Şarku’l Avsat, Amr Musa’nın kaleme aldığı ‘Arap Birliği Yılları’ kitabından bölümleri yayınlıyor (7)… Amr Musa: Batılı ülkeler, Arap ülkelerinin Libyalı sivilleri korumaya yönelik çabalarına ihanet ettiler

Abdurrahman Şalkam, Amr Musa ve Muammer Kaddafi
Abdurrahman Şalkam, Amr Musa ve Muammer Kaddafi
TT

Şarku’l Avsat, Amr Musa’nın kaleme aldığı ‘Arap Birliği Yılları’ kitabından bölümleri yayınlıyor (7)… Amr Musa: Batılı ülkeler, Arap ülkelerinin Libyalı sivilleri korumaya yönelik çabalarına ihanet ettiler

Abdurrahman Şalkam, Amr Musa ve Muammer Kaddafi
Abdurrahman Şalkam, Amr Musa ve Muammer Kaddafi

Şarku’l Avsat’ın eski Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa’nın yakın zamanda Daru’ş-Şuruk yayın evi tarafından yayımlanacak olan ‘Senevatu’l-Camiati’l-Arabiyye’ (Arap Birliği Yılları) adlı kitabından bölümler yayımladığı yazı dizisinin yedinci ve son bölümünde Musa’nın Şubat 2011'de patlak veren ve kitapta 50 sayfalık iki bölüm ayrılan Libya devriminde yaşananlar ile ilgili anlattıklarına kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu kez, ‘Arap ülkelerinin Libyalı sivilleri korumaya yönelik çabalarına ihanet’ başlığı altında kaleme alınan ikinci bölümde anlatılanları aktarıyoruz. Paris'te tüm taraflara ‘Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının, Libya'yı istila veya işgal etmeyi değil, Libyalı sivilleri korumayı amaçladığını’ vurguladığını aktaran Musa, uluslararası koalisyonun Libya’daki hedeflere yönelik saldırısını eleştirdiğini, ‘sivilleri korumak yerine onları mağdur ettiğini’ söylediğini belirtiyor.
Bundan sonrasını Amr Musa şöyle anlatıyor:
Arap Birliği Dışişleri Bakanları Konseyi'nin 12 Mart 2011'deki olağanüstü toplantısında yapılan tartışmaların büyük bir kısmı, bazı güçlerin Libya'ya sivilleri Kaddafi'nin gazabından korumak amacıyla uyguladığı hava ambargosundan yararlanmalarından duyulan endişeyle ilgiliydi. O toplantıda alınan kararın önsözünden sonraki 1’inci Paragraf şöyleydi:
“BMGK’dan Libya'da kötüleşen durumla ilgili sorumluluklarını üstlenmesi, komşu ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüğü dikkate alınarak Libya askeri hava trafiğine acil olarak uçuş yasağı getirecek tedbirleri alması ve Libya halkı ve farklı milletlerden ülke sakinlerini korumaya imkan veren önleyici bir tedbir olarak bombalanan yerlerde güvenli alanlar kurması talebinde bulunulmasına karar verilmiştir.”
Bu metinde, Mısır Dışişleri Bakanı Dr. Nebil el-Arabi'nin görüşmeler sırasında önerdiği ‘önleyici bir tedbir olarak’ ifadesi üzerinde duralım. Arabi, karar taslağının hazırlanmasına ilişkin tartışmalar sırasında bu ifadenin yer almasıyla ile gerekçeleri şöyle açıklamıştı:
“Önümüzdeki karara baktığımızda, felsefesinin bir tür denge bulmayı gerektirdiğini görüyoruz. Bence bu dengenin gerçekleşmesi için, ilk paragrafta ‘Libya toprakları üzerinde uçuş yasağı bölgesi kurulması’ ifadesinin başına ‘önleyici tedbir olarak’ ifadesini eklemeliyiz. Hükümet kurumlarının, askeri üslerin veya benzeri yerlerin vurulmasını istemiyoruz, ‘önlem olarak’  olarak diyoruz. Bu ifadenin karar metnini dengelediğine ve hepimizin varmak istediği hedefle tutarlı olduğuna inanıyorum. Ayrıca bu Libya'ya karşı güç kullanmak anlamına gelmiyor. Libya Hava Kuvvetleri’nin halkı vuramayacağını ve kan dökmeye devam etmeyeceğini teyit etmek hedeflendiğinden kimsenin bu ifadeden rahatsız olacağını düşünmüyorum. Çünkü dengeyi sağlayacaktır.”
Açık konuşmak gerekirse Mısır'ın bu ifadenin koyulmasını istemesinin gerçek nedeni, şu anda yabancı gazetelerin ve medyanın - gerçekleştirildikleri yerden bağımsız olarak -  belirli alanlarda belirli operasyonlarda yürütülen çalışmalardan bahsetmeleridir. Hepimiz Arap ülkeleriyiz ve operasyon istediğimize işaret eden hiçbir şey yapmamız doğru değil. Fakat Kaddafi’yi durması için korkutmak da istiyoruz. Durmasını umuyoruz. En son istenen ise Libya'da bazı yerlerin hedef alınmasıdır. Kaldı ki biz bunu istemiyoruz. Buradaki hiçbir Arap ülkesinin Libya'da bazı yerlerin vurulması çağrısı yapacağını veya Libya'daki bu yerlerin vurulması için bir karar vermemizi istediğini sanmıyorum. Kısacası Libya'yı vurmak istemiyoruz. Bu nedenle ‘önleyici tedbir olarak’ ifadesini metinde görüyoruz.
Hiçbir Arap ülkesi metne, ‘önleyici tedbir olarak’ ifadesinin eklenmesine itiraz etmedi. Hatta bence bu öneriyi güçlü bir şekilde desteklediler. Bu ifadenin metindeki ifadeleri kontrol edeceğini, yasal sınırı belirleyeceğini ve kamuoyunu rahatlatacağını belirterek, “Şu an sadece BMGK veya Libyalı yetkililerle değil, aynı zamanda kamuoyuyla da muhatabız. Her şey net olmalı” dedim.
Arap ülkelerinin fikir birliğine vardığı Libya'ya hava ambargosu uygulanması önerisini, BMGK ve Batılı ülkelere anlattık. Bunu anladıklarını teyit ettiler. Fakat gerçek şu ki aldatıldık. Karar çıkar çıkmaz, Libya'daki bazı yerleri vurdular. Sivil kayıplar olduğu bildirildi. Rusya'nın hava savunma sistemlerini hedef aldılar. Çünkü hava savunma sistemleri Rus yapımıydı. Rusların Libya'daki kara hedeflerinin vurulmasına dair ciddi itirazları vardı.
ABD’nin Libya’da vurmakta ısrar ettiği hedeflere ait bir liste olduğu daha sonra ortaya çıktı. Hava ambargosunun sembolik bir adım olduğunu ve gerekirse daha sağlam askeri bir harekat için Birleşmiş Milletler (BM) desteğinin alınması gerektiğini düşünüyordu.
Bununla ilgili olarak Hillary Clinton anılarında şöyle diyor:
“Başkan (Obama), (Libya'ya) müdahale sürecini sürdürmeye, askeri planlar hazırlamaya ve bir BMGK kararının çıkarılmasını sağlamaya karar verdi. Ancak bunun için iki temel şart vardı. Birincisi, Pentagon (ABD Savunma Bakanlığı) bize uçuş yasağı bölgesi kurulmasının sembolik bir hareketten başka bir şey olmadığı konusunda güvence verdiğinden, gerekirse daha sağlam askeri bir harekat için BM’nin desteğini alınması ve sivilleri korumak için ‘mümkün olan tüm önlemleri’ kullanma yetkisine sahip olunması gerektiğiydi.”
Ne var ki mevcut ortam, birçok diplomatik, siyasi ve medya kaynağının, bazı Arap ülkelerinin BMGK’nın hava ambargosu kararını uygulamak için Batılı (özellikle bu aşamada Avrupalı) ülkelerin her türlü askeri çabasına katılacaklarına dair açıklamaları sonrasında daha da kötüleşti.
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı olan Hillary Clinton anılarında benimle yaptığı görüşmeyle ilgili şunları belirtiyor:
“15 Mart sabahı, Amr Musa ile görüşmek ve Batı'nın değil Libya'nın çıkarına olduğundan, Arap Birliği'nin askeri müdahaleyi destekleme ve buna katılmadaki rolünün önemini vurgulamak için Paris'ten Kahire'ye uçtum.”
Hillary ile yaptığım görüşmede Arap ülkelerinin Libya'ya uygulanmasını istediği hava ambargosunun şeklini açıkladım. Bu konseptte, Arap Birliği Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda sunulan anlamda ve ‘önleyici tedbir olarak’ ifadesine uyarınca hiçbir askeri veya sivil noktanın hedef alınmayacağını belirttim.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar'ın hava ambargosunun uygulanmasında yer alacaklarını açıkladıklarını belirttim. Zira bu bir sır değildi. Çünkü gazetelerinde bu açıklama yayınlandı. Önemli olan Arap Birliği’nin hava ambargosunun uygulanmasına katılma konusunda herhangi bir karar vermemiş olmasıydı.
Konuyla ilgili gelişmeleri dikkatle takip eden Genel Sekreterlik uzmanları ve bazı hukuki ve siyasi danışmanlar ile yaptığım istişare toplantılarından, ‘Arap ülkelerinin bu kısmi adımına, Libya'ya açık bir şekilde hava ambargosu uygulanmasına katılarak karşı çıkmamak’ görüşü çıktı.
Bunun nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Bunun iki veya üç ülkenin egemen kararları olması,
2- Bu adımın Arap Birliği tarafından alınan bir kararla desteklenmiyor olması,
3- Bu adımı atan ülkelerin BMGK ve kararı çerçevesinde çalışıyor olmaları,
4- Büyük olasılıkla Arap Birliği'nin kararlarını çiğneyerek Libya’da herhangi bir hedefin vurulmasına katılmayı reddedeceklerdir. Bu da diğerlerinin davranışları üzerinde etkili olabilir.
5- Sivilleri korumaya yönelik hedeflerden sapma tehlikesinin olması nedeniyle, her ne kadar BMGK kararının uygulanmasıyla ilgili gibi görünse de, Avrupa ülkelerinin yürüteceği bir askeri harekattan tamamen uzaklaşılması gerekir ve Genel Sekreter, böyle bir sapmaya karşı sağlam bir tutum sergiler.

BMGK’nın 1973 sayılı kararı
Hava ambargosu uygulanmasının Libya’daki bu olaylar ve Kaddafi’nin sivillere yönelik sürekli tehditlerine karşı talep edildiğini bir kez daha tekrar etmek istiyorum. BMGK, İngiltere, Fransa, Lübnan (BMGK’nın üyesi Arap ülke) ve ABD tarafından, sivillerin korunması amacıyla Libya toprakları üzerinde uçuş yasağı bölgesi kurulması için sunulan bir karar taslağını görüşmek üzere bir toplantı düzenledi. Toplantının ilk oturumunu 15 Mart'ta, ertesi gün ise ikinci oturumu yapıldı. Ancak, karar taslağıyla ilgili yaşanan fikir ayrılıkları nedeniyle, her iki oturum da sonuçsuz kaldı.
Son olarak, BMGK, 1973 sayılı kararında, Libyalı yetkililerin Libya halkını korumaktan sorumlu olduğunu vurgulayarak, insan haklarının ağır ve sistematik bir şekilde ihlal edilmesini kınadı. BMGK, Libya topraklarının herhangi bir yerinde, herhangi bir biçimde herhangi bir yabancı işgal gücünün bulunmasını dışlayarak üye devletlere, Bingazi dahil olmak üzere Libya'da saldırı riski altında bulunan sivilleri ve sivil nüfusun yaşadığı bölgeleri korumak için ‘gerekli tüm önlemleri’ alma yetkisi verdi.
‘Sivilleri korumak için gerekli tüm önlemleri almak’ ifadesi, alışılagelmiş sağlam ve ortak bir ifade olmasına rağmen, Libya'da çıkarları ve bir takım hesapları olan bazı ülkelerin, Arap Birliği tarafından belirlenen çerçeve dışına çıkılarak Libya ve Libya rejimi ile ilişkileriyle ilgili nedenlerden ötürü istismar ettikleri büyük bir tuzağa dönüştü.
BMGK’daki gelişmeleri takip ederken ve dönemin Libya'nın BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Abdurrahman Muhammed Şalkam ile her görüşmemde, ‘sivilleri korumak için gerekli tüm önlemleri almak’ ifadesinin yer aldığı bu cümlenin üzerinde durdum.
Burada Şalkam'ın kaleme aldığı ‘Nihayeti’l-Kaddafi: Sevratu 17 Febrary Yevmiyyati ve Esrari ve Şehadati’ (Kaddafi'nin Sonu: 17 Şubat Devrimi’nin Günlükleri, Sırları ve Tanıklıkları) adlı kitaptan bazı alıntılar yapacağım: 
“New York'ta bizimle birlikte aktif olan iki kişiden biri olan Lübnan'ın BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Nevaf Selam, neredeyse tüm vaktini bizimle birlikte Libya misyonu merkezinde geçiriyordu. Diğer isim olan Libya'nın BM daimi temsilcisi İbrahim Dabbaşi ile birlikte, BMGK’nın 1973 sayılı karar taslağının her paragrafını inceliyor ve hemen her kelimeyi tartışıyorduk.
Burada olması gereken ve olmayan kişi ise başlangıcından bu yana Libya halk devriminin destekçisi olan Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa idi. Karar taslağının tüm paragraflarını gözden geçirdiğimiz Sayın İbrahim Dabbaşi ve ben, 4’incü Paragraf üzerinde uzun süre durduk. Lübnan'ın BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Selam ile uzlaştık ve ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Susan Rice’ı ikna edebildik.
Taslak kararın 4’incü Paragrafında şu ifadeler yer alıyordu:
“Genel Sekretere bildirimde bulunan üye devletler, şekli ne olursa olsun Libya topraklarının herhangi bir yerinde herhangi bir yabancı işgal gücünü dışlayan BMGK’nın 1970 sayılı kararının 9’uncu paragrafı hükümlerine rağmen Bingazi dahil olmak üzere Libya Arap Cumhuriyeti’nde saldırı riski altında bulunan sivilleri ve sivil nüfusun yaşadığı bölgeleri korumak için yetkilendirilir ve ulusal veya bölgesel kuruluşlar düzeyinde veya düzenlemeler aracılığıyla, Genel Sekreter ile iş birliği içinde gerekli tüm önlemleri alarak hareket ederler.”
Yukarıda geçen dördüncü paragraf, başlangıçta dış müdahaleye kapıyı açtığı gerekçesiyle - her türlü önlemi almak - ifadesine şiddetle karşı çıkan Amr Musa ile uzun bir tartışmaya girdim. Uzun bir süre ‘tedbirler’ kelimesinden önce gelen ‘tüm’ kelimesi üzerinde durdu. Dabbaşi ve ben bu iki kelimeyi (tüm tedbirler) Libya halkının kurtuluş yolu olarak görüyorduk.
Zamana karşı yarıştığımızı biliyorduk, onunla boğuşuyorduk. Kaddafi'nin Bingazi'ye girme ve şehri yok etme niyetleri artık bir endişe olmaktan çıkmış,  Kaddafi ve oğlu Seyf tarafından halka açıkça söylenen bir gerçeklik haline gelmişti. Telefonla konuşurken seslerimizin yükseldiği gergin bir tartışmadan sonra, Amr Musa ile metne, ‘Şekli ne olursa olsun Libya topraklarının herhangi bir yerinde herhangi bir yabancı işgalci gücün dışlanması’ cümlesinin eklenmesini kararlaştırdık.
Bu son ekleme, Arap Birliği Genel Sekreteri'ni yatıştırdı. Bununla birlikte Rusya’nın BM Daimi  Temsilcisi, Bingazi'nin adının özellikle bizim tarafımızdan zikredilmesi konusunda ısrar etti. Çünkü Kaddafi'nin Bingazi'ye hareket edeceği duyurulmuştu.”
Arap Birliği’nde sivilleri korumaya çabalıyorduk. Bunu da BM ve Körfez ülkeleri de dahil olmak üzere bir grup Arap ülkesi tarafından resmi olarak yapılan uçuş yasağı bölge kurulması talebini onaylayan bir BMGK kararı aracılığıyla başarmaya çalışıyorduk. Biz Libya savaş uçaklarının, meşru ve gerekli bir mesele olarak gördüğüm Libya şehirlerini ve sivilleri bombalamasını önlemeye çalışırken, kararın itici gücü olan büyük devletler,  kararı kendi bakış açılarıyla yorumlamak ve yine bu bakış açısıyla kullanabilmek için ‘sivilleri koruma amacıyla her türlü önlemi alma’ yetkisi almakla ilgileniyorlardı.

Paris toplantısı
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, sivillerin korunmasını gerekçe göstererek Muammer Kaddafi güçlerine saldırmak için askeri seçeneğe başvurulması gerektiğinin en güçlü savunucularından biriydi. İlerleyen günlerde de bunu kanıtladı. Paris, 10 Mart 2011’de aynı yılın 27 Şubat'ında Bingazi'de isyancı liderler tarafından kurulan Libya Ulusal Geçiş Konseyi’ni (NTC) Libya halkının tek ve meşru temsilcisi olarak tanıyan ilk başkent oldu.
Sarkozy, Muammer Kaddafi'nin güçlerine karşı askeri güç kullanımına izin verecek bir BMGK kararının oylanması amacıyla yaptığı hamleler dikkate değerdi. Fransa Cumhurbaşkanı, bir yandan bunu tüm dünyaya Fransa’nın gücünü gösterecek bir fırsat olarak görürken diğer yandan Frankofon Afrika ülkelerinin birçoğunda benimsenmeye başlayan Kaddafi'nin politikası nedeniyle Kaddafi'den kurtulmak istiyordu. Bununla birlikte Seyfulislam Kaddafi, Sarkozy’den Fransa cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında seçim kampanyasını finanse etmek için Libya'dan aldığı parayı iade etmesini istedi. Bununla ilgili ayrıntıları ve belgeleri ortaya çıkarmakla tehdit etti.
Sarkozy, 19 Mart 2011'de Paris'te, Avrupa-Arap-Afrika Zirvesi adını verdiği önde gelen uluslararası isimlerin katılımıyla bir toplantı çağrısında bulundu. Katılan isimler arasında, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, Avrupa Birliği Dış Politika Sorumlusu Catherine Ashton, İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero, Almanya Başbakanı Angela Merkel, Katar Başbakanı Şeyh Hamed bin Casim, İngiltere Başbakanı David Cameron, BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Ürdün Dışişleri Bakanı Nasır Cudeh, Fas Dışişleri Bakanı Tayyip Fassi Fihri, Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari ve daha birçok isim vardı.
Birkaç saat süren bu zirve, Libya'daki sivillerin korunması için Libya toprakları üzerinde uçuş yasağı bölgesi kurulmasını öngören BMGK’nın 1973 sayılı kararı çerçevesinde Libya'daki gelişmelerle nasıl başa çıkılacağının ele alınmasına yönelikti.
Batılı ülkelerin, özellikle de onları davet edenlerin niyetleriyle ilgili şüphelerim oluşmaya başladığında, toplantıyı boykot ettim.  7 Mart 2011 tarihinde Libya'nın BM Daimi Temsilcisi olarak atanan eski Ürdün Dışişleri Bakanı Abdul ilah Hatib yanıma gelerek toplantıya katılmamı istedi. 19 Mart 2011’de Mısır’da yapılan anayasa değişikliği referandumundan önceki gündeydik.
Hatib bana, “Bu önemli bir toplantı. BM ve AB orada olacağı için siz de orada olmalısınız. Bu uluslararası güçler karşısındaki konumunuzu kaydedebilirsiniz” dedi.  Akşam geç saatlere kadar süren uzun bir tartışmanın ardından katılmayı kabul ettim. Hatip, gerekli yerlere aramalar yaptı. Ardından Fransa'nın beni Paris'e götürmek ve aynı gün Kahire'ye geri getirmek üzere özel bir uçak göndereceğini bildirdi.
Hatibe, “Yarın anayasa değişikliği referandumunda oy kullanacağım ve ‘Hayır’ oyu vereceğim” dedim.
O da bana, “Uçak, sabah saat dokuzda Kahire Havalimanı'nda hazır olacak” dedi.
Sabah saat sekizde Kasrulayni Caddesi üzerindeki bir okulda oyumu verdim ve oradan Paris'e gitmek üzere havaalanına geçtim. Toplantı yerine geldim ve ayaküstü sohbet eden herkesi selamladıktan sonra koltuğuma geçtim.
Sarkozy konuşmasına başladı ve şunları söyledi:
“Fransa Hava Kuvvetleri, Kaddafi’nin uçaklarının, Bingazi’deki insanlara yönelik herhangi bir saldırısına karşı çıkacak. Ne var ki uçaklarımız bu şehre yönelik hava saldırılarını engelliyorlar. Silahsız sivilleri tehdit eden zırhlı araçlara müdahale etmeye hazır başka Fransız savaş uçakları da var. Bugün Arap ortaklarımız da dahil olmak üzere tüm ortaklarımızla BMGK’nın himayesinde Libya'da faaliyet göstermekteyiz. Bunu sivilleri, kendi halkını öldürerek tüm meşruiyetini yitirmiş cani bir rejimin çılgınlıklarından korumak için yapıyoruz. Libya halkının kaderini belirlemesini sağlamak için müdahale ediyoruz.”
Sarkozy’nin konuşması beni çok kızdırmıştı. Çünkü açıkça BMGK’nın 1973 sayılı kararı ile onaylanan Kaddafi güçlerine hava ambargosu uygulanması meselesini atlatmaktan bahsetti. Bununla birlikte zırhlı araçlardan söz ederken hava kuvvetlerinin Kaddafi güçlerini karada vurmaya hazır olduğunu da açıkça söyledi. Ayrıca, Kaddafi rejimini değiştirmeye yönelik niyetini de söz konusu BMGK kararında yer almayan, ‘rejimin meşruiyetini yitirmesi’ ifadesiyle açıkça beyan etti. Oysa bu, Libya halkının tek başına karar vereceği bir konudur.
Bu noktada, meselenin uçuşa yasak bölge konusunun ötesine geçip Libya'yı uçakla vurmaya gideceğinden şüphe etmeye başladım.  Burada, Catherine Ashton'ın yıllar sonra (2018 yazında Londra’da ve ardından aynı yılın Kasım ayında Sir Bani Yas'da) AB politikasının çerçevesi dışında kalan askeri meselelerin kararlaştırıldığı bu toplantıda bulunmaktan çok utandığını, başta ben ve Ban Ki-Moon olmak üzere ister Batılı ister Arap olsun toplantıya katılan diğer herkesin yüzlerinde aynı utancı ve çelişkili hissi gördüğünü söylediğini aktarmak istiyorum.
Fransa Cumhurbaşkanı konuşmasını bitirirken, “Sözü Genel Sekreter'e veriyorum” dedi.
Görünüşe göre Ban Ki-Moon'a atıfta bulunuyordu, ancak öfkemden ve söylediklerine cevap verme arzumdan Ban Ki-Moon’a değil, Arap Birliği Genel Sekteri olarak bana hitap ettiğini düşündüm. Ardından, “BMGK’nın Libya ile ilgili 1973 sayılı kararı sivilleri korumayı amaçlıyor ve bağımsız ve egemen bir Arap ülkesinin işgalini desteklemiyor” dedim. Toplantıya katılan tüm taraflardan, Muammer Kaddafi güçlerine uygulanan hava ambargosu ile Libya topraklarındaki askeri operasyonları kısıtlayan 17 Mart 2011 tarihli BMGK kararı metninin dışına çıkmamalarını talep ettim.
Söz konusu BMGK kararının amacının sadece Libyalı sivilleri korumak olduğunu, bu kararın, taraflardan hiçbirine Libya'yı işgal veya istila etme meşruiyeti vermediğini ve karar metninin bu noktada açık olduğunu tekrar teyit ettim. Öfkeli olduğum belliydi. Ardından toplantıya katılan Arap ülkelerinin temsilcilerinin yanına gittim. Hamad bin Casim bana, “Konu kapandı, Amr kardeşim” dedi.

Yasadışı bombardıman
Çok geçmeden sivilleri koruma meselesinin, Kaddafi’yi devirmek için bir Truva atı olduğuna dair şüphemde haklı çıktım. Fransız savaş uçakları, Paris toplantısıyla aynı gün (19 Mart 2011), ben henüz Kahire'ye dönmeden ve belki de daha da önce, Libya savunma alanlarını bombalamaya başladı. Libya topraklarındaki askeri operasyonla ilgili bu haberi aldıktan sonra aldatıldığımızı ve savaş eylemlerinin, yalnızca Kaddafi'nin kendisine muhalif sivillere saldırmasını önlemek için Libya topraklarında uçuşa yasak bölge kurulmasını öngören BMGK’nın 1973 sayılı kararını aştığını bir kez daha anladım.

*Kitabın bölümleri, Daru’ş-Şuruk ile yapılan özel anlaşma ile yayınlanmıştır
*Tüm hakları saklıdır

Amr Musa: Saddam Hüseyin uluslararası müfettişlere onay verdi, ancak ABD Irak'ta savaşa girme kararını almıştı
Şarku’l Avsat, Amr Musa’nın kaleme aldığı ‘Arap Birliği Yılları’ kitabından bölümleri yayınlıyor... (4) Musa: İsrail, Arap Girişimi’ni olumsuz karşıladı, çünkü girişim İsrail’i Araplarla müzakereye itiyordu
Amr Musa: Mübarek, İsmet Abdulmecid’in görevde kalmasını istemedi... 11 Eylül olayları bize karşı beslenen olumsuz duyguları ortaya çıkardı
Musa: Faysal, Muallim’in ‘şeytani’ hayallerine karşı çıktı. Şu an Lübnan’da tanık olduklarımız, Refik Hariri suikastının sonuçlarıdır

Amr Musa: Kaddafi, devrimden kurtulduğunu ve Bin Ali’nin ardından düşmeye aday olan ismin Mübarek olduğunu sanıyordu
Eski Irak Dışişleri Bakanı’ndan Amr Musa’nın anılarıyla ilgili açıklama: Ziyaretin ve görüşmenin gerçekleri

 

 



İsrail’de ordu içindeki çelişkiler ve İsraillilerin kuzeye geri dönüşü tartışması

İsrailli askerler, Batı Şeria'nın Tubas bölgesindeki bir baskın sırasında bir Filistinlinin öldürüldüğü evin önünde bir aileyi gözaltına aldı, 9 Kasım 2024 (AFP)
İsrailli askerler, Batı Şeria'nın Tubas bölgesindeki bir baskın sırasında bir Filistinlinin öldürüldüğü evin önünde bir aileyi gözaltına aldı, 9 Kasım 2024 (AFP)
TT

İsrail’de ordu içindeki çelişkiler ve İsraillilerin kuzeye geri dönüşü tartışması

İsrailli askerler, Batı Şeria'nın Tubas bölgesindeki bir baskın sırasında bir Filistinlinin öldürüldüğü evin önünde bir aileyi gözaltına aldı, 9 Kasım 2024 (AFP)
İsrailli askerler, Batı Şeria'nın Tubas bölgesindeki bir baskın sırasında bir Filistinlinin öldürüldüğü evin önünde bir aileyi gözaltına aldı, 9 Kasım 2024 (AFP)

Emel Şehade

İsrail’de son günlerde, özellikle de Savunma Bakanı Yoav Gallant'ın görevden alınmasından ardından başta Lübnan'a yönelik askeri operasyonların yürütülmesi meselesi olmak üzere İsrail ordusunun hem kendi içinde ve hükümetle arasında birtakım çelişkiler ve anlaşmazlıklar yaşanıyor. Bu çelişkiler, Gallant ile aralarının iyi olması nedeniyle görevden alınmaya yakın olduğu düşünülen Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi'nin konuşmalarında ve açıklamalarında dahi kendini gösterdi. Zira güvenlik servislerine göre Başbakan Binyamin Netanyahu'nun ABD yönetimine böyle bir niyeti olmadığını bildirmesine rağmen onu ve İsrail İç İstihbaratı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar'ı görevden alma gibi ‘düşüncesiz’ bir adım atabileceği tahminleri yapılıyordu.

Halevi, Gallant'ın görevden alınmasından önce İsrail ordusunun kara harekâtının son aşamasına geldiğini ve hedeflerine ulaştığını, hatta on binlerce yedek ve muvazzaf askerin terhis edilmesine karar verildiğini açıkladı. Halevi, ayrıca Gallant'ın da desteğiyle, Hizbullah üyelerinin Litani Nehri’nin ötesine itimesinin ve Hizbullah'ın askeri ve savaş kabiliyetlerinin yok edilmesinin ardından İsrail'in barışçıl bir çözüm için adım atabileceğini duyurdu.

Görevden alınmasından bir gün önce Gallant'ın komuta kademesiyle yaptığı son toplantıda Halevi, ordunun Lübnan'daki savaş planlarını geliştirdiğini ve kara harekâtını genişletip derinleştirmeye hazırlandığını söyledi. İsrailli askeri kaynaklar, Halevi’nin açıklamasıyla eş zamanlı olarak ordunun hafta başında pazartesi günü güney Lübnan'daki kara harekatının sona erdiğini duyurmayı planladığını, ancak ABD ve Fransa'nın arabuluculuğundaki ateşkes görüşmelerinin ilerleyeceğinin anlaşılması üzerine geri adım attığını açıkladı.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Halevi'nin çelişkili açıklamaları, İsrailli güvenlik yetkililerinin ordunun hükümet tarafından belirlenen hedeflere ulaştığı ve bir çözüme ulaşmak için müzakereleri sürdürmek üzere ABD Başkanı Joe Biden’ın Kıdemli Danışmanı Amos Hochstein’ın yakında gerçekleştirmesi beklenen ziyaretini beklediği yönündeki açıklamalarıyla ters düştü. Bu durum bir kafa karışıklığı yarattı. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barro'nun iki hafta içinde bir çözüme ulaşma çabalarının yoğunlaştığını ve görüşmelerin gidişatını bilen İsrailli yetkililere göre Hizbullah'a geliştirilmekte olan çözümü kabul etmesi için baskı yapabilecek diğer ülkelerin de bu çabaların başarılı olması için Fransa ve ABD ile birlikte çalıştığını açıkladığı ziyaretinin ardından liderlikte derinleşen bir güvensizlik ortamı yarattı. İsrailli yetkililer arasındaki güvensizlik ortamı İsrailli liderler arasında özellikle Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot’un işgal altındaki Doğu Kudüs ziyaretinin ardından daha da derinleşti. Barrot, ziyareti sırasında yaptığı açıklamada Fransa tarafından ABD ve diğer ülkelerle birlikte yürütülen çabaların iki hafta içinde bir çözüme ulaşmak amacıyla yoğunlaştığını söyledi. Görüşmeleri yakından takip eden İsrailli yetkililere göre söz konusu ülkeler Hizbullah'a nihai anlaşmayı kabul etmesi için baskı yapabilir.

İsrail devlet televizyonu KAN'ın Siyasi İşler Muhabiri Amichai Stein, İsrailli ve yabancı diplomatların Lübnan'da bir çözüm için temasların sürdüğünü ve iki hafta içinde bir anlaşmaya varılabileceğini söylediklerini aktardı. Çözüm çabalarına katılan ve Hizbullah'a anlaşmayı kabul etmesi için baskı yapabilecek diğer ülkelerin önemini vurgulayan Stein, İsrail’in anlaşmanın ihlal edilmesi halinde Lübnan'da askeri operasyon gerçekleştirme özgürlüğü için garanti verilmesini istediğini belirtti.

İsrail'in öne sürdürdüğü bu şart, çözüm yolunda ilerleme kaydedilmesinin önündeki en temel engellerden biri olsa da İsrailli birçok askeri yetkili, kara operasyonunun son aşamalarında olduğunu teyit etti. Bu yüzden İsrail ordusundan on binlerce asker terhis edildi ve Lübnan'da sadece iki ordu tugay kaldı.

Ne zaman anlaşmaya varılacak?

İsrail, Hizbullah’a anlaşmayı kabul etmesi için baskı yapabilecek ülkelerin kimliğini henüz açıklamadı. Gazze, Filistin ve kalıcı barış dosyaları Başkan Donald Trump’ın elinde kalırken, Lübnan'la anlaşmanın ABD yönetiminde Demokratların iktidarının son haftalarında gerçekleşip gerçekleşmeyeceği de belirsizliğini koruyor. Gazze, Filistin ve kalıcı barış dosyaları Başkan Donald Trump'ın elinde kalırken, Lübnan'la anlaşmanın ABD yönetiminde Demokratların iktidarının son haftalarında gerçekleşip gerçekleşmeyeceği de belirsiz. Netanyahu’ya yakın birden fazla siyasi yetkili Lübnan dosyasının ilerletilmesine yönelik diplomatik çabaları doğruladı ancak iki ay içinde sonuçlandırılmasını ihtimal dışı bıraktı.

Sahada ise çelişkiler daha da derinleşiyor. Yakında bir çözüme ulaşılabileceğinin açıklanmasıyla birlikte İsrail İç Cephe Komutanı Tümgeneral Rafi Milo, kuzeydeki beldelerin belediye başkanlarıyla bir araya gelerek onlara kademeli olacak şekilde bir geri dönüş planı sunarken güvenliğin garanti altına alındığını vurguladı.

Milo, burada yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Kuzey nüfusunun kademeli olarak geri dönüşünü sağlamak için istikrarı sürdürecek yeteneğe sahibiz. Bir güvenlik durumu yaratmamızın başka bir yolu yok. Şehirleri kademeli olarak rehabilite edeceğiz. İstikrara ve bölge sakinlerinin evlerine dönmesine ihtiyaç var. Tek hedefimiz güven duygusunu yeniden tesis etmek.”

Milo’nun ziyaret turu, kuzeydeki çok sayıda belde başkanı tarafından muhalefetle karşılaşırken, 13 ayı aşkın bir süredir yerinden edilmiş olan bölge sakinleri geri dönmeyi reddediyor ve İç Cephe Komutanlığı’nın bu adımını kuzeyin ve bölge sakinlerinin güvenliğine yönelik yeni bir ihmal olarak görüyorlar.

Belediye başkanları ve kuzey sakinleri, sadece tamamen boşalmış beldelerde değil, hala binlerce kişinin yaşadığı beldelerde de büyük bir yıkımın gerçekleştiğini gözler önüne serdiler. Safed, Ma'alot-Tarshiha, Meron ve sakinlerinin çok azının terk ettiği diğer beldeler artık Hizbullah'ın roketlerinin başlıca hedefleri haline gelmiş durumdalar.

Sadece kuzeydeki beldelerin çoğunu yeniden inşa etmek için en az iki yıl gerektiren yıkım değil, aynı zamanda hiç durmayan, son üç gündür daha da artıp perşembe ve cuma günleri zirveye ulaşan sirenler ve patlamalar da bölge sakinlerinin geri dönmesi engelliyor. Roketler ve insansız hava araçları (İHA) ile düzenlenen saldırıların yol açtığı patlamalar, bazı evlerde doğrudan yaralanmalara, altyapının tahrip olmasına ve yangınların çıkmasına neden olurken kuzeye geri dönmenin halen tehlikeli olduğunu gösterdi.

Bazıları ise yetkilileri yaşananlar ve Hizbullah'ın roket ve yürüyüşlerinin yol açtığı yıkım hakkında gerçeği söylememekle eleştiriyor.

Öte yandan İsrail ordu, askeri üsler, toplanma yerleri ve diğer tesislerdeki kayıpları yayınlamaktan kaçınıyor ve karartma uyguluyor. Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım’ın eski Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın ölümünün 40’ıncı günü yaptığı konuşmanın ardından İsrail, roketlerle yoğun saldırıya uğradı, ancak ertesi gün sadece bir gencin öldüğü duyuruldu. İsrail’in günlük gazetelerinden Haaretz, kuzey bölgesindeki son durumla ilgili kapsamlı bir haberinde, Celile'deki bombardıman sonucunda bir İsrail askerinin öldüğünü bildirdi, ancak ordu bunu açıklamazken başka kayıpları da duyurmadı.

İsrail için yeni bir güvenlik konsepti

Diğer taraftan İsrail televizyonu Kanal 12 tarafından yayınlanan bir ankete göre İsraillilerin yüzde 55'i Gazze'deki savaşın siyasi nedenlerle devam ettiğine inanırken, bunun nedeninin güvenlik olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 36. Yüzde 46'sı İsrail ve Hizbullah arasındaki savaşın siyasi nedenlerle devam ettiğine inanırken, yüzde 44'ü güvenlik nedenleriyle devam ettiğine inanıyor. Aynı anketin sonuçlarına göre Yisrael Katz'ı Savunma Bakanlığı görevine uygun bulmayanların oranı yüzde 62 iken, Netanyahu'ya güvenmeyenlerin oranı yüzde 58.

Güvenlik ve strateji kurumları ile uzmanlar, İsrail'in içinde bulunduğu durum ve bu savaşın acilen sona erdirilmesi ihtiyacı karşısında, bu savaştan nasıl çıkılabileceğine dair çeşitli tavsiyelerde bulundular. Ancak bunlardan biri oldukça dikkat çekiciydi. İsrail ordusunun eski Hava Savunma Komutanı Tuğgeneral Zvika Haimovich, İsrail'in derhal yeni bir güvenlik konsepti çerçevesinde çalışmaya başlaması gerektiği değerlendirmesinde bulundu.

Mevcut savaşa yol açan askeri ve siyasi başarısızlıkların gölgesinde önemli kavramların yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini savunan Haimovich, bu önemli kavramlardan birinin, yıllarca ‘Hamas caydırıldı’ ve ‘Hizbullah caydırıldı’ gibi ifadelerle aşırı güç kullanımına ve nihayetinde herkesin bildiği sonuca yol açan caydırıcılığın olduğunu vurguladı.

Haimovich, güvenlik kurumlarının bugün, başta Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın tasfiyesi olmak üzere Hizbullah'a yönelik eylemleri ve İsrail'in Lübnan ile yaşanan iki savaştan bu yana güçlenen örgütün tehditleri ve kabiliyetlerini sistematik bir şekilde ele alma biçimi ile caydırıcılığı yeniden tesis etmesi ve 7 Ekim sonrası, özellikle de savaşın başlamasının üzerinden geçen bir yılın ardından ortaya çıkan mevcut durum çerçevesinde bu caydırıcılık kavramının içeriğini doğru bir şekilde tanımlaması tavsiyesinde bulundu.