Kadınlara özel diyabet tedavileri geliyor: Tedavi için telefon, saat, küpe, bilezikler dizayn edilecek

Fotoğraf: Pixabay
Fotoğraf: Pixabay
TT

Kadınlara özel diyabet tedavileri geliyor: Tedavi için telefon, saat, küpe, bilezikler dizayn edilecek

Fotoğraf: Pixabay
Fotoğraf: Pixabay

Diyabetli kadınlar erkeklere kıyasla daha yüksek oranda sağlık komplikasyonları yaşıyor.  
Kadınlara özel tedavileri geliştiren Kaliforniya Üniversitesi San Francisco Kampüsünden Prof. Dr. Eda Cengiz, tip 1 diyabetli kadınların erkeklere kıyasla daha yüksek glikoz değişkenliğine sahip olduğunu açıkladı.
Bu durum kadınlarda kalp ve beyin hastalıkları da dahil olmak üzere sağlık komplikasyonlarının artmasına neden olabiliyor.
Independent Türkçe'de yer alan habere göre Tip 1 diyabetli kadınlar erkeklere kıyasla daha yüksek DKA oranlarına ve yüzde 40 daha fazla erken ölüm riskine sahip.  
Cengiz, diyabetli kadın ve erkekler arasındaki sağlık eşitsizliklerine ilişkin araştırma eksikliğine dikkati çekti.

Tip1 diyabet, vücudun kendisine saldırıp bazı hücreleri öldürmesiyle oluyor.
Tip 2 diyabette ise, daha çok kilo alma sonucunda, yüksek şeker seviyelerini kaldıramadığı için görülüyor.
Tip 1 diyabet gibi vücut hücrelerinin kendine saldırdığı tipteki hastalıklara otoimmün hastalık deniyor. 

Kadınlar doktora gitme konusunda kendilerini ihmal ediyor
Bu hastalıkları kadınlarda daha fazla gördüklerini belirten Prof. Dr. Eda Cengiz, "Tip 1 diyabetin ilginç yanı hem kadınlarda hem erkeklerde genel olarak eşit görünüyor. Fakat bazı ülkelerde dünyanın değişik yerlerinde bu durum değişebiliyor. Tip 2 diyabette ise, daha çok kiloyla ilgili ve özellikle menopozun büyük etkisi var. Kadınlarda belli yaşlarda tip 2 diyabeti daha düşük görürken, özellikle belli yaşlardan sonra kilo alımıyla daha fazla görebiliyoruz" dedi.
"Biz kadınlar olarak kendi sağlığımızı ihmal ediyoruz" şeklinde konuşan Cengiz, "Kadınlar, aile ile ilgileniyoruz, çocuklarla ilgileniyoruz. Herkesle ilgilenirken kendimizi ihmal ettiğimizden zamanında doktora gitmediğimiz için, bazen tip 2 diyabeti de daha ileri dönemlerde ve önlenebilecekken, önlenmeden maalesef tip 2 diyabete geçecek şekilde kadınlarda daha çok görülebiliyor. Baştan önlenebilecekken maalesef geç gittiğimiz için doktora, daha fazla sayıda kadının tip 2 diyabetli olduğu, hatta tip 2 diyabet tanısı konduğunda diğer  kalp damar sorunlarının, tansiyon sorunlarının da eşlik ettiğini görebiliyoruz" ifadelerini kullandı. 

"Tedavilerin kadınlar ve erkekler için artık yavaş yavaş ayrılması gerekiyor"
Yıllar önce kadın ve erkeklerin metabolizmalarında farklar olduğu bilinmiyordu.
Teknoloji ilerledikçe ve yapılan araştırmalarla birlikte arada farklar olduğu anlaşıldı. 
"Bazen şeker hastalığı kadınlara çok daha fazla zarar verebiliyor" diyen Prof. Dr. Cengiz, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Özellikle kalp damar hastalıklarına bağlı ölümlerde en büyük nedenlerden ilk 5 içinde şeker hastalığı yer alıyor.  Artık ihmal etmeye gelmiyor. Yapacağımız tedavilerin de kadınlar ve erkekler için artık yavaş yavaş ayrılması, onlara uygun tedavi yapılması lazım ki esas gerçek iyi tedavi, yapabilelim ve insanlar daha mutlu, uzun yaşayabilsinler."

"Çok idrara çıkma, çok susama olduğu zaman dikkat edilip bakılması gerekli"
Kadınların biraz daha dikkat etmesi gerektiğini vurgulayan Cengiz, "Bu kısımda hepsi de önemli ama tip bir diyabetin özelliği bazen çocuk yaşlarda ortaya çıkıyor. Çocuklarda adolesan yaşlarda, biz kız erkek ayrımı yapmıyoruz. Çok idrara çıkma, çok susama olduğu zaman dikkat edilip bakılması gerekli. Kız erkek hani cinsiyet fark etmeden, tabii bundan sonrasında tip 1 diyabet için kız erkek tedavisinde önemli şeyler fark ediyor. Belli komplikasyonların kalp damar sorunlarının tedavisinde kadınların hormonal değişiklikleri oluyor" diye konuştu.
Erkeklerde bu durumun çok görülmediğini belirten Prof. Dr. Cengiz, "Kadınların çok değişik evreleri var. Ergenlik döneminde biliyorsunuz, belli farklı hormonlar var. Daha sonra hamilelik olabiliyor, onlarda tamamen hormon değişiyor. Daha sonra menopoza giriliyor. Bunlar da tip 1 için tedavileri nasıl ayarlayabiliriz? Tip 2 için ise, kilo almada tabii ki kadınların çok dikkat etmesi lazım. Diyabeti önlemek için, doktor kontrollerini, düzenli olarak gitmeleri ve buna bakılması lazım ki kadınlarda bunu önleyebilirim. Özellikle menopoz ve menopoz öncesi dönemlerde sağlıklı olmamızı sağlayan bazı hormonlar var. Onlar da belli değişiklikler veya düşüşler oluyor. O zaman birçok hastalık için riskimiz artıyor. Bu dönemlerde özellikle dikkat ederek tip 2'nin de önlenmesi lazım. Kadın erkek içinde tek bir kural var. Çok kilo almamak, yediğimize dikkat etmemiz ve aktif olmamız lazım ki tip 2 diyabet olmasın" şeklinde bilgi verdi.

"Diyabetik komayı özellikle ergenlikte olan kız çocuklarında daha fazla görüyoruz"
Amerika'da da diyabet tedavisinin nasıl yapılacağını öğrenirken kadın-erkek tedavi ayrımı görmedklerini söyleyen Cengiz, "Hamilelikte fark var ama genelde böyle bir tedavi değişiklikleri yoktu. Fakat ben klinikte de özellikle ergenlik çağında olan kız çocuklarımızı tedavi ederken farkları olduğunu gördüm. Ama bu tabii sadece bir gözlem değil. Bunlardan direkt bir şey çıkartamıyorsunuz. Onun için bununla ilgili bir araştırma yapalım, acaba fark var mı gerçekten? Özellikle insülin tedavisi verdiğimiz zaman kadınlar ve erkekler ya da kadınlar bile belli dönemlerde bu tedaviye farklı cevap veriyorlar mı? Bunun altında yatan benim gözlemim haricinde, diğer araştırmalara bakıyorsunuz. Çok önemli olan belli farklı bazı faktörler vardı, onlardan bir tanesi diyabetik komayı özellikle ergenlikte olan kız çocuklarında daha fazla görüyoruz" dedi.
Prof. Dr. Eda Cengiz, sözlerine şunları ekledi:
"Bir diğer faktör de kan şekerlerinin normal gidişine baktığınız zaman, bir ay içinde bile, bazı kız çocuklarında kan şekerlerinin bir şekilde aşırı yükselme aşırı inişler gösterdiğini görüyorduk. Bunun altta yatan nedenine indiğimizde çoğu bize işte adet gördükleri zamanlardan bahsediyorlardı. Daha sonra klinikte özel insülin tedavi metotları bulduk. Şu dönemde böyle tedavi, bu dönemde şu tedavi yapılır şeklinde ve iyi sonuçlar almaya başladık. Tabii bunların hepsi bütün bu faktörlerin sonucunda, işte bunların araştırmasını yapmaya karar verdim."

"İnsülin tedavisinde kan şekerini düşürme gücü, kadınlarda bir ay içinde adet günlerine göre yüzde 30-40 oranında değişebiliyor"
Kadınların tedaviye verdiği yanıtların farklılıklarını daha detaylı şekilde araştırmak için çalışmalarını başlatan Cengiz, süreci şu sözlerle anlattı:
"10-15-35 yaş arasındaki tip 1 diyabeti olan kadınlarda adet günlerine göre insülin tedavisi nasıl değişiyor? Böyle bir büyük bir proje fonu aldım. Bunun araştırmalarına başladık. Gerçekten sonuçlar tahminimden bile daha fazla büyük bir fark çıktı. Gördük ki insülinin tedavi kan şekerini düşürme gücü, bir ay içinde kadınlarda adet günlerine göre yüzde 30-40 oranında değişebiliyor. Yani bir gün aynı ilacı alıyorsunuz, kan şekeriniz mesela 200 iken, 100'e düşüyor, başka bir gün aynı şekilde aynı ayın içinde aynı insülini alıyorsunuz. İnsülin aynı doz insülin yapıyorsunuz. O 200'den 100'e bir türlü düşmüyor. Bu tabii birçok hastamızda hayal kırıklığına sebep oluyordu. Onlar anlamıyorlar, nerede ne hata yaptık acaba diye düşünüyorlardı. İnsülin cevabı fark edebiliyor. Ayrıca bazen daha geç kan şekerini düşürebiliyor. Bu gerçekten çok önemli bir buluş oldu. Hem bizim hastalarımız için oldu artık, onun sıkıntısını yaşamamaya başladılar. Artık biliyorlar ki, bu dönemlerde tedavi farklı olabilir."

"İnsülin tedavisinin kadınlar için özel formülünü geliştiriyoruz"
Diyabet teknolojileriyle birlikte, diyabet hastalarının hayatını kolaylaştıran yeni cihazlar tasarlanıyor.
Diyabet teknolojileriyle ilgili araştırmalar da yürüten Cengiz, "Otomatize insülin dediğimiz artık otomatik pilot gibi olan tedavileri kararlaştırırken, elektronik mühendisleri ile çalışıyoruz. Onların ana kullandığı bilgi, genel insülinin nasıl işlev gördüğü, nasıl kan şekerini düşürdüğü bilgisiydi. Yani o anahtar bilgi hatalı olursa, tabii ki bu otomatize tedaviler de çok işe yaramayacağı anlaşıldı.  Bu sistem geliştirilirken onların kullandığı insülin tedavi sistemi erkeklerden daha çok toplanmış bilgilerden oluşuyordu. Çünkü aslında eski yıllarda maalesef kadınları araştırmalara çok alıyorlarmış bile, işte hormonları var diye. Biz tabii bu farklılıkları görünce dedik ki, artık kadınlar için özel otomatize tedavi sistemi kurulması lazım. Çünkü erkekler için uyguladığınız tedavi, kadınlar için büyük ihtimalle işe yaramayacak. Bazen kan şekerini çok düşürecek, bazen kan şekerini yükseltecek. Normal şeker seviyesine getirmeyecek. İlk yaptığımız insülin farmakokinetik farmakodinamik araştırma, bize bunun temellerini öğretti" ifadelerini kullandı.
Bu akıllı insülin düzenleme sistemlerini, Virginia'da ve Amerika'nın diğer bazı bölgelerinde beraber çalıştıkları bilgisayar mühendisleri, elektronik mühendisleri ile beraber değiştirdiklerini söyleyen Prof. Dr. Cengiz, "Haziran ayında yayımlanan makalemizde o mühendislerden bir grupla ve grup da benim çok gurur duyduğum hepsi kadınlardan oluşuyor. Diyabet, insülin tedavisinin kadınlar için özel formülünü geliştiriyoruz. Bununla ilgili burada da bir grup var, onlarla da çalışıyorum. Baştan beri dedim ki bu bilgiyi ben dünyadaki herkesle paylaşacağım. Yani hani bunu bir patent olarak ya da kendime özel saklayacağım. Yeter ki kadınlarımız tip 1 diyabetli, özellikle insülin tedavisinde en iyi şekilde tedavi edilebilsin ve en iyi sonuçlar alınabilsin. Sonuçta buna başladık. İnsülin tedavisi dünya çapındaki tedavi protokollerine de yerleştireceğiz. Bu sene Uluslararası Pediatri Adolesan Dünya İnsülin Tedavisi Standartları Rehberini ben yazdım. O bölümü biraz ekledim. Gelecek senelerde daha da yaygınlaştırmayı düşünüyoruz. Amacımız kadınları daha iyi tedavi edebilmek, komplikasyonlarını önlemek ve gösteriyoruz ki bir tedavi herkese uygun değil. Kişiye özel tedavi yapabilirsek çok daha iyi sonuçlar alabiliyoruz. Kadınlara uygun diyabet tedavisi de bunların en başında geliyor" şeklinde konuştu. 

Kadınlara özel tedavi amaçlı küpeler, bilezikler geliyor
Kadınlar için özel telefon, saat, küpe, bilezik gibi dizayn edilmesi için çalışmalar yapılıyor.
Prof. Dr. Eda Cengiz, önümüzdeki günlerde tedavi amaçlı elektronik küpe, bilezik gibi medikal olan belli aletleri o şekilde kadınlara özel dizayn etmek için çalışmalara da başlayacağını belirtti. 
 
 
 
 



Fentanil solumaktan kaynaklanan ilk beyin hastalığı raporlandı

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash
TT

Fentanil solumaktan kaynaklanan ilk beyin hastalığı raporlandı

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash

ABD'de doktorlar, dünyada fentanil dumanı solumaktan beyin hastalığı geçiren ilk vakayı bildirerek bu opioidin ne kadar tehlikeli olabileceğini bir kez daha ortaya koydu.

Fentanil, eroinden 50 kat daha tesirli.

47 yaşındaki hasta, geçen yıl şubatta otel odasında bilinçsiz ve "ölüme yakın" halde bulunduktan sonra Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi'nin acil servisine götürülmüştü.

Klinisyenler, fentanil dumanı solumanın hastanın beynindeki beyaz maddenin önemli bölümlerinin, hastanın bilincini kaybetmesine yol açacak ve beyinde geri dönüşü olmayan işlev kaybı ve muhtemelen ölüm riski yaratacak kadar iltihaplanmasına neden olduğunu teşhis etti.

Benzer vakalar daha önce eroin dumanı soluyan insanlarda bildirilmiş olsa da araştırmacılar Oregon'daki hastanın fentanil içeren belgelenmiş ilk vaka olduğunu söyledi.

Baş araştırmacı Chris Eden, "Bu, 40'lı yaşlarının sonunda, çocuk sahibi, ilk kez fentanil kullanan orta sınıftan bir erkeğin vakası. Bu vaka, fentanilin toplumumuzdaki herkesi etkileyebileceğini gösteriyor" dedi. 

Araştırmacılar, bu tür vakaların daha önce de yaşanmış olabileceğini ancak sendromun fizyolojisi hakkında nispeten az şey bilindiği için bunların fark edilmediğini söyledi.

Dr. Eden, "Opiatın klasik yan etkilerini çok iyi biliyoruz: Solunum depresyonu, bilinç kaybı, yönelim bozukluğu. Ancak bu vakadaki gibi muhtemelen geri dönüşü olmayan beyin hasarına yol açtığını ve beyni etkilediğini klasik olarak düşünmüyoruz" dedi.

Hasta yaklaşık bir ay hastanede kaldıktan sonra yavaş yavaş iyileşmiş, ardından konuşmasını ve işlevini yeniden kazanmasına yardımcı olan bir bakım tesisinde kalmıştı.

Araştırmacılara göre bu bulgu, ucuz ve kolayca bulunabilen fentanilin tehlikesi hakkında uyarı olarak görülmeli.

Hasta, BMJ Case Reports akademik dergisine, "Kendime, eşime ve aileme yaptıklarımdan dolayı sık sık pişmanlık duyuyorum. Hayatımı kurtaran tüm doktorlara, hemşirelere ve acil yardım görevlilerine ve beni toplumun faal bir üyesi haline getiren terapistlere minnettarım" diye konuştu.

Independent Türkçe


Kadınların menopoz öncesi dönemde depresyona girme olasılığı daha yüksek

Menopoz öncesi dönemde östrojen ve progesteron seviyelerinde değişiklikler yaşanabilir (AFP)
Menopoz öncesi dönemde östrojen ve progesteron seviyelerinde değişiklikler yaşanabilir (AFP)
TT

Kadınların menopoz öncesi dönemde depresyona girme olasılığı daha yüksek

Menopoz öncesi dönemde östrojen ve progesteron seviyelerinde değişiklikler yaşanabilir (AFP)
Menopoz öncesi dönemde östrojen ve progesteron seviyelerinde değişiklikler yaşanabilir (AFP)

Yeni bir araştırmaya göre kadınların menopoz öncesi dönemde (menopozal geçiş/perimenopoz dönemi) depresyona girme olasılığı bu döneme henüz girilmemiş olan döneme kıyasla yaklaşık yüzde 40 daha yüksek.

Şarku’l Avsat’ın ABD merkezli CNN televizyondan aktardığı habere göre perimenopoz dönem genellikle menopozdan yaklaşık üç ila beş yıl önce başlıyor. Bu süre zarfında kadınlarda östrojen ve progesteron hormonlarının seviyelerinde dalgalanmalar yaşanıyor. Bu dalgalanmalar ise ruh halinde değişikliklere, adet düzensizliklerine ve depresyon gibi diğer semptomlara yol açabiliyor.

Bir araştırma ekibi, kadınların yaşamın farklı evrelerinde depresyona girme olasılığını tahmin etmek için daha önce yapılan ve toplam 9 bin 141 kadını kapsayan yedi ayrı çalışmayı dikkatli bir şekilde gözden geçirip inceledi.

ABD’li, Avustralyalı, Çinli, Hollandalı ve İsviçreli kadınlar, ruh halleri ve fiziksel aktiviteye olan ilgileri hakkında bilgiler paylaştılar.

Çalışma, perimenopoz döneminde olan farklı yaşlardaki kadınların, bu döneme henüz girmemiş olan kadınlara kıyasla ‘depresyon semptomları gösterme ve depresyon tanısı konma olasılıklarının yüzde 40 daha fazla’ olduğunu ortaya çıkardı.

Öte yandan araştırmacılar, menopoz sonrası kadınlarda depresyon semptomları görülme riskinde önemli bir artışa rastlamadılar.

Araştırmacılara göre perimenopoz döneminde depresyona girme olasılığının yüksek olmasının biyolojik nedenlerinden biri, bu dönemde östrojen hormonunun azalması.

Araştırmacılar, bu dönemde artan gece terlemelerinin uyku sorunlarına yol açabileceğini ve bunun da kadınları depresyona daha yatkın hale getirebileceğini belirttiler.

Araştırmanın baş yazarı olan University College London’da (UCL) klinik psikoloji profesörü olan Dr. Aimee Spector, basına yaptığı açıklamada, “Elde ettiğimiz bulgular, perimenopoz döneminde kadınların ruh sağlığının nasıl etkilendiğini gösteriyor” ifadelerini kullandı.

Dr. Spector, ardından ekledi:

Bu kadınların tıbbi olarak, işyerinde ve evde uygun yardıma ve bakıma erişebilmelerini sağlamak için çalışmamız gerekiyor.

Ancak araştırmacılar, çalışmanın kadınların depresyon geçmişi olup olmadığını ortaya koyamadığına dikkati çektiler.


D vitamininin kanserle mücadelede yeni bir faydası bulundu

D vitamini, kanser kaynaklı ölüm oranının azalmasıyla ilişkilendiriliyor (Unsplash)
D vitamini, kanser kaynaklı ölüm oranının azalmasıyla ilişkilendiriliyor (Unsplash)
TT

D vitamininin kanserle mücadelede yeni bir faydası bulundu

D vitamini, kanser kaynaklı ölüm oranının azalmasıyla ilişkilendiriliyor (Unsplash)
D vitamini, kanser kaynaklı ölüm oranının azalmasıyla ilişkilendiriliyor (Unsplash)

D vitamininin kanser tedavisinde sağladığı yeni bir fayda keşfedildi. Bir tür bağırsak florasını güçlendirdiği gözlemlenen vitamin, immünoterapiye daha iyi yanıt verilmesini sağlıyor.

Daha önceki çalışmalarda D vitamini çeşitli kanserlerin önlenmesi ve tedavisiyle ilişkilendirilmişti. Yeni araştırmadaysa bu vitaminin, bağışıklık sisteminden yararlanarak vücudun kanseri yenmesine katkı sağlayan immünoterapi adlı tedavi yöntemindeki rolü tespit edildi.

Çalışma kapsamında fareleri D vitamini açısından zengin bir diyetle besleyen araştırmacılar hayvanların bağışıklık sisteminin kansere daha iyi karşı koyduğunu ve immünoterapiye daha iyi yanıt verdiğini gözlemledi. 

Bilim insanları D vitamininin bağırsaktaki Bacteroides fragilis adlı bakteri miktarını artırması sonucu bunun gerçekleştiğini kaydetti. İnsan vücudunda da bulunan bu bakterinin tek başına yarattığı etkiyi anlamak isteyen ekip normal seviyelerde D vitamini alan farelere Bacteroides fragilis verdi. Bu fareler de tümör gelişimine daha iyi bir şekilde direnç gösterdi.

Öte yandan D vitamini açısından fakir bir beslenme biçimi uygulanan farelere verilen Bacteroides fragilis aynı etkileri yaratmadı. 

Hakemli dergi Science'ta 25 Nisan'da yayımlanan çalışmanın yazarlarından Caetano Reis e Sousa "Burada gösterdiğimiz şey sürpriz oldu: D vitamini bağırsak florasını düzenleyerek farelerin kansere karşı daha iyi bağışıklık kazanmasını sağlayan bir bakteri türünü destekleyebiliyor" diyor.

Bu bir gün insanlardaki kanser tedavisi açısından önem arz edebilir fakat D vitamininin mikrobiyom aracılığıyla bu etkiyi nasıl ve neden yarattığını bilmiyoruz. D vitamini eksikliğinin giderilmesinin kanserin önlenmesi ya da tedavisinde fayda sağladığını kesin olarak söyleyebilmemiz için daha fazla çalışmaya ihtiyaç var.

ABD'deki Saint John's Kanser Enstitüsü'nden cerrahi onkolog Dr. Anton Bilchik, D vitaminin kanserle mücadelede oynadığı rolün bilindiğini fakat yeni araştırmanın bu mekanizmayı ortaya çıkarması açısından önemli olduğunu söylüyor. Araştırmada yer almayan Bilchik şöyle ekliyor:

Daha da önemlisi, immünoterapinin D vitaminiyle beraber daha etkili olabileceğini gösteriyor. Yani bunlar tamamen yeni tanımlanmış mekanizmalar.

Bilchik ayrıca kanser riskini azaltma ihtimali dışında da D vitamini seviyelerinin normalin altında düşmemesi gerektiği uyarsında bulunuyor. Medical News Today'e konuşan doktor, bu vitaminin kemik erimesi (osteoporoz) riskini azaltmada oynadığı rolün altını çiziyor.

Independent Türkçe, Medical News Today, Neuroscience News, Science


"Verilemeyen inatçı kiloların sebebi böbrek üstü bezleriniz olabilir" uyarısı

"Verilemeyen inatçı kiloların sebebi böbrek üstü bezleriniz olabilir" uyarısı
TT

"Verilemeyen inatçı kiloların sebebi böbrek üstü bezleriniz olabilir" uyarısı

"Verilemeyen inatçı kiloların sebebi böbrek üstü bezleriniz olabilir" uyarısı

Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Başkanı da olan Yavaşcaoğlu, derneğin "16. Ulusal Endoüroloji Kongresi" için geldiği Antalya'da, AA muhabirine, böbrek üstü bezlerin tüm hormonal dengeyi sağladığını söyledi.

Bu bezlerin hormon salgılamayan tiplerinin belirti vermediğini dile getiren Yavaşcaoğlu, "Gittikçe kilo alma, ne yaparsa yapsın kilo verememe, tansiyon yüksekliği, arada çarpıntı, aniden yüzün kızarması gibi belirtiler, böbrek üstü bezlerden kaynaklanıyor olabilir. İyi ya da kötü huylu tümörler de meydana gelebilir. Her hekimin, mutlaka böbrek üstü beziyle ilgili hastalıkları akla getirip, ona göre tetkiklerini yaptırması gerekiyor." diye konuştu.

Yavaşcaoğlu, karın, safra kesesi ağrısı yaşayan hastaların tomografisini çekerek kontrolünü yaptıklarını, hiçbir belirtisi olmayan hastaların da rutin kontrollerinde tümöre rastlayabildiklerini ifade etti.

"Böbrek üstü bezleri ihmal edilirse vücuda çok fazla zararı var"

Fazla kilosu ve yüksek tansiyonu olanlara daha dikkatli olmasını öneren Yavaşcaoğlu, böbrek üstü bezleri ihmal edilirse vücuda çok fazla zararı olduğunu, bunun için rutin kontroller yaptırmak gerektiği kaydetti.

Böbrek üstü bezleri rahatsızlığı olanların bazen bunu ihmal edebildiğini anlatan Yavaşcaoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:

"Verilemeyen inatçı kiloların sebebi böbrek üstü bezleriniz olabilir. Özellikle ensede dolgun bir yağ dokusu, dengesiz yağ dağılımı bunlar çok önemli faktörler. Bazen sadece yüksek tansiyon, arada çarpıntı olarak belirti veriyor, diyabeti tetikliyor. Bunları kontrol etmek gerekiyor. Eğer böbrek üstü bezlerinizle ilgili tümör ya da farklı bir sorun varsa bunların tedavisi artık çok kolay. Hasta yeni yöntemlerle ameliyat olup maksimum iki gün sonra evinde, bir hafta sonra da işinde olabiliyor. Hasta operasyondan sonra eski günlerine dönüyor, ne şekeri ne tansiyonu ne kilosu kalıyor. Bir anda yeniden doğmuş gibi oluyor. Böbrek üstü tümörlerinde de kapalı yöntemle hiç açmadan sadece kanserli dokuyu çıkarıp, böbreğin korunması artık mümkün."


Tip 1 diyabete yol açtığı düşünülen gen mutasyonu ilk defa incelendi

Kronik bir hastalık olan tip 1 diyabet, her yaşta ortaya çıkabiliyor (Pexels)
Kronik bir hastalık olan tip 1 diyabet, her yaşta ortaya çıkabiliyor (Pexels)
TT

Tip 1 diyabete yol açtığı düşünülen gen mutasyonu ilk defa incelendi

Kronik bir hastalık olan tip 1 diyabet, her yaşta ortaya çıkabiliyor (Pexels)
Kronik bir hastalık olan tip 1 diyabet, her yaşta ortaya çıkabiliyor (Pexels)

Dünyada sadece iki kardeşte görülen gen mutasyonu, tip 1 diyabetin önlenmesinin anahtarı olabilir. 

Otoimmün bir hastalık olan tip 1 diyabet, bağışıklık sisteminin pankreastaki insülin üreten beta hücrelerine saldırarak normal insülin üretimini durduruyor. Bu hastalıktan muzdarip kişilerin kan şekerini kontrol altında tutmak için yaşamları boyunca insülin iğnesi yaptırması gerekiyor.

Yeni araştırmayı yürüten bilim insanları bugüne kadar iki kardeş dışında kimsede rastlanmayan bir gen mutasyonunun bu hastalığa yol açabileceğini düşünüyor. Sözkonusu mutasyon PD-L1 adlı proteini kodlayan gende gerçekleşiyor.

Araştırmacılar, çalışma yürütüldüğü sırada 10 ve 11 yaşındaki iki çocuğun hayatlarının ilk birkaç haftasında tip 1 diyabete yakalandığını belirtiyor. Journal of Experimental Medicine adlı bilimsel dergide yayımlanan çalışmada bu mutasyonun PD-L1'in düzgün çalışmasını engellediği kaydedildi.

Bu protein ve reseptörü PD-1, bağışıklık sistemini kontrol altında tutan bir tür güvenlik sistemi işlevi gördüğünden ve işlevlerini engelleyen kanser tedavileri diyabete yol açabildiğinden PD-L1, tip 1 diyabetin başlamasını durdurmada çok önemli görünüyor.

Ancak çocukların bağışıklık sisteminin, bu proteinle reseptörün sağladığı güvenlik mekanizması olmadan da düzgün çalıştığını gözlemleyen bilim insanları şoke oldu. Araştırmacılar PD-1'e bağlanan başka bir protein olan PD-L2'nin, PL-D1 görevini yerine getirmediğinde devreye girdiğini düşünüyor. 

Araştırmacılar PL-D1 proteini tip 1 diyabetin önlenmesinde kilit rol oynarken, diğer bağışıklık sistemi işlevlerinin çoğunun normal şekilde çalışmasını sağlamada pek önem arz etmediği sonucuna vardı. 

King's College London'dan immünolog Timothy Tree ortak yazarı olduğu çalışma hakkında "Artık otoimmün diyabeti önlemede kritik rol oynayan farklı hücre tipleri arasındaki iletişimi çözmemiz gerekiyor" diyor.

Bu bulgu, tip 1 diyabet gibi otoimmün diyabetlerin nasıl geliştiğine dair bilgilerimizi arttırıyor. Gelecekte diyabeti önleyebilecek tedavilerde yeni bir muhtemel hedefin önünü açıyor.

Independent Türkçe, Science Alert, Science Daily, Journal of Experimental Medicine


Kolon kanseri uyarısı: İki vücut tipinde risk yüksek

Kolon kanseri, dünya genelinde kansere bağlı ölümlerde ikinci sırada yer alıyor (Pixabay)
Kolon kanseri, dünya genelinde kansere bağlı ölümlerde ikinci sırada yer alıyor (Pixabay)
TT

Kolon kanseri uyarısı: İki vücut tipinde risk yüksek

Kolon kanseri, dünya genelinde kansere bağlı ölümlerde ikinci sırada yer alıyor (Pixabay)
Kolon kanseri, dünya genelinde kansere bağlı ölümlerde ikinci sırada yer alıyor (Pixabay)

Karın bölgesinde aşırı yağlanma olan uzun boylu kişiler ve obezlerin kolon (kalın bağırsak) kanserine daha fazla yakalandığı bulundu. 

Aşırı kilonun bu kanser riskini artırdığı önceki çalışmalarda görülse de farklı yağlanma türlerinin etkisi saptanmamıştı. 

Birleşik Krallık (BK) Biobank'ten 329 bin 828 kişinin sağlık verisinin incelendiği yeni araştırmada katılımcılar vücut tiplerine göre 4 gruba ayrıldı: vücut genelinde obez; yağlanmanın vücuda yayıldığı uzun boylular; karın bölgesinde yağlanma olan uzun boylular; daha kısa ve kilolu ama kalça ve bel ölçüsü daha düşük olanlar. Katılımcıların 3 bin 728'i kolon kanseriydi.

Obezitenin vücudun genelinde görüldüğü ilk grubun kolon kanserine yakalanma riskinin diğerlerine göre yüzde 10 daha fazla olduğu kaydedildi. Abdominal obezite sınıfına giren üçüncü gruptaki riskse yüzde 12'ydi. Bu vücut tipine sahip kadınların bu kansere yakalanma ihtimali de erkeklerden yüzde 18 daha yüksek çıktı. 

Science Advances adlı hakemli dergide yayımlanan araştırmanın yazarları, yağın vücutta biriktiği bölgenin vücut kitle indeksinden daha önemli olduğunu söylüyor. Boy ve kilo üzerinden hesaplanan vücut kitle indeksi, tahmini yağ miktarını göstererek kişinin ideal kilosuna ne kadar yakın olduğunu anlamaya yarıyor. 

Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı'ndan Heinz Freisling, ortak yazarı olduğu araştırma hakkında "Vücut kitle indeksi veya vücuttaki yağ dağılımı (örneğin bel çevresi) gibi vücudun yağlılığını ölçerken en çok kullanılan göstergelerin, sağlıksız kiloya bağlı kanser riskini göz ardı ettiğini düşünüyoruz" diyor. 

Bu göstergeler kullanışlı olsalar da yakın vücut kitle indeksine sahip ama farklı vücut tipindeki bireyleri aynı kategoride gruplandırıyor. Diğer yandan aynı vücut kitle indeksine sahip kişilerin kanser risklerinin çok farklı olabileceğini biliyoruz.

BK Biobank'den 460 bin 198 kişinin genetik verilerini inceleyen bilim insanları 3 bin 414 genetik varyant tespit etti. Araştırmacılar bu sayede iki vücut tipindeki kanser riskinin yüksek olmasında genlerin oynadığı rolü tespit etti. 

Freisling "Genel olarak daha obez bir vücut şeklinin belirli beyin bölgelerinde aşırı ifade edilen genlerle; daha uzun boylu ve abdominal obez vücut şeklininse esasen yağ dokusunda aşırı ifade edilen genlerle ilişkili olduğunu bulduk" diyor:

Açıkçası bu, sindirim sağlığının en azından kısmen beyin ve yağ dokusundan kaynaklanabileceğini gösteriyor.

Independent Türkçe, Medical News Today, News Medical, Newseek, Science Advances


Uzmanlar sıradaki pandemiye grip virüsünün yol açmasını bekliyor

Her yıl yaklaşık 1 milyar kişi mevsimsel grip geçiriyor (Pexels)
Her yıl yaklaşık 1 milyar kişi mevsimsel grip geçiriyor (Pexels)
TT

Uzmanlar sıradaki pandemiye grip virüsünün yol açmasını bekliyor

Her yıl yaklaşık 1 milyar kişi mevsimsel grip geçiriyor (Pexels)
Her yıl yaklaşık 1 milyar kişi mevsimsel grip geçiriyor (Pexels)

Bulaşıcı hastalık uzmanları bir sonraki pandeminin influenza virüsünden kaynaklanacağını düşünüyor. 

57 ülkeden 187 katılımcıyla yapılan bir ankette hangi patojenin sıradaki pandemiye yol açacağı sorusunda influenzayı uzmanların yüzde 57'si birinci, yüzde 17'si de ikinci sıraya koydu.

Travel Medicine and Infectious Disease adlı hakemli dergide yayımlanan araştırmayı yürüten Dr. Jon Salmanton-García, virüsün sürekli geliştiği ve evrimleştiğini gösteren çalışmalar nedeniyle böyle bir beklenti olduğunu söylüyor. Köln Üniversitesi'nden Dr. Salmanton-García "İnfluenza her kış ortaya çıkıyor" diyor.

Bu salgınların küçük pandemiler olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar az çok kontrol altına alınıyor çünkü bunlara neden olan farklı varyantlar yeterince öldürücü değil. Ama bu sonsuza kadar böyle gitmeyecek.

Öte yandan Kovid-19 pandemisi sayesinde dünyanın artık çok daha hazırlıklı olduğunu belirten Dr. Salmanton-García, "Kovid-19 pandemisinde bir solunum yolu virüsü pandemisine nasıl yaklaşılacağına dair pek çok şey öğrendik" diyor:

Bunlar arasında sosyal mesafe, el temizliği, yüz maskeleri, aşılamaya yeniden odaklanma ve sağlık kurumlarına güven yer alıyor. Buna paralel şekilde kurumlar da çok şey öğrendi. Hayati önem taşıyan hazırlık ve gözetim faaliyetleri artık daha iyi finanse ediliyor.

Uzmanların sıradaki pandemi tahminlerinde grip virüsünü, henüz bilinmeyen bir hastalığı ifade eden X Hastalığı izledi. Bu patojen katılımcıların yüzde 21'inin ilk, yüzde 14'ünün de ikinci sırasında yer aldı. SARS-CoV-2 ise uzmanların yüzde 8'inin birinci, yüzde 16'sının da ikinci sırasındaydı.

Araştırmanın detayları 27-30 Nisan'da Barselona'da düzenlenecek Avrupa Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıklar Derneği (ESCMID) toplantısında anlatılacak.

Perşembe günü Dünya Sağlık Örgütü kuş gribinin insanlara bulaşma riskinin yüksek endişe yarattığını açıklamıştı. 2020'den beri dolaşımda olan ve milyonlarca kuşun ölümüne yol açan A(H5N1) varyantının memelilere sıçraması bu endişenin en temel nedeni. 

İnsanlarda "olağanüstü derecede" yüksek ölüm oranına sahip virüs ABD'nin 12 eyaletinde sığırlara bulaşırken, ineklerle yakın teması olan bir insan da enfekte olmuştu. 

Independent Türkçe, Guardian, MedicalXpress, Travel Medicine and Infectious Disease


Dünyanın en popüler kahvesinin izi 600 bin yıl önceye kadar sürüldü

Kahve bitkisinin Etiyopya'da ortaya çıktığı tahmin ediliyordu (Unsplash)
Kahve bitkisinin Etiyopya'da ortaya çıktığı tahmin ediliyordu (Unsplash)
TT

Dünyanın en popüler kahvesinin izi 600 bin yıl önceye kadar sürüldü

Kahve bitkisinin Etiyopya'da ortaya çıktığı tahmin ediliyordu (Unsplash)
Kahve bitkisinin Etiyopya'da ortaya çıktığı tahmin ediliyordu (Unsplash)

Dünyanın en çok üretilen kahve türü Arabica'nın, 600 bin yıl önce Etiyopya'da ortaya çıktığı bulundu. 

Araştırmacılar dünyanın dört bir yanındaki kahve bitkilerinin genomlarını inceleyerek Coffea arabica diye bilinen bitkinin soyağacını çıkardı. 

Buffalo Üniversitesi'nden Victor Albert, sorumlu yazarı olduğu araştırma hakkında "Bugün yaşayan bitkilerin genetik bilgilerini kullanıp zamanda geriye giderek Arabica'nın uzun geçmişinin mümkün olan en doğru resmini çizdik ve günümüzde yetiştirilen çeşitlerin birbirleriyle nasıl bir ilişki içinde olduğunu belirledik" diyor.

Arabica'nın 39 çeşidini inceleyen araştırmacıların elinde 1700'lerden kalma bir örnek de vardı. İsveçli doğa bilimci Carl Linnaeus, bu bitkiyi kullanarak türün bilimsel adını koymuştu. 

Nature Genetics adlı hakemli dergide pazartesi günü yayımlanan araştırmada C. arabicanın Coffea canephora ve Coffea eugenioides adlı iki çeşidin doğal yolla melezlenmesiyle ortaya çıktığı bulundu. Albert bu bulgu hakkında şöyle diyor:

Başka bir deyişle, Arabica'yı meydana getiren melezleme insanların yaptığı bir şey değildi.

Bu iki çeşitten ikişer set kromozom gelmesiyle gerçekleşen bu olayın ne zaman yaşandığını saptamak için bilim insanları bir bilgisayar modeli kullandı. Arabica'nın en eski popülasyon darboğazının 610 bin yıl önceye denk geldiğini tespit ettiler. Popülasyon darboğazı, çeşitli nedenlerle bir popülasyonun sayısının ciddi derecede düşmesi anlamına geliyor.

Bu nedenle bitkinin bu dönemden önce oluşmuş olması gerektiğini söyleyen araştırmacılar 1 milyon ila 610 bin yıl öncesine işaret ediyor.

Dünyanın en popüler kahvesi Arabica, halihazırda küresel kahve pazarının yaklaşık yüzde 60'ını oluşturuyor. 

Independent Türkçe, Euronews, Sci News, Nature Genetics


Gribin akciğerde yol açtığı hasarın önüne geçen bir ilaç geliştirildi

İnfluenza virüsünün yol açtığı iltihaplanma, nefes almak için gereken hücrelere zarar veriyor (Unsplah)
İnfluenza virüsünün yol açtığı iltihaplanma, nefes almak için gereken hücrelere zarar veriyor (Unsplah)
TT

Gribin akciğerde yol açtığı hasarın önüne geçen bir ilaç geliştirildi

İnfluenza virüsünün yol açtığı iltihaplanma, nefes almak için gereken hücrelere zarar veriyor (Unsplah)
İnfluenza virüsünün yol açtığı iltihaplanma, nefes almak için gereken hücrelere zarar veriyor (Unsplah)

Yeni geliştirilen ilaç, gripten kaynaklanan iltihaplanmanın yarattığı akciğer hasarını önlemeyi başardı. 

Grip hastalığına yol açan influenza virüsü akciğer hücrelerini öldürmeye başladığında bu hücreler, enfeksiyonla mücadele etmesi için bağışıklık hücrelerine sinyal gönderiyor. Kontrol edildiği zaman vücudu virüsten kurtarmada etkili bir rol oynayan bu hücre ölümü, kontrol edilmediğinde şiddetli iltihaplanma ve akciğer hasarına neden olarak ölüme bile yol açabiliyor.

Yeni çalışmada araştırmacılar, iltihaplanmaya yol açan hücre ölümünü engelleyerek farelerdeki enfeksiyonun seyrini tersine çevirmeyi başardı. Yapılan bir dizi deneyde UH15-38 adlı yeni ilacın düşük dozda bile, insanların maruz kaldığına yakın miktarda influenza virüsü verilen fareleri koruduğu görüldü. 

Ayrıca yüksek dozdaki ilacın, kayda değer miktarda virüs içeren bir enfeksiyona karşı tam koruma sağlayabildiği de tespit edildi. 

Araştırmacılar geliştirdikleri ilaçla, hücre ölümünü kontrol eden RIPK3'ün (reseptörle etkileşen protein kinazı 3) iki yolundan birini kapattı. Bunlardan biri (nekroptoz) ciddi iltihaplanmaya yol açarken diğeri (apoptoz) bunu yapmadan vücudun virüsü yenmesine katkı sağlıyor. UH15-38, apoptozu koruyup nekroptozun başlamasını engelleyecek şekilde tasarlandı.

Önde gelen hakemli bilimsel dergi Nature'da yayımlanan araştırmanın yazarlarından Paul Thomas "RIPK3'ü tamamen devre dışı bırakmak pek iyi değil çünkü o zaman bağışıklık sistemi virüsü temizleyemiyor" diyor. 

Sadece nekroptozu devre dışı bıraktığımızda, hayvanlar daha iyi sonuç verdi çünkü apoptoz hâlâ devredeydi ve o kadar iltihaplanmaya da yol açmadan, virüs bulaşmış hücrelerden kurtulmayı başardı.

Antiviral ilaçların etkili olması için enfeksiyonun ilk iki-üç gününde alınması gerekirken araştırmacılar UH15-38'in, enfeksiyonun başlamasından 5 gün sonra verildiğinde bile fayda sağladığını gözlemledi. Thomas "Bu ilaç daha önce hiç görmediğimiz bir şey yapabilir" diyor. 

Ayrıca araştırmacılar, fare deneylerinden elde edilen sonuçların insan deneylerine taşınması halinde UH15-38 gibi bileşiklerin, solunum yolundaki şiddetli semptomları tetikleyen diğer virüslere de müdahale edebileceğini düşünüyor.

Çalışmanın bir diğer yazarı Alexei Degterev, "Kovid-19'un en kötü kısmı geride kalmış olabilir ancak başka bir pandemi yaşanacağına dair makul bir beklenti var ve konağın nasıl enfekte olduğundan bağımsız olarak konağı koruyacak bir şeye ihtiyacımız var" diye uyarıda bulunuyor. 

Bu çalışma, böyle bir hedefe ulaşma ihtimalini vurgulayarak hücre ölümünün enfeksiyonları nasıl şekillendirdiğine yönelik ilgiyi yeniliyor.

Independent Türkçe, Science Daily, MedicalXpress, Nature


Diyabet ilacı, Parkinson'a umut oldu

Dünya çapında 10 milyondan fazla kişi Parkinson hastalığından muzdarip (Pexels)
Dünya çapında 10 milyondan fazla kişi Parkinson hastalığından muzdarip (Pexels)
TT

Diyabet ilacı, Parkinson'a umut oldu

Dünya çapında 10 milyondan fazla kişi Parkinson hastalığından muzdarip (Pexels)
Dünya çapında 10 milyondan fazla kişi Parkinson hastalığından muzdarip (Pexels)

Diyabet tedavisinde kullanılan bir ilacın Parkinson hastalığının ilerlemesini yavaşlatabileceği tespit edildi.

Beyindeki sinir hücrelerinin hasara uğradığı ve zaman içinde öldüğü Parkinson hastalığı, vücüdun çeşitli yerlerinde titreme, yavaş hareket etme, kas sertliği gibi motor semptomlara yol açıyor. Hafızayı da etkileyen bu hastalığın daha ağır vakalarında demans görülebiliyor. Bu rahatsızlığın henüz bir tedavisi yok ancak semptomlar kontrol altına alınabiliyor.

Yeni yapılan bir çalışmada da araştırmacılar, tip 2 diyabet tedavisinde kullanılan GLP-1R agonistleri sınıfındaki lyxumia adlı ilacı kullanarak motor semptomların ilerlemesini yavaşlatmayı başardı. 

New England Journal of Medicine adlı bilimsel dergide yayımlanan araştırmada yakın zamanda Parkinson teşhisi alan 156 kişi rasgele bir şekilde iki eşit gruba ayrıldı. 12 ay boyunca izlenen iki grup Parkinson ilaçlarını almaya devam ederken bir gruba lyxumia, diğer gruba da plasebo verildi.

Bir yılın sonunda lyxumia verilen hastaların motor semptomlarında esasen ilerleme olmadığı, diğer gruptaysa az ama klinik açıdan önem arz ettiği düşünülen bir ilerleme görüldüğü kaydedildi. 

İki grup arasındaki bu fark deneme süresi sona erdikten ve diğer Parkinson ilaçları kesildikten iki ay sonra da devam etti. Araştırmayı yürüten Fransız ekip bunun, lyxumia'nın sadece semptomları azaltmakla kalmadığını, beyni nöron kaybına karşı koruduğunu da gösterdiğini söylüyor.

Öte yandan lyxumia verilen grubun yaklaşık yarısının mide bulantısı yaşadığı ve yüzde 13'ünün kustuğu kaydedildi.

Çalışmanın ortak yazarlarından, Bordeaux Üniversitesi Hastanesi'nden Prof. Wassilios Meissner şöyle diyor:

Tüm yorumlamalar ve mevcut aşamada uygulanabilirliğe karşı temkinli olmalıyız fakat bu, gerçekten de eksenatid denemesi dışında hiç görmediğimiz çok ama çok net ve güçlü bir sinyal.

Daha küçük bir grupla yapılan 2017 tarihli bir araştırmada tip 2 diyabet tedavisinde kullanılan eksenatid adlı ilacın, orta derecedeki Parkinson hastalarının motor semptomlarını iyileştirdiği bulunmuştu. 

Yeni çalışmayı yürüten araştırmacılar, lyxumia'nın gerçekten hastalığın ilerlemesini yavaşlatıp yavaşlatmadığı ve faydaların zaman içinde devam edip etmediği gibi soruları cevaplamak adına daha fazla çalışma yapılması gerektiğini de belirtiyor. 

Araştırmada yer almayan ve Sheffield Üniversitesi'nde hücresel nörobilim ve metabolizma alanında öğretim görevlisi olan Heather Mortiboys ise bulguların "umut verici" olduğunu söylüyor: 

Bu çalışma, bu ilaç sınıfının (GLP-1R agonistleri) Parkinson açısından gerçek bir potansiyele sahip olduğunu gösteren tüm mevcut sonuçların önemini artırıyor.

Independent Türkçe, Guardian, Financial Times, New England Journal of Medicine