Mesud Barzani'den Şarku'l Avsat'a özel açıklamalar: Gizli görüşmeye gittiğimizde Amerikalılar Saddam'ı devirme kararı aldıklarını söylediler

Şarku’l Avsat’a konuşan Mesud Barzani: Türkiye, askeri güçlerinin Musul ve Kerkük'e girmesini şart koştu, biz de Washington'a onlarla (Türk askerleriyle) savaşacağımızı bildirdik

Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi
Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi
TT

Mesud Barzani'den Şarku'l Avsat'a özel açıklamalar: Gizli görüşmeye gittiğimizde Amerikalılar Saddam'ı devirme kararı aldıklarını söylediler

Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi
Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi

Ne zaman Mesud Barzani'yi ziyaret etsem, görüşmemiz üçlü bir toplantıya dönüşüyor. Her zaman Saddam Hüseyin'in gölgesi aramızda geziyor ve kapıyı anılara aralıyor. Mesleğim, beni hep, Irak denen kaynayan kazanın üzerinde demir iradeli iki adamın heyecan verici ve acı dolu hikayesini takip etmeye itmiştir. Saddam Hüseyin, millet ruhunun kendisine Irak’ı yeniden o eski gösterişli ve ihtişamlı günlerine kavuşturma görevini verdiğine inanıyordu. Mesud Barzani ise kaderin, kendisi için Kürt rüyasının koruyucusu rolünü seçtiğine inanıyor. Saddam, Kürtlerin taleplerini karşılama konusunda en cüretkar davranan Irak lideriydi. Ardından Kürt beldelerine ve köylerine olağanüstü bir felaket yaşatan en katı lider haline geldi. Barzani, Kürtlerin efsanevi lideri olan babası Mele (Molla) Mustafa Barzani'nin çizdiği yolu korumakta ısrarcıydı.
Ne Barzani, Saddam’ı ne de Saddam Barzani’yi alt edebilmişti. Aralarındaki uzun ilişki, zorunlu el sıkışmalara ve acı verici darbelere tanık oldu. Bundan tam yirmi yıl önce kader, aralarındaki anlaşmazlığı sona erdirdi. Daha doğrusu ABD emperyalizmi Irak'a girdi ve ülkeyi işgal etti. Saddam darağacına gönderildi. Mesut Barzani ise biri federal Irak bayrağı biri de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) bayrağı olmak üzere iki bayrağın altında oturmaya devam etti. Türkiye, İran ve Suriye Kürtlerinin başaramadığını Barzani başardı. Yaser Arafat'ın hayalleri suya düştü. Saddam Hüseyin ve Mesud Barzani arasında heyecan verici ayrıntılarla dolu bir ahbaplık vardı.
Irak'ta içinde bulunduğumuz yüzyıl, uzun bir devam olduğunu düşündüren bir tabloyla başladı. Kürtler, ülkenin kuzeyinde uçuş yasağı getirilen bölgeden yararlanmaya devam ediyorlar. Bağdat'ta ise Saddam Hüseyin rejimi bir tırnak makası gibi yaşıyor. Uluslararası kurumlardan müfettişleri manipüle ederken ‘gıda karşılığı petrol’ şartlarını ihlal ediyor. Ancak, Saddam rejiminin, Kuveyt'ten çekilmek zorunda kalmasının ardından Kürt ve Şii ayaklanmalarını bastırmasının dehşeti apaçık ortadaydı.

Barzani ve Talabani, ABD’nin Irak'a atadığı geçici işgal yönetiminin lideri emekli general Jay Garner ile Nisan 2003'te Süleymaniye'de çekilmiş bir fotoğrafları (Getty)
Muhalefet, rejimi devirme konusundaki eskiden beri kurduğu hayali kurmaya devam etse de Saddam'ın askeri gücünü kendi güçleriyle alt edemeyeceğinden bu oldukça güç görünüyordu. ABD Hava Kuvvetleri, Iraklı gruplara kendi iç ve bölgesel programlarına göre ilerlemeleri adına hava koruması sağlaması için kiralanamazdı. Hesapları ve denklemleri değiştirmek için bir deprem gerekliydi ve bu deprem daha uzun süre beklenmeyecekti.

Uçaklar ve kuleler
11 Eylül Kürtlerin hafızalarına kazınmış bir gündür. 11 Eylül 1961’de, Mele Mustafa Barzani, iki yıl önce yeniden iktidara gelen Baas Partisi ile yaptığı anlaşmayla, alevi 1970'te sönene kadar yanmaya devam edecek olan Kürt ayaklanmasını başlattı. Mele Mustafa, ayaklanmayı başlattığında, aralarında Mesud'un da bulunduğu oğulları onun yanındaydı.
11 Eylül 2001’e gelindiğinde ise Mesud, yanında oğlu Mesrur ​​ile birlikte Duhok şehrindeydi. Ekranda, bir uçağın yüksek bir kuleye çarpışını izliyordu. Başlarda ekranda bir film gösterildiğini düşünürken ikinci bir uçağın başka bir kuleye çarptığını gördü. Son dakika haberi geldiğinde çevresindekilere ABD’de büyük ve tehlikeli bir şeyler olduğunu söyledi. Bir ülkenin kendi evindeki tek süper güce saldırmaya cüret edip onun prestij ve başarı sembollerini hedef alması kesinlikle söz konusu bile olamazdı.
ABD büyük bir güçtür ve dünyanın en uzak noktasına ulaşabilecek devasa bir orduya sahiptir. Saldırının arkasında El Kaide'nin olduğu ortaya çıktığında dahi Saddam rejiminin ağır bir bedel ödeyeceğini düşünmek ve her ne kadar ABD’den nefret etseler de ve ona karşı olduklarına dair benzer açıklamalar yapsalar da Saddam rejimi ile El Kaide arasında bir bağlantı olduğunu varsaymak son derece güçtü. Çünkü her biri diğeriyle çelişen bir terminoloji kullanıyordu. Ayrıca El Kaide lideri Usame bin Ladin, Baas rejimini kafir bir rejim olarak görüyordu.
Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani, tehlikelerin boyutları henüz netleşmemiş olsa da yeni bir dönemin başladığını hissetmişti. Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile ilişkileri yeniden tesis etmeye karar verdi. Türkiye, Suriye ve İran'a temsilciler göndererek bu ülkelerin New York ve Washington'daki saldırıların olası yansımalarına ilişkin okumalarının nabzını tuttu. Üç ülke, ABD’nin vereceği olası tepkiyi merak ediyor ve anlamaya çalışıyorlardı, ancak hiçbirinin verebilecekleri cevapları yoktu.

Barzani’nin, 2003 yazında Selahaddin şehrinde ABD'nin Irak'taki sivil yöneticisi Paul Bremer ile bir araya geldiği bir kare (Getty)
İran, başka bir heyet daha gönderilmesini istedi. Bunun üzerine derhal bir heyet daha İran’a gönderildi. Tahran, İstiklal (Hilton) Oteli’nde Kürt heyetini ağırlarken kasıtlı olarak aynı yerde ve aynı saatte Saddam rejiminden İstihbarat Direktörü Tahir Celil Habuş başkanlığındaki bir heyeti de ağırladı. İki heyetin üyeleri otel lobisinde tokalaştılar. Bağdat, bu yeni süreci anlamaya ve tehlikelerinden kaçınmaya çalışırken endişeli ve kafası karışık haldeydi. Ancak Kürt lider artık çok geç olduğunu, ‘sadece Basra'nın değil, Irak'ın da yıkılmasından sonra’ rejimle yapılacak herhangi bir anlaşmanın uzun sürmeyeceğini ve Kürt halkı üzerinde büyük bir yük’ getireceğini anladı.
ABD yaralanmıştı ve öfkeyle köpürüyordu. Dünya, onun bu öfkesiyle bundan sonraki senaryolara dair spekülasyon yapıyordu. 2002 yılı, Mesud Barzani’nin gidişatı anlamasına yardımcı olduğunu düşündüğü art arda işaretler taşıyacaktı. Dönemin ABD Başkanı George Bush, 30 Ocak 2022’de Irak rejimine karşı sert saldırının emrini verdi. Bush’a göre Irak, aralarında İran ve Kuzey Kore'nin de olduğu bir ‘şer ekseninde’ yer alıyordu. Şubat ayına gelindiğinde, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, Irak rejimini değiştirmenin gerektiğinden ve bunun için gerekirse ABD’nin bu görevi tek başına üstlenebileceğinden söz etti. İngiltere Başbakanı Tony Blair de sahneye dahil olmaktan çekinmedi.
Mesud Barzani, Şarku'l Avsat'ın ayrıntıları öğrenme talebine cömertçe karşılık vererek olaylar ve manşetlerle dolu hafızasını sorgulamaya devam ediyor.

Kritik gizli görüşme
Mesud Barzani, 17 Şubat 2002 tarihinde ABD’nin Merkezi İstihbarat Teşkilatı’ndan (CIA) bir heyeti kabul etti. Heyet, görüşme sırasında “ABD, Saddam rejimini devirme kararı aldı, saldırı birkaç yönden başlatılacak, hesaplamalarımızda bölgenin rolü büyük önem taşıyor ve Washington'u ziyaret etmeye davetlisiniz” şeklinde dikkat çekici ifadeler kullandı. Mesud Barzani, Kürtlerin ‘demokratik, federal, çoğulcu bir Irak kurmayı amaçlayan her türlü süreci’ destekleyeceğini ve ABD’den ‘Kürtlerin geleceğine’ dair bir garanti talep ettiklerini söyledi. Washington'ın komşu ülkelere ‘Kürtlerin herhangi bir kişiye ya da tarafa karşı hiçbir şekilde tehdit oluşturmadıklarını ve oluşturmayacaklarını’ bildirebileceğini düşünen Barzani, Washington'ın davetini kabul etti. Mesud Barzani, 1 Nisan’da ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan Bakan Yardımcısı Ryan Crocker başkanlığındaki bir heyeti kabul etti. Toplantıda KDP’nin önde gelen isimleri de hazır bulundu. Heyet, ABD’nin Saddam rejimiyle ilgili görüşünü yineledi ve 14 Nisan’da Mesud Barzani’nin Washington'ı ziyaret etmesini önerdi. Aynı tarihlerde Celal Talabani de Washington’ı ziyaret edecekti.

Irak’ın Nasıriye şehrinde Saddam'ın posterini kaldıran iki ABD askeri, 3 Nisan 2003 (EPA)
Her ne kadar verilen sinyaller açık olsa da Barzani, en tepedeki karar alma merkezlerinden daha net sözler duymayı bekliyordu.
Mesud Barzani, 15 Nisan'da beraberinde oğlu Mesrur Barzani ve daha sonra dışişleri bakanı olacak KDP’nin önde gelen isimlerinden Hoşyar Zebari ile Frankfurt Havalimanı'nda bekleyen özel bir uçağa bindi. ABD’ye giden Kürt heyeti, Celal Talabani, oğlu Bafıl ve dönemin KYB lideri ve daha sonra Irak’ın cumhurbaşkanı olacak olan Berham Salih'in katılımıyla yeniden bir araya gelecekti. Bu kritik görüşme, ABD’li istihbarat servislerinin Virginia'da seçtikleri bir misafirhanede gerçekleşecekti. ABD’yi temsilen görüşmeye katılanlar arasında dönemin CIA Başkan Yardımcısı John E. McLaughlin, Ulusal Güvenlik'ten General Wayne A. Downing ve Dışişleri Bakanlığı'ndan Ryan Crocker vardı. Bu isimlerin katılımı, görüşmenin Beyaz Saray, CIA ve Dışişleri Bakanlığı’nın katılımı ve koordinasyonu ile olduğu anlamına geliyordu.
ABD tarafı, Saddam'ı devirme kararının alındığını ve bundan geri dönüşün olmadığını belirtti. “ABD, Saddam'ın iktidardan indirilmesi gerektiğine karar verdi, Kürtler tüm haklarını almalı ve ABD, Irak'ta federal sistemin benimsenmesini kabul ediyor” gibi açık ifadeler kullandı. ABD’nin dışarıdan herhangi bir müdahaleye izin vermeyeceği ve Kürtlerin Irak muhalefetini toplama ve hazırlamadaki rolü konusunda büyük umutları olduğu vurgulandı.
ABD tarafının söylemi açık ve netti. Kürtler de buna “ABD, Saddam rejimini devirme kararlılığını sonuna kadar sürdürdüğü, Irak rejimine demokratik bir alternatif olduğu ve Kürt bölgesi için federalizm benimsendiği sürece bunu başarmak için elimizden gelen her şeyi yaparız. Elimizden ne geliyorsa yapacağız. Muhalefeti birleştirmek için harekete geçeceğimize söz veriyoruz” diyerek karşılık verdiler.
Mesud Barzani, o gece, Kürtlerin bölgedeki büyük güçler ve bazı ülkelerle ilişkilerinde yaşadıkları sancılı dönemleri hatırladı. Bunlardan biri eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın Şah Muhammed Rıza Pehlevi'yi 1975 yılında ‘Bay Temsilci’ Saddam Hüseyin ile Cezayir Anlaşması'nı imzalamaya ikna etmede rol oynaması ve anlaşma sonucunda İran’ın, korkunç bir çöküş yaşayan Kürt devrimine verdiği tüm desteği durdurmasıydı. Burada Bağdat'ın 1972 yılında Moskova ile Dostluk ve İşbirliği Antlaşması’nı imzalamasından sonra Iraklı Kürtlere mütevazi yardımlarda bulunan Sovyetler Birliği'nin onlardan yüz çevirdiği de unutulmamalı. Komşu ülkeler ise bazen başka bölgelerdeki Kürtlere anlayış gösteriyor, ancak aynı anlayışı kendi topraklarındaki Kürtlere asla göstermiyorlardı. Kürtleri bir kart olarak ele alıyor ve Kürtlerin diğer bölgelerde de haklarını arayacaklarından korkuyorlardı.

Barzani, 2002 yılının Nisan ayında Londra'da düzenlenen Irak muhalefeti konferansına katıldı (Getty)
Kürt heyetini ABD’ye taşıyan özel uçak, heyeti 18 Nisan’da Frankfurt'a geri getirdi. Barzani, Franfurt’ta Mam Celal (Talabani) ile olası gelişmelere ve değişikliklere ayak uydurmak için çabaları birleştirme ve gerekli tüm hazırlıkları yapma konusunda anlaştı.
Mesud Barzani ve beraberindeki heyet, Frankfurt'tan Fransa’nın başkenti Paris'e gittiler. Başkentteki Fransız yetkililer, ABD’nin Saddam Hüseyin'i devirme konusunda kararlı olduğuna ikna olmuşlardı. Bu yüzden soruları, genellikle Saddam rejiminin alternatifine yönelikti. Barzani, alternatif yönetimle ilgili mutabakata Iraklı muhalif gruplarla istişare edilerek ulaşılacağını ve bir sonraki yönetimin çeşitli tarafların haklarını garanti eden demokratik ve federal olması gerektiğini vurguladı.
Heyet, Paris’in ardından Şam'a hareket etti. Barzani, Suriye ile eski Devlet Başkanı Hafız Esed'in iktidar günlerinden beri süregelen ilişkilerin Kürtleri, bazı konularda Devlet Başkanı Beşşar Esed'e ve onun yönetiminin önde gelen diğer isimlerine danışmaya mecbur bıraktığını düşünüyordu. Buradaki görüşmelerde bölgedeki genel durumdan bahsettikten sonra Irak rejiminin devrilmesi ihtimalini sorduklarını söyleyen Barzani, onlara nihai kararın çoktan verildiğini bildirdiğinde bunun onları çok memnun ettiğini ve kendisinin de bundan mutlu olduğunu belirtti. Irak'ın geleceği ile ilgili olarak, Irak'ı bölme planı olmadığına ve hiçbir dış müdahaleye izin verilmeyeceğine dair güvence verdiğini ekleyen Barzani, “Saddam rejimini devirme kararının uygulanma tarihini ise yalnızca ABD’lilerin bildiğini söyledim. Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı, ABD’nin Irak'a askeri olarak müdahale etmeyeceğine inanıyordu. Öyle ki bu konuda bahse girmeye dahi hazırdı” ifadelerini kullandı.

Washington’dan Türkiye’nin ‘şantajına’ eleştiri
2002 yılı yazı başlarında ABD’nin Saddam rejimini devirme kararından vazgeçmiş ya da bu konudaki hazırlıklarını yavaşlatmış olabileceğine dair birtakım işaretler vardı. Aynı sıralarda Hoşyar Zebari ve Neçirvan Barzani, ABD’de kapsamlı görüşmeler yürütüyorlardı. Takvimler 21 Temmuz 2002’yi gösterdiğinde, ‘Sam’ olarak bilinen Charles Fettis başkanlığında, ABD’li uzmanlardan oluşan bir heyet Erbil'e geldi.
Heyetle yapılan görüşmeler, Türkiye'nin Irak'taki değişimin bir Kürt devletinin kurulmasına yol açmasından korktuğunu ortaya koyuyordu. Durum değerlendirmesi yapmaya geldiklerini belirten ABD’li yetkili, Türkiye'nin bölgenin iç işlerine hiçbir şekilde müdahale etmesine izin verilmeyeceklerinin altını çizdi. Ancak ABD’nin askeri müdahalesinin tarihi yaklaştıkça Türkiye’nin kaprisleri de daha görünür hale gelmeye başlayacaktı.
ABD dışişleri ve savunma bakanlıkları, Temmuz ayında Irak muhalefetinin önde gelen bazı isimlerini toplantıya çağırdı. Celal Talabani, ABD tarafıyla görüşmelerin düzeyini yükseltmek için manevra yapmayı önerdi. Öte yandan Mesud Barzani, Suriye’nin, ABD tarafından kendisini Kamışlı’dan almak üzere gönderilen özel uçağın inişine izin vermediği için görüşmeye katılamamıştı. Celal Talabani, İyad Allavi, Ahmed Çelebi, Abdulaziz el-Hekim ve Şerif Ali bin el-Hüseyin'in katıldığı toplantıda Mesud Barzani’yi Hoşyar Zebari temsil etti. Heyet, dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Richard Myers ile bir araya geldi. Rumsfeld, Irak'ı ablukaya alma politikasının başarılı bir politika olmadığını, Irak'a yönelik saldırının aynı anda hem güneyden hem de kuzeyden başlatılması gerektiğini söyledi.

Barzani, 2003 yılı Temmuz ayında Bağdat'ta yapılan bir toplantının ardından Yönetim Konseyi üyeleriyle kameralar karşısına geçti (Getty)
Saddam rejimini yıkacak Amerikan fırtınasının yaklaşan ayak seslerini dinleyen İran, Irak lideri ile arasında yıllarca süren savaşın ve soğukluğun ardından, etkilerini ve sınırlarını tahmin etmekte zorlandığı Amerikan işgalini desteklediğini kamuoyu önünde açıklamakta da zorlanıyordu. Bunun yanında, Saddam rejiminin devrilmesinin, Irak ve bölgedeki hareketini engelleyen önündeki duvarı da yıkacağını hissediyordu. İran’a yakınlığıyla bilinen Iraklı grupların savaştan önce Irak muhalefeti ile yapılan müzakerelere katılması ve Irak'ta rejimin ABD tarafından devrilmesine uygun zemin hazırlamaya çalışması İran'ın ABD’nin görevini kolaylaştırdığını en açık ifadesiydi. Sonraki gelişmeler, Saddam rejiminin devrilmesini kolaylaştırma kararı alan İran'ın aynı zamanda, temelleri ABD'nin Irak'taki askeri varlığını istikrarsızlaştırmaya ve Bağdat'ta istikrarlı, Batı yanlısı bir Irak rejiminin kurulmasını engellemeye dayanan bir karar aldığını gösterdi. Bunun yanında Şam'ın da İran'la anlaşarak benzer bir karar aldığı ortaya çıktı. İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani, İran’ın Afganistan ve Irak’ı birbirine bağlayan ABD ordusunu yıpratma sürecini yönetmekle görevlendirildi.
ABD savaşa girme kararı aldı. ABD basını, Amerikan ve uluslararası kamuoyunu Baas rejimini Usame bin Ladin liderliğindeki El Kaide ile ilişkilendirmeye ikna edecek bahaneler üretmekle meşguldü. Saddam rejimi, kitle imha silahları bulundurmakla suçlandı. Gezici nükleer laboratuvarların varlığından söz ediliyordu. Mesud Barzani, partisinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) yanı sıra basında geçen bu tür bahanelere yakından uzaktan hiçbir katkısının olmadığını savunuyor.

Türkiye düğümü
ABD’nin Irak’a giriş tarihi yaklaştıkça Türkiye'nin endişeleri de artıyordu. Bir kaynak, Barzani'ye dönemin ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Tommy Franks ile Türk yetkililer arasında yapılan bir görüşmenin içeriğinden söz etti. Buna göre Türk yetkililer, CENTCOM Komutanı ile yapılan görüşmede dört talepte bulundular. Bu talepler şunlardı:
1- Kesinlikle herhangi bir Kürt devleti kurulmamalı
2- Kürtlerin Musul ve Kerkük'ü kontrol etmesine izin verilmemeli
3- Türkiye Irak’ta kurulacak yeni yönetimde söz sahibi olmalı
4- Kürtler, mevcut Irak rejiminin düşürülmesinde yer almamalı
ABD'nin eski Irak Büyükelçisi Zalmay Halilzad, Türkiye'nin Saddam rejimini devirecek koalisyona katılmasının önemli ve gerekli olduğunu Kürtlere aktardı. ABD’nin planına göre Saddam rejimine güneyden ve kuzeyden aynı anda saldırılacaktı. Bu da Türkiye topraklarından girileceği ve Zaho üzerinden ilerleneceği anlamına geliyordu. Kürtlerin tutumu ise açıktı. Gerek İran olsun gerekse Türkiye olsun, bölge ülkelerinden askeri bir katılıma karşıydılar. Görüşmeler, özellikle Türkiye'nin Saddam rejiminin düşürülmesi ve ABD ordusunun topraklarını kullanmasına izin vermesi için Musul ve Kerkük'e Türk askeri göndermesi gerektiğini bildirmesinin ardından çetrefilli bir hal aldı. Görüşmelerden birinde Barzani’ye dönemin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı'ndan Türk ordusunun Kuzey Irak'a girip peşmerge güçlerini silahsızlandıracağı mesajının yer aldığı bir kağıt verildi.
Mesud Barzani, buna yanıtı sert oldu. Barzani ABD tarafına hitaben şunları söyledi:
“İster sizinle ister kendi başlarına gelsinler onlarla (Türk askerleriyle) savaşacağız. Başta terörizmle suçlanacağız, ardından çatışan taraflardan biri olacağız.”
Türkiye'nin bir devlet ve güçlü bir orduya sahip olduğunu bildiğini ancak peşmerge güçlerinin silahlarını teslim etmektense cesetlerini teslim etmeyi tercih ettiğini söyleyen Barzani, tek başına kalsa bile Türk askeriyle savaşacağını ve onları Zaho'da bekleyeceğini söyleyecek kadar ileri gitti.
Türkiye ile karşı karşıya gelinmedi. Çünkü ABD, Türkiye’nin şartlarını kabul etmedi. Buna karşılık TBMM, ABD güçlerinin Türkiye topraklarını kullanmasına izin vermedi. Türkiye kıyılarında gemilerde konuşlandırılan ABD güçleri varış noktalarını değiştirmek zorunda kaldı.
Savaş yaklaşıyordu, ama ABD yönetimi, müttefiklerine saldırı günü bildirmemişti. Ancak 2003 yılında 19 Mart’ı 20 Mart’a bağlayan gece hem Irak'ın çehresini hem de bölgedeki tüm dengeleri değiştirecek savaş patlak verdi.

Yaralı bir ABD ve uluslararası bir boşluk
11 Eylül saldırıları, dünyadaki ‘tek süper gücün’ ruhunda derin bir yara izi bıraktı. Başkan George W. Bush yönetimindeki şahin olarak adlandırılan bazı isimler, saldırıların ABD'nin Berlin Duvarı'nın yıkıldığı ve Sovyetler Birliği'nin çöktüğü gün kazandığı unvanı hak ettiğini göstermek için bir fırsat olduğuna inanıyorlardı. Bu isimler arasında ‘radikalizmi ve terörizmi besleyen dünyanın’ bedenine demokrasi tohumları ekilmesini sağlayan askeri ameliyatlarla tedavi edilebildiğine inananlar da vardı.
O sıralar ABD’yi bu maceraya atılmaktan vazgeçirebilecek yeterli ağırlığa sahip uluslararası bir cephe yoktu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, selefi Boris Yeltsin döneminde Sovyetler Birliği'ni sarsan dağılma rüzgarlarının esmesinin ardından Rusya Federasyonu'nu yeniden ayağa kaldırmakla meşguldü. Bununla birlikte Rusya ordusunun, eski gücünü ve ruhunu geri kazanması ve ülkenin yağmalanmasını durdurması gerekiyordu. Sovyetler Birliği döneminde uzun yıllar KGB dış istihbarat subayı olarak görev yapan Putin’in Batı'ya ve onun ortaya koyduğu modele karşı büyük bir intikam projesi başlattığını açıklaması için henüz çok erkendi. Öte yandan Çin de mevcut yüzyılın başlarında kendisini ABD’nin dünyadaki nüfuzuna meydan okuyacak büyük bir boksör olarak sunmakla henüz ilgilenmiyordu. Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olmak, yoksullukla mücadelede daha fazla başarı elde etmek ve teknolojik yarışta yer almak için daha fazla zamana ihtiyacı vardı.
Mesut Barzani, uluslararası sahnede olan biteni takip ediyordu. ABD’nin Irak’a müdahalesine en büyük itiraz dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’dan geldi. Chirac, Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag'da düzenlenen bir NATO zirvesi sırasında ABD Başkanı Bush'a ‘savaşın bölgeyi istikrarsızlaştıracağını, bunun sonuçlarından birinin İran yanlılarının Irak’ta iktidara gelmesi olacağını, Tahran'ın Hizbullah üzerinden Lübnan'da olduğu kadar Suriye’de de nüfuzunun güçleneceğini ve bu savaşın meşru bir savaş olmayacağını’ söyledi. Bush yönetimi, özellikle İngiltere Başbakanı Tony Blair'in ABD’ye katılmayı seçmesinden ötürü yaşlı kıtadaki bazı tarafların bu konudaki tutumları üzerinde fazla durmadı.
Savaş geliyordu ve başta İran olmak üzere Irak'a sınırı olan ülkelere dikkat etmek gerekiyordu. Birçok kişinin zihnini “Humeynici İran, ‘Büyük Şeytan’ ABD’nin bir numaralı düşmanı Saddam Hüseyin'i devirme görevini kolaylaştırabilir mi?” şeklindeki karmaşık soru meşgul ediyordu.

İran'ın ‘büyük zafer’ beklentisi
Kürt heyetinin 2002 yılının Nisan ayında ABD’ye yaptığı gizli ziyarette duydukları çerçevesinde Irak muhalefeti aynı yıl Aralık ayında Londra'da bir konferans düzenledi. Konferansa İslami Dava Partisi ve Komünist Parti ve Suriye yanlısı Baas Partisi katılmadı. Mesud Barzani, İran'ın gerçek tutumunun, özellikle Tahran'ın Iraklı bazı güçleri etkileme konusunda belirleyici bir yeteneğe sahip olduğunu ortaya çıkarmaya çalışıyordu.
Mesud Barzani, şunları söyledi:
“Irak muhalefetinin Londra'daki konferansında ortaya çıkan çelişkiler, beni Tahran'ı ziyaret etmeye itti. Orada (dönemin İran) Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani ile görüştüm. Sadece ABD savaşı konusundaki tutumlarını değil, aynı zamanda Kürt bölgesi için anayasal bir çözüm anlamına gelen federal sistemin kurulması konusunda üzerinde anlaşmaya varılan formülle de ilgileniyordum. Rafsancani her zamanki gibi esnekti. Güç dengesini ve ülkesinin çıkarlarını dikkate alarak gerçekçi konuştu. Saddam rejiminin düşmesini büyük bir zafer olarak göreceklerini, ancak bu sürece açıkça destek veremeyeceklerini söyledi. Rafsancani, Irak’ta federal bir sistem kurulmasını da destekledi. Görüşmemizin bu kısmı bizim için çok önemliydi. Ziyaretim sırasında General Kasım Süleyman ile de görüştüm. O dönemde sonraki yıllarda olduğu kadar tanınmıyordu, ama Irak dosyasından sorumluydu.”
Şii lider Muhammed Bâkır El-Hakim ile de görüşen Barzani, ondan Irak’taki en etkili Şii gruplardan biri olan Irak İslâm Devrimi Yüksek Meclisi’ne (SCIRI) Saddam rejiminin devrilmesinden sonraki dönemle ilgili görüşmelerde daha gerçekçi olmasını tavsiye etmesini istedi. Daha sonra Irak’ın Kürt bölgesi Selahaddin'de Irak muhalefetinin düzenlediği bir başka konferansta Tahran'ın müttefiklerine Saddam rejimini devirme sürecine katılmaları için yeşil ışık yaktığı ortaya çıktı.
İran, Saddam rejiminin düşürülmesini kolaylaştırmayı seçerken bir yandan da General Süleymani'ye ABD’nin Irak'taki askeri varlığını istikrarsızlaştırma ve Batı yanlısı istikrarlı bir yönetimin kurulmasını engelleme görevi verdi.
Barzani’ye İran'ın ABD’nin Irak'taki askeri varlığını istikrarsızlaştıran ilk taraf olup olmadığını sorduğum da bunun olduğunu doğruladı.
Barzani, kendisine sorduğum ABD’nin İran'ı Irak'tan sonra olası bir ikinci hedef olarak görüp görmediği sorusuna ise şu yanıtı verdi:
“O sıralarda, ABD’nin Irak'a girişinin daha sonra İran’a ve Suriye'ye karşı düzenlenecek askeri operasyonların da yer aldığı bölgeye yönelik bir planının ilk aşaması olduğuna dair söylentiler dolaşıyordu. Gerçek şu ki, ister sivil ister askeri ABD’li yetkililerle yaptığım görüşmelerde böyle bir yaklaşım olduğunu hiç duymadım. ABD’liler buna dair hiçbir sinyal vermediler. Belki de bu tür söylemler yalnızca bir analizden ibaretti. Yahut başka taraflarca bölgede daha fazla gerilim yaratmak için ortaya atılmış spekülasyonlardı. ABD’li yetkililer, görüşmelerimizde İran'ın rolüne dair bazı şikayetlerini dile getirdiler. Daha sonra General Süleymani'nin kendilerini hedef alan silahlı gruplarla ilgili rolünden şikayet ettilerse de ABD’nin Irak'taki güçleriyle savaşmaları için sınırlarını milislere ve aşırılık yanlılarına açmakla suçladıkları İran'ı ya da Suriye'yi hedef alma planlarından hiç bahsetmediler.”

Ahmedinejad işgal altındaki Irak'ı ziyaret etti
Tahran, ilerleyen süreçte daha fazla mesaj gönderecekti. ABD, Irak’ta geçici bir devlet konseyi oluşturulduğunda, İran yanlısı muhalefetin tarafları, tıpkı diğerleri gibi koltuklarına dağıtılmıştı. Ardından 2007'de bir mesaj daha geldi. Tahran’dan havalanan bir uçak Bağdat havaalanına inmişti ve alışılmadık bir ziyaretçiyi taşıyordu. Dönemin İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, ülkesinin Irak'ın coğrafi kaderinin bir parçası olduğunu ve ABD yorulup çekilme kararı aldıktan sonra da İran'ın komşusu olarak kalacağını hatırlatmak istercesine işgal altındaki Irak'a gelmişti.
Ahmedinejad, ABD’nin Irak’ta 170 bin civarında askerin yer aldığı devasa konuşlandırmasına kendi gözleriyle tanık oldu. Ahmedinejad'a eşlik eden heyetin başında, Barzani’nin akrabası ve lideri olduğu KDP’nin önde gelen isimlerinden dönemin Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari vardı. Zebari, ABD tarafından kurulan kontrol noktalarında Ahmedinejad’ın konvoyunun durdurulmaması için çeşitli temaslar gerçekleştirdi. Ancak kontrol noktalarından biri buna uymadı. Daha sonra kontrol noktasındakilerin Ahmedinejad ile fotoğraf çektirmeyi istedikleri ortaya çıktı. Ahmedinejad, bunu sorun etmedi, ancak ona eşlik eden heyettekiler arabasından inmemesini tavsiye ettiler. Arapların Bağdat’ta var olmayışı, İran’ın varlığının izlerini taşıyan bazı izler bıraktı.

Barzani, Saddam’ın düşmesi karşısında şamata yapmadı
Mesud Barzani, bir ateşkes ve anlaşma imzalanmasına rağmen onlarca yıl Saddam'ı devirme hayali kurdu. Barzani’ye göre Saddam’a karşı girişilecek bir planda onun yerine gelecek alternatif demokratik ve federal olmalıydı.
Saddam'ı hapishanede ziyaret etmeye kalkışmayan ve duruşmalarına katılmayan Barzani, bu tutumunu “Şamata yapmak erkek işi değil” diyerek özetledi.
Saddam'ın Kürtlere yaptıklarına rağmen Kürtlerin kendi kendini yönetme hakkıyla ilgili başlarda en cüretkar kişinin Saddam olduğunu itiraf eden Barzani, “Dünya, Saddam'ın heykelinin düşmesini bir dönemin sonu olarak görüyordu ve öyleydi” ifadelerini kullandı. Düşmanının düşmesinden memnun olsa da Irak'ın pek çok kanlı hesaplaşma içinde boğulmasından çekinen Mesut Barzani, onlarca yıldır rejimin bel kemiği olan Saddam'ı denklemden çıkarmanın yaratacağı boşluktan, Şiiler ile Sünniler, Araplar ile Kürtler arasında bir çatışma çıkmasından ve bölgesel güçlerin Irak'ı eski ve yeni hayalleri için bir hesaplaşma arenası haline getirmelerinden korkuyordu. Irak, daha nefes alamadan Bağdat'ın içinde ve dışında çok fazla kanın akmasıyla zaman, Barzani’nin korkularının haklı olduğunu gösterdi.
ABD ordusu Irak'a girmişti ve sonuç önceden biliniyordu. İran'la girdiği şiddetli savaşın ve Kuveyt'in işgalinin ardından bitkin düşen Irak ordusu, ablukanın neden olduğu kısıtlamalardan zarar görmüştü. İki ordu arasında hazırlık durumu, teknoloji ve imkanlar açısından büyük bir boşluk vardı. Üstelik Saddam'ın düşünce tarzı, İkinci Dünya Savaşı döneminden kalma bir savaşçı gibiydi. Öyle ki İran-Irak savaşı sırasında, üst düzey komutanlarla yapılan bir toplantıya Sovyet lideri Joseph Stalin'in bir defterini getirmişti.
Mesud Barzani, Irak ordusunun Kürt bölgelerinde gerçekleştirdiği el-Enfal Operasyonu ve binlerce köyün yıkılmasına misillemede bulunmasından çekiniyordu. Bu yüzden kesin emirlerini verdi ve amaçlarına ulaştı.  Yaklaşık 15 bin subay ve asker teslim oldu. Teslim olan askerler kamplarda toplandılar. Memleketlerine dönmeden önce yanlarına azık verildi ve bakımları sağlandı. Kürt bölgeleri, savaşa tanık olmadı ve ordu, ABD’nin hava saldırılarına karşı koyamadı.
Barzani, Saddam rejimi devrildiğinde “De ki: Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin” (Âl-i İmrân Suresi - 26) ayetini hatırladığını söyledi.
Henüz küçük bir çocukken, 1958 yılında kraliyet ailesinin katledildiği Rehab Sarayı'na gittiğinde orada ‘Adaletsizlik devam etmez’ yazısını okuduğu günü de hatırlıyordu.

Bağdat'a hakim olan şaşkınlık ve kaybolmuşluk hali
Bağdat'a bir şaşkınlık ve kaybolmuşluk hali hakimdi. 1958 yılındaki darbeden sonra art arda iktidara gelen rejimler, Iraklı güçleri aynı masa etrafında toplanmaları ve ortak paydalara ulaşmaları yönünde eğitmediler. Peki bunun ülkenin yönetilme biçimiyle ne gibi bir alakası vardı?
Saddam'a karşı olan tarafların Bağdat'ta merkezleri yoktu. Mesud Barzani ve ekibi, alelacele Bağdat’a giderek müzakerelere ve toplantılara ev sahipliği yapan Burj el-Hayat Oteli’nde kalmaya başladı. Bağdat'a gelen güçler, henüz anlaşmaya hazır değildiler ve bu yüzden fırsatı kaçırdılar. Mesud Barzani, ABD’nin Irak'a geçici işgal yönetiminin lideri olarak atadığını emekli General Jay Garner’ın Iraklı güçlerinden yönetim yetkilerinin devredileceği geçici bir hükümet üzerinde uzlaşmalarını istediğini söyledi. Barzani’ye göre Iraklı güçler, uzlaşı ve taviz verme fikrine alışık değildi ve çoğu, daha fazla kazanım için tarihi bir fırsata sahipmiş gibi davrandılar. Iraklılar, haftalarca, ülkelerini daha fazla acı çekmekten kurtarabilecek bir hükümet formülü üzerinde anlaşmaya varamadılar.
Barzani, sözlerine şöyle devam etti:
“Ahmed Çelebi, bir hükümet kurulması gerektiğini farkındaydı. Kartları karan ve meseleyi karmaşıklaştıran bir kararla şaşkınlığa uğramadan önce hükümetin kurulması gerektiğini söyleyerek bir anlaşmaya varılmasında ısrar ediyordu. Sorunun çözülmesi gerektiğini defalarca vurguladı, ama başarılı olamadı. Bu makam falanca parti için, şu makam ise başka bir parti için diyerek her görüşmeden sonra en başa dönüyorduk. Görüşmeler sırasında birçok anlaşmazlık ortaya çıkardı. Çelebi'nin tahmini doğruydu. General Garner, Irak’ta fazla kalmayacak ve ardından Paul Bremer gelecekti. ABD’nin kendi arzusuyla işgalci bir güce dönüşeceği büyük bir gelişme yaşanacaktı.”

“Ölü adam idama mahkum edildi”
Bremer’in Irak ordusunu dağıtma kararını ‘ölü bir adama idam cezası vermeye’ benzeten Mesud Barzani, “ABD’nin Irak’a saldırısı, Irak ordusunun dağılmasına ve çözülmesine yol açtı. Artık ne kışlalar ne birlikler ne komuta kademesi ne de rütbeler vardı. Fesih, yerinde bir karar değildi. Orduyu sağlam ulusal ve demokratik temeller üzerinde yeniden yapılandırma kararı alınması daha yerinde olurdu” dedi.
O dönemde ABD ordusu ile halk arasındaki sürtüşmeyi önlemek için Iraklı subayların ve askerlerin şehirlerde güvenliğin sağlanmasında rol oynayacağı bir plan olduğunu reddeden Barzani, ayrıca daha önce öne sürülen partisinin eski Genelkurmay Başkanı Korgeneral Nizar el-Hazreci'nin Bağdat'tan çıkarılmasında rol oynadığına dair iddiaları da yalanladı. Barzani, Hazreci'nin Bağdat’tan çıkarılmasının arkasında CIA’nin olduğunu ve Kürt bölgelerinden geçmesine izin verdiklerini vurguladı.
Barzani, rejimin çeşitli unsurlarıyla Irak halkına uyguladığı adaletsizliğin, ülkenin kuzeyinden ve güneyinden birçok kişinin ABD ordusunu Irak’a girdiği günlerde çiçeklerle karşılamasına neden olduğu da sözlerine ekledi.

Tarihin onur sayfalarına geçmek gerine boynuna ip geçirilmesi
Saddam, ABD Irak’a girene kadar saraydan ayrılmayı aklının ucuna dahi getirmemiş olabilir. Hayali, Irak tarihinde Bağdat'ı inşa eden Selahaddin ve Ebu Cafer el-Mansur'un yanında yer almaktı. Ancak Irak, her zaman yöneticileri için zehirli bir şölen olmuştur. Saddam, Usame bin Ladin'in planladığı New York ve Washington'daki saldırıların bedelini ödemeyi beklemiyordu. Zira iki adam arasında birbirlerine karşı duydukları nefret dışında hiçbir bağ yoktu. Ayrıca ABD ordusuna ait bir zırhlı aracın gelip Firdevs Meydanı'ndaki heykelini sökeceğini, heykelinin düşüş anlarının televizyon ekranlarından naklen yayınlanacağını, parmaklıkların arkasına gönderileceğini, birçok kişiye yaptığı gibi yağlı urganın boynuna geçirileceğini ve cesedinin idam kararına imza atan kişinin Yeşil Bölge’deki evinin yakınlarına atılmasını da beklemiyordu.
Arap liderden birinin bana şöyle dediğini hatırlıyorum: “Saddam’ın ABD askerlerinin arasında dar ağacının önüne getirilmesi zorlu bir sahneydi. Hataları bir kenara bırakılırsa son derece sert bir mesajdı. Ancak yine de şanslı sayılıyor. Çünkü eğer sınırdan gelen milislerin eline düşseydi, Nuri es-Said gibi Bağdat sokaklarında sürüklerlerdi. En nihayetinde, gardiyanlarına kendisini ve sözlerini küçük düşürme fırsatı vermedi.”
Öte yandan Saddam'ın ABD askerleri arasındaki görüntüsü ve sevinç çığlıkları arasında dar ağacına götürülmesi iki Arap lideri endişelendirmişti. Bunlardan biri Muammer Kaddafi, diğeri Ali Abdullah Salih idi. Her ikisi de bu endişelerini ifade etmekten çekinmediler. Kaddafi, ABD jetlerinin 1986 yılında Bab el-Aziziye kışlasındaki karargahını basmasından sonra ABD’lilerden korkma hastalığına yakalanmıştı. Barzani, o gece Albay Kaddafi’nin ısrarı üzerine Trablus'ta kalmıştı ve saldırıdan şans eseri kurtulmuştu.
Saddam, boyun eğmeden ölümü kabul etmeyi seçti. Bir gün eski Başbakan Yardımcısı Abdulgani er-Ravi, bana Saddam’ın eski Başbakan Abdulkerim Kasım’ın Bağdat’taki radyo binasında infaz edilmesi emrini nasıl verdiğini ve Kasım’ın baş düşmanı General Abdusselam Arif'e boyun eğmeyi ve gözlerini bağlamayı nasıl reddettiğini anlatmıştı. Irak liderlerinin ölümü sessizce yataklarında karşıladıkları alışılagelmiş bir durum değildir.



Avusturya Dışişleri Bakanı Schallenberg, Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘Suudi Arabistan bizim stratejik ortağımızdır ve bölgenin güvenliğini sağlamak için birlikte çalışıyoruz’

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
TT

Avusturya Dışişleri Bakanı Schallenberg, Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘Suudi Arabistan bizim stratejik ortağımızdır ve bölgenin güvenliğini sağlamak için birlikte çalışıyoruz’

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg, Gazze’deki insani durumun ‘felaket’ olduğunu söyleyerek, Riyad ile Viyana arasındaki ilişkiler stratejisini ve Ortadoğu bölgesindeki mevcut gerilimleri kontrol altına almak için birlikte çalışma stratejisine dikkati çekti. Tel Aviv’in Filistinlilere uyguladığı çifte standartların haksız olduğunu belirten Schallenberg, Batı Şeria’daki yerleşimlerin uluslararası hukuka aykırı olduğunu vurguladı.

Schallenberg, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “İsrailli yerleşimciler tarafından gerçekleştirilen şiddet eylemleri kabul edilemez ve failleri hesap vermeli. Aşırılık yanlısı İsrailli yerleşimcilere yönelik yaptırımları güçlü bir şekilde destekliyorum” diyerek, aynı zamanda 7 Ekim’de yaşanan olayın sonuçlarından da Hamas’ı sorumlu tuttu.

Ülkesinin UNRWA’ya sağladığı fonun askıya alınmasıyla ilgili olarak Schallenberg, yöneltilen suçlamalara ilişkin bağımsız ve kapsamlı bir soruşturma yürütülmesinin gerekli olduğunu söyledi. Hükümetinin fonları geri çekmediğini, bunun yerine ajansa fon sağlamayı geçici olarak durdurduğunu belirterek, Avusturya’nın 7 Ekim’den bu yana Gazze ve bölgedeki sivil halka 13 milyon euroluk ek insani yardım sağladığını açıkladı.

İkili ilişkiler düzeyinde ise Schallenberg, “Suudi Arabistan, Avusturya için önemli bir ortaktır. Ekonomik açıdan iddialı Suudi 2030 Vizyonu, Avusturya kurumları ve şirketlerine, özellikle yenilenebilir enerjiye, ilgi çekici fırsatlar sunmaktadır. Avusturya’yı 2023 yılında 200 bine yakın Suudi turist ziyaret etti. Viyana Üniversitesi’ndeki köklü arkeolojik misyonumuzun, Tebük bölgesindeki köy sahasındaki çalışmalarına yeniden başlandı” dedi.

Öte yandan Schallenberg, Husilerin Kızıldeniz’deki gemilere yönelik saldırılarını pervasız ve rastgele olarak nitelendirirken, bunların uluslararası hukuku ihlal ettiğini, bölgesel güvenliğe zarar verdiğini ve küresel ticaretin yüzde 15’ini tehdit ettiğini belirtti. Ayrıca ticari gemilerin Ümit Burnu’na yönlendirilmesinin, gıda, ilaç ve enerji fiyatlarında küresel olarak artışa yol açtığını vurguladı.

ABD eski Başkanı Donald Trump’ın NATO’nun Avrupa Birliği (AB) ülkelerine yaptığı yardımın, maddi tazminata bağlanması yönündeki açıklamalarına ilişkin olarak ise Schallenberg, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırılarını frenlemek için Washington’un güçlü ortaklara ihtiyacı olduğunu vurguladı.

Alexander Schallenberg ayrıca, “Şu anda Rusya ve Ukrayna arasında yapıcı bir diyalogdan çok uzaktayız. Ağustos 2023’te Ulusal Güvenlik Koordinatörü düzeyinde Cidde toplantısını düzenleyen Suudi Arabistan gibi kilit aktörler de dahil olmak üzere tüm aktörlerin görüşmeye dahil edilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Ukrayna’yı insani alanda destekledik, ancak askeri tarafsızlığımız nedeniyle asla askeri teçhizat açısından destek vermedik” açıklamasında bulundu.

İşte Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg’in Şarku’l Avsat’a verdiği röportajın tamamı;

-İsrail’in Gazze, Refah ve Han Yunus’a yönelik saldırıları konusunda Avusturya’nın tutumu nedir?

*Gazze’deki her geçen gün daha da kötüleşen felaket niteliğindeki insani durumdan derin endişe duyuyorum. Orada tanık olduğumuz muazzam insani acılar kimseyi bu konuya donuk bırakamaz. Filistinli sivil nüfusa yardım etmek ve onları korumak için elimizden gelen her şeyi yapmamız zorunludur. Bu, İsrail için de geçerli. İsrail’in, Hamas’ın barbar terörüne karşı uluslararası hukuk ve uluslararası insancıl hukuk uyarınca kendisini savunma hakkını kabul ederken, sivillerin korunmasının da güçlendirilmesi gerektiğini vurguluyoruz. İsrail, daha fazlasını yapmalı ve ordu, askeri ve sivil hedefler arasında net bir ayrım yapmalıdır. Filistinlilerin Gazze Şeridi’nden sürülmesi çağrısının çözüm olmadığı açıktır. Acilen ihtiyacımız olan şey, güney üzerinden Gazze’ye daha fazla yardım (yiyecek, su ve tıbbi bakım) ulaştırmak için insani bir ateşkestir.

dsfvdf
Avusturya Dışişleri Bakanı, Riyad’da Suudi mevkidaşı ile bir araya geldi (Arşiv- Şarku’l Avsat)

Planlanan kara saldırısına gelince, İsrail açısından Refah’ta Hamas’a ve sivillerin arkasına saklanan teröristlere karşı önlem alınması gerektiğini anlıyorum. Dünyanın hiçbir ülkesi 7 Ekim’de yaşananları kabul etmeyecektir. Ancak sivil halkı Gazze’nin güneyine kaçmak zorunda bırakıp, ardından güneyin saldırı bölgesi ilan edilmesi benim anlayabileceğim bir mantık değil. İsrail hükümeti, güney Gazze’deki sivil nüfusu nasıl korumayı planladığı konusunda inandırıcı bir planı masaya koymalı. Bölge ziyaretimde bu planın savunuculuğunu yapacağım.

Aynı zamanda sivil halkın acılarına çifte standart uygulamanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. İnsanların çektiği acıların hiyerarşisi yoktur. Yaklaşık beş aydır Gazze’de hala 130’dan fazla rehinenin tutulduğunu unutmamalıyız; aralarında Avusturyalı iki çocuk babası da var. Hamas bir terör örgütüdür ve amacı İsrail’de ve Gazze’de yıkım, korku, acı ve sefalet yaymaktır. Masum Filistinlilerle, erkeklerle, kadınlarla ve çocuklarla yaptıkları ticaret de dahil olmak üzere onların ticareti ölümdür.

-Bazı gözlemciler, Avusturya’nın UNRWA’ya yaptığı yardımın durdurulmasına ilişkin gerekçelerin ikna edici olmadığına inanıyor. Ajansı finanse etmeye ne zaman devam edeceksiniz?

*Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırıda UNRWA çalışanlarının parmağı olduğuna ilişkin iddialar son derece kaygı verici. Başta Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri olmak üzere UNRWA ve Birleşmiş Milletler adına tam şeffaflık çağrısında bulunuyoruz. Bu bizim için çok üzücü, çünkü biz Avusturya vatandaşlarının BM ile özel bir ilişkisi var. BM’nin genel merkezlerinden birine Viyana’da ev sahipliği yapıyoruz. Ancak bu suçlamalarla ilgili bağımsız ve kapsamlı bir soruşturma yapılması gerekiyor. Tüm iddialar incelenene ve ortaya çıkan sonuçlar netlik kazanana kadar Avusturya, uluslararası ortaklarla koordineli olarak UNRWA’ya yapılan tüm ek ödemeleri askıya aldı. Bir kez daha açıklığa kavuşturmak gerekirse, parayı geri çekmedik, bunun yerine ödemeyi şimdilik durdurduk ve soruşturmanın sonuçlarını bekliyoruz. Ne olursa olsun Avusturya, diğer uluslararası yardım kuruluşları, Dünya Gıda Programı ve Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu aracılığıyla Gazze’deki sivil nüfusu desteklemeye devam ediyor. Avusturya, insanların çektiği acıları hafifletmek amacıyla 7 Ekim’den bu yana Gazze ve bölgedeki sivil halka 13 milyon euroluk ek insani yardım sağladı.

-İsrailli yerleşimcilerin Filistin’de uyguladığı şiddeti nasıl değerlendirirsiniz?

* Batı Şeria’daki yerleşimler uluslararası hukuka aykırı. İsrailli yerleşimcilerin uyguladığı şiddet eylemleri kabul edilemez ve failleri hesap vermeli. Aslında aşırıcı İsrailli yerleşimcilere yönelik yaptırımları güçlü bir şekilde destekliyorum ve bunu başından beri de söyledim.

-İsrail’in bölgede yarattığı gerilim, savaşın kapsamını ne kadar genişletebilir?

*Savaşı kimin çıkardığını unutmamak gerekiyor. Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırı, Ortadoğu’daki mevcut gerilimlerden bağımsız olarak suçu yalnızca İsrail’e atmıyor, meseleleri aşırı basite indirgemek anlamına geliyor. Gerçekten de diğer bölgesel aktörler, Hamas saldırısını kendi siyasi gündemlerini sürdürmek için bir fırsat olarak kullandılar. Husilerin ticari gemilere yönelik saldırıları bu pervasız davranışın bir örneğidir. Bölge, gerilimin daha da artmasına tahammül edemez. Geçtiğimiz haftalarda iki kez görüştüğüm Suudi Dışişleri Bakanı Prens Bin Farhan da dahil olmak üzere Arap ortaklarla yaptığım ikili görüşmelerde, bu kısır döngüye son verme yönündeki ortak hedefimizin net olmasını büyük takdirle karşılıyorum.

swevfedv
Avusturya Dışişleri Bakanı, Riyad’da Suudi mevkidaşı ile bir araya geldi (Arşiv- Şarku’l Avsat)

-Kızıldeniz’de seyrüseferi güvence altına almak için ABD liderliğindeki koalisyon hakkında ne düşünüyorsunuz?

*Husilerin Kızıldeniz’deki sivil kargo gemilerine yönelik pervasız ve ayrım gözetmeyen saldırıları uluslararası hukuku ihlal ediyor. Bölgesel güvenliği baltalıyor ve küresel ticareti ve tedarik yollarını tehdit ediyor. Dolayısıyla Kızıldeniz’deki güvensizliğin küresel ekonomi ve refah üzerinde büyük etkisi var. Çoğu çatışmanın sadece bölgesel olmadığını görebiliyoruz ve bu belki de yirmi birinci yüzyılın özel bir özelliğidir. Tıpkı Rusya’nın saldırgan savaşının küresel yansımaları olduğu gibi Orta Doğu’daki çatışmanın da etkileri var. Husi saldırıları nedeniyle ticari gemiler, Ümit Burnu’na yönlendirilmek zorunda kaldı. Bu durumun maliyeti yüksektir ve dünya genelinde gıda, ilaç ve enerji fiyatlarının daha yüksek olmasına yol açmaktadır.

ABD liderliğindeki Refah Muhafızı operasyonu, Kızıldeniz’de seyrüsefer özgürlüğünün sağlanmasına yönelik uluslararası çabaların omurgasını oluşturuyor. Ayrıca Avrupa Birliği (AB), bölgedeki deniz güvenliğine katkı sağlamak amacıyla hızla ASPIDES operasyonunu başlattı. Avusturya, küresel ticarette güvenliği desteklemek amacıyla ticari gemileri denizdeki saldırılardan korumayı amaçlayan bu deniz varlığına katılacak.

-Suudi Arabistan- Avusturya ilişkilerinin geleceği nedir? En önemli işbirliği alanları nelerdir? İki ülke arasında üzerinde çalışılan bir işbirliği projesi var mı?

*Suudi Arabistan, Avusturya için önemli bir ortaktır ve iki ülke arasında özellikle siyasi ve ekonomik alanlardaki yakın ilişkileri takdir ediyorum. Geçtiğimiz aylarda çok sayıda üst düzey ikili ziyaret gerçekleşti. Ekonomik açıdan bakıldığında iddialı Suudi 2030 Vizyonu, özellikle yenilenebilir enerji söz konusu olduğunda Avusturyalı işletmelere ve şirketlere ilginç fırsatlar sunuyor. Avusturya uzun yıllara dayanan deneyime sahip ve bu alanda iyi durumda olan birçok şirkete sahipken, iki ülke arasındaki temaslar da yoğunlaşıyor. 2023 yılında yaklaşık 200 bin Suudi turist, Avusturya’yı ziyaret etti. Avusturya’nın Riyad Büyükelçiliği de Krallık’taki Suudi ve Avrupalı ​​ortaklarla çok çeşitli kültürel projeler uygulayarak ikili kültürel alışverişi geliştirmek için çalışıyor. Bu vesileyle, Viyana Üniversitesi’ndeki köklü arkeolojik misyonumuzun, Tebük bölgesindeki köy sahasında çalışmalarına yeniden başlandı.

-Körfez- Avrupa Bakanlar Konseyi toplantıları ne gibi sonuçlar doğurdu? Şu anda ortak bir proje yürütülüyor mu?

*Bu düzenli bakanlar düzeyindeki toplantılar, AB ile Körfez ülkeleri arasındaki stratejik işbirliğini güçlendirmeyi, koordine etmeyi ve genişletmeyi amaçlıyor. Ortaklığımız ticaret, enerji ve yeşil geçiş gibi karşılıklı çıkarları ilgilendiren birçok konuyu kapsamaktadır. Geçen yılki toplantı, Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla aynı zamana denk gelen 7 Ekim’den hemen sonra Maskat’ta yapılmıştı. Bu koşullar altında olağanüstü bir toplantıydı. Ancak bu, Körfez ülkeleri ve Avrupa’nın hem İsrailliler hem de Filistinliler için iki devletli çözümü yeniden canlandırma konusundaki kararlılığını ortaya koydu. Hepimiz istikrarlı ve müreffeh bir Orta Doğu istiyoruz. Bu, aynı zamanda Arap ülkeleri ile İsrail arasında devam eden normalleşmeyi de içeriyor elbette.

-Donald Trump’ın, NATO’nun AB ülkelerine yaptığı yardımın, maddi tazminata bağlanması yönündeki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

*NATO’nun diğer tarafıyla ilgili açıklamaların özellikle seçim öncesi abartılmaması gerekiyor. Özellikle seçim öncesi dönemde ABD gibi küresel bir oyuncunun bile güçlü ortaklara ihtiyacı var ve Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığı göz önüne alındığında, birbirimize yakın durmamız her zamankinden daha önemli. Avusturya bu transatlantik ortaklığı güçlendirmeye tamamen kararlıdır. Biz NATO’da müttefik değiliz. Ancak demokratik değerler ve ortak çıkarlar çerçevesinde birleştiğimiz ABD ile yakın ilişkilerimize değer veriyoruz.

-Rusya karşısında Ukrayna’ya silahlı maddi desteğinize rağmen Rusya ile diyalog kapısının açık tutulmasını talep ediyorsunuz. Bunun sırrı nedir?

*Savaşlar nadiren savaş alanında, çoğunlukla da müzakere masasında biter. Bu amaçla, iletişim kanallarını sürdürmek için BM ve hem Rusya’nın hem de Ukrayna’nın bağlı olduğu Viyana merkezli Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi diyalog platformlarına ihtiyacımız var. Bu en iyi haliyle klasik çoğulculuktur. Kendi dış politikamızın ‘yankı odalarına’ girme eğiliminin hayatlarımıza yönelik bir tehdit olduğuna inanıyorum. Elbette şu anda Rusya ile Ukrayna arasında yapıcı bir diyalog yürütmekten çok uzaktayız. Ağustos 2023’te Ulusal Güvenlik Koordinatörü düzeyinde Cidde toplantısını düzenleyen Suudi Arabistan gibi büyük aktörler de dahil olmak üzere tüm aktörlerin görüşmeye dahil edilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.

Ancak bir şey çok açık: Ukrayna müzakereleri Ukrayna olmadan yürütülemez. Rusya’nın egemen bir ülkeyi, neo-emperyalist güdüsüyle, bu ülkenin var olma hakkına sahip olmadığına inanarak işgal ettiğini unutamayız. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü yasadışı ve haksız saldırı savaşında uluslararası hukuku ve insancıl hukuku bariz bir şekilde ihlal etmesi karşısında Avusturya, siyasi açıdan tarafsız kalamaz ve kalmayacaktır. Ukrayna’yı ilk günden itibaren insani alanda güçlü bir şekilde destekledik. Ancak askeri tarafsızlığımız nedeniyle hiçbir zaman askeri teçhizat konusunda desteklemedik.

-Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşının Avusturya’nın güvenliği ve ekonomisi üzerindeki etkisi nedir?

*Size bir örnek vereyim: Ukrayna’nın Lviv şehri Viyana’ya Avusturya’nın batı kesiminden daha yakın. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşının başlangıcından bu yana, yerinden edilmiş 107 bin Ukraynalı Avusturya’da kayıt altına alındı. Yaklaşık 70 bin kişi şu anda Avusturya’da ikamet ediyor ve 40 binden fazla kişi destek alıyor. Gördüğünüz gibi bu savaş sadece Avusturya’yı değil tüm Avrupa’yı etkiledi. Ancak bu bir Avrupa savaşı değil. Ancak etkileri küresel ölçeğe ulaştı. Küresel gıda fiyatlarını veya enerji güvenliğini düşünün. Rusya’nın yakın çevremiz olan Batı Balkanlar’da yarattığı istikrarsızlığa da tanık oluyoruz. Bu da endişeyle takip ettiğimiz bir diğer gelişme.

-Bazı tarafsız Avrupa ülkelerinin NATO’ya katılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

*Her ülkenin kendi tarihi ve kendi coğrafi konumu vardır. Rusya’nın doğrudan tehdidine ve Ukrayna’ya yönelik askeri saldırganlığına yanıt olarak Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılma kararına saygı duyuyoruz. Ancak Avusturya’nın durumu farklı. Askeri tarafsızlık ve Avrupa dayanışması güvenlik politikamızın ayırt edici özellikleridir ve biz buna çok değer veriyoruz. En önemlisi, hiçbir zaman siyasi ve ideolojik olarak tarafsız olmadık. Uluslararası hukuk kırmızı çizgimiz olmaya devam ediyor. BM Tüzüğü saldırıya uğradığında asla sessiz kalmayacağız. AB’nin onursal üyesi ve NATO’nun uzun vadeli ortağı olarak, kriz yönetimi görevlerinde kuvvetler ve polisle birlikte çalışmak da dahil olmak üzere, Avrupa ve ötesinde barış ve güvenliğe katkıda bulunmaya devam edeceğiz.

-Avusturya’nın Sudan krizi konusundaki tutumu nedir?

*Şu anda sorunlu alanlara inanılmaz derecede odaklanıyoruz. Ancak Ukrayna’da, Ortadoğu’da ve Sahel’de olup bitenlerin ortasında, çok endişe verici diğer gelişmeleri de unutmamalıyız. Sudan Silahlı Kuvvetleri ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki silahlı çatışma, Sudan’ı sivil halk için insani bir kabusa sürükledi. Her iki tarafı da saldırıları derhal durdurmaya, müzakere masasına dönmeye ve sivil yönetime sorunsuz ve hızlı bir geçişin önünü açmaya çağırıyoruz. Ancak aynı zamanda, ağır insan hakları ve insancıl hukuk ihlallerinin faillerinden, hangi savaşan gruba mensup olduklarına bakılmaksızın hesap sorulmalıdır.