Şarku’l Avsat, Amr Musa’nın kaleme aldığı ‘Arap Birliği Yılları’ kitabından bölümleri yayınlıyor: Mübarek, İsmet Abdulmecid’in görevde kalmasını istemedi... 11 Eylül olayları bize karşı beslenen olumsuz duyguları ortaya çıkardı

Amr Musa, eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal ile
Amr Musa, eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal ile
TT

Şarku’l Avsat, Amr Musa’nın kaleme aldığı ‘Arap Birliği Yılları’ kitabından bölümleri yayınlıyor: Mübarek, İsmet Abdulmecid’in görevde kalmasını istemedi... 11 Eylül olayları bize karşı beslenen olumsuz duyguları ortaya çıkardı

Amr Musa, eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal ile
Amr Musa, eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal ile

Şarku’l Avsat’ın eski Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa’nın yakında Daru’ş-Şuruk yayın evi tarafından yayımlanacak olan ‘Senevatu’l-Camiati’l-Arabiyye’ (Arap Birliği Yılları) adlı kitabının bazı bölümlerini yayınladığı yazı dizisinin ikinci bölümünde Musa, İsmet Abdulmecid’in ardından Arap Birliği Genel Sekreterliği görevini üstlendiği dönemden bahsediyor. Arap ülkelerinin, Mısır Dışişleri Bakanı olarak görevine devam etmesi ile yeni görevi üstlenmesi konusunda  görüş ayrılıkları yaşadıklarını açıklayan Musa, eski Arap Birliği Genel Sekreteri İsmet Abdulmecid’in görev süresinin bitmesinin ardından görevde kalmak istediğini, ancak eski Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in Arap Birliği ‘komada ve ölmek üzere olduğu için’ Abdulmecid’in kalmasını istemediğini aktarıyor.
Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinden alınan mali desteğin genel merkezden ve çalışanlarından başlayarak Arap Birliği’nde değişim yaratmasına ve Arap Birliği’nin Arap ülkelerinin tüm meselelerinde aktif bir şekilde rol almasına yardım ettiğini söyleyen Musa, göreve geldikten 4 ay sonra ortaya çıkan en önemli konulardan biri olan 11 Eylül saldırılarının, Araplar ve Müslümanlar üzerindeki yansımalarından bahsederken “11 Eylül saldırıları, bize karşı beslenen olumsuz duyguları ortaya çıkardı” ifadelerini kullanıyor.
ABD’li yetkililerle yaptığı görüşmelerde, çağrılarından ve açıklamalarından bu olumsuz duygulara değinen Musa bu çerçevede düzenlediği ‘Medeniyetlerarası Diyalog: Çatışma değil, iletişim’ konulu konferansla sarf ettiği mücadele çabalarından söz ediyor.

İşte Amr Musa’nın kaleme aldığı kitaptan bazı bölümler:
Arap Birliği Genel Sekreteri Dr. İsmet Abdulmecid, 2000 yılının Kasım sonlarında bana telefon etti. ‘Genel Sekreterlik görevi’ de dahil olmak üzere bazı önemli konular hakkında konuşmak için görüşmek istiyordu. “Sayın Genel Sekreter, hafta sonundan önce sizi ofisinizde ziyaret edeceğim” dedim ve öyle de yaptım. Dr. Abdulmecid, görev süresinin dolmak üzere olduğunu ve halen görev süresinin bir veya iki yıllık daha uzatmak için öneride bulunabileceğini, ancak bazı Arap Birliği üyesi ülkelerinin üçüncü kez genel sekreter olmasına karşı çıkabileceğini bildiğini söyledi. Konuyu Cumhurbaşkanı Mübarek'e açacağıma söz verdim ve aynı günün akşamı bunu yaptım. Cumhurbaşkanı’na Abdulmecid’in bir yıl dahi olsa görevde kalmasını onaylayabileceğini, bu süre zarfında görev için uygun bir isim üzerinde anlaşmaya varılabileceğini söyledim. Cumhurbaşkanı bana, “Ona bu kadar sürenin yeterli olduğunu söyle. Yahu adam, bana Arap Birliği’nin komada ve ölmek üzere olduğunu söyleyen önemli ülkeler var” dedi. Ardından net bir şekilde, “Bu kadar yeter. Görev süresi uzatılmayacak” ifadelerini kullandı.
İki gün sonra Dr. Abdulmecid’i telefonla arayarak, talebini yerine getirmekte zorlandığımı bildirdim. Her zamanki sakinliğiyle bunu anlayışla karşıladı ve konuyu bir daha gündeme getirmedi. 2000 yılının sonlarında bir kış sabahı, Dışişleri Bakanlığı'ndaki ofisimde yuvarlak bir masada oturmuş bir yandan kış güneşinin tadını çıkarırken diğer yandan bir rapor okuyordum ki Cumhurbaşkanlığı’ndan arandım. Arayan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Mecid Abdulfettah’dı. Bana Cumhurbaşkanı’nın benden Arap Birliği Genel Sekreterliği için uygun bir veya daha kaç isim önermemi istediğini ve artık Mısır'ın bu büyük makama kendi adayını sunma zamanının geldiğini söylediğini aktardı.

Mübarek'in mesajı
Sözcü Abdulfettah, “Açıkçası, aramızda bu göreve en iyi adayın siz olduğunuza inanıyoruz. Cumhurbaşkanı da böyle düşünüyor” dediğinde bunun Mübarek’in mesajı olduğunu hemen anladım. Cevabım, “Mecid.. Cumhurbaşkanı’na söyle, kabul ediyorum” oldu. Telefon görüşmesi sadece birkaç dakika sürmüştü. Ardından Abdulfettah Cumhurbaşkanı’na dönüp, “Bakan aday olmayı kabul etti” dedi.
Mısır, 15 Şubat 2001'de İsmet Abdulmecid’in yerine adaylığımı resmen açıkladı. Bu gelişme, Mısır'da, çok sayıda Arap ülkesinde ve hatta uluslararası başkentlerde büyük bir karmaşaya neden oldu. Arap ülkelerinin Mısır Dışişleri Bakanlığı'nda kalmamın daha etkili ve Arap çıkarlarına daha faydalı olduğu şeklindeki düşüncesine karşın Washington ve Tel Aviv'in bu haberden oldukça memnun kaldıklarını düşünüyorum.
Eski Sudan Dışişleri Bakanı Dr. Mustafa Osman İsmail, Arap Birliği Genel Sekreterliği için resmi olarak adaylığımın açıklanmasının ardından Albay (Muammer) Kaddafi ve Ömer el-Beşir’in Hartum'da ülkelerinin dışişleri bakanları (Libya Dışişleri Bakanı Ali Abdusselam Treki ve Sudan Dışişleri Bakanı İsmail) ile birlikte bir araya geldiklerini söyledi. Mustafa Osman’a göre iki lider, adaylığımı tartışmış ve bu seçimi memnuniyetle karşılamışlardı. Ancak kendilerinin ve dışişleri bakanlarının, Kahire'deki bir sonraki dışişleri bakanının kim olacağına dair bir takım endişeleri vardı. Mustafa Osman, Kaddafi ve Beşir'e ‘Arapların ve bölgenin çıkarlarının benim Mısır Dışişleri Bakanı olarak kalmamı gerektirdiğini’ söylediğini belirtti.

Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin desteği
Öte yandan Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud El Faysal bana, ülkesinin beni ister Dışişleri Bakanı olayım, ister Arap Birliği Genel Sekreteri olayım her yerde desteklediğini ve kendilerinden gerekli tüm desteği alacağımı söyledi. Prens Suud ile birlikte Arap Birliği’nin mali durumunun iflasın eşiğinde olduğunu ve yeni Genel Sekreter olarak ortak Arap eylem kurumlarında reform yapmak konusunda desteklenmemin önemini gündeme getirdiğimizi hatırlıyorum. Prens Suud, dönemin Veliaht Prensi Abdullah bin Abdulaziz’e bu talebi desteği ile birlikte sunacağına söz verdi.
Modern bir yönetim sağlanırsa ve çalışanlarının kendilerini güvende hissetmeleri için gereken fonlar bulunursa Arap Birliği’nde reform yapılabilir olduğunu gördüm. Bu sayede ellerinden gelenin en iyisini yapacaklarını biliyordum. Nitekim her ülkenin bütçedeki payının yanı sıra Arap Birliği’ne özel destek şeklinde gerekli fonları sağlayacakları konusunda en üst düzeyde sözler aldığım Körfez ülkelerini gezerken, istediğim gibi hareket edebildim ve Arap Birliği’ndeki yeni yönetimin, ortak Arap eylemini ilerletebileceği becerisine güvenmelerini sağladım. O dönem Suudi Arabistan Veliaht Prensi Abdullah Arap Birliği’ne 6 milyon dolar, Umman Sultanı Sultan Kabus 3 milyon dolar ve Katar Emiri Prens Hamad Al Sani üç milyon dolar destek vermeyi kabul ederken Kuveyt Arap Ekonomik Kalkınma Fonu, Genel Sekreterlikteki iletişim hatlarını modernize etmek için bir milyon dolar tahsis etti. Ayrıca dönemin Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed, merhum BAE Devlet Başkanı Şeyh Zayed Bin Sultan Al Nahyan’ın Arap Birliği’ne olan inancı ve Amr Musa'ya destek olma arzusu çerçevesinde, daha büyük bir ödemenin başlangıcı ​​olarak gördüğü bir milyon doları gönderdiğini bizzat bana iletti.

Arap Birliği Genel Merkezi’nde ilk gün
16 Mayıs 2001 sabah 9.30’da evimden ayrıldım. Genel Sekreterlik makam aracı beni bekliyordu. Eskimiş bir arabaydı. Üzerindeki Arap Birliği bayrağı dikkatimi çekti. Koruma görevlisinden bayrağı kaldırmasını istedim. Çünkü Kahire sokaklarında bayrak taşıyan bir araba ile yürümem için hiçbir sebep yoktu. Arap Birliği Genel Sekreteri olarak ilk günümde saat 10.00 olmadan Arap Birliği Genel Merkezi’ne vardım. Arap Birliği’nin mali ve idari işlerini denetlemek üzere Dışişleri Bakanlığı'ndan benimle birlikte çalışması için iyi bir yönetici olan Büyükelçi Samir Seyfulyezel ile birinci kattaki Genel Sekreterlik ofisine gittim. Önce ofisin salonunda oturdum. Tüm kattaki ışıkların loş ve duvarlardaki boyanın zamandan dolayı aşınmış olması beni şaşırttı. Seyfulyazal’e bu görüntünün derhal değişmesi gerektiğini söyledim. “Pencereleri açın, duvarları açık renklere boyayın ve insanın uykusunu getiren ışıkları parlaklaştırın!” dedim.
Bazıları havada bazıları duvarda asılı haldeki telefon kablolarını gördüğümde neredeyse deliriyordum. Genel Sekreterin Ofisi bu haldeyse kim bilir diğer ofisler ne haldeydi? İdari İşler Müdürünün gelmesini istedim. Ona, “Bu manzarayı yarın görmek istemiyorum” dedim. Adam, “Peki efendim. Fakat bize biraz zaman verin” dedi. Ben de, “Hafta sonuna kadar vaktiniz var, havada, pencerelerin kenarlarında, halıların altında ve duvarlarda telefon kablosu görmek istemiyorum, anladınız mı?” dedim. Bana, “Tamam” diye karşılık verdi.
Arap Birliği Genel Merkezi’nin geliştirilmesi için Fas Krallığı binadaki salonlardan birinin masraflarını üstlenmeyi teklif etti. Salon, Fas’ın güzel mimarisi tarzında yapıldı. Çin ise bana şahsi bir hediye olarak ikinci bir salonun tadilatını üstlendi. Sonra salonlarda oturan delegasyonların düzenini değiştirdik. A’dan Z’ye her şeyi yeniden düzenledik. Salonlara giren her delegasyon kendisini onlarca yıldır alışık oldukları yer dışında farklı bir mekanda buldular. Tüm bunları Arap Birliği’nde yeni bir dönemin - en azından biçim olarak - başladığı hissi yaratmak için yaptım. Oturma yerleri, duvarların rengi, kapıların ve pencerelerin açılması vb. ile başlayan yeni bir dönemdi.

Arap Birliği personeli
Arap Birliği ve ona bağlı kurumlarda çalışan personel geliştirilmeden ortak Arap eylemi sistemi için hiçbir gelişme sağlanamayacağına inanıyorum. Her biri beş veya altı kişiden oluşan gruplar halinde çalışanlarla, aralarından güvenebileceklerimi anlamak için toplantılara başladım. Dönemin Mısır Halk Meclisi Başkanı Dr. Ahmed Fethi Surur'un kızı da tanıştıklarım arasındaydı. Ona nereden mezun olduğunu sordum. Bir Fransız okulu olan la Mère de Dieu mezunu olduğunu, fakat mezun olduğundan bu yana kullanmadığından Fransızcayı unuttuğunu söyledi. Ona, “Bu seninle ilk ve son görüşmem. Fransız Kültür Merkezine gidin ve Fransızcanızı eski haline getirip üç ay sonra gelin. Fransızca yeterlilik belgesi olmadan dönerseniz, Arap Birliği’nde yeriniz yok” dedim. Beni babasına şikayet etmeye gitti. Fakat babası, “Amr Musa sana doğru olanı söylemiş. Fransızcanı düzeltmelisin” diyerek, onu azarladı. Fransızca olarak konuşma yeteneğini yeniden kazandıktan sonra geri döndü ve işinde üst düzey bir idare müdürü oldu.
Çalışanlarla yaptığım görüşmelerin ilk iki ayında yatırım yapabileceğim ve güvenebileceğim yaklaşık 30 kişi seçtim. Onlara görevler vermeye başladım. Yüksek bir eğitim aldıklarını, gelişmeye ve çalışmaya hazır olduklarını gördüm.  Başka herhangi bir örgütün çalışanlarından geri kalır yanları yoktu. Sadece yol gösterilmesine ve güvene ihtiyaçları vardı.

11 Eylül 2001 olayları
ABD, 11 Eylül 2001’de saldırıya uğradığında, Arap Birliği Genel Sekreteri olarak göreve başlamamın üzerinden sadece dört ay geçmişti. Henüz ortak Arap eylemi için aradığım değişiklikle ve Arap Birliği Genel Sekreterliğini yeniden yapılandırmakla meşguldüm. Fakat bu korkunç felaket bir anda yıkıcı siyasi etkileriyle birlikte gerçekleşti.
11 Eylül 2001’de Arap Birliği Genel Merkezi’ndeki ofisimdeydim, asistanlarımdan biri Kahire saatiyle öğleden sonra saat 03.10'da (New York saatiyle 08.10’da) içeriye girip, “Sayın Genel Sekreter. Sayın Genel Sekreter. Lütfen televizyonu açın. ABD’ye hava saldırısı düzenleniyor” dedi.
Hemen CNN’i açtım ve New York’taki Dünya Ticaret Merkezi kulelerinden birine bir uçağın çarpmasıyla binada açılan büyük bir delik ve üst katlardan büyük bir duman bulutunun yükseldiği görüntüsüyle karşılaştım. Televizyonu açmamdan sadece 4 dakika sonra, Dünya Ticaret Merkezi'nin ikinci kulesinin tam ortasına çarpan ve güçlü bir patlama yaratan ikinci uçakla şok olduk. O an, “Aman Allah’ım! Canlı yayınlanan bu savaş da nedir?! ABD.. Dünyanın süper gücü.. Güvenlik sisteminin bu kadar kırılgan olması mümkün mü?!” dedim.

Kim yapmış olabilir?
Bir dizi danışmana ve asistana derhal toplanmaları için çağrıda bulundum. Dönemin Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Mahir es-Seyyid ile konuştum. Aralarında durumun ciddiyetini gerçekten farkında olan Suriye Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şara’nın da olduğu çok sayıda Arap ülkesinin dışişleri bakanıyla telefon görüşmeleri yaptım. Şara ile olayların sonuçlarını düşünme noktasına geldik ve aramızda Arap ülkeleri bağlamında bu olay karşısında ne yapılması gerektiği konusunda bir istişare başlattık. Ona, Arap Birliği olarak bu önemli olaya yönelik tepkileri öngörme ve hazırlanma amacıyla ciddi bir çalışma başlatmayı düşündüğümü söyledim.
Haber ajanslarının ve ABD basının yayınladığı haberler, Arapların bu saldırılara karıştığından şüphelenildiğini göstermeye başlayınca, mesai arkadaşlarıma, “Bunu bekliyordum. Arapların ve onların başlıca dinlerinin (İslam) suçlanmasının ardından yıllar alabilecek uzun bir sıkı çalışma bizi bekliyor” dedim.
Asistanlardan gelişmeleri yakından takip etmelerini ve beni bilgilendirmelerini istedim. Çünkü Arap ülkeleri liderleriyle ve bakanlarıyla yaptığı telefon görüşmeleriyle meşguldüm. Telefon görüşmelerinin bazıları benim isteğim üzerine, bazıları da onların isteği üzerine oldu. Olaydan sonraki ikinci ve üçüncü günlerde Amerikan televizyon kanalları, benden olaylar hakkında yorum yapmamı istediler. Yani Arap Birliği, Arap vatandaşların, ABD şehirlerine yönelik saldırısıyla ilgili yorum yapmaya davet edilmişti. Danışmanların bazıları, Arap Birliği Konseyi’ni mümkün olan en yüksek düzeyde toplanmadan önce Arap Birliği adına kamuoyuna açıklama yapmaktan kaçınılması gerektiğini vurgularken bazıları da Amerikan televizyonlarının Arap Birliği’ni olaya dahil etmeye çalıştığını düşünüyorlardı.
Fakat ben tüm Arapları ve tüm Müslümanları etkileyen suçlamalara yanıt vermeye kararlıydım. Bu koşullarda Arap Birliği'nin Arap ülkelerinin sözcüsü olarak rolünü teyit etme fırsatı olduğunu düşündüm. Kahire'ye gelen ilk Amerikan televizyon kanalı olan NBC’ye verdiğim demeç başta olmak üzere birçok kanalla görüşmeyi kabul ettim.
Görüşmeden önce Arap Birliği Genel Merkezi’ne akredite Arap ülkeleri temsilcilerinin yanı sıra Arap bakanlarla bir takım temaslarda bulundum. Terör saldırısını kınamak, ABD’ye başsağlığı dilemek, ABD ile olan siyasi ve diplomatik ilişkiler çerçevesinde söz konusu olaya karışmakla suçlanan bu bir avuç sapkın kişiyle Arap ülkelerinin hiçbir bağlantısı olmadığını ve anlaşmazlıkların bu şekilde çözülemeyeceğini açıklamak için uluslararası basına konuşacağımı bildirdim.

Araplara ve Müslümanlara yönelik saldırılar
11 Eylül olaylarının ardından başta Araplar olmak üzere ABD ve bazı Avrupa ülkelerindeki Müslümanlar, şiddetli bir zulme ve ayrımcılığa maruz kaldılar. Çünkü, olaydan ötürü İslam dinine mensup Araplar suçlanmıştı. Gerçek şu ki o zamanlar, ABD ve Batı ülkelerinde Müslümanlara ve Araplara yönelik düşmanlık ve nefret duyguları için uygun zemin vardı.  Halen de öyle. Sadece bu olaylar bize karşı bu olumsuz duyguları ifade etmenin doruk noktasını teşkil ediyordu ve hâlihazırda çirkin bir suça dayanıyordu.
Eski İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'nin 11 Eylül olaylarının ardından “Batı uygarlığı İslam dünyasından üstündür. İslam dininin dünya medeniyetinde hiçbir izi yoktur” şeklindeki açıklamalarına sert bir karşılık verdim. İtalya Başbakanı’nın açıklamalarının ‘aklın sınırlarını aştığını ve Batı uygarlığının üstün bir medeniyet olduğuna inanmadığımızı’ söyledim.  Tamamen yanıldığını ve özür dilemesi gerektiğini belirttim. Bu ifadeler, haber ajansları ve büyük uluslararası gazeteler tarafından yayınlandı.
Berlusconi de bu ırkçı ifadelerden geri adım attı. Açıklamalarının yanlış anlaşıldığını ve sözlerinin bağlamından çıkarıldığını söyledi. Müslüman ülkelerin büyükelçileri ve üst düzey diplomatlarıyla görüştü. Onlara, Batı medeniyetinin İslam dünyasına üstün olduğunu iddia ettiği tartışmalı ifadelerin yanlış bir şekilde aktarıldığını ve ‘bu sözleri asla söylemediğini’ belirtti.
Öte yandan 11 Eylül olayları nedeniyle süresi bir haftayla sınırlandırılan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantılarına katılmak üzere Kasım 2001'de ABD’ye gittim. Bu ziyaret sırasında, 11 Eylül olaylarını şiddetle kınayan açıklamalarımdan ötürü en azından minnettar görünen bir grup Amerikalı yetkiliyle karşılaştım. Onlara, Arap dünyasının, bu yıkıcı terör saldırısı karşısında ABD’nin yanında olduklarını, saldırıların Arapların ve Müslümanların adına veya onların emriyle yapılmadığını söyledim. Ziyaretim sırasında ilki Washington'da olmak üzere oradaki Arap topluluklarıyla bir dizi görüşme yaptım. Sorunlarını dinledim. Onlara kendileri adına konuşan bir Arap sesi bulmaları gerektiğini öğütledim. Bu konuyu dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ve ABD yönetimindeki diğer yetkililerle yaptığım görüşmelerde de dile getirdim. Yine görüşmelerimde Araplara karşı ayrımcılığın devam edemeyeceğini vurguladım.

“Medeniyetlerarası Diyalog: Çatışma değil, iletişim”
Gerçek şu ki, bir dizi Batılı yetkili ve aydın ile yaptığım görüşmelerde, bazılarının Araplara karşı yürütülen kampanyaya katılmadığını ve bu karşı kampanyanın ciddiyetinin farkında olduklarını hissettim. Arapların buna cevap vermesi gerektiğini düşünüyorlardı. Bu durum, konuya ilişkin bir konferans düzenleme düşüncemi güçlendirdi. Batı ülkelerindeki siyasi ve kültürel durumla ilgili olarak yabancı ülkelerde Arap ülkelerini ve Arap topluluklarını temsil eden 100'den fazla Arap düşünürün katılımıyla 26-27 Kasım 2001 tarihlerinde Arap Birliği Genel Merkezi’nde ‘Medeniyetlerarası Diyalog: Çatışma değil, iletişim’ konulu bir konferans düzenledik.
Katılımcılar, iki gün süren konferans boyunca Arap Birliği Genel Sekreterliği tarafından diyalogun ana hatları üzerine hazırlanan çalışma çizelgesinin yanı sıra konferansa sunulan 40 çizelge ile ilgili tartıştılar. Böylece Batı'nın Araplara ve Müslümanlara yönelik saldırılarına karşı hızlı bir eylem planı oluşturuldu. Planın tamamı Arap ülkelerinin hükümetlerine ve Mart 2002'de Beyrut'ta yapılan Arap Birliği Zirvesi’nde sunuldu.
Kitabında konferansla ilgili bir takım eleştirilerde bulunan Musa, “Diyalogun, İslam medeniyeti ile diğer medeniyetler arasında olduğu göz önüne alındığında, Arap Birliği ülkeleri yerine tüm İslam dünyasından düşünürler ve aydınlar davet edilmeliydi. Fakat sadece Arap adınlar davet edildi. Buna, o zamanlar Arap-Arap iş birliğini ve ortak anlayışını canlandırmak için çalıştığımız sırada, mevcut medeniyet sorunuyla ortak bir şekilde mücadele etmek için Arap ülkeleri ve Müslüman ülkeler arasında iş birliğini başlatarak yanıt verdim” dedi.
*Kitabın bölümleri, Daru’ş-Şuruk ile yapılan özel anlaşma ile yayınlanmıştır
*Tüm hakları saklıdır
Amr Musa: Kaddafi, devrimden kurtulduğunu ve Bin Ali’nin ardından düşmeye aday olan ismin Mübarek olduğunu sanıyordu
Şarku’l Avsat, Amr Musa’nın kaleme aldığı ‘Arap Birliği Yılları’ kitabından bölümleri yayınlıyor... (4) Musa: İsrail, Arap Girişimi’ni olumsuz karşıladı, çünkü girişim İsrail’i Araplarla müzakereye itiyordu
​​​​
Amr Musa: Saddam Hüseyin uluslararası müfettişlere onay verdi, ancak ABD Irak'ta savaşa girme kararını almıştı
Musa: Faysal, Muallim’in ‘şeytani’ hayallerine karşı çıktı. Şu an Lübnan’da tanık olduklarımız, Refik Hariri suikastının sonuçlarıdır



Berri: Barack'ın Lübnan'ı Suriye'ye ilhak etme söylemi "kabul edilemez bir hata"

Lübnan Parlamento Başkanı Nebih Berri, ABD Büyükelçisi Michel Issa'yı kabul etti (Parlamento Başkanlığı)
Lübnan Parlamento Başkanı Nebih Berri, ABD Büyükelçisi Michel Issa'yı kabul etti (Parlamento Başkanlığı)
TT

Berri: Barack'ın Lübnan'ı Suriye'ye ilhak etme söylemi "kabul edilemez bir hata"

Lübnan Parlamento Başkanı Nebih Berri, ABD Büyükelçisi Michel Issa'yı kabul etti (Parlamento Başkanlığı)
Lübnan Parlamento Başkanı Nebih Berri, ABD Büyükelçisi Michel Issa'yı kabul etti (Parlamento Başkanlığı)

Lübnan Parlamentosu Başkanı Nebih Berri, ABD Büyükelçisi Tom Barrack'ın Lübnan'ın Suriye'ye ilhak edilmesi çağrısıyla ilgili zaman zaman yaptığı tehditleri kabul edilemez bir hata olarak nitelendirerek reddetti. Berri, "Hiç kimse Lübnanlıları tehdit edemez. Özellikle diplomatlar ve hele ki Büyükelçi Tom Barrack gibi bir isim tarafından Lübnanlılara bu şekilde hitap etmek, akıl almaz bir durumdur. Lübnan'ın Suriye'ye ilhak edilmesiyle ilgili söyledikleri ciddi ve kesinlikle kabul edilemez bir hatadır." dedi.

Öte yandan Berri, Basın Sendikası'ndan bir heyete, ilgili yasa konusunda yaşanan görüş ayrılıklarına rağmen, gelecek mayıs ayında yapılması planlanan parlamento seçimlerinin iptal edilmeyeceğini ya da ertelenmeyeceğini vurguladı.

Parlamento başkanlığından yapılan açıklamaya göre Berri'nin ABD'nin Beyrut Büyükelçisi Michel Issa'yı 24 saat içinde ikinci kez kabul etmesi dikkat çekiciydi; zira görüşmede "iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin yanı sıra genel durumdaki gelişmeler ve güncel olaylar" ele alındı.


İsrailli bakanlar eski Gazze yerleşiminde bayrak töreni düzenlenmesini talep etti

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir (EPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir (EPA)
TT

İsrailli bakanlar eski Gazze yerleşiminde bayrak töreni düzenlenmesini talep etti

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir (EPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir (EPA)

Aralarında Başbakan Binyamin Netanyahu liderliğindeki Likud Partisi’nden sekiz ismin de bulunduğu 11 İsrailli bakan, dün Savunma Bakanı Yisrael Katz’dan Hanuka Bayramı sırasında Gazze Şeridi’nde bayrak töreni düzenlenmesine izin verilmesini talep etti.

Aşırı sağcı ve yerleşim yanlısı Nahala Hareketi tarafından başlatılan girişim kapsamında yayımlanan mesajda, “Gazze’nin İsrail topraklarının bir parçası olduğunu gururla teyit etmenin zamanı geldi. Bu bölge yalnızca Yahudi halkına aittir ve derhal İsrail devletinin bir parçası hâline gelmelidir” ifadeleri yer aldı.

Mesajda ayrıca, etkinliğin temel amacının ‘İsrail’in 2005’te bölgeden çekilirken boşalttığı, Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki eski Nisanit yerleşiminin kalıntıları üzerinde İsrail bayrağını göndere çekmek’ olduğu belirtildi.

dfrtg
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir (Reuters)

Mesajın imzacıları arasında, aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ile aralarında Ulaştırma Bakanı Miri Regev’in de bulunduğu sekiz Likud’lu bakan yer aldı.

Ayrıca, toplam 120 sandalyeli Knesset’ten 21 milletvekili de metne imza attı. İmzacı vekiller Ben-Gvir liderliğindeki Otzma Yehudit (Yahudi Gücü) Partisi ile Likud’a mensup.

Nahala Hareketi, ‘Nisanit’te bayrak töreni’ olarak duyurduğu etkinliğin, Gazze Şeridi’nde hâlen İsrail ordusunun kontrolündeki bölgede yapılacağını açıkladı.

Etkinliğin 18 Aralık’ta, sekiz gün süren Hanuka’nın beşinci gecesinde düzenlenmesi planlanıyor. Bayram bu yıl pazar günü başlayacak.

İsrail Savunma Bakanlığı, konuya ilişkin AFP’nin yorum talebine henüz yanıt vermedi.

jbhj
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz (DPA)

İsrail ordusu çarşamba akşamı yaptığı açıklamada, ‘İsrail topraklarından Gazze Şeridi’ne geçen birkaç İsrailli sivilin gözaltına alındığını’ duyurdu.

Yerleşimciler ve Filistinlilere yönelik saldırılarla suçlanan aşırılık yanlılarına hukuki destek veren Honenu örgütü ise yaptığı açıklamada, ‘Çarşamba günü onlarca sağcı aktivistin, Nisanit’in kalıntıları üzerinde bir yerleşim kurulmasını talep etmek üzere Gazze sınır çitini aştığını’ belirtti.

10 Ekim’de İsrail ile Hamas arasında yürürlüğe giren kırılgan ateşkes kapsamında, İsrail ordusu Gazze Şeridi’nin yarısından fazlasında kontrol sağlamasına imkân veren bir hatta çekilmişti. Savaşın büyük yıkıma uğrattığı bölgede bu hat fiili kontrol sınırı olarak işliyor.

Geçtiğimiz kasım ayında Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi tarafından da desteklenen ABD’nin Gazze barış planı ise İsrail güçlerinin bölgeden kademeli olarak çekilmesini öngörüyor.


Gazze Anlaşması: Temel hükümlerin uygulanması 2026 yılına ertelendi... Anlaşma mı, gerileme mi?

Şiddetli yağmurların ardından ez-Zeytun mahallesindeki yerinden edilmiş Filistinlilerin barındığı derme çatma bir kampta su basmış sokakta yürüyen bir çocuk (AFP)
Şiddetli yağmurların ardından ez-Zeytun mahallesindeki yerinden edilmiş Filistinlilerin barındığı derme çatma bir kampta su basmış sokakta yürüyen bir çocuk (AFP)
TT

Gazze Anlaşması: Temel hükümlerin uygulanması 2026 yılına ertelendi... Anlaşma mı, gerileme mi?

Şiddetli yağmurların ardından ez-Zeytun mahallesindeki yerinden edilmiş Filistinlilerin barındığı derme çatma bir kampta su basmış sokakta yürüyen bir çocuk (AFP)
Şiddetli yağmurların ardından ez-Zeytun mahallesindeki yerinden edilmiş Filistinlilerin barındığı derme çatma bir kampta su basmış sokakta yürüyen bir çocuk (AFP)

Gazze Şeridi’nde yürürlükte olan ateşkes anlaşmasının süreci son derece yavaş ilerliyor. Anlaşmada yer alan istikrar gücünün konuşlandırılması, Barış Konseyi ile Gazze Yönetim Komitesi’nin oluşturulması ve İsrail’in kademeli çekilmesi gibi başlıklar, ilk bakışta takvimin gerisinde kalmış görünüyor.

Bu gecikmeyi pekiştiren unsur ise Washington’ın söz konusu temel maddelerin uygulanmasını 2026’ya erteleme yönündeki resmi tutumu. Bu tarihe yalnızca birkaç hafta uzak olunmasına rağmen, Trump’ın barış planının çok daha hızlı hayata geçmesi bekleniyordu. Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlara göre bunun başlıca nedeni, İsrail’in çıkardığı engeller; bu durum ilk aşamanın henüz tamamlanamamasına ve ikinci aşamaya ilişkin tartışmaların da başlayamamasına yol açtı.

Uzmanlar, ertelemenin hem fırsat hem de risk içerdiğini belirtiyor. Fırsat, arabulucular arasında uzlaşıya varma ya da bu uzlaşıya ulaşmak için daha fazla zaman kazanılması anlamına gelirken, risk ise anlaşmanın tehlikeye girmesi. Süreçte yaşanacak tıkanmaların yalnızca birkaç haftalık gecikmeye değil, aylar sürecek yeni ertelemelere yol açabileceği ifade ediliyor. Bu durumun seyrinin ise büyük ölçüde ABD’nin tutumu ve İsrail üzerindeki baskısına bağlı olacağı vurgulanıyor.

Trump, çarşamba akşamı yaptığı açıklamada, Barış Konseyi’nin gelecek yılın başında ilan edileceğini söyledi ve ‘dünyanın en önemli ülkelerinin liderlerinin bu yapıya katılmak istediğini’ belirtti.

Trump’ın Gazze için hazırladığı 20 maddelik planın temel unsurlarından biri olan ‘konsey’ önerisi, geçtiğimiz kasım ayında Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen kararda da yer almıştı. Plan uyarınca konsey, iki yıl süreyle Gazze’nin idaresinden sorumlu olacak ve bunu Filistinli teknokratlardan oluşan bir komite üzerinden yürütecek. Bu yapıya uluslararası güçler ile Mısır ve Ürdün tarafından eğitilmiş Filistin polisinin destek vermesi öngörülüyor. Konseyin ayrıca Hamas ve diğer grupların silahsızlandırılmasını denetlemesi planlanıyor.

İstikrar gücü

Barış Konseyi’nin ilanının ertelenmesine, istikrar güçlerinin konuşlandırılmasına ilişkin takvimin ötelenmesi de eşlik ediyor. ABD, İstikrar Gücü’nün Gazze’de konuşlanmasına gelecek yıl ocak ayının ortasında başlanmasını, bölgenin tamamen silahsızlandırılmasının ise nisan ayı sonunda tamamlanmasını hedefliyor. Ancak İsrail Kanal 14 televizyonu, bu takvimin ‘gerçeklikten kopuk bir beklenti’ olduğunu belirterek yeni gecikmelerin gündeme gelebileceğine işaret etti.

Bu ertelemeler, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun birkaç gün önce Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına yaklaşılmakta olduğu yönündeki açıklamalarına rağmen yaşanıyor. Öte yandan İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, Gazze Şeridi’ndeki ‘sarı hattın’ fiilen yeni bir sınır hattı niteliği taşıdığını söyledi.

hyu
El-Bureyc Mülteci Kampı’ndaki çadırların önünden geçen yerinden edilmiş Filistinliler (AFP)

Filistin ve İsrail meseleleri üzerine uzmanlaşan siyaset bilimi profesörü Dr. Tarık Fehmi’ye göre Trump’ın açıklamaları, ‘tarafların hâlâ uzlaşıya varamaması nedeniyle anlaşmanın şeklen aksadığına’ işaret ediyor. Fehmi, tüm aktörlerin zaman kazanmaya, yükümlülükleri ertelemeye ve birbirlerinin hamlelerini beklemeye devam ettiğini belirterek, “Netanyahu ikinci aşamanın yaklaştığını söylüyor ama gerçekte hedefi, Gazze üzerindeki kontrolünü artırmak ve ikinci aşamanın gerekliliklerini geciktirmek” değerlendirmesinde bulundu.

Filistinli siyasi analist Dr. Eymen er-Rakab ise Trump’ın söylemini ‘uzlaşı arayışı değil, oyalama ve aksama’ olarak nitelendirdi. Rakab, istikrar gücü, Gazze Yönetim Komitesi gibi dosyaların hâlâ sonuçlanmadığını ve bunların çözümü için haftalar değil aylar gerektiğini vurguladı. Rakab’a göre gecikmenin arkasında İsrail’in Gazze’de daha fazla toprak kontrolü sağlama çabaları var ve Washington bu süreçte sessiz kalmayı sürdürüyor.

Gazze'nin yeniden inşasının akıbeti ne olacak?

Bu aksamalara rağmen, Gazze Şeridi’nin yeniden inşası, ateşkes anlaşmasının bir diğer maddesi olarak hâlâ ertelenmiş durumda. Kasım sonunda düzenlenmesi planlanan yeniden inşa konferansının gecikmesine yanıt olarak, Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati, aralık başında Berlin’de Alman mevkidaşı Johann Wadephul ile düzenlediği ortak basın toplantısında, “Yeniden inşa konferansına eş başkanlık yapmak üzere ABD ile istişare halindeyiz. Konferansın tarihini mümkün olan en kısa sürede, ortaklarımızla iş birliği içinde belirlemeyi umuyoruz” dedi.

Tarık Fehmi’ye göre yeniden inşa adımlarını İsrail engelleyecek ve Washington’ın desteğini alarak Gazze Şeridi’ni bölme ve fiili durum stratejisini pekiştirme çabası içinde olacak. Bu durum, anlaşmanın maddelerinin bir kez daha ertelenmesine ve yeniden inşa konferansının gerçekleşmemesine yol açacak.

Arabulucuların açıklamaları, Netanyahu’nun 29 Aralık’ta Washington’a yapacağı ziyareti beklerken, kaygı ve taleplerin net bir şekilde ortaya konduğunu gösteriyor. İsrail Hükümet Sözcüsü Shosh Bedrosian birkaç gün önce düzenlediği basın toplantısında bu duruma dikkat çekti.

Öte yandan Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ile Bahreyn Kralı Hamad bin İsa Al Halife, dün yaptıkları telefon görüşmesinde, Gazze’deki savaşın sona ermesini öngören anlaşmanın tam olarak uygulanması ve insani yardımların hızlı ve kesintisiz ulaştırılmasının gerekliliğini vurguladı. Açıklamada, Gazze’nin yeniden inşasına başlama zorunluluğu da belirtildi.

6uı8
Deyr el-Balah dışındaki el-Meğazi Mülteci Kampı’nda yıkılmış bir binanın duvar resminin önünde el arabası çeken Filistinli çocuklar (AFP)

Daha önce arabulucular ve garantörler Washington’ın katılmadığı bir toplantıyı Kahire’de gerçekleştirdi. Toplantıya Mısır Genel İstihbarat Servisi Başkanı Tümgeneral Hasan Reşad, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın katıldı. Görüşmede, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarının arttığı geçen ayın ardından, herhangi bir ihlalin önlenmesi ve ateşkesin kalıcı hâle getirilmesi ele alındı.

Ancak arabulucuların açıklamaları, taleplerin yanı sıra endişeleri de yansıtıyor. Katar Başbakanı birkaç gün önce yaptığı açıklamada, “Şu anda kritik bir noktadayız… Ateşkesin sürdüğünü garanti edemeyiz. Ateşkes, ancak İsrail’in tamamen çekilmesi ve Gazze’de istikrarın sağlanmasıyla tamamlanmış olur” dedi. Başbakan, İsrail güçlerinin bölgede kalmaya devam etmesi ve ihlallerin sürmesinin çatışmanın yeniden tırmanmasına yol açabileceğini vurguladı.

Tarık Fehmi’ye göre Mısır’ın girişimleri, anlaşmanın uygulanmasının zorluğunun farkında olmasından kaynaklanıyor ve tarafların süreci geciktirme çabalarını gözlemlemek açısından kritik bir rol oynuyor. Fehmi, Trump ile Netanyahu arasında gerçekleşecek görüşmenin, mevcut aksaklıkları aşacak uzlaşıların sağlanması açısından belirleyici olacağını, örneğin Hamas’ın silahsızlandırılmasının süresinin iki yıla uzatılması gibi düzenlemelerin bu görüşmelerde gündeme gelebileceğini belirtti.

Eymen er-Rakab da aynı görüşte; Trump-Netanyahu görüşmesinin, Gazze anlaşması maddelerinin akıbetini netleştireceğini ve sürecin ya hızlandırılarak uygulanacağını ya da İsrail’in genişleme stratejisi lehine geciktirileceğini ifade etti.