'nin 2024 faaliyetleri için ihtiyaç duyduğu 8 milyon dolara yakın bütçe için destek talebine de atıfta bulunan yetkili, "ABD'nin Japonya Büyükelçisi Rahm Emanuel de ona yardım etti. Birçok kişiden para topladı ve hatta konferansları için para talebinde bulunmaya başladı." dedi.

Elkayam-Levy’nin 28 Ekim’de kaleme aldığı ve Hamas’ın “sistematik cinsel şiddeti” olarak adlandırdığı raporu, Batı medyasında sıkça kullanılan "tecavüze uğramış genç kız cesetleri" iddiasının New York Times tarafından "yalan" olduğu gerekçesiyle geri çekilmesinin ardından ülkede sorgulanmaya başlandı.

25 Mart tarihli New York Times makalesinde, Guy Melamed isimli İsrailli bir sağlık görevlisinin, gazeteye verdiği “Kibbutz Beeri’deki tecavüze uğradıkları görülen çıplak haldeki genç kızların cesetlerini gördüğü” yönündeki ifadesinin yalan olduğu belirtilmişti.

Makalede, “İsrailli bir asker tarafından aynı gün çekilen bir fotoğraf, üç kadın cesedinin giyinik olduğunu ve cinsel saldırıya uğradıklarına dair herhangi bir belirti olmadığını gösteriyor.” ifadesi kullanılmıştı.


Mısır-Türkiye yakınlaşması Müslüman Kardeşler içinde daha fazla bölünmeye mi yol açıyor?

Türkiye’deki Müslüman Kardeşler’den bir grup gencin İstanbul’da daha önce gerçekleştirdiği bir buluşma (Facebook ve Telegram sayfaları)
Türkiye’deki Müslüman Kardeşler’den bir grup gencin İstanbul’da daha önce gerçekleştirdiği bir buluşma (Facebook ve Telegram sayfaları)
TT

Mısır-Türkiye yakınlaşması Müslüman Kardeşler içinde daha fazla bölünmeye mi yol açıyor?

Türkiye’deki Müslüman Kardeşler’den bir grup gencin İstanbul’da daha önce gerçekleştirdiği bir buluşma (Facebook ve Telegram sayfaları)
Türkiye’deki Müslüman Kardeşler’den bir grup gencin İstanbul’da daha önce gerçekleştirdiği bir buluşma (Facebook ve Telegram sayfaları)

Geçtiğimiz iki yıl boyunca Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) örgütü içinde birçok bölünme ve ayrılık patlak verdi. Bu sadece Mısır'da iktidardan düşürüldükten ve birçok lideri başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelere kaçtıktan sonra örgütü kimin yöneteceği konusundaki çatışmalarla sınırlı kalmadı. Kahire ile Ankara arasındaki ilişkilerin düzelmesi de bu krizlerin patlamasına ve gün yüzüne çıkmasına yol açan ek bir ‘baskı unsuru’ oldu.

Bu bölünmelerin sonuncusu, kısa bir süre önce takipçileri ve örgütün destekçileri arasında viral olan bir video ile ortaya çıkan Müslüman Kardeşler yanlısı gazeteci Hale Semir tarafından temsil edildi. ‘Videonun yayınlandığı andan itibaren artık herhangi bir gruba ya da ideolojiye bağlı olmadığını’ açıklayan Semir, ‘herhangi bir gruba aidiyeti olmaksızın sadece bir tebliğci olduğunu’ vurguladı.

Semir videoda, İslamcılar olarak tanımladığı kişilere saldırdı. ‘Belirli bir ideolojiyi desteklemek ya da belirli bir cephe veya grup lehine insanları toplamak için adını kullanan herkesi’ dava etmekle tehdit etti. Semir, ‘Geçtiğimiz dönemde nelere maruz kaldım ve yokluğumun nedeni nedir?’ başlıklı videoda, ‘İstanbul'da kendisine yakın çevreler’ olarak tanımladığı kişilerin kendisini, Türk devletiyle ‘vergi kaçakçılığı’ davasına bulaştırmayı başardıktan sonra bir komploya maruz bıraktığını ifade etti. Ayrıca, Türkiye'deki bir Müslüman Kardeşler üyesinin ‘kendisini kandırarak kitaplarının yayınlandığı yayınevlerinden payını çaldığını’ söyledi.

Videoda anlattığına göre Semir, kendisine yakın çevrelerden (İstanbul'daki Müslüman Kardeşler cephesini kastediyor) vergileri ödemek için borç istemiş, ancak Müslüman Kardeşler üyeleri onu yüz üstü bıraktıktan sonra şoke olmuş.

Semir, (kendisine karşı olan komplocuları) “eğer kendisine zarar vermeyi bırakmazlarsa, onların isimlerini ifşa edeceğini ve tüm sırları açığa çıkaracağını” söyleyerek tehdit etti.

Semir, İhvan kanallarında tanınan bir medya figürü ve Türkiye'den yayın yapan bu kanalların birçoğunda sosyal ve tebliğ programları sundu. Müslüman Kardeşler hükümetinin devrilmesinin ardından 2013 yılında Mısır'ı terk ederek Türkiye'ye gelen Semir, aile danışmanlığı alanında verdiği derslerle ünlendi ve daha sonra bu dersleri Türkiye'deki İhvan yanlısı uydu kanallarında vermeye başladı.

(foto altı) Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Bedi, Mısır'daki duruşmalarından birinde. (Arşiv)
Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Bedi, Mısır'daki duruşmalarından birinde. (Arşiv)

Bu vaka, özellikle Türkiye'de Müslüman Kardeşlerle bağlantılı medya figürlerinin tetiklediği krizler bağlamında bir ilk değil. Mısırlı gazeteci Tarık Abdulcabir, 2016 yılında ‘tedavi gördüğü iddiasıyla’ Mısır'a dönmeden önce İhvan kanallarında yer aldığı için pişman olduğunu açıklamıştı.

Mısırlı gazeteci Husam el-Gamri de örgütün Türkiye'den yayın yapan kanallarında uzun süre çalıştıktan sonra, geçen yıl Türkiye'deki İhvan liderlerine saldırmak için ortaya çıktı. Gamri, o dönemde ‘Türk makamlarının Mısır makamlarına karşı kışkırtmanın durdurulması yönündeki uyarılarına uyulmaması sonucu’ olduğu bildirilen bilinmeyen nedenlerle bir süre cezaevinde kaldı.

Türkiye'den sınır dışı edilmesinin ardından geçen yıl Mısır'a dönen el-Gamri, burada ‘İhvan üyelerinin ve liderlerinin terörizm itiraflarını ortaya koyduğunu’ söylediği belgeler yayınladı. Ayrıca ‘komitelerinin kendisini hedef almayı bırakmaması halinde, diğer liderlerin sızdırılan konuşmalarında belgelenen ahlaki skandallar’ olarak tanımladığı şeyleri yayınlamakla tehdit etti.

Ankara'nın Müslüman Kardeşler ile bağlantılı medya profesyonellerine karşı bir dizi önlem almasının yanı sıra, örgüt üyelerinin ikametgahlarının incelenmesi ve vatandaşlık verme prosedürlerini sıkılaştırması nedeniyle, aralarında Mutaz Matar'ın da bulunduğu birçok Müslüman Kardeşler medya profesyoneli Türkiye topraklarını terk etmek zorunda kaldı. Bu tedbirler, aralarında yasal prosedürleri ihlal ettiği için vatandaşlıktan çıkarıldığı bildirilen İhvan'ın vekil rehberi Mahmud Hüseyin'in de bulunduğu örgütün önde gelen liderlerini etkiledi.

Mart 2021'de Türk makamları, Müslüman Kardeşler yanlısı kanallardan Mısır'a karşı kışkırtıcı programlarını durdurmalarını veya Türkiye'de uygulanan medya ahlak kurallarına uymadıkları takdirde Türk topraklarından yayınlarını kalıcı olarak durdurmalarını talep etti. Aynı yıl, İstanbul'dan yayın yapan İhvan'a bağlı üç kanaldan biri olan Mekameleen TV, Türkiye'den yayınını kalıcı olarak durduracağını açıkladı.

(foto altı) Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz şubat ayında Kahire'de görüşmelerde bulundu. (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz şubat ayında Kahire'de görüşmelerde bulundu. (Mısır Cumhurbaşkanlığı)

Bu önlemler, iki ülkenin 2021'de başlayan yakınlaşma adımlarının ardından, geçen yıl Temmuz ayında aralarındaki diplomatik ilişkilerin büyükelçilik düzeyine yükseltileceğini duyurduğu resmi Mısır-Türkiye yakınlaşma girişimleriyle birlikte alındı.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 12 yıl aradan sonra Mısır'a yaptığı ilk ziyaret kapsamında geçtiğimiz ay Kahire'yi ziyaret etti. Mısır ve Türkiye cumhurbaşkanları düzenledikleri ortak basın toplantısında, iki ülke arasındaki ilişkilerde ‘yeni bir sayfa açıldığını’ duyurdu. İki ülke arasında stratejik ilişkiler konseyi kurulmasına ilişkin bir anlaşma imzalandı ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi'nin bu konseyin açılışını yapmak üzere önümüzdeki Nisan ayında Ankara'yı ziyaret edeceği açıklandı.

Siyasal İslam konusunda uzman araştırmacı Ahmed Sultan, Mısır'da İhvan'ın devrilmesinden bu yana örgütün bir iç bölünme dalgası yaşadığını ve bunun ‘örgütün çeşitli düzeylerde yaşadığı krizin derinliğini yansıttığına’ inandığını belirtti.

Sultan, Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte, örgüt saflarındaki bölünmelerin ‘sayılamayacak kadar çok hale geldiğini’ belirterek, bunu birleşik bir liderliğin yokluğunun yanı sıra, İhvan'ın geniş kesimlerinin ideolojik bağlılığa uzanmadan örgütsel çalışmanın uygulanabilirliğine inanmamasına bağladı.

Sultan, Hale Semir vakasının bir istisna olmadığını belirterek, ‘örgüt içinde siyasi nedenlerden kaynaklanmayan, ancak kişisel çatışmalar ve amaçlardan kaynaklanabilecek birçok bölünme olduğunu’ kaydetti. Ayrıca ‘örgütün bazen bazı unsurlarının ve medya figürlerinin kendisinden ayrıldığını duyurma taktiğini benimsediğini, böylece onlara bağımsızlık hissi vermeye çalıştığını, böylece özellikle sosyal ve dini nitelikteki konularda daha geniş etki çevrelerinde hareket edebildiklerini ve örgütün fikirlerinin dolaylı olarak yayınlanabildiği’ değerlendirmesinde bulundu.

El-Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi'nde Türkiye meseleleri araştırmacısı olan Kerem Said, Mısır-Türkiye ilişkileri dosyasında Müslüman Kardeşler kartının azalan öneminin ‘örgüt içinde krizlerin ve bölünmelerin patlak vermesinin’ nedenlerinden biri olabileceğine inanıyor. Said, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamalarda bunu İstanbul Cephesi’ne ulaşan birçok finansman kaynağının kurumasına ve özellikle iki ülke arasındaki yakınlaşmanın hızlanmasıyla birlikte, Türk topraklarında kendilerine yönelik resmi ve halk desteğinin azalmasına bağladı.


Uluslararası Af Örgütü, İsrail'in "soykırım" uyguladığını savunan BM raporunun önemli kanıtlar sunduğunu bildirdi

AA
AA
TT

Uluslararası Af Örgütü, İsrail'in "soykırım" uyguladığını savunan BM raporunun önemli kanıtlar sunduğunu bildirdi

AA
AA

Örgütten yapılan açıklamada, Albanese'nin, 1967'den bu yana işgal altında tutulan Filistin topraklarındaki insan haklarının durumuyla ilgili hazırladığı, İsrail'in soykırım işlediğini gösteren makul gerekçelerin bulunduğu sonucuna varan raporunun memnuniyetle karşılandığı belirtildi.

Açıklamada, "BM Özel Raportörü'nün Gazze raporu, soykırımı önlemek için uluslararası eylemi teşvik etmesi gereken çok önemli kanıtlar sunuyor." denildi.

"Şimdi soykırımı önlemek için harekete geçme zamanı"

Açıklamada, "Bir Soykırımın Anatomisi" başlıklı BM raporuna ilişkin değerlendirmelerine yer verilen Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnes Callamard, şu ifadeleri kullandı:

"Bu, devletlere hayati eylem çağrısı olarak hizmet etmesi gereken çok önemli bir çalışmadır. (Devletler) Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmeli ve bugün Gazze'deki Filistinlileri korumak için somut önlemler almalıdır.

Şimdi soykırımı önlemek için harekete geçme zamanı. Üçüncü devletler, derhal ateşkes talep eden BM Güvenlik Konseyi kararının uygulanması için savaşan taraflara siyasi baskı uygulamalı, İsrail'in bombardımanı durdurması ve insani yardım üzerindeki kısıtlamaları kaldırması dahil BM kararına uyması konusunda ısrarcı olmak için nüfuzlarını kullanmalı."

Callamard, çatışmanın tüm taraflarına karşı kapsamlı silah ambargosu uygulanması gerektiğini vurgulayarak, Hamas ve diğer silahlı gruplara tüm sivil esirleri serbest bırakmaları için baskı yapılması gerektiği yorumunda bulundu.

İsrail'in Gazze'yi işgalinde 7 Ekim sonrası

Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, "Filistinlilere ve başta Mescid-i Aksa olmak üzere kutsal değerlere yönelik sürekli ihlallere karşılık verme" gerekçesiyle İsrail'e 7 Ekim 2023'te kapsamlı saldırı düzenledi.

İsrail, 7 Ekim'deki saldırılarda 1200 İsraillinin öldüğünü, 5 bin 132 kişinin de yaralandığını açıkladı.

İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda en az 14 bin 280’i çocuk, 9 bin 340'ı kadın olmak üzere 32 bin 490 Filistinli öldürüldü, 74 bin 889 kişi yaralandı.

Enkazda halen binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

İsrail ordusu, Gazze Şeridi'ne saldırılarının başladığı 7 Ekim'den bu yana 253’ü karadan işgal sürecinde olmak üzere 597 askerinin öldüğünü duyurdu.

Çatışmalara 24 Kasım 2023'te 4 günlüğüne verilen ve daha sonra 3 gün daha uzatılan "insani ara"da 81 İsrailli ve 240 Filistinli esir karşılıklı serbest bırakıldı. Öte yandan İsrail, binlerce Filistinliyi alıkoyup hapsetmeye devam etti.

İşgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te de 7 Ekim 2023'ten bu yana İsrail güçleri ile yasa dışı Yahudi yerleşimcilerin saldırılarında 453 Filistinli hayatını kaybetti.

Son verilere göre, İsrail ordusu ile Hizbullah arasında 8 Ekim 2023'ten beri devam eden çatışmalarda 249 Hizbullah mensubu, 50 Lübnanlı sivil, 12 Emel Hareketi, 13 Hamas, 12 İslami Cihad mensubu ile 6 İsrailli sivil ve 11 asker öldü.


Yasa dışı Yahudi yerleşim örgütü başkanından, İsrail'e Batı Şeria'ya askeri harekat çağrısı

AA
AA
TT

Yasa dışı Yahudi yerleşim örgütü başkanından, İsrail'e Batı Şeria'ya askeri harekat çağrısı

AA
AA

The Times of İsrail gazetesinin haberine göre, Neeman, Filistin yönetiminin yasa dışı Yahudi yerleşimcilere karşı savaş yürüttüğünü iddia ederek, İsrail'e Gazze’deki saldırıların benzerini Batı Şeria'da düzenleme çağrısı yaptı.

Neeman, "Filistin Yönetimi, bize karşı bir savaş yürütüyor ve yalnızca Gazze'de tatbik ettiğimiz güçle hareket etmek Batı Şeria'daki tüm tehditleri ortadan kaldırabilir." dedi.

İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda en az 14 bin 280’i çocuk, 9 bin 340'ı kadın olmak üzere 32 bin 490 Filistinli öldürüldü, 74 bin 889 kişi yaralandı.

Enkaz altında halen binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.


UNICEF Sözcüsü Elder: Gazzeli çocuklar kabusun sona ermesi için öldürülmeyi umuyorlar

AA
AA
TT

UNICEF Sözcüsü Elder: Gazzeli çocuklar kabusun sona ermesi için öldürülmeyi umuyorlar

AA
AA

Bir süredir İsrail'in yoğun saldırılar düzenlediği ve büyük yıkıma neden olduğu Gazze'nin güneyindeki Refah şehrinden ateşkes çağrısı yapan Birleşmiş Milletler (BM) Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) Sözcüsü James Elder, Gazze'de gece yarısı bombardıman olduğu ve insanların buna yatakta yakalandığını vurgulayarak Gazze'deki durumun "tabutun içinde uzanmak" gibi olduğunu söyledi.

Elder, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde (BMGK) Gazze'de ramazan ayında acilen ateşkes sağlanması talep edilen karar tasarısının kabul edilmesinin ardından ateşkese dair bölgede çok fazla umut olduğunu ancak bu umutların da her gece bombalarla yok edildiğine belirterek, "Gazzeli çocuklar kabusun sona ermesi için öldürülmeyi umuyorlar." şeklinde konuştu.

Martta Gazze'nin kuzeyine yönelik 40 insani yardım sevkiyatının dörtte birine izin verilmediğine dikkati çeken Elder, "Gazze Şeridi'ndeki pek çok insani yardımın belkemiği olan BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansının (UNRWA) kuzeye gıda ulaştırması artık engelleniyor. Şunu açıklığa kavuşturalım: hayat kurtaran yardımlar engelleniyor. Hayatlar kaybediliyor, haysiyet inkar ediliyor." ifadelerini kullandı.

Elder, geçiş noktalarının açılması halinde Gazze'deki insani krizi birkaç gün içinde tersine çevirebileceklerini ancak geçişlerin kapalı olduğu ve kıtlığın "insan yapımı" olduğunu dile getirdi.


Jerusalem Post: Batı Şeria’nın el-Auja kasabasında açılan ateş sonucu 3 kişi yaralandı

İsrail askerleri, Batı Şeria’daki Migdal Oz yerleşimi yakınlarında silahlı saldırının gerçekleştiği ormanlık alanın girişini güvenlik altına alıyor (AP)
İsrail askerleri, Batı Şeria’daki Migdal Oz yerleşimi yakınlarında silahlı saldırının gerçekleştiği ormanlık alanın girişini güvenlik altına alıyor (AP)
TT

Jerusalem Post: Batı Şeria’nın el-Auja kasabasında açılan ateş sonucu 3 kişi yaralandı

İsrail askerleri, Batı Şeria’daki Migdal Oz yerleşimi yakınlarında silahlı saldırının gerçekleştiği ormanlık alanın girişini güvenlik altına alıyor (AP)
İsrail askerleri, Batı Şeria’daki Migdal Oz yerleşimi yakınlarında silahlı saldırının gerçekleştiği ormanlık alanın girişini güvenlik altına alıyor (AP)

Jerusalem Post gazetesi, Batı Şeria’nın el-Auja kasabası yakınlarında meydana gelen silahlı saldırıda üç kişinin yaralandığını bildirdi.

İsrail ordusu tarafından bugün yapılan açıklamada, el-Auja kasabası yakınlarındaki bir yolda ateş açıldığı duyuruldu.

Açıklamada askerlerinin olay yerine konuşlandığı ve yolu kapattığı bilgisi verilerek, askerlerin saldırganların peşinde olduğu belirtildi.

Cenin’de çatışmalar

Filistin haber ajansı WAFA’da yer alan habere göre Cenin kampındaki silahlı kişiler, özel bir İsrail kuvvetinin sızdığını keşfetti ve iki taraf arasında çatışmalar yaşandı.

İsrail ordusu, özel kuvvetlerin açığa çıkarılmasının ardından buldozerler eşliğinde düzinelerce aracı Cenin’e ve kampa gönderdi.

İsrailli keskin nişancılar binaların çatılarına konuşlandırıldı, askerler ise birçok eve baskın yaptı.

WAFA, çatışmaların niteliğini veya İsrail gücüyle çatışan tarafın kim olduğunu belirtmedi.

Ancak kampta şiddetli çatışmaların yaşandığını ifade etti.

Filistin Şehab haber ajansı da, Filistinlilerin ayrıca Cenin kampındaki Jourat Al-Dhahab’da İsrail kuvvetlerini el yapımı patlayıcılarla hedef aldığını bildirdi.

İsrail özel kuvvetlerinin sızmasının ardından, Cenin kampında sirenlerin devreye girdiğini de ekledi.


İsrail, Refah’ta ‘çatı tıklatma’ taktiğini kullanmaya başladı

İsrail’in dün Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah’ı vurmasının ardından binaların üzerinden duman yükseliyor (AFP)
İsrail’in dün Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah’ı vurmasının ardından binaların üzerinden duman yükseliyor (AFP)
TT

İsrail, Refah’ta ‘çatı tıklatma’ taktiğini kullanmaya başladı

İsrail’in dün Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah’ı vurmasının ardından binaların üzerinden duman yükseliyor (AFP)
İsrail’in dün Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah’ı vurmasının ardından binaların üzerinden duman yükseliyor (AFP)

İsrail, son birkaç gündür Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah’a yönelik saldırılarını hızlandırdı.

Ancak 7 Ekim’de savaşın patlak vermesinden bu yana bu taktiğe başvurmamasına rağmen, yaklaşan bir saldırı öncesinde sakinleri bir binayı veya evi boşaltmaları konusunda uyarmak için ‘çatı tıklatma’ politikasını kullanmaya başladı.

Çatı tıklatma, İsrail ordusunun içinde silah ve mühimmat bulunduğu veya mevzi olarak kullanıldığını düşündüğü sivil evleri hedef almadan önce sivillerin kaçması için Filistin topraklarında 2006 yılından beri kullanılmakta olan bir uyarı yöntemi.

Bu yöntem ile hedef alınacak sivil binanın çatısına önce uyarı niteliğinde bir ses bombası atılıyor, bu ses bombasından 5-10 dakika sonra ise bina gerçek bir mühimmatla vuruluyor.

Şarku’l Avsat’ın Alemu’l Arabi haber ajansından (AWP) aktardığına göre ABD’nin defalarca yaptığı uyarılara rağmen, İsrail’in Mısır sınırındaki Refah’a kara saldırısı düzenleme ihtimaline ilişkin korkuların arttığı bir dönemde, İsrail’in ‘çatı tıklatma’ taktiğine geri dönmesinin nedenleri konusunda sorular ortaya çıktı.

Askeri ve siyasi uzmanlar, İsrail’in bu taktiği kullanmaya geri dönmesini, başta bu hafta başında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) onaylanan, Ramazan ayında Gazze’de derhal ateşkes çağrısında bulunan karar tasarısına karşı veto yetkisini kullanmaktan ilk kez kaçınan ABD olmak üzere, üzerindeki uluslararası baskıya bağladı.

Uzmanlara göre Netanyahu, önümüzdeki dönemde herhangi bir müzakere veya anlaşmazlıkta manevra yapmak için Refah’ savaşın sıcak noktası ve her seferinde ellerinde olacak bir kart olarak tutmak istiyor.

Siyasi analist Süleyman Bisharat, İsrail’in Refah’ı hedef alma politikasının ABD’nin baskısı nedeniyle farklı bir yöne gittiğini gösterdiğini söyledi.

Bu da sınır kasabasında geniş çaplı bir askeri operasyon yapmanın mümkün olmadığını, bunun yerine saldırıları hava bombardımanı yoluyla yoğunlaştırmanın mümkün olduğunu gösteriyor.

Bisharat AWP’ye verdiği demeçte şunları söyledi;

“Eğer karada bir askeri operasyon yürütülürse bu sınırlı olabilir ve esas olarak Philadelphia (Selahaddin) Ekseni ile Refah ile Mısır sınırı arasındaki sınır şeridine odaklanabilir. İsrail ordusu, belki de ABD’nin askeri operasyonlar sırasında sivillerin hedef alınmasından kaçınma talebine yanıt olarak, operasyonları öncesinde çatı tıklatma taktiğini kullandı.”

Siyasi kart

Bisharat, İsrail’in gerek herhangi bir takas anlaşmasında, gerekse Mısır başta olmak üzere bölgesel çevresi ile tek taraflı hiçbir adım atmaması yönünde siyasi baskı uygulamak üzere, birden fazla tarafla olan ilişkilerinde Refah’ı sıcak bir nokta ve siyasi kart olarak tutmaya çalıştığına inandığını söyleyerek, şunları ekledi;

“İsrail’in Refah’ta yoğun bombardıman taktikleri kullanması, ona savaşı uzatmak için bir bahane sağlıyor ve Netanyahu’nun da savaşı mümkün olduğu kadar uzun süre devam ettirmek için istediği şey bu. Dolayısıyla bu şekilde yapılan bu saldırılar, savaşın devamına kılıf ve uluslararası meşruiyet kazandıracaktır.”

Mısırlı askeri uzman Samir Farag ise konuya ilişkin değerlendirmesinde şu ifadeleri kullandı;

“Netanyahu, savaşı ABD seçimlerine kadar uzatmayı ve sorunun çözümünü iki devletli çözümde görmeyen (eski ABD Başkanı Donald) Trump’ın geri dönmesini umuyor. Netanyahu, Refah kartına bahis oynuyor ve istediğini alamazsa bu kartı kullanacağını söylüyor Aynı zamanda yardımların Gazze Şeridi’ne girmesine izin verilmesi için de bu kart üzerinden baskı yapmaya çalışıyor. Dolayısıyla Refah’ın önümüzdeki dönemde önemli bir kart olduğuna inanıyor.”

Beyaz Saray, İsrail’in Refah’ta sivillerin güvenliğini dikkate almadan herhangi bir askeri operasyon gerçekleştirmesinin felaketle sonuçlanabileceği konusunda uyardı.

Ayrıca oradaki bir milyondan fazla Filistinlinin güvenliğini garanti etmeyen geniş çaplı bir askeri operasyonu destekleyemeyeceğini vurguladı.


BM uzmanı Gazze'de ‘soykırımdan’ söz ettikten sonra tehditler aldı

İsrail, BM uzmanının raporunu ‘Yahudi devletinin varlığını baltalama kampanyasının bir parçası’ olarak değerlendirdi. (AFP)
İsrail, BM uzmanının raporunu ‘Yahudi devletinin varlığını baltalama kampanyasının bir parçası’ olarak değerlendirdi. (AFP)
TT

BM uzmanı Gazze'de ‘soykırımdan’ söz ettikten sonra tehditler aldı

İsrail, BM uzmanının raporunu ‘Yahudi devletinin varlığını baltalama kampanyasının bir parçası’ olarak değerlendirdi. (AFP)
İsrail, BM uzmanının raporunu ‘Yahudi devletinin varlığını baltalama kampanyasının bir parçası’ olarak değerlendirdi. (AFP)

Birleşmiş Milletler (BM) uzmanı Francesca Albanese, İsrail 'in Gazze Şeridi'nde ‘soykırım’ gerçekleştirdiğine inanmak için ‘makul gerekçeler’ olduğunu ileri sürdükten sonra ‘tehditler’ aldığını söyledi, ancak istifa etmeyi düşünmediğini açıkça belirtti. BM Filistin Özel Raportörü Albanese, düzenlediği basın toplantısında, “2022'de görevimin başlangıcından bu yana hep saldırıya uğradım” ifadelerini kullandı.

En son raporu geçtiğimiz pazartesi günü yayınlanan Albanese, “Bazen tehditler alıyorum, ancak şu ana kadar ek önlemler almam gerekmedi” diye ekledi.

Baskı

İsrail, Albanese'nin 7 Ekim'deki Hamas saldırısının ‘antisemitik’ niteliğini reddeden yorumlar yaptığını düşünerek topraklarına girişini yasakladı. Çok sayıda ülkenin desteğine sahip olan Albanese, bazı gözlemcilerin basına yaptığı açıklamaların zaman zaman  çok sert olduğuna inanması nedeniyle tartışmalara da yol açıyor.

BM İnsan Hakları Konseyi tarafından görevlendirilen uzman ayrıca ‘baskı’ altında olduğunu ancak bunun çalışmalarında hiçbir şeyi değiştirmediğini vurguladı. Albanese, “Bu beni elbette kızdırıyor ama vazgeçmemek için daha kararlı olmamı sağlıyor” dedi.

Albanese, “Bir noktada istifa etmeye karar verebilirim. Çünkü benim de bir özel hayatım var, ancak bu şeytanlaştırıldığım ya da kötü muamele gördüğüm için olmayacak” ifadelerini kullandı.

Kampanya

İsrail, uzmanın raporunun ‘Yahudi devletinin varlığını zayıflatma kampanyasının bir parçası’ olduğunu söylerken, ABD ise ‘İsrail'in Gazze Şeridi'nde soykırım yaptığına inanmak için hiçbir neden olmadığını’ söyledi.

“İsrail devletinin varlığını sorgulamıyorum ama ırk ayrımcılığını sona erdirmek isteyen bir hareketin parçasıyım” diyen Albanese, Hamas'ı da kınadığını vurguladı.

Albanese, ekonomik yaptırımlar ve silah ambargosu da dahil olmak üzere İsrail'e karşı harekete geçilmesi çağrısında bulunarak, ‘soykırımın çoktan işlendiğini, ancak halen hayat kurtarabileceğimizi ve uçuruma sürüklenmeyi durdurabileceğimizi’ vurguladı.

“İsrail'in başlıca siyasi ve ekonomik destekçisinin kim olduğunu biliyoruz. Tüm gözler ABD'nin üzerinde. Ancak başka ülkeler de var” ifadelerini kullanan Albanese, gelecekteki bir raporda sorumluluk ve suç ortaklığı sorularını incelemeyi planladığını belirtti.