ABD-Çin uyumsuzluğu

ABD ve Çin ilişkilerinde 1970’lerden bu yana bu seviyelerde bir gerilim yaşanmamıştı (AFP)
ABD ve Çin ilişkilerinde 1970’lerden bu yana bu seviyelerde bir gerilim yaşanmamıştı (AFP)
TT

ABD-Çin uyumsuzluğu

ABD ve Çin ilişkilerinde 1970’lerden bu yana bu seviyelerde bir gerilim yaşanmamıştı (AFP)
ABD ve Çin ilişkilerinde 1970’lerden bu yana bu seviyelerde bir gerilim yaşanmamıştı (AFP)

Nebil Fehmi
Ülkelerin uluslararası ve bölgesel olarak rekabet etmeleri ve zaman zaman aralarında anlaşmazlıklar yaşanması son derece doğal bir durumdur. Ancak ABD-Çin ilişkilerinde ABD Başkanı Donald Trump'ın Çin'i yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle suçlaması ve buna karşın Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin bunu ‘Soğuk Savaş’ın arifesi’ olarak nitelendirilmesiyle yaşanan gerilim beni oldukça endişelendiriyor. Öte yandan Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) verdiği desteği de kesen ABD’nin Dışişleri Bakanı Mike Pompeo daha önce virüsün ‘Çin’in Wuhan'daki bir laboratuarda yaptığı hatalardan dolayı ortaya çıktığını’ söylemiş, ancak bu açıklamasında kısmen geri adım atmıştı.
Tüm ülkelerin siyasi pozisyonlarında, özellikle rekabet kızıştığında veya siyasi, ekonomik veya askeri güç dengesinde bir eksikliğe tanık olduğumuzda yanılma riski olabileceğini söylemeye gerek yoktur sanırım. Bununla birlikte,  şiddetli ve meşru rekabet ile hesaplanmamış veya taktiksel hatalar ya da temel stratejik çelişki ile başkalarının ulusal güvenliğine doğrudan ve kasıtlı olarak veya üçüncü taraflar aracılığıyla müdahale etmek arasında büyük bir fark vardır.  Tüm bunlar, ABD-Çin ilişkilerinde ortaya çıkmaya başladı. Bu ilişkilere, iki ülkenin büyüklüğü, politikalarının uluslararası ekonomik sistem üzerindeki etkisi ve kaçınılmaz olarak küresel siyaset ve güvenlik alanlarının istikrarına dokunması nedeniyle uluslararası dikkat gösterilmesini gerektiriyor.
Ancak ne olursa olsun, öngörülebilir bir gelecekte ABD ile Çin arasında askeri bir çatışma yaşanmasını beklemiyorum. Bununla birlikte olası bir ABD-Çin çatışmasının, özellikle ekonomik ve teknolojik seviyelerdeki yansımalarıyla ilgili derin bir endişem var.  Bu endişem için birçok gerekçem var. Bunlardan en önemlisi, iki ülkenin siyasi kavramlarına muhalefet edilmesi ve her birinin kendi rolünü ve uluslararası duruşunu düşünmesidir. Yani, iki güç de bir birlerinin siyasi kültürüne karşılar.
Burada, Amerikan toplumunun Demokratlar, Cumhuriyetçiler ve Bağımsızlar gibi çeşitli siyasi akımlarının ‘Amerikan istisnacılığı’ (American exceptionalism) olarak nitelendirilen ABD’nin dünyada eşsiz ve istisnai bir yeri olduğu inandıklarını belirtmem gerekiyor. Bu inanç çerçevesinde ABD’liler liderliğe, kazanılmış bir hakmış gibi sıkı sıkıya bağlıdırlar. Öyle ki uluslararası toplumun üyeleri bu liderliğe saygı görmelidirler. Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde Sovyetler Birliği'nin çöküşünden, Doğu Avrupa ülkelerini bir araya getiren Varşova Paktı'nın dağılmasından ve böylece bu komünist ve sosyalist eğilimin uluslararası olarak engellenmesinden sonra bu inancın gücü ve katılığı daha da arttı. Bu gelişmelerle ABD ve Batı ülkelerinin ekonomik kapitalist sistemi ve piyasa ekonomisini yayma hakkına sahip olduğu inancı hakim oldu. Dünyadaki siyasi veya ekonomik sistemler arasındaki fark, dünyanın çeşitli ülkelerinde olumlu veya olumsuz bir şekilde karşılık buldu.
ABD, özellikle Avrupa ve Atlantik arenasındaki rekabete yönelik şevki kırıldıktan sonra, dünya çapında nüfuz, otorite ve liderlik alanlarında gerçek bir rakibin ortaya çıkmasıyla özellikle Asya’ya yoğunlaştı. Asya toplumları dünya genelinde orta sınıfın yüzde 60’ını temsil etmektedirler. Bu durum, eski ABD Başkanı Barack Obama’nın ABD’nin Asya Pivot’a doğru yöneleceğini ve onu gündeminde daha büyük bir yere koyacağını duyurmaya itti.
Herkes Çin'in bu Asya piramidinin tepesinde olduğu ve özellikle liderlik rolü için 5G teknolojisi ve tüm gelişmiş ülkelerin ve diğerlerinin toplumlarını geleceğe hazırlarken faydalanmaya çalıştıkları ‘yapay zeka’ gibi son derece uzmanlaşması ve teknolojik yeteneklere sahip olması nedeniyle ABD için büyük bir rakip ve endişe kaynağı olduğu, artık rahatsızlık verici bir hale geldiği konusunda hem fikir. Bu durum ABD’nin bazı müttefiklerinin Çin merkezli Huawei şirketi ile çalışmalarına yönelik itirazlarını görmezden gelmelerine neden oldu.
İki ay önce iki ülkenin aralarında ekonomik gerilimi yatıştırmak için geçici ekonomik ve ticari anlaşmalar yapmasından sonra bile ABD’nin bu itirazları ve baskısının yoğunlaşarak devam etmesi oldukça dikkat çekici bir durumdur. Anlaşmalar yapılırken hem ABD, hem de Çin bir takım tavizler verdiler. Bazı uygulamaları geri çektiler. ABD, bazı Çin mallarına uygulanan yeni gümrük vergilerini kaldırırken Çin de, ABD’den daha fazla mal satın alma ve yabancı malların Çin pazarına girişini kolaylaştırma sözü verdi.
Ancak tüm bu olumlu adımlara rağmen iki ülke arasındaki anlaşmazlıklar arttı ve karşılıklı suçlamalar yoğunlaştı. İki ülke arasındaki ilişkilerdeki uyuşmazlıklar, dönemin ABD Başkanı Richard Nixon ve Çin Lideri Mao Zedong arasındaki tarihsel anlayışlara dayalı olarak 1970'lerden bu yana benzeri görülmemiş seviyelere yükseldi. Öte yandan bu uyuşmazlıklar, ABD’deki başkanlık seçimleri kampanyası sırasında, özellikle de adayların koronavirüs salgınının sonuçları, yaşam standardındaki düşüş ve ABD’deki işsizlik oranlarındaki artış çerçevesinde karşılıklı suçlamalarda bulunmak için iyi bir koz olması nedeniyle yoğunlaşacak anlaşmazlıklar ve gerilimlerdir. Bu gerginlik, seçim kampanyasının ötesine geçecektir. Çünkü ABD’li ulusal güvenlik kurumları, Çin'i ABD'nin stratejik çıkarlarına ve küresel liderliğine karşı en büyük uluslararası tehdit olarak görüyor.
Çin’in siyasi kültürü ABD’nin perspektifine kıyasla temelde farklılık gösterir. Çin, siyasi ve kültürel kavramlarını diğerlerine ihraç etmeye çalışmadığını ve sistemin diğer ülkeler için uygun olduğu şeklinde bir düşünceye sahip olmadığını birçok kez öne sürdü. Çin, sık sık dile getirdiği ‘Çin değerleri ile sosyalizmin’ temelde ulusal pratiğiyle birlikte başkalarının istediklerini çıkarması veya alıntı yapmasıyla ilgili olduğunu vurguluyor.
Çin'in siyasi kavramlarını ihraç ettiği yönünde tarihte açık bir örneği olmadığı doğrudur, ancak bu Pekin'in çıkarlarını korumayacağı, siyasi, güvenlik ve ekonomik ağırlığını, özellikle Asya arenasında kullanmayacağı ve bunların getirdiği başarıyı uluslararası arenaya empoze etmeyeceği anlamına gelmez. Ayrıca Çin politikalarında bunların olmadığı söylenemez. Özellikle Asya'daki diğer ülkelerin çıkarlarıyla çatışabilecek hırsları olduğu biliniyor. Son yıllarda Güney Çin Denizi'ndeki ve Asya'daki komşularıyla ilişkilerinin yanı sıra Hong Kong ile olan arasında yaşananların daha akut hale geldiğine dikkat çekilmekte fayda var. Bazı ülkelerle olan ticari ilişkilerinde ABD doları kullanmama kararı aldıktan sonra, uluslararası ekonomik çıkarlarını koruma konusunda daha güçlü ve daha kalıcı uygulamalara tanık olacağımız konusunda ise şüphem yok. WHO ya da yakın zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) tanık olduğumuz üzere uluslararası örgütlerde Batı’nın eleştirisi veya baskısı altında olsa bile küresel olarak yayıldıkça ve uluslararası arenayla daha da iç içe geçtikçe beklentileri ve uygulamaları tekrarlanacaktır.
Çin ve ABD donanmaları arasındaki sürtüşmeler, askeri tehlikelerin hala var olduğuna dair erken bir uyarı olsa bile yakında iki ülke arasında bir savaş veya askeri çatışma yaşanabileceğini söyleyerek gözünüzü korkutmak istemiyorum. Şuan yaşanan Çin-ABD uyuşmazlığı ile yirminci yüzyılın başlarında, savaşla sona eren bir rekabet arasında rahatsız edici bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. Bu rekabetin tarafları İngiltere ve Almanya’ydı. Ekonomik ve teknolojik büyüme aşamasına denk gelen küreselleşmenin ilk döneminde yaşanan bu rekabet, merkezi güç ile demokratik ekonomi arasında yaşanan bir rekabetti. Her ikisi de ekonomiye bağlıydı ve diğerinin tamamlayıcısıydı. Her ikisi de vergi ve mali baskılar, teknoloji işbirliğine yönelik kısıtlamalar gibi rakiplerine karşı engelleyici ve cezalandırıcı önlemler aldılar. Tıpkı Çin ve ABD’nin yaptığı gibi, kendi çıkarlarını desteklemek ve hizmet etmek için altyapıya büyük yatırımlar yaptılar. Bu rekabet, İkinci Dünya Savaşı'na kadar devam etti.
Bu ve diğer hususlar için, Çin ile ABD arasındaki gerilimleri sakinleştirmenin, siyasi algılarında çatışmayı önlemenin ve iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların siyasi istikrar ve küresel ekonomi üzerindeki etkilerinin farkında olmalarının son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Mevcut anlaşmazlıkların ve gerginliklerinin önümüzdeki seçim döneminde daha da artacağı ve ABD’de büyüme oranlarında bir düşüşe tanık olunacak ekonomik bir baskı oluşacağı konusunda uyarıyorum.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından  Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Küresel piyasalar sarsılıyor: ‘Yapay zekâ balonu’ korkusu Asya genelinde satış dalgasına neden oldu

Güney Kore'nin KOSPI endeksini gösteren bir ekran (AFP)
Güney Kore'nin KOSPI endeksini gösteren bir ekran (AFP)
TT

Küresel piyasalar sarsılıyor: ‘Yapay zekâ balonu’ korkusu Asya genelinde satış dalgasına neden oldu

Güney Kore'nin KOSPI endeksini gösteren bir ekran (AFP)
Güney Kore'nin KOSPI endeksini gösteren bir ekran (AFP)

Asya borsaları bugün keskin bir düşüş yaşadı. Wall Street'te teknoloji sektörlerinin öncülüğünde başlayan satış dalgası, yapay zekâ şirketlerinin aşırı değerlendiğine dair artan endişelerle daha da şiddetlendi.

Bu durum, yatırımcıların yapay zekâ yatırımlarının bir balon haline gelip gelmediğine dair heyecandan temkinli bir tutuma geçtiklerinin küresel bir göstergesi. Söz konusu düşüş, Wall Street yöneticilerinin zayıf piyasaların olası bir düzeltmeyle karşı karşıya olduğu konusunda uyarıda bulunduğu ABD'deki Standard & Poor's ve Nasdaq endekslerindeki düşüşün ardından geldi. Şarku’l Avsat’ın Financial Times'tan aktardığına göre yöneticiler, piyasaların ‘yüzde 10 veya yüzde 20 oranında yükseliştense, düzeltmeye uğrama olasılığının daha yüksek’ olduğunu belirttiler.

Fırtınanın merkezinde Asya teknoloji endeksleri

Yapay zekâ coşkusu sayesinde bu yıl güçlü bir performans gösteren Asya piyasaları en çok etkilenenler oldu. Bu yıl en iyi performans gösteren endekslerden biri olan Güney Kore'nin KOSPI endeksi, kayıplarını hafifçe azaltmadan önce yüzde 6,2 oranında keskin bir düşüş yaşarken, Japonya'nın Nikkei 225 endeksi işlemlerin başlangıcında yüzde 4,3 oranında düştü. Taipei'nin Taiex endeksi yüzde 2,4, Hong Kong'un Hang Seng endeksi yüzde 0,9 ve Çin’in CSI 300 endeksi ise yüzde 0,7 değer kaybetti. Bu daralma bugün ABD ve Avrupa piyasalarında daha fazla düşüş beklentisine yol açtı.

Çip üretimi devlerine doğrudan darbe

ABD'nin yapay zekâ ihtiyaçlarının ana tedarikçileri olan Asyalı çip üreticileri, en çok satılan hedefler arasındaydı. Yapay zekada kullanılan yüksek bant genişliğine sahip bellek çiplerinin en büyük üreticilerinden ikisi olan SK Hynix ve Samsung Electronics'in hisseleri sırasıyla yüzde 7 ve yüzde 6,1 değer kaybetti. Dünyanın en büyük çip üreticisi Taiwan Semiconductor Manufacturing Company (TSMC) de değerinin yüzde 3'ünü kaybetti. Analistler, bölgesel çip üreticileri ile ABD yapay zekâ start-up'ları arasında yapılan bir dizi anlaşmanın desteğiyle, Kuzey Asya'da yapay zekâ beklentilerinin son zamanlarda önemli ölçüde arttığını belirtiyor.

Borsa piyasalarındaki çalkantıya rağmen, tahvil ve döviz piyasaları bir miktar istikrar gösterdi. 10 yıllık ABD hazine tahvillerinin getirileri hafifçe düştü ve dolar, bir dizi para birimi ve Japon yeni karşısında hafif değer kaybetti.


Trump döneminde dev servet transferi: En zengin yüzde 1 kazancını katladı

Amerika'nın en zengin isimlerinden bazıları yemin töreninde Trump'a eşlik etmişti (AFP)
Amerika'nın en zengin isimlerinden bazıları yemin töreninde Trump'a eşlik etmişti (AFP)
TT

Trump döneminde dev servet transferi: En zengin yüzde 1 kazancını katladı

Amerika'nın en zengin isimlerinden bazıları yemin töreninde Trump'a eşlik etmişti (AFP)
Amerika'nın en zengin isimlerinden bazıları yemin töreninde Trump'a eşlik etmişti (AFP)

Yeni bir rapora göre Donald Trump'ın bu yıl göreve dönmesinden bu yana Birleşik Devletler'deki en zengin 10 kişinin serveti 700 milyar dolar artıı ve başkanın politikaları "eşitsizliği yeni zirvelere taşıdı".

Başkomutanın en önemli icraatlarından biri, kurumlar vergisi oranlarını ve milyarderlerin vergilerini düşüren Büyük, Güzel Yasa Tasarısı'nı imzalamasıydı. Öte yandan en düşük gelirli hanelerin vergilerinin artması bekleniyor.

Oxfam America, Trump'ın tartışmalı yasa tasarısının "onlarca yıldır görülen en büyük servet transferlerinden birini" kolaylaştırdığını söylüyor.

Rapora göre en üst yüzde 1 içindeki en düşük gelirli hane halkı, son bir yılda en alt yüzde 20’lik dilimdeki en yüksek gelirli hane halkından 987 kat daha fazla servet kazandı. Ayrıca Başkan Joe Biden dönemindeki bazı ayları da içeren geçen yıl içinde ABD milyarderlerinin serveti 698 milyar dolar arttı.

fty
Donald Trump döneminde milyarderlerin serveti 698 milyar dolar arttı (ABD)

En zengin Amerikalıların servetindeki bu muazzam artışa rağmen ülkenin yüzde 40'ından fazlası düşük gelirli olarak sınıflandırılıyor ve federal yoksulluk sınırının iki katından daha az gelirle yaşıyor.

Senatör Elizabeth Warren, raporun önsözünde, "Aramızdaki en zenginler neredeyse hiç vergi ödemeden hayal edilemez servetler elde edebiliyor" diye yazdı.

Partisinin başkan adaylığı için yarışırken servet vergisini destekleyen Demokrat, raporun yeni bir yol sunabileceğini de öne sürdü.

Warren, "Bu rapor, Amerika'daki eşitsizliğin şiddetini inceliyor ve ileriye dönük bir yol çiziyor" diye yazdı.

Neyin işe yaradığını biliyoruz. Sıkı rekabet için büyük şirketleri bölmek, çalışanlarımızı desteklemek, vergi mevzuatını düzeltmek ve hizmetlere yatırım yapmak sadece ailelere yardımcı olmakla kalmıyor, aynı zamanda tüm ekonomimizi de güçlendiriyor. Halkımıza yatırım yaptığımızda, kuralları adilce uyguladığımızda, en zenginlerden kendi paylarına düşeni yapmalarını istediğimizde hepimiz daha iyi olacağız.

grthy
Elizabeth Warren, "büyük şirketleri bölmenin" ABD ekonomisini güçlendireceğini söylüyor (AP)

Oxfam America Başkanı ve CEO'su Abby Maxman da Warren'la aynı fikirde.

Yaptığı açıklamada, "Veriler, ülkemizdeki insanların içgüdüsel olarak zaten bildiği bir şeyi doğruluyor: Yeni Amerikan oligarşisi burada" dedi.

Milyarderler ve mega şirketler hızla büyürken, çalışan aileler konut, sağlık hizmeti ve market alışverişi için para bulmakta zorlanıyor.

Ancak milyarderler, Trump'ın ikinci başkanlığında kilit bir rol oynadı.

Yemin töreni sırasında sahnede Elon Musk, Mark Zuckerberg, TikTok CEO'su Shou Zi Chew ve Jeff Bezos gibi CEO'lar da vardı.

Öte yandan Palantir, OpenAI, Google ve Lockheed Martin gibi şirketler, süregelen hükümet kapanmasına rağmen Trump'ın devam eden 300 milyon dolarlık projesinin en büyük fon sağlayıcıları arasında yer alıyor.

Hatta bir haberde Trump ailesinin, iki başkanlık dönemi boyunca kripto paralardan, MAGA markalı ürünlerden ve Mar-a-Lago konutundan gelen kârlar sayesinde 3,4 milyar dolar gibi dudak uçuklatan bir kazanç elde ettiği öne sürüldü.

Başkomutan, milyarder arkadaşlarının görev süresi boyunca kazandıkları parayla neşeyle övünmüştü.

Trump, sırasıyla 12,9 milyar dolar ve 5,6 milyar dolar servetleri olduğu tahmin edilen Charles Schwab ve NASCAR takımı sahibi Roger Penske'yi işaret ederek, onların hatırı sayılır servetleriyle böbürlenmişti.

Nisanda Oval Ofis'te düzenlenen bir basın toplantısında, "2,5 milyar dolar kazandı ve 900 milyon dolar kazandı! Bu hiç de fena değil!" demişti.

The Independent, yorum için Elizabeth Warren, ABD Hazine Bakanlığı ve Beyaz Saray'la iletişime geçti.

Independent Türkçe


OPEC Genel Sekreteri: Petrol talebine ilişkin görünüm olumlu olmaya devam ediyor

Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) Genel Sekreteri Heysem el-Gays (Reuters)
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) Genel Sekreteri Heysem el-Gays (Reuters)
TT

OPEC Genel Sekreteri: Petrol talebine ilişkin görünüm olumlu olmaya devam ediyor

Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) Genel Sekreteri Heysem el-Gays (Reuters)
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) Genel Sekreteri Heysem el-Gays (Reuters)

Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) Genel Sekreteri Heysem el-Gays bugün yaptığı açıklamada, örgütün petrol talebine ilişkin olumlu işaretler görmeye devam ettiğini ve piyasada herhangi bir sürpriz beklemediğini söyledi.

El-Gays, Abu Dabi Uluslararası Petrol Fuarı ve Konferansı (ADIPEC 2025) kapsamında düzenlenen bir oturumda, petrol ve gaz talebinin devam edeceğini ve yakın zamanda talepte bir doruk beklemediklerini vurguladı. Bu nedenle, petrol ve gazın güvenli olduğunu ve piyasada arzlarının bol bulunduğunu belirtti.

OPEC+ ittifakının aralık ayı için petrol üretiminde hafif bir artış ve gelecek yılın ilk çeyreğinde artışların geçici olarak askıya alınması konusunda anlaşmaya varmasından bir gün sonra konuşan el-Gays, “Arz ve talep arasında bir denge sağlamak istiyoruz” dedi.

OPEC+ ittifakının sekiz üyesi dün, aralık ayı için petrol üretimini günde yaklaşık 137 bin varil artırma konusunda anlaştı.

Suudi Arabistan, Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Irak, Kuveyt, Umman, Kazakistan ve Cezayir olmak üzere sekiz ülke, ‘mevcut elverişli petrol piyasası temelleri ve istikrarlı küresel ekonomik görünüm ışığında petrol piyasasını istikrara kavuşturma ve üretimlerini ayarlama taahhütlerini’ yineledi.

OPEC Sekreterliği, toplantının ardından yaptığı açıklamada, ‘küresel ekonomik beklentilerin istikrarlı olması ve piyasanın mevcut olumlu temel göstergeleri, bunun da petrol stoklarının düşüşüne yansıması ışığında’, Nisan 2023’te açıklanan gönüllü ek üretim kesintileri olan günde 1,65 milyon varil içindeki 137 bin varillik bir üretim ayarlamasının sekiz katılımcı ülke tarafından uygulanmasına karar verildiğini bildirdi. Açıklamada, bu ayarlamanın Aralık 2025’te yürürlüğe gireceği belirtildi.

Açıklamada, “Aralık ayından sonra, mevsimsel faktörler göz önüne alındığında, sekiz ülke ayrıca 2026 yılının ocak, şubat ve mart aylarında aylık üretim artışlarını askıya almaya karar verdi” denildi.

Diğer yandan BP CEO'su Murray Auchincloss, OPEC+ ittifakı dışındaki ülkelerden gelen petrol arzındaki artışın nisan ayına kadar duraklayacağını söyledi.

Auchincloss, petrol yatırımının uzun vadeli bir değer taşıdığını ve sektörün talep artışına ayak uydurmak için Abu Dabi, Irak ve Libya gibi bölgelerde genişlemesi gerektiğini ifade etti.