Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

'Bir Arap zirvesi’ gerekli!

Bu bölgede, batısı ve doğusuyla Arap dünyasında kavga edenlerin birbirleri ile ihtilafa düşmemesi için Kahire’de herkesin katılması mümkün olmasa da Arap liderlerin çoğunun katılacağı acil bir Arap zirvesi için girişimde bulunulması lazım. Zira gerçek şu ki, işler bu şekilde devam ederse korku, bu bölge halkını daha önce defalarca olduğu gibi dört bir yana saçacaktır.
Şu anda uluslararası ya da küresel -ikisi de aynı şey- bir bölünme söz konusu. Bazılarının şu iki çatışan kamp arasında Arapların ikiye bölünmesini beklediği aşikar; Vladimir Putin'in başkanlığındaki ‘federal Rusya’nın önderlik ettiği ve başını çektiği kamp ile Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) bağlı olarak nitelendirilen ABD'ye tabi olan grubun yer aldığı kamp.
Tabi ki, her zaman olduğu gibi birbirleri ile saç saça baş başa kavgalı olan bu iki kamp, ABD liderliğindeki Batı-ABD kampı ile Sovyetler Birliği liderliğindeki Doğu-1 Kampı arasındaki çatışma döneminde olduğu gibi Arap ülkelerini bölmeye çalışacaklar ki bazıları çoktan bunu denediklerini söylüyor. Eskiden bazıları tarafından ‘sosyalist sistem’ olarak tanımlanan bütün Doğu Avrupa ülkeleri Sovyetler Birliği’ne bağlıydı. Bazı Doğu Avrupa ülkeleri bu sistemden kurtulmaya çalışıyordu. Bunlar arasında, yankılandığı gibi formaliteden de olsa seçkin lider Josip Broz Tito'nun yönetimi sırasındaki Yugoslavya da vardı.
Doğu sistemindeki hiçbir ülkenin Sovyetler Birliği'nin pençesinden kurtulamayacağı gerçeği, tüm Doğu Avrupa ülkelerini vuran yapısal ve siyasi çöküşlerden sonra çürüdü. Komünist veya sosyalist bloğu -aralarında bir fark yok- bölen ve nihai olarak yıkan depremden sonra tüm bu ülkeler eski tarafını bırakıp kapitalist Batı’ya katıldı. Başta Karl Marx, Josef Stalin ve tabii ki Vladimir Lenin olmak üzere ‘eski yoldaşların’ posterleri ile birlikte tüm Marksist-Leninist kitaplar derin mahzenlere gömüldü. Marksistlerin ve Leninistlerin ve onlarla birlikte bazı milliyetçi parti ve oluşumlardan ‘Marksist-Leninist’ olmakla övünen ‘Marksistler’in dillerine pelesenk ettikleri tüm ciltler ve kitaplar da bu mahzenlere atıldı!
Önemli olan şey şu ki, tüm bu tarihi dönüşümlerden sonra çatışma şu anda olduğu gibi Vladimir Putin liderliğindeki Rusya Federasyonu ile ‘doğu kampı’ ve sözde ‘batı kampı’ yani utanç veya korku duymadan ABD’nin safına katılan ülkeleri içeren NATO olarak adlandırılan ittifak arasındaki çatışmaya evrildi.
Burada kastedilen, aslında istenen şey, Arapların önceki tecrübelerini tekrar yaşamamaları ve bir Arap bloğunun ‘nefes nefese’ doğunun peşinde koşarken bir başka Arap bloğunun batının peşinde koştuğu sahnenin tekrarlanmaması. Bu yüzden Arapların kendi blokları olması ve tüm bu mevcut parçalanmayı sona erdirecek bir Arap zirvesi düzenlenmesi gerekiyor. Bu noktada eğer gerçeklerden bahsedecek olursak, bu bazılarının dediği gibi imkansız olmasa da her halükarda son derece karmaşık ve zor bir meseledir!
Tabii ki durumun gerçekliği göz önüne alındığında durumu ‘toparlamanın’ ve bu Arap bölünmesine son vermenin mümkün olmadığını düşünenler var.
Ne var ki, bazı umut verici gelişmeler de olmadı değil. Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) bölgedeki son gelişmelerin tümüne karşı takındığı tavır, bu toplumun seçkin bir toplum olduğunu ve bir şey gerekli olduğunda ortak bir tutum sergileyebildiğini gösteriyor. Bu, her halükarda gerçek bir ulusal savaş olan 1967 savaşında görülmüştü.
Şu su götürmez bir gerçek ki, Araplar, uzak tarihlerde bile, felaketlerde ihtilaflarını ve birbirlerine duydukları kinlerini bir tarafa bırakıp tek yürek oldular. Buna uzak ve yakın tarihte birçok kez şahit olundu. Bu yüzden, meselelerin ve girişimlerin ipini eline alan bir Arap liderin olması gerekli. Bu konuda bazıları Suudi Arabistan ve Mısır’ı ve tabii ki Ürdün, Cezayir ve Fas ile Irak, Suriye, Libya ve Yemen'i öne çıkarıyor.
Bu doğrultuda her halükarda ön temaslar yapılmalı. Oldukça önemli olan bu konu, sadece zor değil, aynı zamanda oldukça çetin olan bu tarihsel aşamada gündeme getirilmeli. Ne küçük ne de tabiki büyük herhangi bir Arap ülkesinin topraklarına ve haklarına tecavüz edilmemesi göz önünde bulundurulmalı. Bu durumların toparlanması için azimli ve kesintisiz bir şekilde çalışılması gerekiyor. Küçük ya da büyük veya Asya ya da Afrika kıtasında olsun veyahut yeryüzü coğrafyasının sonunda birbirine bağlı ulusal bir grup olsun, hiçbir ülkenin istisna edilmemesi gerekiyor.
Bu noktada elzem olan şey, alelacele atılımlar yapılmaması. Zira atalarımızın dediği gibi acele bir ağaçtır meyvesi pişmanlıktır. Bin kilometrelik bir yolculuk tek bir adımla başlar. Bu yüzden bir Arap zirvesi daveti olduğunda, bu uzun yol tek bir ‘intihar’ sıçramasıyla değil, adım adım gidilmelidir.
Bu çetrefilli yolu bir adımda, hatta onlarca adımda geçmek zor. Önemli olan sebatla, iyi niyetle yola devam edilmesidir. Zamanla istenilen hedefe ulaşılabilir. Araplar 20. yüzyılın başında ve ondan önceki yüzyılda gerçekten trajik bir durum içerisindeydiler. Okyanustan Körfez'e kadar Arap dünyasının ülkelerinin çoğu kendi halklarının elinde değildi ve kontrol sömürgeci güçlerdeydi (Fransa, Birleşik Krallık, İtalya vb.). O zamanlar İngilizler kendi malları olmayan şeyleri hak etmeyenlere veriyordu.
Dolayısıyla bir Arap zirvesi düzenlemek için azimle çalışıp uzlaşma sağlanarak ve tek bir ülke bile dışarıda bırakılmayacak şekilde Arap dünyasındaki durumun toparlanması gerekiyor. Arap tarihine göre bilinen ve şu ana kadar gerçek olan şey şu ki, küçük ve büyük Arap ülkeleri arasındaki en ciddi ve en tehlikeli çatışma bile öpüşüp barışmayla bitti ve böyle de olmaya devam ediyor. İster İslam'dan önce ister sonra olsun, bu tarihi ana kadar hala bu büyük toplumun evlatlarını diğerlerinden tam anlamıyla ayıran şey budur.