Rusya, Suriye ve ‘Ukrayna yanardağı’

Suriye'nin kuzeybatısındaki İdlib’de bisiklete binen bir çocuğun 2 Haziran’da çekilmiş bir fotoğrafı (AP)
Suriye'nin kuzeybatısındaki İdlib’de bisiklete binen bir çocuğun 2 Haziran’da çekilmiş bir fotoğrafı (AP)
TT

Rusya, Suriye ve ‘Ukrayna yanardağı’

Suriye'nin kuzeybatısındaki İdlib’de bisiklete binen bir çocuğun 2 Haziran’da çekilmiş bir fotoğrafı (AP)
Suriye'nin kuzeybatısındaki İdlib’de bisiklete binen bir çocuğun 2 Haziran’da çekilmiş bir fotoğrafı (AP)

Suriye’nin Rusya’nın Ukrayna’da yürüttüğü savaştan ne kadar etkilendiğini bir kez daha gözler önüne seren iki yeni gelişme yaşanırken Birleşmiş Milletler (BM) ve kurumları, siyasi ve insani rolleriyle ilgili sert rüzgârlar estiriyor.
Suriye ve Ukrayna dosyaları arasındaki bağlantı, Moskova'nın Ukrayna’da devlet başkanının değişmesine yanıt olarak Kırım'ı ilhak ettiği ve müttefiki Viktor Yanukoviç'in Ukrayna cumhurbaşkanlığı sarayından kaçtığı 2014 yılına dayanıyor. O dönem Şam’dan Cenevre sürecinde sert olmasını isteyen Moskova, 2015 yılı sonlarında Suriye’ye doğrudan askeri müdahale kararı aldı.
Ukrayna savaşının başlamasıyla, Suriyelilerin çektikleri ekonomik sıkıntılar daha da ağırlaştı. Ukrayna’daki ve Suriye’deki iki savaş sahası arasında askeri bir karışıklığın belirtileri ortaya çıktı. Rusya’nın Suriye’deki askeri rolü, Ukrayna ile meşgul olması İran'ın Suriye'de Rusya’nın bıraktığı boşluğu doldurma girişimleri nedeniyle azaldı. Bununla birlikte bir yandan İsrail, İran’ın Suriye’deki mevzilerine yönelik saldırılarını artırırken diğer yandan ABD ve Rusya Suriye hava sahasında çok sayıda askeri deneme gerçekleştirdi. Üçüncü bir taraftan Türkiye, ülkenin kuzeyine yeni bir askeri operasyon ile bu gelişmelerden yararlanmaya çalışıyor.
Suriye’nin, Rusya’nın Ukrayna’da yürüttüğü savaştan ne kadar etkilendiğini bir kez daha gözler önüne seren iki yeni gelişme söz konusu. Bunlardan birincisi, Moskova'nın Şam'a Cenevre'de BM çatısı altında yapılan Anayasa Komitesi toplantılarına katılmamasını bildirmesiydi. Diğeri ise Rusya'nın Batılı taraflara, 10 Temmuz’da süresi dolacak olan Suriye’ye sınır ötesi yardımın sürdürülmesine ilişkin BM Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının uzatılması yönünde oy vermeyeceği konusunda bilgilendirmesiydi.
Şam, 2012 yılında Cenevre Bildirisi’nin yayınlanmasından ve 2014 yılının başlarında uluslararası konferansın yapılmasından bu yana BM’nin himayesindeki süreçten her zaman rahatsızlık duydu. Dosyanın uluslararasılaştırılmasına karşı olan Şam, öncelikler, değerlendirmeler ve hesaplamalarla dosyanın Suriye içinde kalmasını istiyor. Moskova, çeşitli nedenlerle Şam'ı Cenevre'deki BM sürecini kabul etmeye zorladı. Çünkü böylece attığı adımlara ve Suriye’deki askeri varlığına meşruiyet kazandırabildi. Bunun yanında uluslararası hesapları ve takasları için bir platform sağladı. Buna rağmen BM içindeki Batı etkisini ortadan kaldırmak için seçeneklerini ve girişimlerini sürdürdü ve böylece iki paralel süreç oluşturdu. Bunlardan biri askeri konuları görüşmek üzere İran ve Türkiye ile Astana’da sürdürülen görüşmeler, diğeri ise siyasi meseleleri tartışmak ve Suriyeliler arasında bir diyalog başlatmak için Soçi'de düzenlenen konferanslar oldu.
Moskova bazen Cenevre sürecini ve uluslararası çabaları eleştirmek istese de bekledi ve istişarelerde bulundu. Ardından Şam’a BM’ye heyetlerini göndermesi için baskı yaptı. Ayrıca Türk ve İranlı garantörlerle ve ABD’li ve Avrupalı ​​muhataplarla görüşmelerde bulunmak üzere Rusya Başkanı Vladimir Putin'in özel elçisi Alexander Lavrentiev sık sık Cenevre’ye gönderildi. Böylece Cenevre, Rusya için Suriye dosyasına uluslararası bakış açısı oluşturulmasında bir platform haline geldi. Bu süreç, kazanımlar elde etmek ve açıkları haklı çıkarmak için tüm taraflar için acil bir ihtiyaç haline geldi.

Peki, şimdi ne değişti?
Değişen ve değiştiren tek şey Ukrayna yanardağı oldu. Batı’nın desteğiyle bazı uluslararası kuruluşlar Rusya'yı savaştan dolayı cezalandırdı. Aynı şekilde ABD ve Rusya’nın Cenevre’de yeniden başlayan görüşmeleri de durdu. Lavernev, Suriye Anayasa Komitesi'nin geçtiğimiz Mayıs ayının sonlarında yaptıkları son oturumları öncesinde İsviçre’nin Cenevre kentinde her zamanki gibi karşılanmadı.
Bu aşamada Rusya, İsviçre’nin tarafsız bir bölge olmadığını söyledi. Şam'dan da BM’den Anayasa Komitesi toplantılarına ev sahipliği yapacak yeni bir yer bulması talebinde bulunmasını istedi ve Moskova, Soçi, Şam ve Cezayir olmak üzere dört alternatif seçenek sunuldu. Oysa Moskova, Batılı temsilcilerin Rusya'ya, Suriye muhalefetinin temsilcilerinin de Şam'a seyahat edemeyeceğini biliyor. Ayrıca Şam'ın Arap Birliği (AL) üyeliğini geri almasını tartışmak üzere önümüzdeki Kasım ayı başlarında yapılması planlanan Arap zirvesine ev sahipliği yapacak olan Cezayir seçeneği de şu an için gerçekçi değil.
Bu yüzden Cenevre süreci, sürecin dondurulması ya da gelecek ayın sonlarında yapılması planlanan bir sonraki toplantının yapılmaması şeklinde iki seçenek arasında kaldı. BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen de Batılı ülkelerle yaptığı görüşmelerin ardından Suriye'deki taraflarla yaptığı anlaşma ve Rusya'nın şartlarına uyması nedeniyle Ukrayna krizi yüzünden şansının azaldığını duyurdu.
Suriye dosyası, sınır ötesi insani yardıma ilişkin BMGK kararının süresinin ikinci kez uzatılmasına ihtiyaç duyulan bir dönemde bir baskı kartı haline geldi. Moskova, bir yıl önce birkaç kez kararı uzatmayacağının sinyallerini vermiş ve bağışçılara Şam'ın kapısını çalmaları için baskı yapmıştı.
Washington ise, ikisi Türkiye ve biri Irak sınırında olmak üzere Suriye topraklarındaki üç sınır kapısının da açılmasından bahsederek çıtayı yükseltmişti. Kararın uzatılması, Başkan Joe Biden yönetimi için bir öncelik olarak görülüyordu. Mesele, Putin ve Biden'ın geçtiğimiz yıl Haziran ayı ortalarında Cenevre'de yaptıkları zirvenin ardından temsilcileri arasında Türkiye ile İdlib arasındaki bir sınır kapısının açık kalmaya devam etmesini, ABD’nin geri çekilmesini, BMGK karar metninde değişiklik yapılmasını, erken toparlanmanın finanse edilmesinin desteklenmesini ve temas hatlarına insani yardımların ulaştırılmasını kapsayan yeni bir karar tasarısı hazırlamak üzere yapılan gizli görüşmelerden sonra sona erdi.
Ancak durum şu an çok değişti. İki süper güç arasında kapalı kapılar arkasında yapılan görüşmeler durdu. Ukrayna’da askeri bir gerilim ve Suriye’de iki ülkenin orduları arasında askeri bir çatışmanın sinyalleri söz konusu. Kararın geçerlilik süresinin dolmasıyla birlikte, Rusya’nın kararın uzatılmasına yönelik oy kullanması karşılığında Ukrayna’nın doğusuna sınır ötesi insani yardımla ilgili bir karar taslağı talebinde bulunma olasılığı var. Böylece Suriye ve Ukrayna dosyaları bir kez daha birbirine bağlanıyor.
Buna karşın kararın süresinin uzatılmaması ve alternatif planlar aranması ihtimali de göz ardı edilmiyor. Ne var ki Batılı ülkelerin temsilcileri, alternatif olarak Türkiye’ye yakın muhalif gruplara güvenilip güvenilmeyeceğini de ele aldıkları alternatif planları tartıştılar. Batılı ülkeler Türkiye'ye bu avantajı sunmak istemiyorlar. Mevcut kurum ve hatları kullanan Batı kaynaklı bir fon kurmanın mümkün olup olmadığı konusunda da ciddi bir araştırma yapılıyor.
Suriye’deki iki insani yardım ve kalkınma seçeneği arasında BM, açıklamalarını yoğunlaştırdı ve yeni ifadeler kullanmaya başladı. BM Genel Sekreteri António Guterres devreye girdi ve BM’nin rolünü korumanın ve dört milyondan fazla kişiye yardım götürülmesini sağlayan BMGK kararının süresinin yüzde 90'ının yoksulluk sınırının altında olduğu bir ülkede 14 milyon kişiye yardım sağlayacak şekilde uzatılmasının önemine dair ayrıntılı bir açıklamada bulundu.
BM Genel Sekreteri Guterres, açıklamasında şunları söyledi:
“Bölgede yardıma ve korunmaya ihtiyacı olan 4,1 milyon insanın acılarını gidermek ahlaki bir zorunluluk.  Suriye'nin kuzeybatısında yardıma muhtaç kişilerin yüzde 80'i kadın ve çocuklardan oluşuyor.”
Ahlaki ve insani açıdan durum böyle, peki ya stratejik ve jeopolitik açıdan nasıl olacak? Büyük olasılıkla, iki yeni sınav verilecek ve birincisi, Suriye'nin uluslararası ve bölgesel bir oyunun rehine haline geldiğini diğeri de Ukrayna yanardağı bedelini Suriyelilerin ödeyebileceğini gösterecek.



Sudan ve Çad: Geçmişten gelen düşmanlık ve kırılgan ittifak

Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)
Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)
TT

Sudan ve Çad: Geçmişten gelen düşmanlık ve kırılgan ittifak

Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)
Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)

Mina Abdulfettah

Sudan ve Çad'ı coğrafi olarak ayıran ortak sınırlara ve etnik yakınlıklarına rağmen, iki ülke istikrarlı ilişkiler üzerinde anlaşamadı. Her iki ülke de bağımsızlıklarını kazanmalarından bu yana rejimlerinin birbirlerinin muhalefetini desteklediği yönündeki suçlamalarla boğuşuyor. Darfur savaşı ve Çad rejiminin eski Cumhurbaşkanı İdris Deby İtno’nun 20 Nisan 2021 tarihinde ölümünden bu yana muhalefetle mücadelesinin yanı sıra Sudan’da Nisan 2023'ten bu yana devam eden savaş gibi her iki ülkenin kendi içlerindeki çatışmalar kaosu daha da artırıyor. Tüm bu gerilimler, suçlamalar arttıkça, uçurum genişledikçe ve yakınlaşma ve anlaşma noktaları daraldıkça yenileniyor.

Çad-Sudan ilişkileri, Çad’ın geçtiğimiz kasım ayında Sudan'ı kendisine saldırı düzenlemek üzere Çad muhalefetinden Sudan sınır kasabası Tine'ye askeri takviyeler yapılmasını kolaylaştırmakla ve Sudan'ın Çad'ı Hızlı Destek Kuvvetleri’ni (HDK) desteklemekle suçlamasına karşılık olarak Orgeneral Abdulfettah el-Burhan komutasındaki Sudan ordusunu eski Cumhurbaşkanı Idris Deby İtno’nun öldürülmesine karışmakla suçlaması gibi inişler ve çıkışlarla dolu.

Tüm bu iniş ve çıkışlar, özellikle büyük güvenlik sorunları ve insani zorluklar yaratan mevcut savaş başta olmak üzere çeşitli çatışmalar sırasında mültecilerin akınıyla ikili ilişkileri etkileyen faktörler olarak hararetli kabile çekişmeleri ve alevlenen sınır noktalarında gerçekleşiyor. Bununla birlikte hem Sudan hem de Çad, çatışmaların çözümünde arabuluculuk yapma, birbirlerinin mültecilerine kapılarını açma ve insan kaçakçılığı ve insan ticareti gibi sınır ötesi tehditlerle mücadele çabalarını koordine etme konularında üzerlerine düşeni yaptı.

Geçmişi olan gerilimler

Çad'ın 1960 yılında Fransa'dan bağımsızlığını kazanmasından bu yana Sudan ve Çad arasındaki ilişkiler birçok gerilime ve luzeyden gelen Arap Müslüman liderler ile Sahra altı çölünden gelen güneyli Hıristiyan gruplar arasındaki çalkantılara sahne oldu. Her rejim değişikliğini bir karşı devrim takip etti. Bunun etkileri Sudan'a da yansırken 1982 yılında dönemin Çad Devlet Başkanı Goukouni Oueddei’ye karşı askeri bir darbe gerçekleştirdikten sonra 1980'lerde Çad'ı yöneten eski Çad Devlet Başkanı Hissene Habre’nin iktidarda kaldığı sonraki üç dönemde de siyasi ittifaklar ve dengeler açısından sorunlara sebep oldu. Sudan ve Çad arasındaki ilişkiler, özellikle Albay Muammer Kaddafi'nin Çad'ın kuzeyindeki Aouzou sınır şeridini kontrol etmeye çalıştığı Libya ile savaşının yansıması da dahil olmak üzere bölgedeki iç savaşlar ve değişen ittifaklar çerçevesinde siyasi, güvenlik ve bölgesel faktörlerden etkilenerek gerginlikler ve sert dalgalanmalar yaşadı. Libya ile Çad arasındaki bu savaşta Fransa ve ABD, bölgeyi geri almak için Libya'ya karşı savaşında Habre'yi destekledi.

ewfrgthy
Sudan'da savaş patlak verir vermez Çad, Darfur'a yakınlığı nedeniyle kendisini Sudan'daki çatışmaların yol açtığı insani krizin merkezinde buldu (UNHCR)

Habre’yi devirdikten sonra 1990 yılında Çad’da iktidara gelen Çad Devlet Başkan İdris Deby İtro döneminde, Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir rejiminin muhalif güçlerine sığınacak liman sağlamasıyla ilişkiler yakınlaşma ve iş birliği ile başladı. Ancak Çad’ın Sudan ile ilişkileri iş birliği ve çatışma arasında ve her iki ülkedeki iç çatışmaları dengelemeye çalıştı. 2003 yılında Darfur'daki savaşın patlak vermesiyle Déby İtno rejimiyle olan gerilim daha da tırmandı ve Çad, Sudan'ı sınır kasabası Tine'ye saldırı düzenlemekle suçladı. Sudan ise Çad'ı Darfur’daki savaşa katılmak ve başta Adalet ve Eşitlik Hareketi (JEM) olmak üzere silahlı hareketleri desteklemekle suçladı. Buna karşın Çad da Sudan'ı 2006 ve 2008 yıllarında Çad'ın başkenti Encemine'ye saldırılar düzenleyen Birleşik Değişim Cephesi (FUC) liderliğindeki Çad muhalefetini desteklemekle suçladı. Bu durum, JEM’in 10 Mayıs 2008 tarihinde Sudan’ın Omdurman şehrine saldırmasıyla dramatik bir hal aldı. Hartum, Encemine’yi JEM saldırısını desteklemekle suçlarken Çad, buna Sudan'ı Çadlı isyancıların kendi topraklarından saldırı düzenlemesine izin vermekle suçlayarak karşılık verdi.

İki ülke arasında 2007'de Mekke Anlaşması, 2008'de Dakar Anlaşması ve 2009'da Doha Anlaşması başta olmak üzere çeşitli anlaşmalar imzalanmış, ilişkiler gelişmiş ve 2010 yılında itibaren Beşir rejiminin düşmesinden sonra güvenlik ve istihbarat alanında iş birliği Deby İtno’nun 2021 yılında ölümüne kadar devam etmiştir.

Tarihin miras bıraktığı bir ittifak

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan çevirdiği analize göre Çad Devlet Başkanı İdris Deby İtno’nun ölümüyle birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler oğlu Muhammed İdris Deby İtno (Kaka) liderliğinde yeni bir döneme girdi. İki ülke arasındaki iş birliği, siyasi ve güvenlik olaylardan etkilense de ortak sınırların izlenmesi ve silahlı gruplarla mücadele başta olmak üzere çeşitli güvenlik konularında devam etti.

Sudan ordusu ile HDK arasındaki silahlı çatışma patlak verdiğinde, Çad daha temkinli ve tarafsız bir duruş sergiledi. Ancak daha sonra Sudan hükümeti Çad'ı soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar da dahil olmak üzere suçların işlenmesinde HDK'yı desteklemekle suçladı.

Çad ise bu iddiaları şiddetle reddederek bunların temelsiz olduğunu ve barış çabalarını engellediğini vurguladı. Sudan'ı isyancı grupları destekleyerek Çad'ı istikrarsızlaştırmakla suçlayan Encemine, Sudan ordusunu Çad muhalefetini finanse etmek ve silahlandırmak suretiyle İdris Deby İtno’nun öldürülmesi kilit rol oynamakla itham etti.

Ayrıca Sudan yönetimini 600 kişilik isyancı bir güç oluşturmak ve silahlandırmakla suçladı. Bu güç, ülkede siyasi değişim çağrısında bulunan isyancı bir grup olan Çad için Halk Hareketi (MPT) lideri Abdülbaki Hamad'ın komutasına verildi. Hamad, Sudan Ordu Komutanı Orgeneral Burhan’ın yanı sıra başta JEM lideri Cibril İbrahim ve Sudan Kurtuluş Hareketi (SLM) lideri Minni Arko Minawi olmak üzere Darfur'daki silahlı hareketlerin liderleriyle görüştü.

Diplomatik öncelikler

Çad'ın iç siyaseti, iktidardaki rejimin yaklaşımını ve hükümetin bir sonraki hamlelerinin neler olabileceğini yansıtıyor. Çad Cumhurbaşkanı Muhammed Deby İtno, Başbakan Allamaye Halina’nın ‘cumhurbaşkanının hükümeti yeni siyasi dengeler doğrultusunda yeniden şekillendirmesine izin vermeyi amaçladığını’ söyleyerek istifa etmesinin ardından onu yeniden başbakan olarak atadı. Bu gelişme, Sudan'a yönelik aynı politikanın devam edeceğini gösterdi.

Eski Dışişleri Bakanı Abderaman Koulamallah’ın yerine, özellikle Encemine’nin Paris ile ilişkilerinde stratejik bir değişimi temsil eden Fransa ile askeri anlaşmaların sona erdirilmesi konusunda önemli diplomatik kararların kilit isimlerinden biri olan Abdallah Sabir Fadıl getirildi. Gözlemciler, Koulamallah’ın görevden alınmasının dış politikada, belki de Fransa'ya karşı daha esnek bir duruşa ya da diplomatik önceliklerin yeniden sıralanmasına yönelik bir değişimin işaretçisi olabileceğini düşünüyor. Koulamallah, ayrıca geçtiğimiz ocak ayında başkanlık sarayına yapılan saldırı sırasında iletişimi kötü idare etmekle de suçlandı. Bu da onun görevinden alınmasını hızlandırdı. Abdallah Sabir Fadıl ise önceki tecrübelerinden ve Cumhurbaşkanı Muhammed Deby İtno ile birlikte mevcut rejime yaptığı hizmetlerden yararlanarak bu göreve geldi. Rejimde bazı önemli değişiklikler yapıldı ve bildirildiğine göre bu değişiklikler iktidar partisinin Çad'ın yönetimindeki hakimiyetini yansıtıyor. İktidar partisinin üyeleri birçok önemli makama getirildi.

Deby İtno’nun dengeyi sağlama çabalarına rağmen, etnik gerilimler ordu içinde firarlar ve Arap subaylar ile Zaghawa kabilesinden subaylar arasındaki anlaşmazlıklar gibi bazı olaylara yol açtı. Bu olaylar, Muhammed Deby İtno döneminde de tekrarlanarak Sudan'daki müttefiklere sıçrayabilecek bir sürtüşme ortamı yarattı.

Etnik gruplara gelince özellikle Çad ordusu ve güvenlik teşkilatlarındaki Zaghawa etnik grubu, çatışmaların Darfur'daki akrabaları için doğuracağı sonuçlar karşısında oldukça endişeli. Baba Deby İtno’nun kendi rejimine çektiği ve oğlunun yanında yer almaya devam eden Arap aşiretler ise HDK'ya sempati duyuyor. Dolayısıyla Sudan'daki savaştan etkilenen Çad siyasi sahnesinde bölünme yaşanıyor.

Bölgesel istikrarsızlık

Sudan'da savaşın patlak vermesinden hemen sonra Çad, Darfur'a yakınlığı ve sınırın her iki tarafındaki topluluk ve aile bağları nedeniyle kendisini Sudan'daki çatışmanın neden olduğu insani krizin ortasında buldu. Çad, mültecilerin geçişini düzenlemek ve silah taşınmasını önlemek için savaşın başında Sudan ile olan bin 400 kilometrelik sınırını geçici olarak kapattı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), 2024 yılına kadar 930 bin fazla insanın Sudan’dan Çad'a geçtiğini tahmin ediyor. Bu rakam, savaştan kaçan toplam insan sayısının yaklaşık yüzde 40'ına denk geliyor. Bunların üçte ikisinden fazlasını Çad’a geri dönenlerin yanı sıra Sudanlı mülteciler oluşturuyor.

csdvfgbhtyju
Çad'daki savaştan kaçan Sudanlı bir aile (UNHCR)

Çatışmayı körükleyen yerel, bölgesel ve uluslararası faktörlerin değişken bir karışımına dayanan Sudan ve Çad arasındaki karşılıklı suçlamalar, iki ülke arasındaki bağların çatışmalar sırasında fitili tutuşturan kıvılcım olarak kullanılıyor. Bu durum, Afrika’nın doğusunu, batısını ve kuzeyini birbirine bağlayan bölgesel ve Afrika kıtasını Akdeniz üzerinden Avrupa'ya bağlayan uluslararası bir koridor olan bu önemli bölgede istikrarsızlığı besleyen verimli bir ortam yaratıyor. Bu aynı zamanda risklerin yalnızca Sudan ya da Çad'ın mevcut koşullarıyla sınırlı olmadığını jeopolitik tehditlere karşı savunmasız hale gelen toplumların siyasi tarihiyle de ilgili olduğunu gösteriyor. Bu unsurların en bilindik etkisi, Sudan krizi patlak verdiğinde, Afrika kökenli hareketlerin çoğunun, özellikle de Minni Arko Minawi liderliğindeki SLM ve Cibril İbrahim liderliğindeki JEM gibi 2020 Juba Barış Anlaşmasını imzalayan tarafların ilk başta tereddütlü bir duruş sergilemesi, ancak daha sonra, etnik kökenleri nedeniyle değil, eski rejim döneminden bu yana silahlı hareketlerin kendi deneyimleri çerçevesinde iktidarda kaldıkları süreye bağlı geçici ittifaklar olan siyasi kotalar nedeniyle Sudan ordusu saflarına katılmaları oldu.

Muhtemel senaryolar

Sudan ve Çad arasındaki gerginliğin tırmanması çerçevesinde olaylara ilişkin birkaç muhtemel senaryo söz konusu. İlk senaryoya göre bu gerginlik askeri bir çatışmaya yol açabilir, ancak başında diplomatik arabuluculuğun devreye girmesiyle kontrol altına alınabilir. Yoksulluk vakaları ve etnik gruplar arasındaki gerilimlerden mustarip olan iki ülke arasındaki bölge, uluslararası örgütlerin mültecilerin ihtiyaçlarına cevap vermeye çalıştığı ve Darfur'daki durum kötüleştikçe faaliyetlerinin arttığı ve geniş bir uluslararası ilginin gösterildiği insani bir faaliyet alanı olarak sınıflandırılıyor.

İkinci senaryoda, Sudan'da kötüleşen savaş, iç siyasi ve güvenlik krizleri yaşayan Çad'daki rejimi zayıflatabilir ve Afrikalı ve Arap etnik gruplar arasındaki düşmanca duyguları artırarak Muhammed Deby İtno hükümetini hedef alma olasılığını artırabilir.

Çad'daki Zaghawa kabilesi ile bölünmelerle birlikte, Sudan ordusuyla müttefik olan silahlı hareketler tarafından temsil edilen Darfur'daki Zaghawa güçlerinin bir araya gelmesi Çad rejimiyle daha geniş bir çatışmaya girebilecek silahlı muhalif grupların ortaya çıkmasına yol açabilir.

Üçüncü senaryo ise Sudan'ın Çadlı isyancılara destek vermesi. Bu durum, Çad'ın doğrudan karşılık vermesini gerektirebilir ve Sudan'daki çatışmada yeni bir cephe açılmasına ve Fransa gibi dış tarafların Çad ve bölgedeki stratejik çıkarlarını korumak için çatışmaya müdahil olmasına neden olabilir. Aynı zamanda Batılı ülkelerden destek talep edilmesiyle durum daha da karmaşık hale getirebilir ve Sudan’ın başka güçlerden destek istemesiyle yeni bir jeopolitik kutuplaşma ortaya çıkabilir.