İran, Natanz’daki patlamanın intikamının alacağı sözü verdi; Zarif İsrail’in tuzağına düşmeme uyarısında bulundu

Tahran, söz konusu kazayı eski cihazları güncelleme fırsatı olarak değerlendirirken güvenlik hizmetleri eleştiriliyor. Batılı kaynaklar, Natanz tesislerinde uranyumun zenginleştirilmesinin dokuz ay boyunca yapılamayacağını ifade ediyor.

Geçtiğimiz Cumartesi günü Natanz tesisinde gaz pompalama operasyonlarının başlamasıyla İran televizyonunda yayınlanan IR6 santrifüj görüntüleri
Geçtiğimiz Cumartesi günü Natanz tesisinde gaz pompalama operasyonlarının başlamasıyla İran televizyonunda yayınlanan IR6 santrifüj görüntüleri
TT

İran, Natanz’daki patlamanın intikamının alacağı sözü verdi; Zarif İsrail’in tuzağına düşmeme uyarısında bulundu

Geçtiğimiz Cumartesi günü Natanz tesisinde gaz pompalama operasyonlarının başlamasıyla İran televizyonunda yayınlanan IR6 santrifüj görüntüleri
Geçtiğimiz Cumartesi günü Natanz tesisinde gaz pompalama operasyonlarının başlamasıyla İran televizyonunda yayınlanan IR6 santrifüj görüntüleri

İsrail’i, geçtiğimiz Pazar günü Natanz Nükleer Tesisi’ne yapılan saldırının arkasında olmakla suçlayan İran, ‘intikam almaya’ yemin etti. Tahran, kazayı hasarlı ve eski parçaları değiştirmek için bir ‘fırsat’ olarak da değerlendirdi. İsrail’in tuzağına düşmeme uyarısında bulunan İran Dışişleri Bakanlığı, nükleer anlaşmayı yeniden canlandırma yönünde büyük güçlerle yapılan müzakerelerin devamını savundu. İran’da  iç güvenlik servislerine yönelik eleştiriler de arttı. Diğer yandan Batı’da yayınlanan haberlerde ise Natanz'daki patlamanın uranyum zenginleştirme sürecini en az dokuz ay süreyle aksatacağı belirtildi.
İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi medya platformu Nour News, üst düzey bir yetkiliye atıfta bulunarak, “Natanz Nükleer Tesisi’nde elektrik akışını kesintiye uğratan kişi tespit edildi. Bu şahsın tutuklanması yönünde gerekli tedbirler alınıyor” ifadelerine yer verdi. Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ise İran'ın iç kesimlerine yönelik eleştiriler yönelttiği açıklamalarında İsrail'in ‘tuzağına’ düşmeme, Viyana görüşmelerini engelleme yönündeki çabalara karşı dikkatli olma uyarısında bulundu. Zarif, “Yaptıkları için Siyonistlerden intikam alacağız” ifadelerini kullandı.
İran’ın Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) nezdindeki temsilcisi Kazım Garipabadi, İran'ın faaliyetlerini izleyen ajansa sert eleştirilerde bulundu. Kanal 3’e konuşan Garipabadi, “Tarafsız olmayan UAEA, İran konusunda hiçbir zaman sorumlu davranmadı” ifadelerini kullandı. İran ile dünya güçleri, İran'ın hassas uranyum zenginleştirme faaliyetlerine uyguladığı kısıtlamaları ihlal ettiği anlaşmayı kurtarmak için geçen hafta ‘yapıcı’ olarak nitelendirilen görüşmelerde bulunmuştu. AFP’nin haberine göre İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatipzade ise nükleer görüşmelerin yarın Viyana'da yeniden başlayacağını söyleyerek “İran'ın yanıtı, uygun yer ve zamanda Siyonist varlıktan intikam almak olacaktır” açıklamalarında bulundu.
İran Atom Enerjisi Kurumu, Natanz’daki olayın ardından iki farklı açıklamada bulunmuştu. Devrim Muhafızları'na bağlı Fars haber ajansına göre İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi, Pazar günü yaptığı açıklamada, İsfahan’da bulunan Natanz Nükleer Tesisi’nde bir elektrik kesintisinin meydana geldiğini, neticede herhangi yaralanma veya radyoaktif kirlenmenin kaydedilmediğini belirtmişti. Bu açıklamadan saatler sonra  İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi ise Natanz Nükleer Tesisi’nin Pazar günü maruz kaldığı kazanın bir ‘terör’ eylemi olduğunu ve ‘elektrik kesintisine yol açtığını’ vurguladı.

İstihbarat bilgisi
İsrail medyasında bazı istihbarat kaynaklarının İsrail Dış İstihbarat Servisi Mossad’ın Natanz’da başarılı bir sabotaj operasyonu gerçekleştirdiğine, zenginleştirme çalışmalarının birkaç ay süreyle ertelenebileceğine dair ifadelerine yer verildi. İsrail bu olay hakkında herhangi bir resmi yorumda bulunmadı.
Hasara dair iki istihbarat yetkilisine atıfta bulunan New York Times ise kazanın tesis içindeki dahili, bağımsız ultra koruyucu enerji sistemini tahrip eden büyük bir patlamadan kaynaklandığını bildirdi. Bu sistemin yeraltındaki uranyum zenginleştirme santrifüjlerine güç sağladığı da belirtildi. İsimlerinin gizli kalmasını isteyen söz konusu iki yetkili, bu patlamanın İran'ın uranyum zenginleştirme yeteneğine ağır bir darbe vurduğunu, Natanz Nükleer Tesisinin işlevini tam olarak yerine getirmesinin en az dokuz ay süreceğini bildirdi.
Diğer yandan İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Salihi ise gazetenin ismine değinmeyerek verdiği cevapta “Haberlerinde nükleer faaliyetlerimizin dokuz ay süreyle ertelendiğini öne sürüyorlar ancak ben de onlara şunu söyleyeyim: Sabotaj operasyonlarının büyük bir kısmını günler içerisinde telafi ettiğimizi göreceksiniz. Zarar gören santrifüjleri benzerleriyle değiştireceğiz. Ancak onarım sürecimiz kalite ve verimliliği yüzde 59 artıracak” ifadelerini kullandı. Hasarlı kısmın geçtiğimiz Temmuz ayında saldırıya uğrayan salon olduğunu yalanlayan Salihi, “Montaj salonunu değiştirdik, yeni nesil cihazlar makul seviyelere çıktı. En az 50 kat etkili cihazlarla değiştireceğimiz IR1 cihazlarının zarar gördüğünü söylemiştik” açıklamalarında bulundu. Dün gazeteciler karşısında daha önce görülmemiş bir tonda konuşan Salihi, “Düşmanların vurduğu herhangi bir darbeyi daha yüksek bir yüzde ile telafi edeceğiz. Bilimsel yolumuz şereflidir ve düşmanların yolu ise başarısızlığa mahkumdur. Elbette ki yıkıcı oldu; ancak bu bir tesadüf değildi. Güvenlik servisleri de meseleye dahil oldu” ifadelerinde bulundu.
Devlete ait Mehr Ajansı’nın Pazar günü geç saatlerde yayınlandığı haberde, yedi metre yükseklikten düşen İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi’nin ayağını kırıldığı ve başından darbe aldığını aktarıldı. Hastanedeki yatağından İran televizyonuna konuşan Kemalvendi, Salihi'nin daha önce söyledikleriyle çelişen açıklamasında, “Patlama, her şeyi paramparça edecek derecede güçlü değildi. Kontrol odalarından birindeki asma tavan düşmüştü. Neyse ki kimse yaralanmadı, hasarlı parçaları yakında değiştirebiliriz” ifadelerini kullandı. Kemalvendi aynı zamanda tesisteki uranyum zenginleştirme çalışmalarının hızla devam ettiğini vurguladı.

Gelişmiş santrifüjler
Hassas tesiste yeraltında bulunan santrifüjlerdeki hasarları itiraf eden İran Dışişleri Bakanlığı, hasar gören tüm santrifüjlerin ilk nesil olan IR1 tipi olduğunu belirtti. ‘Saldırının’ İran'ın nükleer kapasitesini sınırlamayı hedeflediğini vurgulayan Bakanlık, “Herkes bilsin ki daha gelişmiş makinelerle değişim sağlanacaktır. Saldırının neden olduğu maddi hasarı belirlemek için henüz çok erken. Hasar çıktısı için her bir santrifüjün incelenmesi gerekiyor” açıklamalarında bulundu. 
Milletvekilleri, Zarif’in “İran'ın cevabı, bu tehdidi birinci nesil cihazları en yenileriyle değiştirme yönünde bir fırsata çevirmek oldu” ifadelerini kullandığını aktardı.
Nitekim en yeni cihazlar, uranyumun çok daha hızlı bir şekilde ve daha yüksek saflıkta zenginleştirilmesini sağlıyor. Böylece stok miktarının artmasına katkıda bulunuluyor, bu da istendiği takdirde bir nükleer silah yapma yönünde gereken süreyi kısaltabiliyor. 2015 yılında imzalanan anlaşma, İran’ın yaklaşık 50 bin cihaza güç sağlamak için tasarlanmış bir ünitede 5 bin 60 adet IR1 tipi santrifüj çalıştırılmasına izin veriyor. Ancak İran, IR2M modeli de dahil olmak üzere yüzlerce gelişmiş ekipman kullanarak Natanz'da zenginleşme faaliyetleri yürütüyor.

Güvenlik hizmetlerine yönelik eleştiri
Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi Genel Sekreteri Muhsin Rızai, Natanz tesisinde bir yıldan kısa bir süre içerisinde meydana gelen ikinci olayın ardından İran güvenlik teşkilatlarının durumunu eleştirdi. Bu durumun gözden geçirilmesi gerektiğini belirten Rızai, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Natanz tesisinde bir önceki bombalama olayı üzerinden bir yıl geçmeden yeniden yangının kaydedilmesi, sızıntı olgusuna yönelik ciddi bir gösterge değil midir? Ey basiret sahipleri, öyleyse ülkenin güvenlik incelemesine ihtiyacı olduğunu bir düşünün” ifadelerini kullandı.
İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri ise nükleer tesisleri koruma görevindeki birimleri düşman eylemlerine karşı koymaya çağırdı. Jamaran News’e konuşan Cihangiri, “Bu alanda başarılı olunmazsa sorumlu tutmak gerekir. Hangi adımlar atılırsa atılsın insanların ülkeye ait varlıkların, saygınlığı ve itibarının farkında olması gerekir” dedi. Nitekim nükleer tesisler, önemli şahsiyetler, egemen ve diplomatik merkezler gibi hassas tesislerin korunmasından Devrim Muhafızları sorumlu.
İran merkezli medyada, tehlikeli ve endişe verici sızıntının aynı şekilde devam etmesi ve geçen yıl Temmuz ayında Natanz'a yapılan saldırı deneyimine rağmen gerekli tedbirlerin alınmaması eleştirildi.
İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in dış politika danışmanı Ali Ekber Velayeti’ye yakınlığı ile bilinen Farhikhtegan Daily gazetesinin haberinde ise “Batı’nın baskısı ve sabotaj operasyonlarındaki artış göz önüne alındığında, Tahran uranyum zenginleştirme tesislerine getirilen kısıtlamaları kaldırmalı, bu tesisleri genişletmelidir. Gelişmiş santrifüj üretim teknolojisi de bu adımı mümkün kılar” ifadelerine yer verildi.
Reformist Etemaad gazetesinde ise “Netanyahu'nun diplomatik atmosferi sabote etmek için kullandığı araçlar, Tahran'ı yanıt vermeye ve krizde avlanmaya teşvik ediyor. Bu, Tel Aviv tarafından defalarca kez uygulanmış rutin bir politikadır. Ancak İran'ın tepkisi Tel Aviv'in istediği bir tepki olmadı” ifadeleri kullanıldı.
Devrim Muhafızları'na yakınlığıyla bilinen ve olayı “Viyana'nın Natanz'a bir hediyesi" olarak değerlendiren Javan gazetesi ise “Batı ve İsrail, İran'ın nükleer kısıtlamalara geri dönmesi karşılığında yaptırımları farklı başlıklarla kurtarmak için İran'ın nükleer tesislerindeki sabotaj hattını aynı zamanda takip ediyor” ifadelerine yer verdi.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.