Eski Suriye Dışişleri Bakanı Haddam’ın günlükleri 5: Bush, Avn’ın ‘engel’ olduğunu bildirdiği bir mektup gönderdi… Esed bunu isyanı sonlandırmak için bir ‘yeşil ışık’ olarak nitelendirdi

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn, 3 Aralık 2008’de Şam’da iken (AFP)
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn, 3 Aralık 2008’de Şam’da iken (AFP)
TT

Eski Suriye Dışişleri Bakanı Haddam’ın günlükleri 5: Bush, Avn’ın ‘engel’ olduğunu bildirdiği bir mektup gönderdi… Esed bunu isyanı sonlandırmak için bir ‘yeşil ışık’ olarak nitelendirdi

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn, 3 Aralık 2008’de Şam’da iken (AFP)
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn, 3 Aralık 2008’de Şam’da iken (AFP)

1990 yılını Ekim ayında General Mişel Avn’ı, Baabda Sarayı’ndan çıkarma operasyonunun Şam ile Washington arasında yapılan bir anlaşmanın bir sonucu olduğu izlenimi hakimdi. Söz konusu anlaşmaya göre Washington, Avn'ı ortadan kaldırma ve Lübnan'a el koyma yetkisi karşılığında, Suriye'nin, Irak'ın Kuveyt'i işgalini engelleme operasyonunda güçlerine kısmen yardımda bulunacaktı.
1989 yılının sonu 1990 yılının başında Washington ve Şam arasında çok sayıda diplomatik temas gerçekleştirildi. Görüşmelerde, ABD Büyükelçisi Edward Djerejian, dönemin ABD Başkanı George W. Bush ve Dışişleri Bakanı James Baker’ın mesajlarını dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed, Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam ve Dışişleri Bakanı Faruk Şara’ya iletti.
Abdulhalim Haddam, Şarku’l Avsat tarafından yayınlanan anılarının bugünkü bölümünde 13 Ekim 1990’da Avn’a yönelik askeri operasyondan önce ikil ve uluslararası zeminin hazırlanması ve Suriye’nin Kuveyt’in kurtuluşuna katkısından sonraki bu yazışmalar ve Esed’in Lübnan Cumhurbaşkanı İlyas Haravi ile gerçekleştirdiği görüşmelerin ayrıntıları anlatıyor.
29 Kasım’da Şara, Djerejian’a Avn’ın bir ‘asi’ ve devletin onunla bu esas üzerine ilgilenmesinin hakkı olduğunu söyledi. Ayrıca devletin isyanını sona erdirme çabalarını engellemenin, Lübnan'daki krizin devam etmesi ve kan dökülmesine devam etmesi anlamına geldiğini bildirdi.
1989 yılının aralık ayında Şara, Bush’tan Lübnan’daki durumu normalleştirmek ve yeni Cumhurbaşkanı Haravi ve Selim Hoss hükümeti tarafından temsil edilen Lübnan meşruiyetini desteklemek için Lübnan’daki son gelişmeler ve yaptığımı temaslar hakkında bilgi vermek ve 1989 yılında imzalanan Taif Anlaşması’nıın uygulanmasını engelleyen faktörleri ortadan kaldırmak için Esed’e gönderilen bir mektup teslim aldı. Bush mektubunda, “Yeni meşru otoriteyi güçlendirmenin, Lübnan’ın birliğini yenden tesis etmenin ve Taif Anlaşması’nın uygulanmasının önündeki en büyük engelin General Avn olduğu herkes tarafından anlaşıldı” ifadelerine yer verdi.
Buna karşılık, François Sher, 28 Kasım’da Şam’a bir ziyarette bulunarak dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Francois Mitterrand tarafından gönderilen bir mektubu iletti. Söz konusu mektupta General Avn’ın Lübnan’da bir engel olduğunu ve kendisiyle Taif Anlaşması’nı desteklemek ve Lübnan’daki yeni meşru otoriteye bağlılık göstermesi için gerçekleştirilen tüm temasların başarısız olduğunu, buna rağmen Fransız hükümetinin temaslarını sürdürdüğü ifade edildi. Ancak Fransız hükümetinin, Avn’ı tutumundan vazgeçmeye ikna etmek için barışçıl yöntemler kullanılmaya devam edilmesi gerektiğini düşündüğü belirtildi.
2 Ağustos 1990 tarihinde Irak kuvvetleri Kuveyt’i işgal etti. Öncelikleri değiştiren bu işgal nedeniyle bölgede büyük bir deprem meydana geldi. Ayrıca işgalin ciddiyeti ve doğurabileceği sonuçlar nedeniyle Arap ülkeleri özellikle de Suriye, yönünü Körfez’e çevirdi. Yeni durumun Irak hükümeti tarafından desteklenen Avn’ı zayıflattığı konusunda şüphe yok. Bazı Arap ülkeleri Irak’ın uyguladığı baskı nedeniyle ona yakınlık gösteriyordu. İşgal ortaya yeni bir durum çıkardı. Durum Mişel Avn açısından daha da zorlaştı.
29 Ağustos’ta Devlet Başkanı Hafız Esed, Lübnan Cumhurbaşkanı Haravi’yi kabul etti. Toplantı tutanağına göre Haravi, bazı Lübnanlıların sorunun dışarıdan kaynaklandığını söylemesine rağmen Suriye’nin anayasal reformları onaylayarak anayasa ile ilgili sorunu aşmaya yardım etmesi dolayısıyla teşekkürlerini sundu.  Suriye’nin kabul edilmesinde önemli rol oynadığı Taif Anlaşmasına ulaşana kadar geçen süreç hakkında bilgi veren Haravi, Taif Anlaşması’nın arzuladıkları bir şey olmadığını ancak savaşın sona ermesi açısından bir çözüm olduğunu dile getirdi. Taif Anlaşması’nın uygulanmasının ileriye doğru atılmış büyük bir adım olduğuna işaret etti.
Durumun nasıl düzeltileceğini soran Haravi, hükümetin 11 Temmuz’da desteklenen bir bildiri yayınladığını ifade etti. Bazı politikacıların itirazlarına rağmen Avn ile temaslarda bulunduğundan ve tüm bu çabaların bir sonuç vermediğinden bahseden Haravi, Avn’ın faaliyetlerini sürdürüp durumu zorlaştırdığının altını çizdi. Ayrıca Avn’ın reformları tamamlaması gerektiğini ifade etti. Devletin bu alandaki rolüne işaret eden Lübnan Cumhurbaşkanı, Avn’ın görevinde kalmasının büyük bir sorun olduğunu belirtti. Bu nedenle Körfez’deki olayların ne zaman sona ereceğini bilmediğini ABD’lilerin uzun soluklu bir varlık süreci olduğuna dikkat çekti.
Haravi söz konusu görüşmede ayrıca “Kahire'de General Hikmet eş-Şihabi (Genelkurmay Başkanı) ve Komutan Muhammed Said Bayrakdar’ın da hazır bulunduğu birçok toplantı gerçekleştirdik. Söz konusu toplantılardan birinde Ordu Komutanı Emil Lahud’un 8 bin asker istihdam etmesine yeşil ışık yaktınız. Bayrakdar, Lahud’a “Size topçu, silah ve mühimmat desteğinde bulunacağız” dedi. Ümidimiz, Avn’dan kurtulmak. Yalnızca gövde gösterisinin bile onun çökmesine neden olacağına inanıyorum” dedi.
Bunun ardından Selim Hoss, Avn’ın varlığının her şeye aykırı olduğunu dile getirdi. Avn’ın bölgedeki durum üzerine bahis oynadığına işaret etti.
Esed, “Ortada Avn’dan başka sorun yok mu? diye sordu. Haravi, “Gidişi çözümün başlangıcı olacak. Ardından yeni bir bakanlık kuracağız” şeklinde yanıt verdi. Esed, “Diğer bölümlerin (Lübnan Kuvvetleri’ne atıfta bulunuyor) askeri bir çabaya ihtiyacı yok mu?” dedi. Haravi, “Velid Canbolat ve Nebih Berri konusunda yardımınızla sorun çözüldü. Samir Caca ile ilgili sorun var” şeklinde konuştu.
Söze girip Caca’nın manevraları, mektupları ve düşmanca, bölücü söylemlerinden bahsettim.
Esed yeniden sözü alarak “Sizinle yaşıyoruz. Düşünce ve hisleriniz paylaşıyoruz. İsteklerinize karşı değilim. İzlenimime göre Fransızların tutumu olumlu değil. Gerçek tutumların öğrenmek için onlarla iletişime geçmek gerekiyor. Avn’a yapışmış durumdalar.  Çözüm konusuna gösterdiğimiz ilgi sizinkinden az değil. Bölgede durum tehlikeli. Bu nedenle çözüme eskisinden daha çok önem veriyoruz. Lübnan’ın sorununun bizim için özel bir yeri var. Ancak bölge ülkelerinin çıkarları arasında şaşırtıcı bir çakışma söz konusu ve her devletin bir sorunu var.  Ortada bir Irak sorunu var bu konuda birçok yorum ve birçok soru işareti mevcut. Suriye’nin tutumu hiçbir sorunda değişmedi. Başkaları da bizim daha önce konuştuğumuz gibi Irak hakkında konuşuyor. Bazı ülkeler, (ABD'nin Irak ve Kuveyt meselesiyle ilgili olarak) ister siyasi ister askeri olsun, diğer sorunların, yaptıkları düzenlemeleri etkilememesini diliyor. Biliyorsunuz, ciddiydik. Askeri güç gönderdik ve gücün zayıfladığı yönünde bir intiba oluşmaması için geri de çekmedik. Çabucak sonlandırmamız için 20 neden var. Taif cephesinin dağılmaması bizim çıkarımıza olan bir durum. Lübnan Ordusu’nun katılım göstermesine önem veriyoruz çünkü bu, onun için ilk fiziksel hareket fırsatı. Uluslararası atmosferi ve sizin fikrinizi bilmek istiyoruz çünkü bazı dünya güçleri artık stratejilerinin zarar görmesinden korkuyorlar” dedi.
Haravi, “İki konuyu ele aldınız: Birincisi, Avn’ı devirmek için askeri gereklilikler mi söz konusu? Suriye ile iş birliği içinde Lübnan Ordusu aracılığıyla Avn’dan kurtulduğumuzda herkes iş birliği içinde olacak, kimse diğerine direnmeyecektir. Uluslararası düzeyde Dışişleri Bakanlığı’nda Tony Şedid (Shadid) isminde bir çalışanım var. İki gün önce Şam’daki ABD Büyükelçiliği tarafından çağrıldı. Döndüğünde yanıma gelip Dışişleri Bakanınız Faruk Şara ile görüşen Edward Djerejian ile toplantısının tutanağını okudu. Şara kararlı, Djerejian tereddütlüydü. Tony, “Devlet bir karar aldı. Suriye’den yardım talep edeceğiz” demiş. Djerejian, ona “Bu, Lübnan hükümetinin sorumluluğundadır” şeklinde cevap vermiş. Washington Büyükelçimizi aradım ve durumu sordum. Ancak konuyla ilgili bir bilgisi yok. Körfez'deki durumu öğrenmek için Milli Güvenlik Kurulu'na gittiğini söyledi. Lübnan hakkında konuştuk. Büyükelçi bana Bush’un reformlar konusunda rahat olduğunu söyledi. Nesib Lahud, ona “Haravi, Avn sorununu çözecek” demiş. ABD’li ona, Suriye’den yardım isteyecekler mi? diye sormuş. Lahud: “Evet” demiş. ABD’li : “Biz Suriye’nin yardım edip etmeyeceğini merak ediyoruz. Suriye Batı'daki imajını korumak isteyebilir. Körfez'de (Irak'ın Kuveyt işgalini sona erdirmek için) artık bir ordusu var” diye cevap vermiş.
Sözü alıp, “Bölgedeki durum şimdi karmaşık. Irak, Kuveyt’i işgal etti. Onu Kuveyt'ten çıkaracak uluslararası bir koalisyon oluşturuldu. Bir savaş patlak vermesi oldukça ciddi bir ihtimal. Bize bildirdiklerine göre ABD’liler, Lübnan’da askeri bir operasyon gerçekleştirdiğimiz takdirde Fransa’nın koalisyondan çıkmasından endişe duyuyorlar. Körfez ülkeleri de benzer bir durumda. Lübnan’da askeri bir harekât, bazı Körfez ülkelerini endişelendiriyor. Çünkü bunun Kuveyt’i kurtarma sürecini etkilemesinden korkuyorlar” dedim.
Toplantının sonunda Esed, durumu bölgesel ve uluslararası gelişmeler ışığında inceleme taahhüdünde bulundu.
Bu görüşmeden sonra Lübnan’da gerilim arttı. Avn, Lübnan’da başak bölgelere karşı da faaliyetler başlattı. Lübnan hükümeti, kontrol altına aldığı bölgeye abluka uygulama kararı aldı. Arap Komitesi ve Lübnanlı bazı önemli isimlerin yaptığı tüm girişimler Avn ile çözüme ulaşma konusunda bir başarıya ulaşamadı.
7 Ekim 1990 tarihinde Şam’daki ABD Büyükelçisi’ni davet ettim. Tutanaklara göre aramızda şöyle bir görüşme gerçekleşti:
Büyükelçi: “Elimde bir e-posta var. New York ve Washington’daki toplantıların sonuçlarını sizinle de paylaşabilirim. Lübnan konusuyla ilgili olarak konuşacak olursam; Sayın Devlet Başkanı Yardımcısı, Bakan Şara’nın, bu konuyla ilgili sizinle görüştüğünü biliyorum. Ancak daha önce bana sorduğunuz ve Washington ile görüşmemi istediğiniz Lübnan’la ilgili başka bir konu konuşmak istiyorum. Aramızda geçen konuşmayı Washington’a aktardım ve şöyle bir cevap aldım: “Şara’nın ABD Dışişleri Bakanı James Baker ile görüşmesinde General Avn’a karşı askeri güç kullanma ihtimalinin varlığından bahsetti. Baker, Şara’ya Lübnan Meselesinin Esed ile genel bir çerçevede ele alındığını hatırlattı. Herhangi bir askeri çözümden bahsedilmediğini ifade etti” dedi.
Ben de “Doğru” dedim. Büyükelçi “Bu konunun Baker tarafından Devlet Başkanı Esed ile ele alındığını bildiren haber ve bilgiler doğru değil. Baker, Sayın Şara’ya “Aklınızda böyle bir şey varsa, bu konuyla ilgili herhangi bir öneriyi ertelemeyi istiyoruz. Suriye’nin Avn’a yönelik herhangi bir harekât yanlış anlaşılabilir. Saddam tarafından da istismar edilebilir” dedi. Şara, Baker’e, “ABD ile Suriye arasında duruma ilişkin bir anlaşma yok. Suriye de meseleye aynı şekilde bakıyor” şeklinde yanıt verdi. Sayın Haddam, bana söylediğiniz gibi Suriye şu an dikkatleri, Körfez’de olup bitenlerden farklı bir yöne çekmek istemiyor. Şara, Sayın Baker’e “ABD’nin görüşlerini ve bu konuya bakış açısını dikkate alacağımızdan şüphe olmasın” dedi” şeklinde konuştu.
Büyükelçi, sözlerine şöyle devam etti: “Şara, Dışişleri Bakanı Yardımcısı John Kelly’e Haravi ya da Ordu Komutanı’nın Suriye’nin destek vermesi kaydıyla her türlü askerî harekâtı gerçekleştireceğini söyledi. Bir başka deyişle, askerî harekât yapacak olursa bu Suriye’nin desteğiyle olmuştur. Baker, Esed’e ayrıca Haravi’ye meşru Lübnan hükümetine destek verilmesi konusunda söz verdi. Lübnanlıların şiddete başvurmadan önce birkaç kez düşünmeleri gerektiğini vurguladı. Suriye’nin müdahil olduğu herhangi bir eylemin dikkati Körfez’den uzaklaştıracağı konusunda uyarıda bulundu. Ayrıca Fransa ve Vatikan’ın Taif Anlaşması’na karşı çıkma fırsatına sahip olacağını hatırlattı. Bu nedenle Esed, Lübnanlılara Fransa ve Vatikan’ın bu durumu kullanmasına yol açmamak için istişarede bulunmalarını istedi. Kelly, “Lübnanlılara askeri harekata başvurma olasılığını sorduğumuzda ABD’nin Avn’ın bir engel olduğu konusunda hemfikir olsak da bu sürece yeşil ışık yakmakla ilgilenmiyor. Kelly ayrıca Şara’ya ABD’nin askerî harekâtı kabul etmek için hiçbir nedeni olmadığını vurguladı. Kelly, Lübnan hükümetinin son dönemde kaydettiği siyasi ilerlemeye övgüde bulundu ve bizim tarafımızda Avn’ı desteklediğimizi gösteren herhangi bir şey yok. Biz istifa etmesini istiyoruz.”
Ben sözü devraldım: “Her halükârda, Lübnan Hükümeti’nin ABD’nin tutumu hakkında başka bir izlenime sahip. Dr. Selim Hoss ve Lübnan Cumhurbaşkanı açıkça şu sonuca vardı: ABD hükümetinin bu konuda bir itirazı yok. Mesele Lübnan hükümetini ilgilendiriyor. Bizim için mesele şu ki biz de Körfez’deki durum nedeniyle şartların şu an uygun olmadığını görüyoruz. Ancak karşılaştığımız en büyük sorun, Avn ve grubu ve Lübnan’daki diğer eğilimlerin Suriye’nin Avn’ı bitirmek istemediğini söylüyorlar. Bu pratikte Taif Anlaşması’na aykırıdır. Her gün Taif ve Lübnan’daki meşruiyeti desteklemekle ilgili yüzlerce açıklama yapmamıza rağmen Lübnanlıları meşruiyeti desteklediğimize ikna etmek için başvurmadık hiçbir yol bırakmadık. Bununla birlikte, Suriye'nin konumu konusunda ciddi bir kafa karışıklığı var” dedim.
Haravi’den Taif Anlaşması’nın askıya almasını isteyen bazı tarafların varlığından bahsettim. ABD’li Büyükelçi ABD’nin buna karşı olduğunu söyledi. Haravi “ABD’nin tutumunu biliyorum. Ancak bu talep, Avn’ın görevi bırakmayı reddetmesi, ekonomik çöküş, siyasi kargaşa ve hükümette bakanlar arasında mevcut bulunan anlaşmazlıklara rağmen yapılıyor.  Bütün bunlar durumu son derece kötü hale getiriyor. Endişe ettiğimiz şey, Lübnan hükümetinin Taif Anlaşması’nın uygulanması olarak askerî harekât yapmaya karar vermesi ve resmi olarak Suriye’den yardım talep etmesidir. Bundan endişe duyuyoruz. Endişe ettiğimiz bir diğer şey de meşruiyetin çökmesidir. Bu nedenle, büyükelçinin Lübnan hükümetinin bir temsilcisini çağırmasını ve onu ABD’nin tutumundan açıkça haberdar etmesini yararlı buluyorum” dedim.
Edward Djerejian, “Yarın Lübnan hükümetinin temsilcisini çağıracağım. ABD’nin bu konudaki tutumunu ona bildireceğim ki ortada herhangi bir yanlış anlaşılma kalmasın. Lübnanlılara her zaman onlarla olduğumuzu ve şu an onları eleştirecek ya da öfkelendirecek bir durumda olmadığımızı söyleyeceğim. Lübnan hükümeti ile dolaylı ilişki kurmayı sevmiyorum. Haravi’nin göndereceği temsilciye güveniyorum. Ancak yüz yüze görüşmenin yerini hiçbir şey tutamaz. Büyükelçimizin Lübnan’a dönmesi için çalışıyor ve dua ediyorum. Dönerse günlük olarak görüş alışverişinde bulunabiliriz. Çünkü bu durum özellikle de Lübnanlılar için hayal kırıklığına neden oluyor.  Çünkü onları yıllardır tanıyorum, yoldan sapmamaları için onlarla her gün iletişim kurmanız gerekir. Benim belgelerim ve akreditasyonumla Suriye’de Devlet Başkanı Esed ile kolayca görüşebiliyorum. Fakat zamanım Haravi ile görüşmeye yetmiyor. Hükümetim Hoss ile görüşmeme izin veriyor. Bu doğru bir politika. Ancak bazı önemli konulara değineceğim. Her şeyin yazılı olacağının altını çiziyorum. Kendi el yazımla kaleme alıp şahsi temsilciyle Haravi’ye göndereceğim. En iyi yol bu, yorumlarınız için teşekkür ederim. Umarım tavrımız oldukça nettir” şeklinde yanıt verdi.
Lübnan'daki durumun gelişimi ve Körfez krizi ile ilgili olarak, Lübnan hükümetinin ısrar ettiği askerî harekât olasılığı tartışıldı. Suriye ve Lübnan askerleri arasında askeri düzeyde çeşitli toplantılar yapıldı. Bu harekatın gerçekleştirilmesi için gerekli tüm hazırlıklar yapıldı. Lübnan hükümetine Suriye’nin katılımının, Lübnan tarafından yapılması gereken bir talep gerektirdiğini, böylece harekatın meşru bir çerçevede olacağını ve gelecekteki olumsuz kampanyaların önünü keseceğini bildirdik. 1976’da Cumhurbaşkanı Süleyman Franjiye ve Lübnan Cephesi’nin talebi üzerine Lübnan’a girmemize rağmen aylar sonra bu Cephe Suriye aleyhine kampanyalar başlattı ve güçlerimize karşı muharebe operasyonlarına katıldı. Daha sonra ABD'nin Körfez'deki tüm yetenekleriyle bu operasyonlara katıldığını gördük. Bu durum ona bize karşı durma veya İsrail'i harekete geçirme fırsatı vermiyor. Çünkü herhangi bir İsrail hamlesi Körfez sürecine zarar verir.
9 Ekim 1990’da Lübnan Cumhurbaşkanı Haravi’nin temsilcisi Faris Boueiz’i kabul ettim. Hem bana hem de Devlet Başkanı Esed’e yazılmış ve Avn isyanının sona erdirmeye hazır olduklarını bildiren mektuplar getirdi.
Konunun Lübnan Bakanlar Konseyi’nde konuşulduğuna ve Hoss’un güç kullanmaya itiraz ettiğine dikkat çekmek gerek. Karar, Hoss’un onayı olmaksızın alındı. Dışişleri Bakanı olarak imzalaması gereken, Suriye’den yardım talep eden mektubu imzalamayı reddetti. Haravi, mektubu kendisi imzalayıp Esed’e gönderdi.
13 Ekim sabahı, Suriye güçleri, Lübnan Ordusu’yla beraber Avn’ın kontrol altında tutuğu bölgeyi hedef alan geniş çaplı bir saldırı başlattı. Topçu atışları ve hava saldırıları ile katkıda bulundu. Sabah saat 9.30 sularında Avn, meşru güçlere teslim olduğunu açıkladı. Ardında eşi ve iki kızını bırakıp kaçarak Fransız Büyükelçiliği’ne sığındı. Askerlerimiz eşi ve kızlarına nezaketle davrandı. Saat 12.00 sularında tüm bölge kontrol altına alınmıştı. Avn, bu şekilde devrildi.
Asi generalin işi böyle bitti. Lübnan hükümeti ve Fransız Büyükelçiliği arasında birkaç gün devam eden görüşmelerden sonra Avn, belirli bir süre Lübnan’a dönmemek kaydıyla sınır dışı edilip Fransa’ya gönderildi.
*Sayın Devlet Başkanı Başkomutan Hafız Esed (Allah sizi korusun)
 En içten duygularımla sizi selamlıyorum. Lübnan’ın genel durumu ve eski Ordu Komutanı’nın isyanı ve meşru otoriteye itaatsizliğinin oluşturduğu olağanüstü durumu ve yaşanan muzdaribiyeti daha önceki görüşmelerimizde ele almıştık.
Lübnan Parlamento başkanı Hüseyin el-Hüseyni ve Başbakan Dr. Selim Hoss’un da hazır bulunduğu son Suriye- Lübnan zirvesinde, Eski Ordu Komutanı’nın isyan ve olumsuz davranışlarına devam etmesi, Lübnanlıların kanlarının akmasını durdurmak ve isyanı sonlandırmak için gereken önlem ve eylemler ele alınmıştı. Bu durum, meşru otoritenin kurtarma, uzlaşma ve barış yolundaki ilerleyişini tamamlamasına imkan tanımakta.
Bu ayın dokuzunda Bakanlar Kurulu’nun tüm bu konuları görüştüğünü ve Lübnan Ordusu'nun, Eski Ordu Komutanı’nın isyanını sona erdirmesi için daha önce alınan kararları oybirliğiyle onayladığını size bildirmekten memnuniyet duyuyorum. Ulusal Mutabakat Belgesi uyarınca ve Suriye ile Lübnan arasındaki kardeşlik ilişkilerine dayanarak, Lübnan Ordusu'nun kendisine emanet edilen görevi yerine getirmesi için Lübnan'da konuşlanmış Suriye Arap Kuvvetlerine gerekli talimatları vermenizi talep ediyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı, eminim ki, bu talebe derhal yanıt vermeniz, Lübnan'ın kurtarılmasına, Lübnan halkının değerli bir güvenlik, barış ve istikrar ülkesi olma konusundaki özlem ve beklentilerine ulaşılmasına aktif olarak katkıda bulunma konusundaki kararlılığınızı yansıtacaktır. Sağlıklı ve selim Lübnan, ihtiyaç halinde Suriye için gerekli yardımı sağlayacaktır.
Sayın Cumhurbaşkanı Allah sizi korusun. Allah sizi Araplar ve ülkelerimizin menfaati için attığınız adımlarda muvaffak kılsın.

Kardeşiniz İlyas Haravi

*Sayın Kardeşim Abdulhalim Haddam
En içten duygularımla sizi selamlıyorum.
Bu ayın dokuzunda Bakanlar Kurulu’nun tüm bu konuları görüştüğünü ve Lübnan Ordusu'nun, Eski Ordu Komutanı’nın isyanını sona erdirmesi için daha önce alınan kararları oybirliğiyle onayladığını size bildirmekten memnuniyet duyuyorum.
Bu misyonun başarısının, Lübnan devletinin, Cumhurbaşkanı Hafız Esed liderliğinde kardeşimiz Suriye'nin desteğiyle kurtuluş, uzlaşma ve barış yürüyüşünü tamamlamasına yardımcı olmasını diliyorum.
En içten duygu ve dileklerimle…

Kardeşiniz İlyas Haravi
Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 6: Saddam ile Rafsancani arasında gizli barış mektuplaşmaları oldu

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 4: ‘Güçlerimiz Hizbullah’ın kışlasına saldırdı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 3: ‘Hariri, Canbolat’ın teklifi üzerine bizimle bir araya geldi. Hafız Esed kendisini sınadı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 2: ‘Esed fikrini değiştirdi, Lahud’a verdiği süreyi uzattı. Suriye uluslararası iradeyle çarpıştı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 1: ‘Esed, Irak muhalefetine sahte vaatlerde bulunmayı önerirken Hatemi bir Kürt devletine karşı uyarı yaptı’
 



HDK Komutanı’nın siyasi danışmanı Yusuf İzzet: Hamideti ile Burhan'ın görüşmesi müzakerelerin gidişatına bağlı

 Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu’nun (Hamideti) Siyasi İşlerden Sorumlu Danışmanı Yusuf İzzet. (arşiv)
Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu’nun (Hamideti) Siyasi İşlerden Sorumlu Danışmanı Yusuf İzzet. (arşiv)
TT

HDK Komutanı’nın siyasi danışmanı Yusuf İzzet: Hamideti ile Burhan'ın görüşmesi müzakerelerin gidişatına bağlı

 Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu’nun (Hamideti) Siyasi İşlerden Sorumlu Danışmanı Yusuf İzzet. (arşiv)
Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu’nun (Hamideti) Siyasi İşlerden Sorumlu Danışmanı Yusuf İzzet. (arşiv)

Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu’nun (Hamideti) Siyasi İşlerden Sorumlu Danışmanı Yusuf İzzet, Hamideti ile Sudan Ordusu Komutanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan arasındaki görüşmenin müzakerelerin gidişatına bağlı olduğunu söyledi. İzzet, müzakere edilen konuların kişilerle ilgili kişisel anlaşmazlıklar değil, Sudan'ın geleceği ve savaşın durdurulması ile ilgili konular olduğuna dikkat çekti.

HDK’nin başkentin her yerini kontrol ettiğini ve bu bölgeleri yalnızca Sudanlıların anlaşmasıyla gelen bir otoriteye teslim edileceğini belirten İzzet, Şarku'l Avsat'a yaptığı açıklamada, Burhan’ın, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada kapsamlı bir çözüm vizyonu sunduğunu ve eskisinden daha net bir vizyon ortaya koyduğunu söyledi. İzzet sözlerine şöyle devam etti:

Artık geriye Burhan'ın, eğer müzakere etmeye ikna olursa ve Sudan krizini çözecek bir vizyona sahipse, nihai çözüm vizyonunu sunması kalıyor.

İzzet ayrıca Burhan’ın, savaşın durdurulmasını görüşmek üzere HDK Komutanı’yla görüşme isteğini dile getirdi.

Müzakereler kaldığı yerden başlayacak

İzzet, müzakere heyetinin aylardır Cidde'de bulunduğunu belirterek, görüşmelere yönelik HDK’nın taahhüdünü yineledi.

ZA
Cidde Anlaşması, Sudan ihtilafının taraflarının da katılımıyla mayıs ayında imzalandı. (Reuters)

İzzet açıklamalarını şöyle sürdürdü:

İki taraf arasındaki müzakereler kaldığı yerden başlayacak. Böylece uluslararası kurallara uygun olarak uzun vadeli bir ateşkese ulaşılabilir. Bu, devletin istikrara kavuşturulması ve adalet, barış ve sürdürülebilir demokrasi temelleri üzerinde yeniden şekillendirilmesi konularının yanı sıra Sudan'da devam eden savaşlara neden olan konuların gündeme getirildiği, sivil güçlerin ve paydaş temsilcilerinin katıldığı kapsamlı müzakerelerin başlatılmasına olanak sağlar.

İzzet, Cidde platformunda Suudi Arabistan – ABD arabuluculuğu tarafından sunulan yeni fikirlerin varlığına ilişkin dolaşan bilgilere ilişkin olarak da şunları söyledi:

Henüz arabulucuların ortaya koyduğu yeni bir vizyon veya müzakere gündemi görmedik. Ancak sahadaki mevcut gerçekliği dikkate alan ve objektif çözümleri tartışan her türlü çabayı memnuniyetle karşılıyoruz. Suudi Arabistan ve ABD'nin barış arayışındaki rolü takdir ve saygımızı taşıyor.

Ateşkes önerisi

Ateşkes ihtimaline ilişkin İzzet, daha önceki görüşmelerde HDK’yı ordudan ayıracak bir merkez kurulması yönünde öneri sunulduğunu belirtti. İzzet, “Savaş gücü olmayan bir ülkede sahada bir izleme mekanizması olduğunda yabancı güçlerin ülkeye girişine onay verildiği anlaşılmıyor. Teklif, ateşkese bağlılığı garanti edecek bir formüle ulaşmak için halen inceleniyor ve geliştiriliyor” ifadelerini kullandı.

Gözetlemeye katılan askeri personelin görevlerini yerine getirebilmesi için her bir tarafın onayının gerekli olduğuna işaret eden İzzet şöyle ayrıca “Bu adımın öncesinde her bir gücün kontrol alanlarının belirlenmesi ve haritaların çizilmesi var. Bunlar tüm savaşlardaki ateşkes süreçlerinde izlenen adımlardır” dedi.

GTH
Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti) ve Sudan Ordusu Komutanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan. (AFP)

İzzet, Sudan Ordusu’nun, aksayan görüşmelerin arkasında HDK’nın olduğu yönündeki suçlamasına ilişkin bir soruya yanıt olarak şunları aktardı:

Ordu, HDK'nin çatışmalarda kaybettiği karargâhını teslim etmesini istiyor ve vatandaşların evlerini kullanıyor. Eğer bu doğruysa neden o evleri boşaltmıyor? Vatandaşları ve onların mallarını korumak her ordunun görevi değil mi?

İzzet ayrıca HDK’nin başkent Hartum'un her yerinde bulunduğunu, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın, bakanlıkların ve tüm ordu karargâhlarının ellerinde olduğunu ifade etti.


Tunus: Nahda lideri Gannuşi açlık grevine başladı

Nahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi ( EPA)
Nahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi ( EPA)
TT

Tunus: Nahda lideri Gannuşi açlık grevine başladı

Nahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi ( EPA)
Nahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi ( EPA)

Nahda Hareketi, cezaevinde bulunan Tunus eski Meclis Başkanı ve Nahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi'nin, siyasi tutukluların serbest bırakılması ve haklarının iadesi için açlık grevinde olan siyasi tutuklu Anayasa Profesörü Prof. Dr. Cevher Bin Mübarek ile dayanışma için 3 günlük açlık grevine başladığını duyurdu.

Gannuşi açlık grevi kararını, “devlet güvenliğine karşı komplo” davası kapsamında tutuklanan çok sayıda siyasi aktivistin gözaltı süresinin 6 ay geçtikten sonra 4 ay daha uzatılmasının ardından aldı. Şarku’l Avsat’a konuşan bazı gözlemcilere göre açlık grevinin amacı, sanıkların dinlenmesi için yetkililere baskı yapmak, dosyanın karara bağlanması için adli duruşmalar düzenlemek ve sanıklar hakkında "ciddi" suçlamalarda bulunmak.

Nahda Hareketi'nin başta Gannuşi ve Bin Mübarek olmak üzere tüm siyasi tutuklulara destek vermeye ve onlarla dayanışma içerisinde olmaya devam edeceği kaydedildi.

Şarku’l Avsat’ın aktardığı açıklamasında Nahda, yetkililere tüm siyasi tutukluların derhal serbest bırakılması çağrısında bulunarak, grevcilerin sağlık ve güvenliğine gelebilecek her türlü zarardan onları sorumlu tuttu.

AZX
Nahda Hareketi destekçilerinin daha önce bazı liderlerinin tutuklanmasını protesto etmek amacıyla düzenlediği gösterilerden (EPA)

Siyasi Tutsaklar Savunma Komitesi üyesi Samir Dilo, Bin Mübarek'in 4 gün önce açlık grevine başladığını, Gannuşi’nin ise Bin Mübarek'e destek ve dayanışma kapsamında açlık grevine başladığını doğruladı. Gannuşi'nin yaşının ilerlemesi nedeniyle açlık grevinden sağlığının etkilenebileceği uyarısında bulunan Dilo, bu kararın sonuçlarından yetkilileri sorumlu tuttu.

Kendisi de cezaevinde olan İsam eş-Şebi liderliğindeki Cumhuriyetçi Parti, devlet güvenliğine karşı komplo iddiasıyla tutuklananların derhal serbest bırakılmasını talep ederek, açlık grevcileri yapanşarla dayanışmasını dile getirdi. Açlık grevi seçeneğinin ardından bu davada 7 ayı aşkın süredir tutuklu bulunanların sağlığını tehdit eden durumdan Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said ve Adalet Bakanı Leyle Ceffal’i sorumlu tutarak, bu kişilerin derhal serbest bırakılmasını talep etti. Ayrıca, dosyanın "mahkumiyet yönünde herhangi bir destek veya argüman içermediği" gerekçesiyle kalıcı olarak kapatılmasını talep etti.

Bu bağlamda, Siyasi Mahkumlar Savunma Komitesi üyesi Delile Musaddık, Bin Mübarek'in "kendisine yönelik şikayetler ortadan kalkana ve kendisini bu uydurulmuş siyasi davadaki tüm tutuklular serbest bırakılana kadar bu grevi durdurmayacağını" açıkladı.

Tunuslu yetkililer, geçtiğimiz Şubat ayında bir dizi siyasi aktivist ve iş adamını “devlet güvenliğine karşı komplo kurmak” suçlamasıyla tutuklamış olması ve bunlardan ikisinin 13 Temmuz'da serbest bırakıldı.

Buna karşılık Tunus yargısı, siyasetçi ve iş insani Hayyam et Turki, Nahda Hareketi eski lideri Abdulhamid el-Celasi, Rıza Bilhac, Demokratik Akım Partisi Genel Sekreteri Gazi eş-Şevaşi, Kurtuluş Cephesi lideri Bin Mübarek ve Şabi’nin serbest bırakılmasını reddediyor.

Diğer yandan Ulusal Kurtuluş Cephesi Başkanı Ahmed Necib eş-Şabi, siyasi tutuklu siyasetçilerin açlık grevi, kendisinin "yargı ertelemesi" olarak tanımladığı durumu protesto etmek amacıyla önümüzdeki hafta artacağını söyledi.


11 bin kişi incelendi: İyi bir finansal planlama, ömrünüzü uzatabilir

(Unsplash)
(Unsplash)
TT

11 bin kişi incelendi: İyi bir finansal planlama, ömrünüzü uzatabilir

(Unsplash)
(Unsplash)

Bir yıl önden finansal planlama yapmanın hayatınızı uzatabileceği yeni bir araştırmada belirtildi.

Enflasyonun tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştığı bir dönemde para biriktirmek zor olabilir ve önceki araştırmalar birçok hanenin mali açıdan geleceğe hazırlık yapmada zorlandığını ortaya koyuyor.

Proaktif finansal planlamanın ölüm riskinin azalmasıyla bağlantılı olup olmadığını araştıran birkaç çalışma daha önceden yapılmıştı. Peki durum gerçekten böyle mi?

Bu çalışma için araştırmacılar Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık'tan 11 binden fazla yaşlının 22 yıla yayılan verilerini inceledi.

Katılımcılar sağlık durumlarını, öngörülen yaşam sürelerini ve finansal tercihlerinin geleceğini ne ölçüde düşündüklerini araştıran anketlere yanıt verdi.

Sonuçlar gözlemlenen dönem boyunca mali durumlarını istikrarlı bir şekilde planlayanların, ölme ihtimalinin daha düşük olduğunu ortaya koydu.

Finansal stratejileri etkileyebilecek demografik özellikler, gelir ve kişinin beklediği yaşam süresi gibi potansiyel etkiler hesaba katıldığında bile, ikisi arasındaki bu korelasyon tutarlılığını sürdürdü.

Mali konularda daha ileriye dönük bir yaklaşım sergileyenler genel anlamda sağlık durumlarının daha iyi olduğunu bildirdi.

Daha uzun yaşam beklentisiyle mali durum arasındaki bağlantının en güçlü görüldüğü kesimse daha düşük gelire sahip olanlardı.

Araştırmacılara göre bu durum, özellikle yaslanacak bir finansal güvenlik ağı olmayan kişilere uzun vadeli planlamanın fayda sağlayabileceğine işaret ediyor.

Öte yandan araştırma ekibi bu bulguların neden-sonuç ilişkisini doğrulamadığını ve daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu da belirtti.

Yine de araştırmacılar bu çalışmanın, yaşlılar arasındaki sağlık eşitsizliklerini azaltma çabalarına ışık tutulmasını sağlayabileceğini düşünüyor.

Colorado Üniversitesi'nden çalışmanın ortak yazarı Profesör Joe Gladstone yaptığı basın açıklamasında, "Çalışmamız, finansal planlama esksikliğinin sadece cüzdanınıza değil, aynı zamanda sağlığınıza ve uzun süre yaşama ihtimalinize de kötü geldiğini gösteriyor" dedi.

Toplumu gelecekteki ihtiyaçları ve hedefleri hakkında daha fazla düşünmeye teşvik ederek refahlarını artırabilir ve sağlık eşitsizliklerini azaltabiliriz.

Independent Türkçe


28 Eylül: Arap dünyasını üç kez sarsan tarih

1 Ekim 1970'te Cemal Abdunnasır'ın cenaze töreni sırasında kalabalıklar. (Getty Images)
1 Ekim 1970'te Cemal Abdunnasır'ın cenaze töreni sırasında kalabalıklar. (Getty Images)
TT

28 Eylül: Arap dünyasını üç kez sarsan tarih

1 Ekim 1970'te Cemal Abdunnasır'ın cenaze töreni sırasında kalabalıklar. (Getty Images)
1 Ekim 1970'te Cemal Abdunnasır'ın cenaze töreni sırasında kalabalıklar. (Getty Images)

Sami Moubayed

Suriye eski Başbakanı Faris el-Huri (1877-1962) anılarında, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Mebusan Meclisi'nde milletvekili olarak görev yaparken Mısır'ı geri almak için askeri bir saldırıya hazırlanan Osmanlı Harbiye Nazırı Enver Paşa ile görüşmesini anlatıyor. El-Huri toplantının tarihini belirtmiyor ancak bunun Ocak 1915'te Mısır’a yönelik askerî harekât başlamadan önce olduğu varsayılıyor.

Enver Paşa Mısır’ı çok kolay bir şekilde alacağını anlatınca el-Huri, güçlü İngiliz Ordusu'na karşı savaşmadan önce Sina çöllerini aşması gereken paşanın kendine olan güveni karşısında şaşkına dönüyor. El-Huri daha fazlasını sorunca Enver Paşa'nın, Mısır'ın fethinin hicri 1334 (miladi 1916) yılında olacağını ilim sahibi bir kişiden duymuş olduğunu öğreniyor. Bunun delili ise ebced hesabına göre “Mısır'ı fethedeceksin” ifadesinin harflerinin toplamının 1334 olması.

Enver Paşa maalesef Mısır'da kendisinin ve ordusunun başına gelenler karşısında şok olmuştu. O, Mısır'ı geri alamamakla kalmadı, Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Osmanlı İmparatorluğu'nu da kaybetti. Tarih boyunca pek çok lider, önemli kararlarını verirken ebced hesabına güvendi. Belki de bu tarz malumatları umursamayan en ünlü kişi, Roma döneminde kötü şans ve felaketle ilişkilendirilen 15 Mart tarihi konusunda uyarılan Roma'nın en ünlü imparatoru Julius Sezar'dı. Sezar, 15 Mart günü en yakınındakiler tarafından bıçaklanarak öldürüldü.

28 Eylül 1961 tarihinde Mısır-Suriye birliği bozuldu ve Birleşik Arap Cumhuriyeti dağıldı. Cemal Abdunnasır 28 Eylül 1970’te öldü. Ayrıca 2000 yılında Ariel Şaron'a karşı İkinci İntifada’nın patlak verdiği günde 28 Eylül’dü. Bu da 28 Eylül’ü modern Arap tarihinin en sembolik tarihlerinden biri yapıyor.

Eğer Mısır'ın eski Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır, Sezar gibi 28 Eylül’ün lanetli bir gün olduğu konusunda uyarılsaydı muhtemelen o gün evinden ayrılmazdı. 28 Eylül, 1961'de Suriye-Mısır birliğinin dağılmasına ve ardından 1970 yılında kendi zamansız ölümüne tanık olan karanlık bir gündü. Yine aynı gün, 2000 yılında İkinci İntifada patlak verdi. Böylece 28 Eylül, modern Arap tarihinde bir dönüm noktası haline geldi.

28 Eylül 1961

Eylül 1961, Şubat 1958'de kurulan kısa ömürlü Suriye-Mısır birliğinin en kötü dönemlerinden biriydi. İnsanlar kapalı kapılar ardında Suriye'yi yöneten Mısırlı subayların yanlışlarını konuşuyordu. Abdunnasır, Suriye'deki özel sektörü yeni kamulaştırmıştı. Bu, Şam ve Halep'teki önde gelen iş adamlarını öfkelendiren bir hareketti. Eylül ayında Abdunnasır'ın iki adamı, Suriyeli Abdulhamid es-Serrac ile Mısırlı Abdulhakim Amir arasında son hesaplaşma yaşandı. Eski bir içişleri bakanı ve güvenlik şefi olan es-Serrac, Birleşik Arap Cumhuriyeti’nde cumhurbaşkanı yardımcısı olarak görev yaptı. Amir ise Abdunnasır'ın Suriye'deki adamı ve Mısır ordusunun komutanıydı. Abdunnasır ikisini de Kahire'ye çağırdı ve uzun görüşmelerin ardından es-Serrac 22 Eylül 1961 tarihinde görevinden istifa etti. Kamu hayatından çekildi ve dolaylı olarak Amir'in kendisini mağlup ettiğini kabul etti. 28 Eylül'ün erken saatlerinde, Abdulkerim en-Nahlavi liderliğindeki bir grup subay harekete geçti ve askeri bir darbe gerçekleştirdi.

Cemal Abdunnasır, Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin dağılmasına karşı isyan etti ve çok sevdiği birliği yeniden tesis etmeye çalıştı, ancak başarılı olamadı.

Darbeci liderler Amir ile görüştüler ve kendisi de onların isteklerini kabul etme isteğini dile getirince 9 No'lu Askeri Tebliğ'i yayınladılar. Tebliğde, “Silahlı Kuvvetler Başkomutanı’nın bilgeliğine olan güvenimiz sayesinde işler normal seyrine döndü” ifadeleri yer aldı. Tebliğin yayınlanmasının ardından askeri kademelerde büyük bir huzursuzluk yaşandı. Halkın bir kısmıysa Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni desteklemek için gösteriler düzenledi. Darbe liderleri, Amir’in zaman kazanmak için kaçamak davrandığını ve taleplerine yanıt verme niyetinde olmadığını anladıktan sonra hareketlerine devam etmeye karar verdiler. Olaylar hızlandı ve aynı günün akşamı saat beş buçukta Abdulhakim Amir, bazı Suriyeli bakanlarla birlikte Şam'dan ayrıldı.

Cemal Abdunnasır, Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin dağılmasına karşı isyan etti ve çok sevdiği birliği yeniden tesis etmeye çalıştı, ancak başarılı olamadı. Lazkiye'ye paraşütçüler gönderip darbecileri tutuklattı. En-Nahlevi ve grubuna karşı şiddetli bir saldırı başlattı ve onları Siyonizm ve emperyalizmin ajanları olarak nitelendirdi. Ancak tüm bunlar sonuçsuz kaldı ve Suriye ile Mısır birliği yeniden tesis edilemedi.

Abdunnasır gerçekten öldürüldü mü? Zirvenin bitiminden sonra Kuveyt Emiri'ne veda ederken son anlarını yaşadığının farkında mıydı? Suriye ile Mısır birliğinin bittiği gün olan 28 Eylül'ün hayatının da son günü olacağını biliyor muydu?

Cemal Abdunnasır'ın eşi Tahia Kazım anılarında, o gün eşinin başına gelenleri şöyle anlatıyor: “Radyoda konuşmasını duydum ve ne kadar sıkıntılı olduğunu farkettim. Onun üzüntüsünü hissettim ama gerçek şu ki Suriye'den ayrılığa üzülmedim. Benim için yalnızlık rahat edebileceğim bir şey değildi. Zira onun işi önce azami düzeye çıktı ve 1959 yılı sonunda şeker hastalığına yakalandı. Ben de kendi kendime onun çok çalışmaktan hastalandığını söylerdim.”

28 Eylül 1970

Her ne kadar ona çok acı vermiş olsa da Suriye'deki 1961 darbesinin Abdunnasır'ın kötüleşen sağlığıyla bir ilgisi olup olmadığını kimse kesin olarak bilmiyor. Kesin olan tek şey, Suriye ile Mısır birliğinin bu şekilde bozulmasının onun ruhunda derin bir yara açtığıdır. Abdunnasır’ın hayatındaki ilk yenilgi, 23 Temmuz 1952 Devrimi'nden Süveyş Kanalı'nın millileştirilmesine, 1956'daki üçlü saldırıya tepkiden 1958'de Suriye ile birliğe kadar uzanan bir dizi ses getiren zaferin ardından geldi. 1961'den sonra Abdunnasır için acılar birikti ve Haziran'daki başarısızlık onu mahvetti. Birkaç ay sonra, 1967'de Arapların yenilgisinden doğrudan sorumlu olan, ömür boyu dostu ve yoldaşı Abdulhakim Amir'in ölümü ya da cinayeti yaşandı.

Abdunnasır çok sigara içiyordu ve o dönemde Mısır'da düzenlenen Arap Zirvesi'nde doktorlar onun büyük strese maruz kaldığını bildirmişti. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile Ürdün Ordusu arasındaki kanlı ‘Kara Eylül’ çatışmalarının durdurulması için büyük çaba harcadı. Elli iki yaşındayken ateroskleroz ve şeker hastalığının komplikasyonlarından öldüğünü söylediler. Bu durum, masaj seansları sırasında vücuduna verilen zehirden kaynaklanan doğal olmayan bir ölüm veya yavaş bir suikastla ilgili birçok hikâyeyi ateşledi.

Abdunnasır gerçekten öldürüldü mü? Zirvenin bitiminden sonra Kuveyt Emiri'ne veda ederken son anlarını yaşadığının farkında mıydı? Suriye ile Mısır birliğinin bittiği gün olan 28 Eylül'ün hayatının da son günü olacağını biliyor muydu?

28 Eylül 2000

Mısırlılar Abdunnasır'a veda etmek için sokaklara döküldüler. Onun ölüm tarihi, sevenlerinin yıllarca andığı üzücü bir olay olarak kaldı. Cemal Abdunnasır'ın ölümünden tam 30 yıl sonra, 28 Eylül 2000'de İsrailli muhalefet lideri Ariel Şaron Mescid-i Aksa'ya girdi. Provokasyonun hem caminin içinde hem de kapılarında gösterileri tetiklediği biliniyor. Bu provokatif ziyaret, caminin içinde ve çevresinde öfkeli gösteri dalgalarına yol açtı. İsrail, göstericilere ateş ederek yedi kişiyi öldürdü ve 250 Filistinli genci yaraladı. Bu olay El Aksa İntifadası olarak da bilinen İkinci İntifada'yı ateşledi.

Dönemin İsrail İçişleri Bakanı Şlomo Ben Ami, Filistin Önleyici Güvenlik Servisi Başkanı Cibril er-Rucub'a danıştıktan sonra Şaron'a camiyi ziyaret etme yetkisi verildiğini söyledi. Er-Rucub bunu şiddetle yalanladı. 28 Eylül 2000 olayları, 1961 ve 1970 yıllarında olduğu gibi hızlanarak 30 Eylül'de Gazze'de babasının vücudunun arkasına saklanan Muhammed Durra adlı çocuğun öldürülmesine yol açtı. Bir Fransız kanalının kamerasıyla çekilen bu sahne o dönemde küresel bir öfke dalgasına yol açtı ve 12 yaşındaki Muhammed Durra İkinci İntifada’nın sembolü haline geldi.

* Şarku’l Avsat okurları için Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.


Trudeau, Hindistan’a kokain dolu bir uçakla gittiği yönündeki iddiaları yalanladı

Kanada Başbakanı Justin Trudeau (AP)
Kanada Başbakanı Justin Trudeau (AP)
TT

Trudeau, Hindistan’a kokain dolu bir uçakla gittiği yönündeki iddiaları yalanladı

Kanada Başbakanı Justin Trudeau (AP)
Kanada Başbakanı Justin Trudeau (AP)

Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun Ofisi, bu ay G20 toplantısına katılmak üzere Hindistan’a ‘kokain dolu’ bir uçakla gittiği yönündeki iddiaları şiddetle reddetti.

Şarku’l Avsat The Independent gazetesinden aktardığı habere göre, Başbakanlık Ofisi tarafından bugün yapılan açıklamada, Hint bir emekli diplomatın bir TV programı sırasında öne sürdüğü iddia reddedildi.

Açıklamada, “Bu kesinlikle yanlıştır ve dezenformasyonun medyada yer aldığını gösteren rahatsız edici bir örnektir” ifadeleri de kullanıldı.

Hint medyasında geniş çapta yer alan iddia, iki ülke arasındaki şiddetli diplomatik anlaşmazlığın olduğu bir dönemde ortaya çıktı. 

Kanada ve Hindistan, Trudeau’nun Kanada’da bir Sih liderinin ölümünde ‘Hindistan devletinin parmağı olduğuna’ dair ‘inandırıcı iddialar’ bulunduğunu söylemesinin ardından karşılıklı olarak üst düzey diplomatları sınır dışı etti.

Hindistan’ın eski Sudan Büyükelçisi Deepak Vohra Pazartesi günü yaptığı açıklamada, kokuya duyarlı köpeklerin uçakta kokain bulduğuna ve Trudeau’nun iki gün boyunca odasından çıkmadığına dair ‘inandırıcı söylentiler’ olduğunu söyledi.

Zee News’te sunucu Deepak Chaurasia’nın sunduğu bir programa katılan Vohra, “Başkanın yemeğine gitmedi. İnsanlar onun uyuşturucunun neden olduğu bir sersemlik içinde olduğunu söylüyor” dedi.

Program, sunucunun ‘Kanada Başbakanı’nın beyninin nasıl çalıştığını’ açıklamaya çalışmasıyla başladı.

Vohra ise, “Beyni var mı? O küçücük bir bebek” diyerek, eşinin Trudeau’yu Yeni Delhi Havaalanı’nda gördüğünde ‘sıkıntılı’ göründüğünü ekledi.

Ayrıca, “Kafasından neler geçtiğini söyleyemem, ama davranışlarının onun çıldırdığını gösterdiğini anlıyorum” diye ekledi.

scdf
Kanada Başbakanı Justin Trudeau, 2018’de Yeni Delhi’ye yaptığı ziyarette Hintli mevkidaşının yanında (Reuters)

Sih ayrılıkçı lider Hardeep Singh Nijjar’ın Kanada’da öldürülmesinin ardından iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler, onlarca yıldır yaşanan en kötü döneme girdi.

Nijjar, 18 Haziran’da Vancouver’da kendisine tahminen 30 ila 50 el ateş eden iki maskeli adam tarafından öldürüldü.

Kanadalı yetkililer, Kanada’daki Hintli yetkililerle yapılan iletişimler de dahil olmak üzere, cinayetle ilgili iddialarını destekleyen istihbarat ve işaretlere sahip olduklarını söylüyor.


Lübnan’da devlet okulları ekonomik çöküşün ağırlığı altında eziliyor

Beyrut’ta fresklerle süslenmiş bir devlet okulunun girişi (AFP)
Beyrut’ta fresklerle süslenmiş bir devlet okulunun girişi (AFP)
TT

Lübnan’da devlet okulları ekonomik çöküşün ağırlığı altında eziliyor

Beyrut’ta fresklerle süslenmiş bir devlet okulunun girişi (AFP)
Beyrut’ta fresklerle süslenmiş bir devlet okulunun girişi (AFP)

Rana Hariri, finansman yetersizliği ve ekonomik kriz nedeniyle devam eden öğretmen grevleri nedeniyle örgün eğitimin akıbetinin hâlâ bilinmediği Lübnan'da, kızı Aya'ya okula dönüş tarihini sorduğunda ne cevap vereceği konusunda kafası karışık durumda.

51 yaşındaki Rana, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Evde kalmaktan çok yoruldum. Bana defalarca ‘Okula ne zaman döneceğim?’ diye sordu ama ona nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum” ifadelerini kullandı.

Pek çok sektör gibi eğitim sektörü de 4 yıldır devam eden ekonomik çöküşün ağırlığını taşıyor.  Üst üste gelen krizler öğretmenleri, öğrencileri ve aileleri yıpratıyor.

Geçtiğimiz yıllarda eğitim, öğretmenlerin maaşlarının iyileştirilmesi talebiyle yinelenen grevler sebebiyle gölgede kaldı. Hali hazırda öğretmen maaşları zamların ardından yaklaşık 150 ile 300 dolar arasında değişiyor.

Grevler, ulusal para biriminin değerinin yüzde 98'den fazlasını kaybettiği ve nüfusun satın alma gücünün, çoğu kişinin temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar azaldığı bir ekonomik çöküşün ortasında gerçekleşti.

xssd
Okul öğretmenleri Beyrut'taki Lübnan Parlamentosu önünde oturma eylemi sırasında pankartlar açtı (AFP)

Dört çocuk annesi Rana, "Geçtiğimiz yıl grevler nedeniyle çocuklarım üç ay evde kaldı" dedi. Eğitim Bakanlığı ise acil finansman ihtiyacı nedeniyle alarm veriyor.

Rana, kızı Menna'nın (14 yaşında) tıp diplomasına sahip olacağını hayal ediyor ama bugün bu hayalinin gerçekleşmemesinden endişe ediyor.

Rana, “Çocuklarımın geleceğinin nasıl olacağını bilmiyorum. 4 yıldır bu tedirginliğin içindeyiz, ne öğretmenlerin hakları var, ne de çocuklarımız gerekli müfredatları okuyor” dedi.

Kötüleşen yaşam koşulları ve uzun süreli grevler sırasında, Rana'nın iki oğlu, tesisatçı babalarının işçi alamamasıyla ona yardım etmeye başladı.

Aya ve Menna ise evde oturup bekliyorlar. Hariri, “Onların zamanla karşılaşacakları bir diploma taşımalarını istiyorum ama bu ülke gelecek için bir katil” şeklinde konuştu.

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu'nun (UNICEF) Lübnan ofisine göre, Lübnanlı çocuklar son dört eğitim yılında koronavirüs salgını, Beyrut limanındaki patlama ve ekonomik kriz gibi çeşitli krizlerin ardından eğitimlerinde kesinti yaşadı.

Ekonomik kriz nedeniyle okulun ulaşım, kırtasiye, kitap, giyim yükünü taşıyamayan ailelerin sayısı arttı.

Rana, “Bu yıl sadece kullanılmış, hatta yıpranmış kitapları alacağız. Yalnızca kesinlikle gerekli olanı ve en ucuz olanı (kırtasiye malzemesi) satın alacağız” dedi.

Haziran ayında yayınlanan bir UNICEF raporu, ailelerin yüzde 15'inin çocuklarını eğitmeyi bıraktığını gösterdi. Bu oran bir önceki yıl yüzde 10'du. Zor yaşam koşulları nedeniyle her 10 aileden biri, en küçükleri bile altı yaşında olan çocuklarını çalışmaya göndermek zorunda kalıyor.

UNICEF'in Lübnan'daki eğitim departmanı başkanı Atıf Refik’e göre okulu bırakmak, özellikle en savunmasız topluluklardaki çocukları sokakta şiddete ve kızları da erken evlilik risklerine maruz bıraktı.

UNICEF, Lübnan hükümetine eğitim için fon sağlaması, öğretmenlerin ve eğitim personelinin maaşlarının garanti altına alınması ve sektöre yapılan harcamaların artırılması çağrısında bulundu.

zxs
Bir öğretmen Lübnan Parlamentosu önünde oturma eylemi düzenlerken ( AFP)

Milli Eğitim Bakanlığı'nın istatistiklerine göre, yaklaşık 153 bin Suriyeli öğrenciye ek olarak geçtiğimiz yıl 261 binden fazla Lübnanlı öğrenci örgün eğitime kaydoldu.

Lübnan Eğitim Bakanı Abbas el Halebi, “Örgün eğitimin tehlikede olduğunu söylerken abartmıyorum. Bugünkü acil durum mali açıdan önemlidir. Okul yılına başlamak için gerekli finansmanı sağlamak bizim için bir öncelik” ifadelerini kullandı.

Geçtiğimiz birkaç yılda bakanlık, hükümet ödeneklerine ve aralarında Dünya Bankası ve UNICEF'in de bulunduğu bağışçılardan gelen fonlara güvendi.  Ancak Halebi, bağışçıların kendisine ‘devlet okullarındaki öğretmenlere ve işçilere teşvik veya üretkenlik ödeneği ödemek için para bulunmadığını’ açıkça bildirdiklerini söyledi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün bir raporuna göre, finansman eksikliği nedeniyle Eğitim Bakanlığı daha önce krizden önceki 180 okul gününü 2020'de 96'ya, ardından son iki yılda yaklaşık 60 güne düşürmüştü.

Lübnan araştırmacısı Remzi Kays, her eğitim yılının başında finansmanın nasıl sağlanacağı, öğretmenlere maaşlarının nasıl ödeneceği ve devlet okullarının kapılarını nasıl açacağı konusunda bir planın olmadığını gördüklerini aktardı.

Uzun süren grevler sonucunda devlet okulları dersleri eskisine göre azaltma kararı aldı.

Mali kapasitenin azalması nedeniyle örgün eğitim sektörü özel sektörden büyük bir göçe tanık oldu ve birçoğu artık bunun maliyetini karşılayamıyor.

35 yaşındaki Farah Kubur, bugün üç çocuğunu (9, 11 ve 12 yaşında) devlet okuluna bile gönderemeyeceğinden korkuyor.

dv
Farah çocuklarına okul ödevlerinde yardım ederken ( AFP)

Kubur, “Öğrenemeyeceklerinden korkuyorum. Eğitim en önemli şey ve tek istediğim çocuklarımın hayalini gerçekleştirmek” diyerek, çocuklarından birinin aşçı diğerinin ise öğretmen olmayı istediğini bildirdi.

Ayrıca, “Her yıl işler daha da zorlaşıyor. Her şey pahalı, yiyecek ve içecek, benzin ve hatta ekmek” dedi.


Brezilya, Bolsonaro'nun başkanlık adaylığını reddetme kararını doğruladı

Brezilya'nın eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro ( EPA)
Brezilya'nın eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro ( EPA)
TT

Brezilya, Bolsonaro'nun başkanlık adaylığını reddetme kararını doğruladı

Brezilya'nın eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro ( EPA)
Brezilya'nın eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro ( EPA)

Brezilya Yüksek Seçim Mahkemesi, Jair Bolsonaro'nun sunduğu talebi reddetti ve aşırı sağcı eski cumhurbaşkanının “gücünü kötüye kullanması” nedeniyle 8 yıl boyunca adaylıktan menedilmesi kararını onayladı.

Şarku’l Avsat’ın yerel basından edindiği bilgilere göre Yedi yargıcın verdiği karar, mahkemenin 30 Haziran'da Bolsonaro'nun 2026 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmasını engelleyen önceki kararı onadı.

Yargıçların kararlarını mahkemenin web sitesinde yayınlamaları için Perşembe gününe kadar süreleri var.

Ülkenin 2019-2022 yılları arasındaki Devlet Başkanlığı yapan Bolsonaro, kararı "sırtından hançerlenme" olarak nitelendirdi ve konuyu ülkenin en yüksek yargı organı olan Federal Yüksek Mahkeme'ye taşıyacağını duyurdu.

18 Temmuz 2022’de Brezilya'da büyükelçilerle yaptığı toplantıda elektronik oylama konusunda yanıltıcı bilgiler yaydı ve bu sistemde güvenlik açıkları olması durumunda askeri darbe iması yapmıştı.

Yüksek Seçim Mahkemesi, Yüksek Mahkeme'de beş soruşturması bulunan ve hapis cezasına çarptırılma ihtimaliyle karşı karşıya olan Bolsonaro'ya ilişkin 15 davayı daha değerlendiriyor.


Biden ailesi, ABD Başkanı'ndan nasıl menfaat sağlıyor?

Biden, gelecek yılki seçimlerde bir dönem daha başkanlık yapabilmek için yarışacak (Reuters)
Biden, gelecek yılki seçimlerde bir dönem daha başkanlık yapabilmek için yarışacak (Reuters)
TT

Biden ailesi, ABD Başkanı'ndan nasıl menfaat sağlıyor?

Biden, gelecek yılki seçimlerde bir dönem daha başkanlık yapabilmek için yarışacak (Reuters)
Biden, gelecek yılki seçimlerde bir dönem daha başkanlık yapabilmek için yarışacak (Reuters)

ABD'nin önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal (WSJ), ABD Başkanı Joe Biden'ın ailesinin, onun siyasi pozisyonundan nasıl menfaat sağladığını haberleştirdi.

Haberde, 80 yaşındaki Biden'ın oğlu Hunter Biden'ın yanı sıra, liderin kardeşleri James Biden ve Francis Biden'la ilgili iddialara yer verildi.

WSJ'nin haberine göre Joe Biden, aile fertlerinin iş ilişkilerinden doğrudan kazanç elde ettüyse bile buna dair bir kanıt bulunamadı.

Haberdeki iddiaların, ABD Temsilciler Meclisi Gözetim ve Hesap Verilebilirlik Komitesi'nin Joe Biden hakkında başlattığı azil soruşturmasıyla aynı döneme gelmesi de dikkat çekti. 

James Biden'ın Irak'ta 100 bin konut projesi

ABD'deki HillInternational adlı inşaat firması, 2010'da James Biden'ı Ortadoğu, Afrika ve Asya'da düşük maliyetli betonarme konutlar yapılması amacıyla başlatılan HillStone International projesinin başkan yardımcısı yaptı.

Habere göre HillStone International, 74 yaşındaki James Biden'ın da girişimiyle Güney Kore'deki bir şirketle Irak'ta 100 bin ev inşa edilmesi için 1,5 milyar dolarlık anlaşma imzaladı. Bu dönemde ABD'nin 2003'te başlattığı savaş kapsamında Irak'ta yaklaşık 50 bin Amerikan askeri de görev yapıyordu. Ancak inşaatlar hiçbir zaman gerçekleştirilemedi. James'in buradaki pozisyonunda ne kadar maaş aldığı bilinmiyor.

Öte yandan WSJ, James Biden işe alındığında firmadan yapılan açıklamada, James'in abisi üzerinden sahip olduğu siyasi bağlara dikkat çekilerek, "ülke çapında ve uluslararası alanda iş, siyaset, hukuk ve finans çevrelerindeki yöneticilerle yaklaşık 40 yıllık deneyimi" olduğunun belirtildiğini yazdı. 

"Hesabı Biden ailesine yazarız" 

James Biden, ABD'de bağımlılık ve ruh hastalıklarıyla ilgili yenilikçi tedaviler sunan sağlık kuruluşların geliştirilmesini hedefleyen Americore Health adlı firmanın da yatırımcıları arasındaydı. 

WSJ'ye göre Americore'un farklı sağlık kuruluşlarını satın alıp bünyesine katarak gelişmesi için yatırım yapan James Biden'ın adı, burada bir yolsuzluk davasına da karıştı. Americore, agresif büyüme planında yatırımcılardan yeterli miktarları toplamadan küçük kuruluşları satın alınca, firma finansal açıdan zor duruma düşerek iflas etti. 

James Biden, Hunter'la yürüttüğü iş bağlantılarıyla da gündemde (AP)
James Biden, Hunter'la yürüttüğü iş bağlantılarıyla da gündemde (AP)

2019'da James Biden'a hem Americore hem de firmanın iş yaptığı sağlık kuruluşlarından Azzam Medical Services ve Diverse Medical Management tarafından dava açıldı. 

Americore, James'in firmadan borç aldığı 600 bin doları ödemediğini savundu. Geçen yıl sonuçlanan davada Biden firmaya 350 bin dolar tazminat ödedi.

Diverse Medical Management'ın CEO'su Michael Frey ise davada James'in abisi Joe Biden'ın sendikalarla ve farklı kuruluşlarla bağlantılarını kullanarak şirketi geliştirmeyi vaat ettiğini öne sürdü.

Azzam Medical Services'in kurucusu Mohannad F. Azzam da davada James Biden'ın kendileriyle yaptığı görüşmede, Joe Biden başkan olunca firmalarını sağlık politikalarının parçası olarak koruma altına alacağını söylediğini savundu. Ayrıca Azzam, James Biden'ın bu süreçteki maliyetlerin "Biden ailesine yazılabileceğini" belirttiğini de iddia etti. 2020'de tarafların anlaşmaya varmasıyla dava sonlandırıldı. 

Öte yandan James Biden'ın kimliğini paylaşmayan bir temsilcisi, WSJ'ye iddiaların doğru olmadığını savunarak, "50 yıldır iş dünyasında olan James Biden, tüm iş anlaşmalarında etik ve kanunlara uygun şekilde davrandı" dedi.

Hunter Biden'ın Ukrayna ve Çin bağlantıları

53 yaşındaki Hunter Biden, Çin ve Ukrayna'daki şirketlerle bağlantıları nedeniyle 2020'deki seçim sürecinde sık sık Cumhuriyetçilerin hedefi haline gelmişti.

Söz konusu iddialara göre Ukraynalı enerji firması Burisma, 2014-2019'da şirketin yönetim kurulunda yer alan Hunter'a yıllık yaklaşık 1 milyon dolar ödedi.

Hunter, "Biden" soyadını markaya çevirdi

Hunter'ın yakın iş ortaklarından Devon Archer da ABD Temsilciler Meclisi'nde Gözetim ve Hesap Verilebilirlik Komitesi'ne temmuzda verdiği ifadede, Hunter'ın firmalarla görüşmelerinde "babasının nüfuzuna erişim yanılsamasını sattığını" öne sürmüştü. Archer, ayrıca Hunter'ın Biden soyadını bir "marka" gibi gösterdiğini savunmuştu.

Joe Biden, "Ben ölene kadar Hunter'a açılan davalar sonuçlanmaybilir" demişti (Reuters) 
Joe Biden, "Ben ölene kadar Hunter'a açılan davalar sonuçlanmaybilir" demişti (Reuters) 

Archer, Joe Biden'ın sık sık Hunter'ı aradığını fakat oğlunun şirketlerle yaptığı görüşmelerden haberdar olmadığını iddia etmişti. Biden da bu yöndeki iddiaları reddetmişti.

Öte yandan ABD'nin tanınmış tabloid gazetelerinden New York Post, 14 Ekim 2020'de yayımladığı haberde, Hunter'ın Delaware'deki bir tamircide unuttuğu bilgisayarındaki yazışmaları ortaya çıkarmıştı.

Buna göre Biden'ın, başkan yardımcılığı yaptığı dönemde Hunter'ın Burisma'daki ilişkilerine müdahil olduğu ve bu firmayı soruşturan başsavcının görevden alınması için Ukrayna'ya baskı yaptığı iddia edilmişti.

"Alıcı adresi olarak Biden'ın evi gösterildi"

ABD Temsilciler Meclisi Gözetim ve Hesap Verilebilirlik Komitesi'nin Başkan Biden'la ilgili başlattığı azil soruşturmasının dün yapılan ilk oturumunda, Biden'ın 2019'da Çinli özel sermaye şirketi Bohai Harvest RST'den (BHR) 260 bin dolar aldığı öne sürüldü.

Biden, geçen yıl avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamada firmada hissedar olduğunu fakat BHR'den hiç para almadığını iddia etmişti.

Komite, banka kayıtlarında alıcıya ait adresin Başkan Biden'ın Delaware eyaletindeki evine ait olduğuna da dikkat çekti. Hunter'ın avukatı Abbe Lowell ise gönderilen miktarın Biden'ın oğlunun firmaya yatırımı karşılığı verilen bir güvence payı olduğunu savundu. 

Francis Biden, Hunter ve James Biden'a kıyasla daha geri planda (AP)
Francis Biden, Hunter ve James Biden'a kıyasla daha geri planda (AP)

Avukat, o dönem Hunter'ın bir tek Delaware'deki evin adresini kullandığını, o yüzden banka bilgilerinde bu konuta ait bilgilerin yer aldığını söyledi. 

Lowell, WSJ'ye Hunter'ın hiçbir zaman babasıyla ortak iş projelerine girmediğini savunarak, müvekkili hakkındaki iddiaları yalanladı.

James ve Hunter ortak da çalıştı

ABD'nin önde gelen gazetelerinden Washington Post'un geçen yıl martta yayımladığı haberde, Hunter ve James'in 2020'de iflas eden Çinli enerji şirketi CEFC China Energy'den para aldığı da savunulmuştu.

WSJ, ABD Kongresi'ndeki Cumhuriyetçilerin 2020'de yayımladığı bir raporda, firmadan en az 1,4 milyon doların James'e ait danışmanlık firması Lion Hall Group'a gönderildiğinin ortaya konduğunu hatırlattı.

"Reis arıyor, açmam lazım"

WSJ, Illinois eyaletindeki endüstriyel üretim firması Federal Signal Corp.'ta bir dönem çalışan Francis Biden'ın, buradaki iş görüşmelerinde sık sık Joe Biden'ın adını kullandığını da savundu. Haberde, Francis'in hangi yıllarda firmada çalıştığı belirtilmedi. 

Eski firma çalışanlarından Matthew Brady, WSJ'ye 69 yaşındaki Francis'in haftalık toplantılarda "Bir dakika telefonu açmam lazım, reis arıyor" diyerek, Joe Biden'la konuştuğunu söyledi. 

Francis Biden, WSJ'nin yorum talebine yanıt vermedi.

Independent Türkçe


Musk, göçmenlerin ABD’ye girmesini önlemek için sınıra duvar inşa edilmesi çağrısında bulundu

Elon Musk, Temsilciler Meclisi Üyesi Tony Gonzalez ile Teksas ve Meksika arasındaki sınıra yaptıkları ziyaret sırasında (AFP)
Elon Musk, Temsilciler Meclisi Üyesi Tony Gonzalez ile Teksas ve Meksika arasındaki sınıra yaptıkları ziyaret sırasında (AFP)
TT

Musk, göçmenlerin ABD’ye girmesini önlemek için sınıra duvar inşa edilmesi çağrısında bulundu

Elon Musk, Temsilciler Meclisi Üyesi Tony Gonzalez ile Teksas ve Meksika arasındaki sınıra yaptıkları ziyaret sırasında (AFP)
Elon Musk, Temsilciler Meclisi Üyesi Tony Gonzalez ile Teksas ve Meksika arasındaki sınıra yaptıkları ziyaret sırasında (AFP)

Tesla ve SpaceX’in CEO’su Elon Musk, Cumhuriyetçi Temsilciler Meclisi Üyesi Tony Gonzales ile göçmen yoğunluğunun yaşandığı ABD-Meksika sınırını ziyaret etti ve burada yasa dışı göç düzeyinin New York gibi şehirlerin ‘çökmesine’ neden olduğunu söyledi.

Şarku’l Avsat’ın The Telegraph gazetesinden aktardığı habere göre Musk, düzensiz göçmenlerin en fazla yasa dışı giriş yaptığı Teksas’taki sınır geçiş noktalarının başında gelen Eagle Pass’i ziyaret ettiğini, sosyal medya platformu X’ten yaptığı paylaşımla duyurdu.

Musk paylaştığı videoda, kendisinin Güney Afrika’dan gelen bir göçmen olduğunu ve dolayısıyla göçmen dostu olduğunu söyleyerek şu ifadeleri kullandı;

“Yasal bir göçmenlik sistemiyle çalışkan, dürüst ve ABD’ye katkıda bulunacak herkesin ülkeye girmesine izin verilmesini gerektiğini düşünüyorum. Aynı şekilde kanunları ihlal eden kişilerin ülkeye girişine de izin vermemeliyiz, bu mantıklı değil. (Düzensiz göç konusunda) Bir şeyler yapmazsak, New York’ta gördüğümüz gibi kamu hizmetlerinde bir çöküş yaşayacağız.”

Gonzales ise, Meksika sınırına gelen göçmenlerin sayısının arttığını belirterek, bu durumun ‘Biden yönetiminin hatası’ olduğunu ifade etti.

Gonzales, “Kapanmak üzere olan bir hükümetimiz var ve kapanacak. Ancak hükümeti yeniden açarak ve partiler üstü bazı sınır güvenliği tedbirleri getirerek bir fırsatımız olabilir” diye konuştu.

Musk, bu hafta başında bir sınır duvarı inşa edilmesine verdiği desteği açıklayarak, “Aslında bir duvara ihtiyacımız var ve insanların sığınma talebinde bulunabilmeleri için bazı delillere sahip olmalarını talep etmemiz gerekiyor, çünkü bunu herkes yapıyor” dedi.

Resmi verilere göre, Eagle Pass kasabası günde 8 bin kadar göçmenin geçişine tanık oluyor. Ağustos ayında 232 binden fazla göçmen ABD-Meksika sınırını geçti.

ABD eski Başkanı Donald Trump ve diğer Cumhuriyetçiler, 2014 seçimleri için başkanlık adaylığına yönelik kampanyalarında, güney sınırı meselesini odak noktası haline getirmeye çalışıyor.


İslamcılar: Dinin tekelinden vatanseverliğin tekeline

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

İslamcılar: Dinin tekelinden vatanseverliğin tekeline

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

İyad el-Anber

Arap ülkelerinde muhalefetten iktidara geçişlere tanık olan İslami siyaset deneyiminin tarihi boyunca İslamcıların dönüşümleri, pragmatizm filozoflarının kendilerinden bile daha pragmatikti. Bu nedenle, siyasi alandaki katılımlarına, kendilerini dinin koruyucuları ve şeriatını uygulayanlar olarak sunarak başladılar. Demokrasiyi, halkın egemenliğini savunduğu için Allah'ın egemenliği ilkesine aykırı olarak ilan ettiler. Ancak hızla demokrasiyi talep etmeye başladılar!

Arap ülkelerindeki İslamcı siyasi partiler ile demokrasi arasında sadece seçimler açısından bir ilişki vardır. İslamcılar 1990'lardan bu yana demokrasi ile pragmatik bir şekilde ilgileniyorlar. Sadece seçimlere inanıyorlar. Haklar ve özgürlüklerle ilgili diğer ilkeler ve temeller ise tartışma ve anlaşmazlık konusu ve bazıları tamamen reddediliyor. Seçimlere yönelik tutum, 1960'larda aynı değildi. Çünkü o zamanlar sokaktaki varlığı, siyasi, düşünsel ve kültürel arenada baskın olan ideolojilerin varlığına denk değildi veya onunla rekabet etmiyordu.

Bu nedenle, demokrasi mücadelesi ile İslamcı siyasi partiler ve akımlar arasında bir bağlantı yok. Hatta teori ve siyasi söylem düzeyinde bile İslamcılar demokrasiyi benimsemediler ve seçimlere inanmadılar. Lübnanlı düşünür Rıdvan es-Seyyid'in özetlediği gibi; İslamcıların itikadi söylemleri iki konuya odaklanıyor: Birincisi, şeriat (ümmet değil) devlet ve toplumda meşruiyetin temelidir. İkincisi, dinî değerleri korumak için devlet gereklidir ve temel dini görevi şeriatı uygulamaktır. Bu nedenle, demokrasi hakkında şunları söylüyor ve yazıyorlardı:

Genel halkın hükmünü, sandıkta Allah'ın hükmüne nasıl tercih edelim? ... Kim dedi ki Batı demokrasilerinde olduğu gibi egemenlik halka aittir; bilakis Allah'a aittir.

Daha sonra demokrasiye yönelik tutumları, entelektüel inceleme ve yenilenme değil, çıkar gerekliliklerine dayalı olarak değişti ve hatta dalgalarını sürdükleri Arap devrimleri gerçekleştiğinde bile demokrasiye yönelik tutumları değişikliğe uğradı.

sxcd
Irak İslam Partisi'nin Bakuba'da düzenlediği gösteri. (AFP)

Ancak Şarku’l Avsat’ın AL-Majalla’dan aktardığına göre bugün, özellikle Irak'taki İslami siyasi deneyiminde, İslami bir siyasi söylemden geçiş başladı. Bu söylem, önceki diktatörlük rejimine muhalefetini desteklemek için dini metinleri ve tarihi pozisyonları kullanıyordu. Şimdi bu söylem, iktidara gelmesine ve orada kalmasına katkıda bulunduğu sürece demokrasiyle çelişmiyor! Irak'taki İslamcılar, siyasi dillerinde ‘kamu yararı’ kavramını kaldırmaya başladılar. Bunun yerine, ‘mezhepsel bileşenin hakkı’ kavramını yerleştirdiler ve ulusal bileşen grupları da onlarla aynı fikirde oldu. Ancak İslamcıların söylemi, takipçileri ve destekçileri için kışkırtma, seferberlik ve toplanma amacı olan bir söylemdir. Bu söylem, duyguları ve vicdanı, haksızlık ve mahrumiyet duygularını hedef alan sözlü retorikle yapılır.

Siyasetin en önemli ilkelerinden biri, kamu yararını sağlamak için görevlerini yerine getirerek meşruiyetini kazanmasıdır. Ancak İslami siyasi güçlerin çoğunun bu ilkeyle hiçbir ilgisi olmadığını görüyoruz. Aksine, meşruiyetlerinin, önceki rejime muhalefetteki siyasi çalışmalarından, hükümette bir pozisyona sahip olmalarından (dini bir görev olarak), ailesel sembolizmlerinden veya dini bir unvanlarından kaynaklandığına inanıyorlar. Bu nedenle, hesap verebilirlik ve sorumluluğa tabi değiller ve toplumun vekaletini taşıdıklarını ve çıkarlarını temsil ettiklerini düşünüyorlar!

Demokrasi mücadelesi ile siyasal İslam'ın parti ve hareketleri arasında hiçbir bağlantı yoktur. İslamcılar teori ve siyasi söylem düzeyinde dahi demokrasiyi benimsemediler ve seçimlere inanmadılar.

İslamcı liderlerin söylemleri, siyaseti, televizyon programlarında, medya açıklamalarında ve seçim dönemlerinde haykırdıkları sloganları ve ‘ilkeleri’ ile çelişen eylemlerini haklı çıkarma sanatı olarak özetler. Bu nedenle, en sağdan en sola dönüşlerini ve reddetme, suçlama, yabancılara hizmet etme ve iradelerini yerine getirme suçlamalarını, ihanetle suçladıkları rakiplerinin eylemlerini uygulamaya kadar olan çelişkili tutumlarını görürsünüz!

İslamcı liderlerin, kendi çıkarlarını gerçekleştirme kriteri bile pozisyonları ve gerekçeleri değerlendirmede anlaşmaya varılmamış bir kriterdir. Onlar için hak ve meşru olan, rakipleri için geçersiz ve gayri meşrudur. Bu nedenle, doğal olarak, yabancı bir güçle anlaşmaya vardıkları için rakiplerini yabancılara hizmet etmekle suçlarlar. Bu yabancı güç, kendi çıkarlarına aykırı bir gündemi olan ve ulusal çıkarlara aykırı olan bir güç olabilir. Rakiplerini terörizmle ve terör gruplarıyla iş birliği yapmakla suçlarlar. Ancak, bu suçlamalar, rakip liderler arasında siyasi bir anlaşmaya varıldığı takdirde unutulur ve rafa kaldırılır. Bu düşmanlıktan dostluğa ve ittifaka geçişi sorduğunuzda, hazır cevap hazırdır: Bu siyasettir!

İslamcı liderlerin pozisyonlarını yargılamak için uyabilecek bir kriter yoktur. Bazen ideolojik veya itikadi ilkeler hakkında konuşurlar, bazen de kamu yararı ilkesinden bahsederler. Ancak, eylemleri ideolojik iddialarını veya aslında özel çıkarları olan kamu yararı ilkesini ihlal etmekten çekinmezler. İslamcı liderlerin pozisyonlarının siyasi gerekçelendirme söylemi, gerçekliği tarihsel deneyimlerin kalıplarına zorlamaya ve bu deneyimlerin sonuçlarını eylem veya siyasi pozisyonu haklı çıkarmak için kullanmaya dayanıyor.

Bazı İslamcılar siyasetten sadece Niccolo Machiavelli'in "Amaç, araçları meşrulaştırır" sözünü anlıyorlar. Görünüşe göre devletin iradesini ve yönetimini bir başka güce veya devlete ipotek ettiğinde devlete verdiği zarar konusundaki tavsiyelerine önem vermiyorlar. Halkın nefretiyle karşı karşıya kalmalarına neden olabilecek şeylere aldırmadan, tüm güvenlerini korumalara, beton bloklara ve kendilerini korumak için kurdukları yeşil alanlara verenlere yönelttiği eleştiriyi dikkate almıyorlar. Bize devletler, şahsiyetler ve partiler tarafından yürütülen komplolar ve komplo planları hakkında kafa karıştırıcı açıklamalar yaptılar. Ancak Machiavelli'in, yönetişimin dürüstlüğü ve halkla ilişkilerin güçlendirilmesi yoluyla bu komplolarla nasıl başa çıkılacağına dair yazdıklarını görmezden geliyorlar. Machiavelli şöyle diyor:

Deneyimler, tarih boyunca birçok komplo olduğunu göstermiştir ancak bunların sadece çok azı başarılı olmuştur. Çünkü bir komplocunun genellikle yönetimden hoşnut olmayanlarla iş birliği yapması gerekir... Komplocuların korku, dehşet ve ceza korkusu içinde olmaları gerekirken, prens mülkünün büyüklüğü, yasaların gücü, dostların koruması ve devletin dokunulmazlığı ile güçlendirilir. Tüm bu faktörlere halkın desteğini de eklediğimizde, herhangi birinin herhangi bir komploya girişecek kadar cesarete sahip olmasının imkansız hale geleceğini görürüz.

“Bazı İslamcılar, siyasetten sadece Niccolo Machiavelli’in "Amaç, araçları meşrulaştırır" sözünü anlıyorlar. Görünüşe göre, devletin iradesini ve yönetimini bir başka güce veya devlete ipotek ettiğinde devlete verdiği zarar konusundaki tavsiyelerine önem vermiyorlar.”

İslamcıların, ulusal çıkarın en azından minimum standartlarını belirleyememesi, kimin milliyetçi ve kimin ajan olduğu konusundaki anlaşmazlığa neden oldu. Ajanlık suçlaması, basitçe başka bir ülkenin çıkarlarını kendi ülkesinin çıkarlarının önüne koymak olarak tanımlandığında açık ve net olabilir. Ancak meseleyi daha da karmaşıklaştıran, ulusal çıkar için çalışan kimsenin olmaması. Bu durumda, alan, yabancının çıkarlarını gerçekleştirmek için çalışan ve bunu ideolojik ve mezhepsel sloganlar ve başlıklar altında gizleyen kişiler için boş kalır. Bu nedenle, ulusal olmayan başlıkları ve tavırları olan kutlamalara ve figürlere karşı çıkmayan herkesin ajan olarak görülmesi şaşırtıcı değildir.

xs
Ürdün'ün başkenti Amman'da, 29 Mart 2019'da  İslamcıların düzenlediği bir gösteri. (AFP)

Vatana ve vatanseverliğe karşı ihanetin bulaşması ve karşılıklı suçlamalar, 20’inci yüzyılın ortalarından itibaren başlayan ideolojik totaliter söylemlerden kaynaklanıyor. Bu söylemler, kendi pozisyonlarıyla uyumlu olanlara ‘milliyetçi’, onlarla farklı düşünenlere ise ‘yabancının ajanı’ olarak etiketler koyarak toplum üzerinde egemenlik kuruyordu. Bu söylemler hem iktidar hem de toplum düzeyinde siyasi ikiyüzlülüğün artmasına katkıda bulundu. İktidar ve toplum, milliyetçilik sloganları, vatan sevgisi ve onun için ölmeye hazır olmak gibi söylemlerle kamuoyunu manipüle etmeye çalıştı.

Demokrasi çağında, siyasi bir toplumun ulusal kimliği konusunda anlaşmaya varamadığı bir ortamda, milliyetçilik sloganlarının tehlikesi, siyasi muhalifleri karalamak için kullanılmasında yatıyor. Bu sloganlar, dini, mezhepsel veya etnik açıdan farklı olan diğerlerini ihanetle suçlamak için de kullanılabiliyor. Irak'taki milliyetçilik krizi, 20’inci yüzyılın 20'li yıllarında devletin kurulmasından bu yana ideolojilerin Irak milletini inşa etmekteki başarısızlığının doğal bir sonucudur. Milliyetçilik fikri, ideolojik söylemlerin ön plana çıktığı bir ortamda, bu söylemlerin öncülüğünü yaptığı sloganlar karşısında geri plana itildi. Bu durum, Marksist söylemlerin de etkisiyle ortaya çıktı. Marksist söylemler, uluslararasılığı savunmuş ve vatanseverliği, büyük bir devlet olan Sovyetler Birliği'nin liderliğindeki partinin ilkelerine göre yaşayanlar için bir ihanet olarak görmüştür.

İdeolojiler ile milliyetçilik fikri arasındaki kesişim, 1960'lı yıllarında Irak'ta iktidardaki elitler tarafından desteklenen milliyetçi teorinin benimsediği sloganların bir birikiminden kaynaklanıyor. Milliyetçi teorinin sorunu, Arap ulusu hakkında bir kültürel teori olmasından ziyade, ulusal devlet hakkında bir teori olmasında yatıyor. Başka bir deyişle; Muhammed Cemal Barut'un da belirttiği gibi bu, devlet-ulus hakkında bir teori olmaktan ziyade, ulus ve devleti tamamen birbirinden ayıran bir teoridir.

Bugün bizi yöneten İslamcı siyasi elitler, Iraklıların ideolojilerin kendi kimlikleri ve ulusal çıkarları üzerindeki önceliğine ilişkin sıkıntısını aşamadı. İktidarda ve iktidar kontrolünde baskın olan İslamcılar, bu sıkıntıyı pekiştirdiler. Milli kimlik inşa etmek, onu savunmak ve pekiştirmek yerine, ilk projeleri onu tamamen yok etmek ve bölgesel eksenlerin çıkarlarını, bu eksenlerin mezhepsel projelerini öne çıkarıyor. Bu projeler, bölge ülkelerinin kaderini çatışma eksenlerine bağlamak istiyor ve bu da sadece savaşlar, yoksulluk üretiyor.

Vatan, sadece sloganlarda ve bayramlarda dile getirilen romantik bir kavram değildir. Vatan ve milliyetçilik, birey ile siyasi sistemi arasındaki gerçek ilişkiyi ifade eden kavramlardır. Bu ilişki, haklar ve yükümlülükler sistemiyle düzenlendiğinde vatandaşlık kavramı ortaya çıkar. Bunun dışındaki herhangi bir tanımlama, gerçekle ilgisi olmayan bir slogandan ibarettir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.