Ahvaz sorununun 100 yıllık arka planı

Arap kökenli Ahvaz toplumu, zorla Farslılaştırma uygulamalarına maruz kaldı, kendi kaderini tayin etme özgürlüğü kısıtlandı

Ahvas'ta devam eden protestolardan (sosyal paylaşım siteleri)
Ahvas'ta devam eden protestolardan (sosyal paylaşım siteleri)
TT

Ahvaz sorununun 100 yıllık arka planı

Ahvas'ta devam eden protestolardan (sosyal paylaşım siteleri)
Ahvas'ta devam eden protestolardan (sosyal paylaşım siteleri)

Sabah Hani (Iraklı araştırmacı ve yazar)
Arapçada Ahvaz kelimesinin doğru söylenişinin ha (ح) yoksa he (ه) harfi ile mi olduğu pek çok Arap arasında ihtilaf konusu olmayı sürdürüyor. Her birinin kendi tezini destekleyen argümanları bulunuyor. Bu Arap bölge 1925 yılında İngilizlerle anlaşmalı bir şekilde Rıza Han tarafından ilhak edilerek İran’ın bir eyaleti haline geldi.
Ahvaz bölgesindeki Araplar, başkenti Muhammira (bugün Hürremşehr) olan Şeyh Hazal el-Kaabi liderliğindeki Kaab Emirliğini, Arap topraklarının Basra Körfezi’nin doğusunda bulunan doğal bedeninden koparılıp başka bir bedene eklenen önemli bir bölümünün hikayesi olarak görüyordu.

Arap varlığı silinemez bir gerçekliktir
Ahvaz bölgesine sınırdaş Irak’taki tüm Temim kabilelerinin lideri Şeyh Muzahım et-Temimi’ye göre, “Bu bölgeye Araplar Ahvaz, acemler de Ahfaz derler. Geç dönem resmi Arap  söylemi dışında hiçbir zaman bölgenin adı ha (ح) harfi ile telaffuz edilmedi”.
Irak ordusundan yarbay rütbesiyle emekli olan, 2003’ten sonra Basra valiliği yapan ve kabilesi Basra ile Ahvaz arasındaki en büyük kabile olan Şey Temim sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu bölgelerdeki Arap varlığı çok eskidir. Bazı bölgelerde Arap varlığı Arapların Irak’ı fethinden ve Sasani Devletinin yıkılmasından önceye dayanıyor. Bu varlık, Basra Körfezi’nin doğu kıyısından Bender Abbas’a kadar uzanıyordu”.
Şeyh Temim şunu da ekliyor: “Bugünkü İran adalarında Araplar yaşıyordu. Safeviler zamanında tersine bir Arap göçü gerçekleşti ve Sünni Arapların büyük bir kısmı Basra ve Kuveyt'e yöneldi. Bir kısmı da Bender Abbas'a göç etti, daha sonra Umman'a, diğer Arap şeyhliklerine ve Bahreyn'e göçtüler”.

Arap kabileler: Toprak ve tarih bir arada
Ahvaz ve burada yaşayan (Irak’ın Sevad yani güney bölgesinden Arap Yarımadasına kadar uzanan bölgede yaşayan kabilelerin uzantısı olan) Temim, Kaab, Tarfa, Hazail, Zerkan, Sevahim gibi bilindik kabilelerin oluşturduğu Arap varlığının hikayesi, çok fazla tartışma ve tarihi paradoks içeriyor. Çağdaş dönemde, babası Cabir bin Merdav ve onun yerine geçen kardeşi Mız’al’ın mirasçısı olan Şeyh Hazal Kaabi’nin emirliğinin ortadan kalkmasından sonra bu bölgedeki Arapların siyasi durumları çok değişti. Rıza Han’ın geçen yüzyılın başında İngilizler ile gizlice anlaşmasının ardından kabilelerinin İran, Irak, Kuveyt ve Arap Yarımadası arasında bölünmesinden sonra Ahvaz bölgesinin Arap sakinleri sürekli bir mücadele ve kriz içinde yaşadılar.
İngiltere ile Fransa arasındaki Sykes-Picot Anlaşmasına benzer ama bu kez tarafları İngiltere ile İran olan uluslararası bir pazarlık sonucu geçen yüzyılın başında İran hükümetinin kontrolüne tabi hale getirilse de Ahvaz, bölge olarak çevresel ve coğrafi açıdan İran’ın diğer bölgelerinden farklı. O dönemde İran, Çarlık Rusyası’nın hayali olan sıcak denizlere doğru genişleyen bir imparatorluktu.
Topraklarında petrolün keşfedilmesi üzerine Rusya’nın Azerbaycan’ın yarısını ilhak etmesi, İran devletinin Ahvaz’ı ilhak etmesine yardımcı oldu. İngilizler, Şah’ın Ahvaz’da istediğini yapmasına izin verdiler ve bu daha sonra bölgenin ilhakına zemin hazırladı.
İngilizler için Şah ve İran, o dönemde yetersiz kaynaklara sahip küçük bir emirlikten ibaret olan Muhammira Emirliği ile ittifaktan çok daha önemliydi. 1925’te Şah, bir pusu ile Şeyh Hazal, kuzeni Şeyh Musa ve oğlu Şeyh Abdulhamid’i esir aldı. Kaçırılan Şeyh Hazal, 1937’de Şah’ın Tahran’daki sarayında öldürüldü ve orada defnedildi. Şeyhlerini kurtarmak isteyen Arap devrimcilerin tüm girişimlerinin bastırılmasıyla birlikte Kaab Emirliği perdesi de kapandı. Şeyh Hazal’ın naaşı 10 yıl sonra Necef’e nakledilene kadar defnedildiği yerde kaldı.
Bu yıllar boyunca kabilesi Kaab ve diğer kabileler sürekli kaynayarak hiç sakinleşmediler. Ahvaz kabileleri isyan etseler de iki kıskacın arasında kaldılar; İngiliz hakimiyeti ve birinci şah dönemindeki İran otoritesi.
Ancak, Muhammira Emirliği’nin bağımsızlığı, bölgenin esasında resmi olarak Kaçar İmparatorluğu'na ondan önce de Safevilere bağlı olduğunun altını çizen görüşlerle çelişiyor. Bu görüşte olanlardan biri de Iraklı yazar Akil Abbas ve kendisi şöyle diyor; “Beni Kaab Emirliği de İran’ın bölgedeki hakimiyetini kabul etmişti, çünkü çoğu zaman bu hakimiyetin formalitede kaldığını biliyordu. Şeyh Hazal’ın İngiltere ile iş birliği, İngilizlerin mesela Kuveyt ile imzaladıklarına benzer bir himaye anlaşması içermiyordu. Ne var ki Şeyh Hazal, geçen yüzyılın yirmili yıllarında hesaplanmamış adımlarla İran devletine meydan okudu. Savunma Bakanı da bölge üzerinde kontrol sağlamak için bunu argüman olarak kullandı.

Eski yeni bir çatışma
Arap çoğunluklu Ahvaz bölgesi, İran'ın bir eyaleti olarak ilhak edilmesinden bu yana geçen neredeyse 100 yıl boyunca hep içten içe kaynadı. Bu yıllar süresince adı ve Arap kimliği değiştirilmeye, kendisine Arapça yerine Farsça dayatılmaya çalışıldı. Karun Nehrinin geçtiği bölgenin adı Huzistan olarak değiştirildi. Söz konusu bölge seksenli yıllarda patlak veren İran-Irak Svaşı sırasında şiddetli muharebelere tanık oldu ve iki ateş arasında kalan Ahvaz halkı çok sayıda kayıp verdi.
Ahvaz toprakları Irak ve İran ordularının savaş meydanına dönüştü. Sakinleri bombardımanlara ve karşılıklı ateşlere maruz kaldılar. Bunlar, İran hükümetine, Ahvaz toplumunu zorla Farslılaştırma politikalarına, kendi kaderini tayin etme özgürlüğünü engellemesine karşı olan Arap grupların taleplerini canlandırdı. Öyle ki Irak’a katılmayı talep etme noktasına ulaştılar. Oysa Şah Muhammed Rıza Pehlevi rejiminin devrilmesi, Humeyni’nin liderliğinde İslami devrim unsurlarının iktidara gelmesiyle Ahvazlılarının umutları yükselmişti. Bunu coşkuyla karşılamış, kimi zaman kendilerine kendi kaderini tayin etme kimi zamanda protesto hakkı tanınmasını talep etmiş ve bunun için gösteriler düzenlemişlerdi.
Gelgelim Irak’ın Cezayir’de İran ile imzaladığı anlaşmadan çekildiğini deklare etmesi iki ülke arasındaki çatışmayı alevlendirdi. Sekiz yıl süren acımasız bir savaş için bu ölümcül bahane kullanıldı. Bu savaşa binlerce Ahvazlı genç de sürüklendi. Ahvaz bölgesinin şehirlerini ve köylerini, başkent Ahvaz, Muhammira, Abadan, Süsengird, Dezful gibi büyük şehirleri basan Saddam ordusunun zulmü Arap sakinler arasında ters tepki doğurdu. Keza kendi kaderlerini tayin etme projesinin tamamlanmasına fırsat tanınmaması, İran’daki yeni Humeyni rejimi ile bölgeye özerklik tanınması umuduyla yürütülen görüşmelerin bir mutabakata varmaması da. Özerklik, bölgedeki milliyetçi hareketlerin çağrıda bulunduğu ve çok sayıda aktivistin kendisi için çabaladığı bir talep.
1979’da iktidara gelen yeni rejim, sanki savaş, adı Huzistan’a dönüştürülen Arabistan sakinlerinin çoğunu oluşturan Şiileri hedef alıyormuş gibi, Irak’tan kutsal Şii Necef ve Kerbela şehirlerine kadar uzanan küresel müstekbirlerle mücadele adını verdiği bir strateji benimsedi.
İran-Irak savaşının 8 yılı boyunca, yeni rejim çatışmanın denklemini ulusal boyuttan mezhepsel boyuta taşımayı başardı. Bu ise Ahvaz’daki Arap milliyetçisi güçleri zor durumda bıraktı. Grupları, İran Devrim Muhafızları ve istihbarat güçleri tarafından takip edilmeye başlandı. Halkın hakları ve talepleri, silahların ve hadiselerin gürültüsü ile milyonlarca kurban arasında kayboldu. Bu talepler, önemine rağmen kan gölü ve günlük ölüm sahneleri karşısında bir lüks haline geldi.

Su savaşı çatışmayı körüklüyor
Ancak Ahvaz sorunu denildiği gibi kül altında bir kor gibi yanmaya devam etti. İslam Cumhuriyeti rejimi döneminde bölgeler, çeşitli ayaklanmalara sahne oldu. Bunların sonuncusu, Ahvaz eyaletinin suyunun kesilmek istenmesi, Huzistan denilen vilayetten geçen Karun Nehri ve onu besleyen diğer birkaç küçük ırmağın yatağını değiştirmeye yönelik girişimlerden sonra patlak verdi. İran makamları kasıtlı olarak Karun Nehri’ni kuruttu ve yatağını değiştirdi. Bu ise, Irak ve Körfez ülkelerine yakın olduğu için bir petrol yatakları bölgesi ve bu nedenle de İran'ın en zengin bölgesi olan Ahvaz’da, sakinlerin yaşamını, hayvancılığı ve genel olarak tarımı tehdit eden yeni bir gerçekliğe yol açtı. Bunun üzerine bölgenin binlerce Arap sakini protesto ve gösteriler düzenlemeye başladı. Ancak İran makamları buna aşırı baskıyla karşılık verdi. Çok eski zamanlardan beri bölgeyi, uygarlığının üzerine kurulduğu şehir ve köylerini suyu ile besleyen nehrin yatağını değiştirme projesini devam ettirmek amacıyla protestoları bastırmaları için düzenli ve düzensiz kuvvetlerinden binlerce unsuru buraya sevk etti.
Rejimin kurumlarına kadar uzanan sakinlerin öfkesi ve şehirlerde hayatı felç eden gösteriler, Arapların yaklaşık 100 yıldır muzdarip oldukları sorunun özünün ne kadar köklü olduğunu akıllara getirdi. Bu öz, bölge halkının reddettiği ve kendi kendini yönetme, BM tarafından tanınan meşru haklarını elde etme umutlarına tepeden bakan politikalar sonucunda kaybedilen haklardır.        



İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor

İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor
TT

İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor

İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor

İsrail Savunma Bakanı Israel Katz  bugün (Cuma) yaptığı açıklamada, ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'ın nükleer tesislerine yönelik yakın bir İsrail askeri saldırısı uyarısında bulunmasından kısa bir süre sonra İsrail ordusunun İran'a karşı “önleyici bir saldırı” başlattığını duyurdu.

Buna karşılık İran silahlı kuvvetleri İsrail'e karşılık vermede “sınır tanımayacaklarını” vurguladı.

Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada şöyle denildi: “Kudüs'ü işgal eden rejim tüm kırmızı çizgileri aştığına göre ... Bu suça karşılık vermenin sınırı olmayacaktır.”

Şu ana kadar yaşanan gelişmelerden bazıları...

  • Yükselen Aslan Operasyonu: Cuma günü şafak vakti İsrail, Natanz'daki Ahmedi Ruşen uranyum zenginleştirme kompleksi de dahil olmak üzere İran'daki çok sayıda nükleer ve askeri tesisin yanı sıra birçoğu suikasta kurban giden üst düzey askeri komutanların evlerine “kesin ve önleyici” saldırılar düzenledi.
  • Hedef alınan İranlı liderler: Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami, Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri ve Ortak Operasyonlar Dairesi Komutanı General Gulam Ali Raşid öldürüldü.
  • Nükleer bilim adamlarına yönelik suikastlar: Saldırılarda başta Muhammed Mehdi Tahrani ve Feridun Abbasi olmak üzere altı nükleer bilim adamı öldürüldü.
  • İran'ın tepkisi: Tahran Tel Aviv'e doğru çok sayıda füze ile karşılık verdi.

*İran Devrim Muhafızları: Füze saldırımızda ülkemizi vurmak için kullanılan İsrail askeri merkezlerini ve hava üslerini hedef aldık.

*Washington'un İran füzelerine karşı İsrail'e yardım ettiğini söyleyen ABD'li bir yetkili: “ABD'nin İsrail'i hedef alan füzelerin düşürülmesine yardımcı olduğunu teyit ediyorum” dedi.

*İsrail medyasında yer alan haberlere göre acil servisler İran'ın füze saldırısında ikisi ağır olmak üzere 40 kişinin yaralandı.

*CNN'e konuşan İsrailli yetkili şu ifadeleri kullandı: "Bakanlar Kurulu şu anda İran'ın füze saldırısına verilecek yanıtı görüşmek üzere toplanıyor."

*İsrail Savunma Bakanlığı İran'a ait onlarca hava savunma sistemi hedefinin imha edildiğini duyurdu.

*İsrail ordusu , gerekli olduğu sürece operasyonlara devam etmeye hazır olduğunu açıkladı.

*İsrail ordusu, Hemedan ve Tebriz de dahil olmak üzere İran Hava Kuvvetleri'ne ait askeri üslere saldırdığını ve imha ettiğini açıkladı.

*Trump, Washington'un bölgesel güvenlik ve istikrarın korunması amacıyla krizin çözümüne yönelik çabalara katılmaya hazır olduğunu teyit etti.

*Suudi Arabistan Nükleer Düzenleme Kurumu: Krallığın çevresi herhangi bir radyolojik sonuca karşı güvenlidir.

*Katar Emiri Trump ile telefonda görüşerek gerilimin azaltılması ve diplomatik çözümlere ulaşılması gerektiğini vurguladı.

*İran hava sahası Cumartesi gününe kadar kapalı kalacak.

*İran Televizyonu: Hava savunma sistemleri ilk kez iki İsrail F-35 savaş uçağını düşürdü.

*İran'a yönelik daha fazla saldırıda bulunma sözü veren Netanyahu yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullandı: “Son 24 saat içinde üst düzey askeri komutanları, önde gelen nükleer bilim adamlarını, rejimin en önemli uranyum zenginleştirme tesislerini ve balistik füze cephaneliğinin büyük bir bölümünü ortadan kaldırdık. Daha fazlası gelecek... Rejim kendisine ne yapıldığını ya da ne yapılacağını bilmiyor. Hiç bu kadar savunmasız olmamıştı."

*İsrail ordusu: İran İsrail'e en az 100 roket fırlattı, bunların çoğu engellendi ya da hedefe ulaşmadı

*ABD Enerji Bakanı: Ortadoğu'daki mevcut durumun küresel enerji kaynakları üzerindeki olası etkilerini izlemek üzere Ulusal Güvenlik Konseyi ile yakın işbirliği içerisinde çalışıyoruz.

*İran , Fordo ve İsfahan tesislerinde sınırlı hasar olduğunu doğruladı.

*UAEA Genel Direktörü Rafael Grossi Güvenlik Konseyi'ni bilgilendirdi:

*Nükleer tesislerin güvenliğini teyit etmek üzere İranlı yetkililerle temas halindeyiz.

*İran, Natanz uranyum zenginleştirme tesisinin İsrail saldırılarının ilk dalgası sırasında hedef alındığını doğruladı.

*İranlı yetkililer bize Fordo ve İsfahan'daki iki nükleer tesisin saldırıya uğradığını bildirdi.

*İran'ın yüzde 60'a kadar zenginleştirilmiş uranyum ürettiği bir yer üstü tesisi imha edildi.

*Natanz'daki yeraltı zenginleştirme tesislerine yönelik bir saldırı olduğuna dair herhangi bir belirti yok ancak güç kaynağına yönelik saldırı santrifüjlere zarar vermiş olabilir.

*Sebepleri ya da koşulları ne olursa olsun nükleer tesisler asla saldırıya uğramamalıdır.

*İsrail Savunma Bakan, "İran, İsrail'deki sivil yerleşim yerlerine roket atarak kırmızı çizgileri aşmıştır. İran rejimi ağır bir bedel ödeyecektir" dedi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı, "İran rejimi her zamankinden daha zayıftır ve bu İran halkının rejime karşı durması için bir fırsattır. Netanyahu'dan İran halkına: Ben ve İsrail halkı sizinle birlikteyiz. İran'ın balistik füze cephaneliğinin büyük bir bölümünü imha ettik. İsrail, İran'a karşı tarihin en büyük askeri operasyonlarından birini başlattı. İranlıları baskıcı ve şeytani rejime karşı birleşmeye çağırıyorum."

*Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve ABD Başkanı Ortadoğu'da güvenlik, barış ve istikrarın sağlanması için birlikte çalışmaya devam etmenin önemine vurgu yaptılar.

*Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve ABD Başkanı itidal, gerilimi azaltma ve tüm anlaşmazlıkların diplomatik yollarla çözülmesinin önemini ele aldı.

*Suudi Arabistan Veliaht Prensi, İranlı hacıların tüm ihtiyaçlarının karşılanması ve anavatanlarına ve ailelerine güvenli bir şekilde dönmeleri için koşullar hazır olana kadar kendilerine tüm hizmetlerin sağlanması talimatı verdi.

*İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, İsrail'in askeri ve nükleer tesislere yönelik büyük saldırısının ardından ülkesinin itidal çağrılarını reddettiğini vurguladı.

*İsrail itfaiyesi İran'dan atılan roketin ardından binada mahsur kalanları kurtardı.

*İsrail itfaiyesi İran'ın füze saldırısının yol açtığı büyük olaylara müdahale ettiğini duyurdu

*İran devlet televizyonu: İsrail'e dördüncü roket dalgası fırlatıldı

*İsrail ordu sözcüsü İran medyasında yer alan bir savaş uçağının düşürüldüğü ve pilotun yakalandığı haberlerini yalanladı


İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.