‘I. Suudi Devleti’ Napolyon’u nasıl harekete geçirdi?

I. Suudi Devleti’ne bağlı bir süvari (Kral Faysal Araştırma Merkezi)
I. Suudi Devleti’ne bağlı bir süvari (Kral Faysal Araştırma Merkezi)
TT

‘I. Suudi Devleti’ Napolyon’u nasıl harekete geçirdi?

I. Suudi Devleti’ne bağlı bir süvari (Kral Faysal Araştırma Merkezi)
I. Suudi Devleti’ne bağlı bir süvari (Kral Faysal Araştırma Merkezi)

Mustafa el-Ensari
Son yıllarda, Suudi Arabistan'ın dünya kıtaları arasındaki coğrafi konumuna ilgi her zamankinden daha fazla arttı. Öyle ki ülkenin 2030 ekonomik planı, yeni vizyonunu pazarlarken Riyad’ın rekabet avantajlarından biri haline geldi. Ancak Fransa'nın modern tarih boyunca en güçlü adamı Napolyon Bonaparte, bu ‘konumu kısmi’ olarak erken fark etti. 18’inci yılın sonlarında I. Suudi Devleti (Diriye Emirliği) döneminde, zamanın ezeli rakipleri olan İngilizler ve Osmanlılara karşı elini güçlendirmek için kullanmaya çalıştı.
Yakın tarihli bir çalışma, Fransız diplomat Louis Lepine, Fransa ile Arap yarımadasının merkezinde yer alan ve başkenti siyasi ve tarihi özelliğini korumasına rağmen Riyad şehrinin kentsel genişlemesinin bir parçası haline gelen Diriye olan I. Suudi Devleti (Diriye Emirliği) arasındaki ilişkinin izini erkenden sürdüğünü ortaya koydu.
İlginin, Napolyon Bonaparte'ın hükümdarlığı döneminde, devletin coğrafi konumunu özellikle de Mısır seferinden sonra Kızıldeniz kıyılarında daha fazla varlık göstererek doğuya yönelmesinin ardından Fransız İmparatorluğu'nun etkisini genişletmek için kullanma arzusuyla ortaya çıktığını belirtti. Mısır o dönemde Suudiler tarafından geri alınmadan önce Hicaz ve Haremeyn-i Şerifeyn (Mekke ve Medine) gibi cazibe merkezlerinin kontrolünü elinde tutuyordu.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre yakın zamanda Kral Faysal Araştırma Merkezi tarafından yayınlanan araştırma, Napolyon’un Fransa’nın Mısır’ın ötesine uzanan hırslarını yenilediğini ortaya koydu. Ayrıca bu tercihin yalnızca Hindistan üzerindeki İngiliz egemenliğini sona erdirmenin değil, aynı zamanda Fransa ve İslam arasındaki ilişkilerde kademeli bir olgunlaşmanın sonucu olduğuna işaret edildi. 18’inci yüzyılın son on yılında I. Suudi Emirliği’nin ortaya çıkışı ve aynı yüzyılın seksenlerinde başlayan bölgesel genişlemesinin, Fransa'da bir iç krizin izlediği bir zayıflık dönemine denk geldi. Hint Okyanusu'ndaki varlığının azalmasına ve Arap Yarımadası'nda meydana gelen siyasi gelişmelere ilgisizliğe yol açtı.

basliksiz-4degerb.jpg
Napolyon'un Mısır'a egemen olduğu sırada Piramitler Savaşı'nı anlatan çizim (Getty)

Bu bağlamda Lepine, I. Suudi Emirliği’nin ortaya çıkışı, başlangıcı ve gelişimi hakkında yorum yapan herhangi bir Fransız yazısı bulamadığımıza dikkat çekiyor. Ancak o dönemde Fransızlar, Kızıldeniz ile Yemen kahvesine geçiş yolu olarak ilgilendiler. Buna karşılık, Bonaparte'ın Mısır'da getirdiği yeniliğin boyutunu görüyoruz. Bu durum da Fransa'nın bölgedeki temsilini ticari kaygıların ötesinde kapsamlı bir jeopolitik projeye dönüştürüyor.
Çalışma, Bonaparte’ın Mekke’nin en büyük emirini, o dönemde Mısır’ın merkezinde yer aldığı projesinin hizmetinde yalnızca bir müttefik olarak gördüğünü ancak kısa süre içerisinde projesini genişlettiğini ortaya koydu. Bonaparte, Fransa'ya döndükten sonra, Hindistan'a bir kara limanı arayışı bağlamında Arap Yarımadası'nda yaşanan gelişmelere olan ilgisini dile getirdi. Nitekim, araştırmanın Arabistanlı Lawrence’tan aktardığı bilgilere göre “1757'de Bengal'deki İngiliz zaferi, Hindistan'a giden yolu, sonraki iki yüzyıl boyunca antik dünya tarihine hakim olan yeni bir jeopolitik merkez haline getirdi. 1870’lerden itibaren Fransızlar ve İngilizlerin zihnini meşgul eden Süveyş Kanalı aracılığıyla geçişler başlamıştı.”

Napolyon gerçekten Diriye'ye bir elçi gönderdi mi?
Bu bağlamda Napolyon’un arzuları, Galib bin Musaid’in I. Suudi Emirliği’nin ona saldırmasına engel olmaya çalıştığı Hicaz’a uzanıyordu. Şerif, Suudileri gerçekleştirdiği saldırı sırasında Kızıldeniz’e doğru ilerleyişi önlemek için Cidde’ye sığındı. Osmanlıların desteğiyle 1803 yılının Temmuz ayında başkentini geri alabildi. “Ancak 1805 yılının Ekim ayı itibariyle Necd’in egemenliğini tanıması gerekiyordu. En azında görünüşte de olsa dini bir reform benimsemeliydi. Camilerde İstanbul Sultanına dua edilmemesini onayladı. Bu da ona karşı isyanın başlangıcı anlamına geliyordu.”
Fransız diplomat, topladığı kaynakların, ‘Napolyon'un o zamana kadar Fransızlar tarafından bilinmeyen bir bölgede ortaya çıkan ilk Suudi devletine karşı eşi görülmemiş ve sarsılmaz ilgisini’ ortaya koyduğunu ifade etti. Diplomata göre imparatorun İngilizlere karşı potansiyel müttefiklerinin rolünü bilmeye duyduğu ihtiyaç siyasi alanla sınırlı değildi. Vehhabiler üzerine Fransızca kaleme alınmış ilk kitabın Napolyon tarafından 1806 yılında Arap Yarımadası’na bir görev için gönderilen Katalan Ali Bey el-Abbasi tarafından yazılmış olması bunu kanıtlıyor.
Elçi, 1807 yılının Ocak ayında, Vehhabilerin şehri kuşattığı bir dönemde Cidde’ye ulaştı. Osmanlı kuvvetlerinin onları şehirden tahliyesine tanıklık etti. El-Abbasi, Mekke sınırlarının ötesine geçmedi. Kitabını 1814 yılında yani Bağdat’taki Fransız Konsolosu Olivier de Corancez’in romanından sonra ve diplomat Joseph Rousseau’nun hikayesinden önce yayınladı.
Rousseau’nun her diplomat gibi siyasi görevine ek olarak bilgi toplama konusunda özel bir misyona sahipti. O dönemde yeteri kadar Bağdat’taki ikamet yeri ile I. Suudi Emirliği’nin başkenti Diriye arasında seyahat eden tüccar toplayabildi. Daha sonra 1808 yılında, Fransız diplomatik arşivinin şimdiye kadar koruduğu bilinen tek Diriye haritasını çizdi.


I. Suudi Devleti’nin başkenti Diriye’nin bilinen en eski haritası (Fransız arşivinden, Louis Lepine)

Napolyon’un neden I. Suudi Devleti gibi o zamanlar kumlar arasında izole bir halde bulunan bir devlete ihtiyaç duyduğuna gelince, o kıtalararası bir imparatorluğu yönetiyordu. Araştırmacı bunu açıklarken Bonaparte’ın 1804 yılının Aralık ayında imparator olduktan sonra burada durmadığını, aksine Osmanlılar ve Perslerle anlaşarak Hindistan’a ilerleyen bir Fransız ordusu önderliğinde doğuya doğru yeni bir sefer hayal ettiğine işaret ediyor. Ancak 1807 yılının Temmuz ayında Rusya ile Napolyon arasında imzalanan Tilsit Anlaşması ve daha sonra 1808 yılında İspanya’da girdiği feci savaş, bir Osmanlı-İran ittifakı yaratma fikrinin ütopik doğası, bu projeyi sonlandırdı.
İmparator, Kahire’de Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın 1805’ten 1811 yılına kadar otoritesini sağlamlaştırmasını ardından 1811 yılının Ağustos ayında Arap Yarımadasına müdahalesini ilgiyle takip etti. Daha sonra 1812 yılına kadar  istihbarat göreviyle Vincent-Yves Boutin’in Mısır ve Suriye’ye gönderdi. Boutin, o sırada Mısır ordusu harekatıyla Hicaz’a doğru ilerledi.
Boutin, 1812 yılının Şubat ayında Yanbu’ya gitti. Orada bölgenin lideri Ahmed Tosun Paşa ile bir araya geldi. Ancak bu adım konusundaki şüpheler nedeniyle Cidde’ye bile ulaşamadan Mısır’a geri döndü.  Ancak İmparator’un Arap gelişmelerine olan ilgisiyle ilgili başka bir hikâyeyi 1835'te yayımlanan ‘Doğu'ya Yolculuk’ kitabının ekinde Fransızlar arasında yayan kişi, büyük yazar ve devlet adamı Alphonse de Lamartine idi. Hikaye Theodore Lascaris de Ventimi ve Halepli Hıristiyan tercümanı Fethullah es-Sayığ'ın macerasını anlatıyor.
Lamartine'in Fransızca çevirisini yayınladığı Sayığ’ın öyküsü, iki adamın Arap Yarımadası’nda imparator için Diriye’ye ulaşan bir istihbarat görevi üstlendiğini söylüyor. 1811'den 1812'ye veya belki de 1814'e kadar uzanan yolculukları, I. Suudi Emirliği’nin zirveye ulaşması ve Mısırlının müdahalesinin başlamasıyla aynı zamanda gerçekleşti. O zamanlar hala Kızıldeniz kıyısında mahsurdu ve nihayetinde devletin çöküşüne neden oldu. Napolyon'un yazılı talimatlarının olmaması, resmi bir görevin varlığına dair şüphe uyandırıyor olsa da Lamartine’nin Sayığ’ın Osmanlılara karşı bir Vehhabi devrimi olası Fransız desteğini araştırmaktan sorumlu bir ajan gönderdiği romanın özetinden esinlenen varsayımı geçersiz kıldı.


Daha sonra Kral Abdulaziz, Osmanlıları Arap Yarımadası'nın geri kalanından sürmeyi başardı. Bir grup askerin fotoğrafı, 1928. (Getty)

“Avrupa’nın büyük oyunu”
Fransız araştırmacı tarafından derlenen bilgiler, Paris’in I. Suudi Emirliği ile ilişkiler kurmak istediğini gösteriyor. Ancak Diriye'nin Osmanlıların emriyle Mısırlıların eline geçmesi, bu ilgiye daha başlarındayken son verdi.
Araştırma Napolyon’un Doğu hakkında sahip olduğu fikir ve kavramların bilgisinin, Fransa ile Arap Yarımadası arasındaki ilişkilerin kökenini bilmek için gerekli olduğunu ortaya koyuyor. Aynı durum Fransa’nın ilerleyen zamanlarda Arap Yarımadası’na karşı takındığı, Napolyon mirasına ve genel olarak Fransız Oryantalizmine bilinçsiz bir şekilde demirlenen iki entelektüel ve politik yaklaşımı anlamak için de geçerli. Mısır tarafından yapılan hamleden 40 yıl sonra Cidde’de bir Fransız konsolosluğu açmakla başladı. Ardından Osmanlılara karşı Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali’yi desteklemek için bir Fransız askeri misyonu gönderdi. Fransa ve entelektüelleri, 1798'de Bonaparte'ın izlediği çıkarlara dayalı açıklık politikasını bir kez daha yücelten, ilişkileri mevcut durumun değişimlerini aşan bir aralıkta karakterize eden bir süreklilik kuran bir pozisyon inşa etti.
Napolyon Hicaz'a ayak basmasa da, araştırmacıya göre Osmanlı İmparatorluğu merkezli bir ‘büyük Avrupa oyunu’ ile bu bölgeye dolaylı olarak girdi. Bunun sonucunda Avrupa dengesini Akdeniz'den İngiliz Hindistan sınırlarına kadar genişledi. Böylelikle Ortadoğu'da bir asır sonra bilinecek, iç krizlerin ve dış müdahalenin bu güne kadar nüfuz etmeye devam ettiği şeyi çizmiş olacaktı.

 
Eski Diriye çarşılarından bir manzara (Tarihçi Raşid bin Asakir)

Arap Yarımadası'ndaki bilgi yetersizliğinin temeli
Çalışma, Mısır hamlesinin Arap Yarımadası’nda henüz Suudi kimliğini Fransız siyasi bilincinde benimsemeyen bir devletin kurulduğunu kaydettiğini ortaya koyuyor. “Böylelikle, Bonaparte'ın Mısır serüveni, çağdaş Fransız-Arap ilişkilerinin temelini oluşturdu. Çağdaş Fransa ve Fransız Oryantalizminin kaderindeki Arap boyutunu ortaya koydu. Bunu Suriye'de Akka'ya karşı bir yenilgi izledi. Yani bu macera Mısır sınırlarını aştı. Geleceğin imparatoru başlangıçta Kızıldeniz de dahil olmak üzere tüm bölgenin entegrasyonunu benimsemişti.”
Bununla birlikte, sonuçta Fransa’nın yöneticilerinin Fransızların bölgeye yönelik planları hakkında net bir fikri olmayan ilk Suudi devletiyle ilişkileri meyve vermedi. Ancak Napolyon, hem Fransa'da hem de Mısır'da Doğu'ya ilişkin politikasını ve haleflerinin siyasetini etkileyen gelişiminin sürekli olarak farkındaydı.
Sonuç olarak, Fransız diplomat, bu solan ilişkileri ilgilendiren doğrudan belgelerin bolluğu ile çoğu tarihçinin onlar hakkındaki bilgisizliği arasındaki karşıtlığa işaret ederek, “Arabistan tarihi ile ilgili Fransız kaynaklarına gelince, üzücü bir durum ancak ne yazık ki bir yöntem gibi görünüyor” ifadelerini kullandı.



Müstesna bir şahsiyet: Umman Sultanı’nın babası Tarık bin Teymur’un hayat hikayesi

Müstesna bir şahsiyet: Umman Sultanı’nın babası Tarık bin Teymur’un hayat hikayesi
TT

Müstesna bir şahsiyet: Umman Sultanı’nın babası Tarık bin Teymur’un hayat hikayesi

Müstesna bir şahsiyet: Umman Sultanı’nın babası Tarık bin Teymur’un hayat hikayesi

El-Esir- Dr. Muhammed bin Hamad el-Ureymi
Tarihi boyunca Umman, siyasi, ekonomik ve kültür başta olmak üzere her alanda toprağındaki yaratıcılık tohumundan beslenen, daha sonra farklı başarıları ile Umman medeniyetinin ilerlemesine, yükselmesine, çağlar boyunca topraklarında yaşamın kalkınıp gelişmesine katkıda bulunan  birçok önemli şahsiyet tanıdı.
Bu yıl doğumunun 100. yıl dönümünü kutladığımız Tarık bin Teymur bin Faysal Umman tarihinin son yüz yılında ortaya çıkan en önde gelen siyasi figürlerden biriydi. Tarık bin Teymur, entelektüel, idari ve siyasi yetenekleri, siyasi düşüncesinin yükselmesine katkıda bulunan yaşam deneyimleriyle müstesna bir şahsiyetti. Hayat hikayesini okuyanlar, idari, askeri ve politik başarıları üzerinde duranlar veya siyasi düşüncelerini, görüşlerini ve hayallerini düşünenler, kişiliğine daha da yaklaşılması,  40 yıla yaklaşan siyasi alandaki faaliyetlerinin önemli durakları üzerinde durulması gereken benzersiz bir Ummanlı siyasi modelle karşı karşıya olduklarını hissedeceklerdir.

El-Esir gazetesi bu haberi ile, ilk eğitiminden merhum Sultan Kabus bin Said’in siyasi danışmanı olarak görev yapmasına kadar bazı dönemleri takip ederek bu büyük şahsiyetin hayatındaki önemli kilometre taşlarını sunuyor.

Doğumu ve çocukluk dönemi
Tarık bin Teymur bin Faysal, 1920 yılında İstanbul’da doğdu. Annesi Türk’tü ve adı Kamile idi. Babası Sultan Teymur, Sultan Said bin Teymur’un annesi Fatıma binti Ali bin Salim bin Suveyni hanımefendi ile evlendikten sonra  bu hanımefendi ile evlenmişti. Dolayısıyla Tarık bin Teymur ile Sultan Said kardeşlerdi.

Eğitimi
Tarık bin Teymur liseyi, Eylül 1930 ile Haziran 1932 arasında İstanbul’daki İngiliz Erkek Lisesinde okudu. Daha sonra 1935 yılında annesi ile birlikte yerleştiği Almanya’nın Frankfurt şehrine taşındı. Orada Almanca öğrendi ve böylece konuşabildiği dillere Arapça, Türkçenin yanı sıra Almanca da eklendi. Frankfurt’ta 1937 yılına kadar kaldı ve bu tarihten sonra Maskat’a döndü.

Askeri eğitimi

Maskat’a döndükten sonra Tarık bin Teymur  bir süre  Maskat Askeri Kuvvetleri’nde görev yaptı. Ekim 1942'den Ekim 1943'e kadar Hindistan'ın Vellore (Villere) Polis Eğitim Akademisi’nde yönetim ve eğitim kursuna katıldı. Maskat’a döndüğünde yeniden orduya katılarak Umman’ın kuzeybatı sınırlarında konuşlanmış Zahob milis güçlerinde (Zahob Milita) görev yaptı.

İdari ve siyasi eğitimi
Zahob milis güçlerindeki askerlik hizmetinin sona ermesinden sonra Sultan Said bin Teymur kardeşi Tarık’ı, Umman kabileleri ile iletişim kurmak ve koşullarını tanımaya çalışmakla görevlendirdi. Bunun üzerine Tarık bin Teymur,  3 hafta süren bir gezi ile el-Batina bölgesinin bazı bölümlerini, el-Havasnah Vadisini, Ibri ve Dhank’ı ziyaret etti. Ayrıca ez-Zahira bölgesine de bir gezi düzenledi. Bu gezilerin amacı, kabile şeyhlerinin düşüncelerini ve yönelimlerini anlamak, Umman kabile  meselelerini ele alma ilkelerini ve bunları çözme mekanizmasını tanımak ve kendisine alışmaktı.

Maskat ve Matrah belediye başkanlığı
Ekim 1945’te Tarık bin Teymur, Maskat ve Matrah belediye başkanlığına getirildi.  Bu görevi sırasında Tarık bin Teymur, yönetimde son derece yetkin olduğunu kanıtladı ve büyük bir coşkuyla çalıştı. Yönetimi sırasında, bir dönem yurtdışında yaşamasından, yaşadığı ya da ziyaret ettiği bir dizi şehrin çağdaş belediye planlaması hakkında bilgi sahibi olmasından yararlanarak Maskat ve Matrah’ın görünümünü değiştirip çağdaş hale getirecek birçok  uygulamayı hayata geçirdi. Bina ve mülk sahiplerini mülklerini temiz tutmaya, terk edilmiş ya da harap binaları onarmaya, yıkılmış binaların  olduğu gibi bırakılmış molozlarını kaldırmaya ikna etti. Her iki şehirde de kanalizasyon sistemlerini iyileştirme ve umuma açık hamamlar inşa etme planları sundu. Bunlar, o dönem için çağının ilerisinde fikirlerdi. Tarık bin Teymur’un önceki deneyimlerinin gerçekliğinden kazandığı büyük idari yeterliliğini ve yönetim konusundaki potansiyelini ispatlıyordu. Ne var ki, toplumun bu tür fikirlere alışık olmamasından dolayı  bu konularda sık sık yerel muhalefet ile de karşılaştı.
İngiliz belgelerine bakılırsa Tarık bin Teymur, belediye başkanlığı sırasında yerlere çöp atanlara para cezası uygulaması getirmişti. Bir keresinde Hint topluluğundan bir adamı yolda ihtiyaç giderirken gördüğü, hemen yanına gidip kendisini azarladığı ve 25 rupi ödemesini emrettiği anlatılır.

Askerlik
Tarık bin Teymur, kardeşi Sultan Said’in Umman içinde yönettiği askeri operasyonlara katılmasının yanı sıra bir askeri görev daha üstlenmişti; silahlı kuvvetler ile askeri operasyonlar arasında koordinasyonu sağlamak. Tarık bin Teymur, alçakgönüllülüğü, onlarla tanışma ve kaynaşma konusundaki ısrarı nedeniyle pek çok Ummanlı tarafından sevilen bir şahsiyetti.

İdari yetkiler
1959’un başında Sultan Said bin Teymur kendisi ile kapsamlı müzakereler yürütmek için İngiltere’yi ziyaret etmeye karar verdi. Yokluğu sırasında görevlerini yerine getirmeleri için geçici olarak tüm yetki ve otoritesini İçişleri Bakanı Ahmed bin İbrahim ile kardeşi Tarık’a devretti.
İngiltere,  kendisinden ülke üzerindeki kontrolünü pekiştirmek  için yerel reformlar yapmasını talep ettiğinde de Sultan, kardeşi Tarık’ı valileri denetlemekten sorumlu genel müfettiş atadığını açıkladı. Tarık bin Teymur, içişleri bakanlığı gözetiminde çalışarak bütün bölgeleri teftiş edip denetleyecek, valilerin çalışmalarını ve performanslarını takip edecekti.


Umman’dan ayrılış
Kasım 1962’de Tarık bin Teymur, Maskat’tan ayrıldı. Ancak, çocuklarının eğitimi için gitmek istediği İstanbul’a yönelmeden önce Abu Dabi’ye uğradı. Burada Abu Dabi’nin İngiliz valisi ile görüştü ve kendisine, siyasi mülteci gibi görülmek veya propaganda kampanyalarının hedefi olmak istemediğini iletti. Görüşmede ayrıca kendisini Umman’dan ayrılmaya sevk eden sebeplere, önemli siyasi ve idari roller oynamanın kendisinde bıraktığı derin hayal kırıklığı ve çöküntüye de değindi.
Tarık bin Teymur’un ülkesinden ayrılış nedenleri;  özellikle aldığı eğitimin onu Umman’da entelektüel, idari ve askeri niteliklere sahip birkaç kişiden biri yaptığı ve Arapçanın yanı sıra 3 dil daha bildiği göz önüne alınırsa daha iyi anlaşılabilir. Ülkesinde kalsaydı, Umman hükümet sistemi için önemli bir katkı, o zamanlar eğitimli ve kalifiye kadrolardan yoksun bir ülkede hükümet işlerinde iyi bir yardımcı olabilirdi.

Tarık bin Teymur, bireylerin entelektüel, politik ve idari oluşumlarında eğitimin öneminin farkında olduğundan çocuklarına uygun eğitimi sağlamaya büyük önem veriyordu. Ne var ki, o dönemde Maskat’ta böyle bir eğitimi sağlayacak kurumlar bulunmadığından çocuklarının İstanbul’da eğitim görmesine önem verdi.  O dönemde, bir süreliğine bir Alman inşaat şirketinin temsilcisi olarak çalıştı. Bu vesile ile düzenli bir şekilde Ortadoğu ve Arap Körfez ülkelerine seyahat etti.

Siyasi muhalif
Maskat’tan ayrıldığı Kasım 1962’den 1966 yılının başına kadarki dönem boyunca Tarık bin Teymur, Umman Sultanı’nın politikalarına karşı hareket etmek konusunda hiçbir girişimde bulunmadı. Sessiz kaldı ve genel olarak Sultan’a karşı düşmanca hiçbir faaliyette bulunmak istemediği izlenimini verdi. Bu süre boyunca Türkiye, Almanya ve bazı Arap ülkeleri gibi farklı ülkeler arasında seyahat etmeye devam etti. Ayrıca, dikkat çekici bir başarı elde edemediği anlaşılan bazı ticari işlerle meşgul oldu.
Mart 1966’dan itibaren Tarık bin Teymur, o dönemde Umman’da hüküm süren siyasi, sosyal ve ekonomik koşulları değiştirme umudu ve vatanına karşı milli sorumluluğunu yerine getirmesini gerektiren siyasi, askeri ve idari yeteneklere ve deneyimlere sahip olduğunun bilinciyle  muhalefet cephesine katılıp ulusal roller oynamaya karar verdi.

1967 Ulusal Bildirisi
11 Cemaziyelevvel 1387- (15 Eylül 1967) tarihinde Tarık bin Teymur, Ummanlı kabile şeyhlerine, alimlere, ileri gelenlere, memurlara, askerlere ve bütün vatandaşlara, Umman’daki hükümet sistemini değiştirmeye yönelik niyetini deklare ettiği ve hedeflerini açıkladığı bir bildiri yayınladı.
Nedenlerini ve gerekçelerini açıkladı. Kendisini söz konusu bildiriyi yayınlamaya iten sebeplerin, halk ve ülkesine yönelik görev duygusu ve onları zayıflık ve geri kalmışlıktan kurtarma isteği olduğunu belirtti. Ayrıca, başlatmış olduğu bu hareketin yabancı çevreler tarafından desteklenmiş bir hareket olmadığını, aksine ülkeye ve halkına fayda sağlamayı amaçlayan tamamen ulusal bir hareket olduğunun altını çizdi. Keza, öncelikle Umman’ı ulaşmış olduğu kötü koşullardan kurtarmayı, ardından siyasi, ekonomik ve sosyal başta olmak üzere tüm alanlarda ilerlemesini sağlamayı, ulusal umutları gerçekleştirmeyi, Umman’ın sahip olduğu tüm imkanlardan yararlanarak İslam şeriatı ışığında anavatan ve halkının statüsünü yükseltmeyi hedeflediğinin altını çizdi. Ülkenin ilerlemesi için başta petrol ve maden kaynakları olmak üzere sahip olduğu zenginliklerin değerlendirilip geliştirilmesi, daha sonra da tarımın iyileştirilmesi, okulların yaygınlaştırılması, hastanelerin inşa edilmesi, askeri hüküm ve yasaların kaldırılması, ülkeyi gururlandırıp onurlandıracak ve kendisine refah sağlayacak diğer uygulamaların gerçekleşmesi gerektiği  üzerinde durdu.

Geçici Anayasa
Tarık bin Teymur yayınladığı bildiride, söz konusu hedefleri gerçekleştirmek amacıyla yönetim için geçici bir anayasa hazırladığını da belirtti. Geçici anayasanın insanlara, ülkenin geleneklerine ve göreneklerine uyan bir hükümet sistemi seçmek için gerçek bir fırsat sunduğunu ve bunun önünü açtığını ifade etti. Geçici anayasanın girişinde amacının;,  ulusal değerler ve geleneklere halel getirmeden modern gereksinimleri karşılamak ve Umman halkının anayasal bir hükümet sistemi kurma arzusunu gerçekleştirmek olduğuna değindi. Bu anayasanın geçici olacağını ve Umman halkı çıkarlarına uygun nihai bir anayasa hazırlamak için gerekli koşullara ve fırsata sahip oluncaya kadar geçerli olacağını vurguladı.
Geçici Anayasa 6 bölümden ve 36 maddeden oluşuyordu. Birinci bölümde, adı, kimliği, aidiyeti, hukuku, bayrağı ve başkenti ile devlet tanımlanıyordu. İkinci bölümde, sultan ve yetkileri ele alınıyordu. Bakanlar kuruluna tahsis edilmiş üçüncü bölümde,  bakanlar kurulu üyeleri, bakanlıklarının sayısı ve bakanların görevde kalma süresi belirleniyordu. Devlet Konseyi başlığını taşıyan dördüncü bölümde, konseyin yetkileri, üye sayısı ve seçim mekanizmasından bahsediliyordu. Beşinci bölümde, bakanlar kurulu ve devlet konseyinden oluşan (Ulusal Meclis), kararları ve görev tanımı ele alınıyordu. Altıncı bölümde ise uluslararası ilişkiler, Umman’ın dış dünya ile ilişkilerinde siyasi yöneliminin en belirgin özellikleri ile en önemli dış ilkelerinin ne olması gerektiğine yer veriliyordu.
Geçici anayasa fikrinden Tarık bin Teymur’un sahip olduğu yüksek siyasi kültürün kapsamı, dünyadaki farklı yönetim biçimlerine ne kadar açık olduğu,  iktidardaki siyasi sistem ve sistemi oluşturan farklı güçler arasındaki ilişkiyi belirleyen yasal bir referans olarak anayasanın önemi konusunda sahip olduğu farkındalık görülebilir.


Kutlu Reform dönemindeki rolleri

23 Temmuz 1970’te Sultan Kabus bin Said bin Teymur’un Umman Sultanı olmasından sonra Tarık bin Teymur, Sultan yeğeni ile işbirliği yapmak konusunda istekli olduğunu gösteren mesajlar verdi. Nitekim Sultan Kabus da 26 Temmuz’da tahta çıkışından sonra yaptığı ilk konuşmasında bir hükümet kurma niyetinde olduğundan bahsetmişti.  Attığı ilk adım da geçici bir danışma konseyi kurmak oldu. Bu konseyin yaptığı ilk ve en önemli iş ise Tarık bin Teymur’a ülkesine geri dönme ve başbakanlık görevini üstlenme davetinde bulunmak oldu.

2 Ağustos 1970’te yani Kutlu Reformun başlangıcından yaklaşık 10 gün sonra Tarık bin Teymur, Almanya’dan geri döndü ve döner dönmez de Sultan Kabus ile görüştü.

Görüşmede, başbakanlık görevini üstlenmesi ve yeni hükümeti kurması kararlaştırıldı. Tarık bin Teymur, başbakanlığın yanı sıra dışişleri bakanlığını da üstlenmişti. Savunma, para, petrol ve imtiyazlarla ilgili konular ise Sultan’ın yetkileri arasındaydı.

Tarık bin Teymur hükümeti iki aşamada kurdu. İlk aşamada, içişleri, eğitim, sağlık, çalışma ve adalet olmak üzere sadece beş bakanlık tesis edildi. İkinci aşamada kabine enformasyon, sosyal işler, vakıflar, ekonomi ve diğer bakanları içerecek şekilde genişletildi. Tarık bin Teymur, başbakanlık makamında 1972 başlarına kadar kaldı. 1972’de Umman’ın yurtdışındaki büyükelçiliklerinin genel amirliği ve Sultan’ın diplomatik konulardaki özel danışmanı görevlerine getirildi. Vefatına kadar da Sultan’ın danışmanı ve birçok uluslararası forumda temsilcisi görevlerini yürüttü. 1975 yılında bu görevlerine ek olarak Umman Merkez Bankası Yönetim Kurulu’nun başkanlığını da üstlendi. Sultan Kabus ile amcası Tarık bin Teymur arasındaki ilişki, Sultan’ın 22 Mart 1976’da amcasının kızı ile evlenmesi ile daha da güçlendi ve pekişti.

Tarık bin Teymur’un başbakan olduğu dönem ve sonrasında üstlendiği görevler sırasında Umman, çok sayıda siyasi ve ekonomik başarıya imza attı. Başta Birleşmiş Milletler ve Arap Devletleri Ligi olmak üzere birçok uluslararası ve bölgesel organizasyona katıldı. Çeşitli alanlarda kapsamlı kalkınma sürecinin başlangıcına tanık oldu.



Gazete haberleri
Gerek  Kutlu Reform öncesi gerekse sonrasında birçok yerel, Arap ve uluslararası gazete, Tarık bin Teymur’un haberlerine ve siyasi çabalarına yer vermişti. Kutlu Reform’un ilk beş yılında Ummanlı “el-Vatan” gazetesinin en öne çıkan manşetlerine hızlıca bir göz atarak Tarık bin Teymur’un çalışmalarını ve faaliyetlerini ele alan haberlerinden derlediklerimizi size aşağıda sunuyoruz:
Gazetenin 28  Ocak 1971 sayısında şu haberi okuyoruz: Başbakan Tarık bin Teymur , Alman Strbegg şirketi ile Matrah-Sahar arasında 200 kilometre uzunluğunda ve 7 metre genişliğinde asfalt yol yapımı için 9 milyon Riyal değerinde bir sözleşme imzaladı.
8 Temmuz 1971 tarihli 20’inci sayısında şu haber yer alıyor: Kutlu Reform’un şanlı başlangıcının birinci yıldönümü kutlamaları programı açıklandı. Bu değerli kutlama vesilesiyle ülke geneline yayılacak neşe ve sevinç gösterileri arasında Sultan bir dizi projenin açılışını gerçekleştirecek. Başbakan Tarık bin Teymur, Sultan onuruna belediye parkında büyük bir tören düzenleyecek.

Gazete, 25.11.1971 tarihli 32’inci sayısında, Umman Sultanlığı’nın 7 Ekim 1971 perşembe günü BM üyeliği başvurusunun kabul edilmesi vesilesiyle Tarık bin Teymur’un BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmayı yayınlamış. Bu konuşmadan şu cümleleri alıntılıyoruz: Buraya, halkımın bu teşkilata dair umutları, onurlu ilkelerinin tam olarak uygulanmasıyla dünya halkları arasında güvenlik ve dostluk elde etmenin mümkün olduğuna olan inancıyla geldim. Umman Sultanlığı, 14  yüzyıl boyunca bağımsız bir devletti ve öyle olmaya da devam ediyor. Uzun tarihi boyunca bağımsızlığını veya egemenliğini asla kaybetmedi. Umman, BM'nin 131. üyesi olduğunda, onlarca yıldır yaşadığı tecridi ve dünyanın zorunlu olarak kendisini unutmasını resmen ve sonsuza kadar sona erdirmiştir.
09.12.1971 tarihli 34’üncü sayısında ise şu haberi okuyoruz: Başbakan Tarık bin Teymur, dar gelirli aileler için inşa edilen model evi ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında kendisine, Belediye Planlama ve İnşaat Departmanı’ndan mühendisler, yetkililer, model evin standartlarında inşa edilmesine karar verilen evleri kullanma hakkına sahip olacak bir grup Maskat ve Matrah vatandaşı eşlik etti.
Gazete, 16 Aralık 1971 tarihli 35’inci sayısında şöyle yazıyor: Başbakan Tarık bin Teymur, İçişleri Bakanı Bedr bin Suud, Sağlık Bakanı Dr. Asım el-Cemali, İçişleri Bakanlığı Valilik İşleri Müdürü Şeyh Süleyman bin Muhammed el-Salimi, “İmam Seyf bin Sultan” okulu öğrencilerinin katıldığı büyük bir törenle yeni Tanam Hastanesi’nin açılışını gerçekleştirdi.
9 Mart 1972 tarihli 44’üncü sayısında şu haber yer alıyor: Sultan Kabus bin Said,  Tarık bin Teymur’u yurtdışındaki tüm Umman büyükelçiliklerinin genel amiri ve diplomatik konularda özel danışmanı olarak atayan bir kraliyet kararnamesi yayınladı.
22 Haziran 1972 tarihli  59’uncu sayıda, Tarık bin Teymur'un yurt dışından Maskat'a dönmesi onuruna, Macid bin Teymur’un 07.06.1972’de el-Falaj otelinde birçok üst düzey yetkilinin katıldığı bir akşam yemeği verdiğine ilişkin bir haber görüyoruz.
16 Ocak 1975 tarihli 170’inci sayıda ise şunu okuyoruz: 9 Ocak’ta Sultan Kabus bin Said  ABD Başkanı Gerald Ford ile Washington’da temaslarda bulunarak, çeşitli konuları, dünya meselelerini ve iki ülke arasındaki ilişkileri görüştü. Toplantıya, Umman’ın yurtdışındaki büyükelçiliklerinin genel amiri ve Sultan’ın Siyasi Danışmanı Tarık bin Teymur, Dış İşlerden Sorumlu Devlet Bakanı Abdulmunim el-Zivavi ile ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger katıldı.

İngilizlerin övgüleri
İngilizler, Tarık bin Teymur'un yeteneklerinden çekimseler ve siyasi potansiyeli konusundaki kaygılarını zaman zaman dillendirseler de bu, yeteneklerini birden fazla vesile ile övmelerinin önüne geçmedi. W.H Luce’nin 24 Eylül 1970 tarihli konuşmasında şuna değindiğini görüyoruz: “Tarık bin Teymur’un, Maskat’ın geçmişte tüm “Ateşkes Devletleri”( Basra Körfezi'nde bulunan, 1971'de sona eren bir grup şeyhliğe verilen isimdir) sahilinde sahip olduğu ticari konumunu geri kazanmaya çalıştığını görüyorum. İthalatla ilgili çok sayıda vergiyi kaldırma veya önemli ölçüde azaltma önerileri, ayrıca Maskat ve bu sahil arasında iki ana yol inşaatı, ekonomi politikalarına dair iki açık kanıtıdır.”

İngiltere’nin Maskat büyükelçisinin İngiliz dış ilişkilerden sorumlu devlet bakanına “Maskat İzlenimleri: İlk ve Son” başlığı altında gönderdiği 5 Ağustos 1971 tarihli gizli raporunda, Tarık bin Teymur’u şu şekilde tanımladığını görüyoruz: “Eski sultanın kardeşi ve başbakan, en deneyimli ve etkili Ummanlı bakandır. Basit yaşamına ve formalitelerden kaçınmasına rağmen görünüş olarak karşı konulamaz bir şekilde bana, İngiltere Kralı VIII. Henry’nin Ummanlı kopyası gibi görünüyor. Özellikle de onu çevreleyen yüksek duvarları ile büyükelçiliğin kortunda tenis oynadığı zamanlarda, İngilizceyi güzel ve kelimeleri yuvarlayarak telaffuz ederken duyan hiç kimse etkilenmemezlik edemez. Sözleri genellikle bilgece ve tam anlamıyla bir devlet adamının sözleridir”.

Ölümü
Tarık bin Teymur, 1980 yılında vefat etti. Ölümü üzerine Umman Sultanlığı’nda resmi yas ilan edildi. Tarık bin Teymur’un  Sultan Heysem bin Tarık, Talal, Kays, Esat, Şihab, Edhem ,  Fares , Amal ve Naval adlı 9 çocuğu bulunuyor.