‘I. Suudi Devleti’ Napolyon’u nasıl harekete geçirdi?

I. Suudi Devleti’ne bağlı bir süvari (Kral Faysal Araştırma Merkezi)
I. Suudi Devleti’ne bağlı bir süvari (Kral Faysal Araştırma Merkezi)
TT

‘I. Suudi Devleti’ Napolyon’u nasıl harekete geçirdi?

I. Suudi Devleti’ne bağlı bir süvari (Kral Faysal Araştırma Merkezi)
I. Suudi Devleti’ne bağlı bir süvari (Kral Faysal Araştırma Merkezi)

Mustafa el-Ensari
Son yıllarda, Suudi Arabistan'ın dünya kıtaları arasındaki coğrafi konumuna ilgi her zamankinden daha fazla arttı. Öyle ki ülkenin 2030 ekonomik planı, yeni vizyonunu pazarlarken Riyad’ın rekabet avantajlarından biri haline geldi. Ancak Fransa'nın modern tarih boyunca en güçlü adamı Napolyon Bonaparte, bu ‘konumu kısmi’ olarak erken fark etti. 18’inci yılın sonlarında I. Suudi Devleti (Diriye Emirliği) döneminde, zamanın ezeli rakipleri olan İngilizler ve Osmanlılara karşı elini güçlendirmek için kullanmaya çalıştı.
Yakın tarihli bir çalışma, Fransız diplomat Louis Lepine, Fransa ile Arap yarımadasının merkezinde yer alan ve başkenti siyasi ve tarihi özelliğini korumasına rağmen Riyad şehrinin kentsel genişlemesinin bir parçası haline gelen Diriye olan I. Suudi Devleti (Diriye Emirliği) arasındaki ilişkinin izini erkenden sürdüğünü ortaya koydu.
İlginin, Napolyon Bonaparte'ın hükümdarlığı döneminde, devletin coğrafi konumunu özellikle de Mısır seferinden sonra Kızıldeniz kıyılarında daha fazla varlık göstererek doğuya yönelmesinin ardından Fransız İmparatorluğu'nun etkisini genişletmek için kullanma arzusuyla ortaya çıktığını belirtti. Mısır o dönemde Suudiler tarafından geri alınmadan önce Hicaz ve Haremeyn-i Şerifeyn (Mekke ve Medine) gibi cazibe merkezlerinin kontrolünü elinde tutuyordu.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre yakın zamanda Kral Faysal Araştırma Merkezi tarafından yayınlanan araştırma, Napolyon’un Fransa’nın Mısır’ın ötesine uzanan hırslarını yenilediğini ortaya koydu. Ayrıca bu tercihin yalnızca Hindistan üzerindeki İngiliz egemenliğini sona erdirmenin değil, aynı zamanda Fransa ve İslam arasındaki ilişkilerde kademeli bir olgunlaşmanın sonucu olduğuna işaret edildi. 18’inci yüzyılın son on yılında I. Suudi Emirliği’nin ortaya çıkışı ve aynı yüzyılın seksenlerinde başlayan bölgesel genişlemesinin, Fransa'da bir iç krizin izlediği bir zayıflık dönemine denk geldi. Hint Okyanusu'ndaki varlığının azalmasına ve Arap Yarımadası'nda meydana gelen siyasi gelişmelere ilgisizliğe yol açtı.

basliksiz-4degerb.jpg
Napolyon'un Mısır'a egemen olduğu sırada Piramitler Savaşı'nı anlatan çizim (Getty)

Bu bağlamda Lepine, I. Suudi Emirliği’nin ortaya çıkışı, başlangıcı ve gelişimi hakkında yorum yapan herhangi bir Fransız yazısı bulamadığımıza dikkat çekiyor. Ancak o dönemde Fransızlar, Kızıldeniz ile Yemen kahvesine geçiş yolu olarak ilgilendiler. Buna karşılık, Bonaparte'ın Mısır'da getirdiği yeniliğin boyutunu görüyoruz. Bu durum da Fransa'nın bölgedeki temsilini ticari kaygıların ötesinde kapsamlı bir jeopolitik projeye dönüştürüyor.
Çalışma, Bonaparte’ın Mekke’nin en büyük emirini, o dönemde Mısır’ın merkezinde yer aldığı projesinin hizmetinde yalnızca bir müttefik olarak gördüğünü ancak kısa süre içerisinde projesini genişlettiğini ortaya koydu. Bonaparte, Fransa'ya döndükten sonra, Hindistan'a bir kara limanı arayışı bağlamında Arap Yarımadası'nda yaşanan gelişmelere olan ilgisini dile getirdi. Nitekim, araştırmanın Arabistanlı Lawrence’tan aktardığı bilgilere göre “1757'de Bengal'deki İngiliz zaferi, Hindistan'a giden yolu, sonraki iki yüzyıl boyunca antik dünya tarihine hakim olan yeni bir jeopolitik merkez haline getirdi. 1870’lerden itibaren Fransızlar ve İngilizlerin zihnini meşgul eden Süveyş Kanalı aracılığıyla geçişler başlamıştı.”

Napolyon gerçekten Diriye'ye bir elçi gönderdi mi?
Bu bağlamda Napolyon’un arzuları, Galib bin Musaid’in I. Suudi Emirliği’nin ona saldırmasına engel olmaya çalıştığı Hicaz’a uzanıyordu. Şerif, Suudileri gerçekleştirdiği saldırı sırasında Kızıldeniz’e doğru ilerleyişi önlemek için Cidde’ye sığındı. Osmanlıların desteğiyle 1803 yılının Temmuz ayında başkentini geri alabildi. “Ancak 1805 yılının Ekim ayı itibariyle Necd’in egemenliğini tanıması gerekiyordu. En azında görünüşte de olsa dini bir reform benimsemeliydi. Camilerde İstanbul Sultanına dua edilmemesini onayladı. Bu da ona karşı isyanın başlangıcı anlamına geliyordu.”
Fransız diplomat, topladığı kaynakların, ‘Napolyon'un o zamana kadar Fransızlar tarafından bilinmeyen bir bölgede ortaya çıkan ilk Suudi devletine karşı eşi görülmemiş ve sarsılmaz ilgisini’ ortaya koyduğunu ifade etti. Diplomata göre imparatorun İngilizlere karşı potansiyel müttefiklerinin rolünü bilmeye duyduğu ihtiyaç siyasi alanla sınırlı değildi. Vehhabiler üzerine Fransızca kaleme alınmış ilk kitabın Napolyon tarafından 1806 yılında Arap Yarımadası’na bir görev için gönderilen Katalan Ali Bey el-Abbasi tarafından yazılmış olması bunu kanıtlıyor.
Elçi, 1807 yılının Ocak ayında, Vehhabilerin şehri kuşattığı bir dönemde Cidde’ye ulaştı. Osmanlı kuvvetlerinin onları şehirden tahliyesine tanıklık etti. El-Abbasi, Mekke sınırlarının ötesine geçmedi. Kitabını 1814 yılında yani Bağdat’taki Fransız Konsolosu Olivier de Corancez’in romanından sonra ve diplomat Joseph Rousseau’nun hikayesinden önce yayınladı.
Rousseau’nun her diplomat gibi siyasi görevine ek olarak bilgi toplama konusunda özel bir misyona sahipti. O dönemde yeteri kadar Bağdat’taki ikamet yeri ile I. Suudi Emirliği’nin başkenti Diriye arasında seyahat eden tüccar toplayabildi. Daha sonra 1808 yılında, Fransız diplomatik arşivinin şimdiye kadar koruduğu bilinen tek Diriye haritasını çizdi.


I. Suudi Devleti’nin başkenti Diriye’nin bilinen en eski haritası (Fransız arşivinden, Louis Lepine)

Napolyon’un neden I. Suudi Devleti gibi o zamanlar kumlar arasında izole bir halde bulunan bir devlete ihtiyaç duyduğuna gelince, o kıtalararası bir imparatorluğu yönetiyordu. Araştırmacı bunu açıklarken Bonaparte’ın 1804 yılının Aralık ayında imparator olduktan sonra burada durmadığını, aksine Osmanlılar ve Perslerle anlaşarak Hindistan’a ilerleyen bir Fransız ordusu önderliğinde doğuya doğru yeni bir sefer hayal ettiğine işaret ediyor. Ancak 1807 yılının Temmuz ayında Rusya ile Napolyon arasında imzalanan Tilsit Anlaşması ve daha sonra 1808 yılında İspanya’da girdiği feci savaş, bir Osmanlı-İran ittifakı yaratma fikrinin ütopik doğası, bu projeyi sonlandırdı.
İmparator, Kahire’de Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın 1805’ten 1811 yılına kadar otoritesini sağlamlaştırmasını ardından 1811 yılının Ağustos ayında Arap Yarımadasına müdahalesini ilgiyle takip etti. Daha sonra 1812 yılına kadar  istihbarat göreviyle Vincent-Yves Boutin’in Mısır ve Suriye’ye gönderdi. Boutin, o sırada Mısır ordusu harekatıyla Hicaz’a doğru ilerledi.
Boutin, 1812 yılının Şubat ayında Yanbu’ya gitti. Orada bölgenin lideri Ahmed Tosun Paşa ile bir araya geldi. Ancak bu adım konusundaki şüpheler nedeniyle Cidde’ye bile ulaşamadan Mısır’a geri döndü.  Ancak İmparator’un Arap gelişmelerine olan ilgisiyle ilgili başka bir hikâyeyi 1835'te yayımlanan ‘Doğu'ya Yolculuk’ kitabının ekinde Fransızlar arasında yayan kişi, büyük yazar ve devlet adamı Alphonse de Lamartine idi. Hikaye Theodore Lascaris de Ventimi ve Halepli Hıristiyan tercümanı Fethullah es-Sayığ'ın macerasını anlatıyor.
Lamartine'in Fransızca çevirisini yayınladığı Sayığ’ın öyküsü, iki adamın Arap Yarımadası’nda imparator için Diriye’ye ulaşan bir istihbarat görevi üstlendiğini söylüyor. 1811'den 1812'ye veya belki de 1814'e kadar uzanan yolculukları, I. Suudi Emirliği’nin zirveye ulaşması ve Mısırlının müdahalesinin başlamasıyla aynı zamanda gerçekleşti. O zamanlar hala Kızıldeniz kıyısında mahsurdu ve nihayetinde devletin çöküşüne neden oldu. Napolyon'un yazılı talimatlarının olmaması, resmi bir görevin varlığına dair şüphe uyandırıyor olsa da Lamartine’nin Sayığ’ın Osmanlılara karşı bir Vehhabi devrimi olası Fransız desteğini araştırmaktan sorumlu bir ajan gönderdiği romanın özetinden esinlenen varsayımı geçersiz kıldı.


Daha sonra Kral Abdulaziz, Osmanlıları Arap Yarımadası'nın geri kalanından sürmeyi başardı. Bir grup askerin fotoğrafı, 1928. (Getty)

“Avrupa’nın büyük oyunu”
Fransız araştırmacı tarafından derlenen bilgiler, Paris’in I. Suudi Emirliği ile ilişkiler kurmak istediğini gösteriyor. Ancak Diriye'nin Osmanlıların emriyle Mısırlıların eline geçmesi, bu ilgiye daha başlarındayken son verdi.
Araştırma Napolyon’un Doğu hakkında sahip olduğu fikir ve kavramların bilgisinin, Fransa ile Arap Yarımadası arasındaki ilişkilerin kökenini bilmek için gerekli olduğunu ortaya koyuyor. Aynı durum Fransa’nın ilerleyen zamanlarda Arap Yarımadası’na karşı takındığı, Napolyon mirasına ve genel olarak Fransız Oryantalizmine bilinçsiz bir şekilde demirlenen iki entelektüel ve politik yaklaşımı anlamak için de geçerli. Mısır tarafından yapılan hamleden 40 yıl sonra Cidde’de bir Fransız konsolosluğu açmakla başladı. Ardından Osmanlılara karşı Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali’yi desteklemek için bir Fransız askeri misyonu gönderdi. Fransa ve entelektüelleri, 1798'de Bonaparte'ın izlediği çıkarlara dayalı açıklık politikasını bir kez daha yücelten, ilişkileri mevcut durumun değişimlerini aşan bir aralıkta karakterize eden bir süreklilik kuran bir pozisyon inşa etti.
Napolyon Hicaz'a ayak basmasa da, araştırmacıya göre Osmanlı İmparatorluğu merkezli bir ‘büyük Avrupa oyunu’ ile bu bölgeye dolaylı olarak girdi. Bunun sonucunda Avrupa dengesini Akdeniz'den İngiliz Hindistan sınırlarına kadar genişledi. Böylelikle Ortadoğu'da bir asır sonra bilinecek, iç krizlerin ve dış müdahalenin bu güne kadar nüfuz etmeye devam ettiği şeyi çizmiş olacaktı.

 
Eski Diriye çarşılarından bir manzara (Tarihçi Raşid bin Asakir)

Arap Yarımadası'ndaki bilgi yetersizliğinin temeli
Çalışma, Mısır hamlesinin Arap Yarımadası’nda henüz Suudi kimliğini Fransız siyasi bilincinde benimsemeyen bir devletin kurulduğunu kaydettiğini ortaya koyuyor. “Böylelikle, Bonaparte'ın Mısır serüveni, çağdaş Fransız-Arap ilişkilerinin temelini oluşturdu. Çağdaş Fransa ve Fransız Oryantalizminin kaderindeki Arap boyutunu ortaya koydu. Bunu Suriye'de Akka'ya karşı bir yenilgi izledi. Yani bu macera Mısır sınırlarını aştı. Geleceğin imparatoru başlangıçta Kızıldeniz de dahil olmak üzere tüm bölgenin entegrasyonunu benimsemişti.”
Bununla birlikte, sonuçta Fransa’nın yöneticilerinin Fransızların bölgeye yönelik planları hakkında net bir fikri olmayan ilk Suudi devletiyle ilişkileri meyve vermedi. Ancak Napolyon, hem Fransa'da hem de Mısır'da Doğu'ya ilişkin politikasını ve haleflerinin siyasetini etkileyen gelişiminin sürekli olarak farkındaydı.
Sonuç olarak, Fransız diplomat, bu solan ilişkileri ilgilendiren doğrudan belgelerin bolluğu ile çoğu tarihçinin onlar hakkındaki bilgisizliği arasındaki karşıtlığa işaret ederek, “Arabistan tarihi ile ilgili Fransız kaynaklarına gelince, üzücü bir durum ancak ne yazık ki bir yöntem gibi görünüyor” ifadelerini kullandı.



İhvan’ın finans ayağı mercek altında

​Hayret Şatır ve Hasan Malik, 2007’de Müslüman Kardeşler liderinin soruşturmasına gidiyor (Getty)
​Hayret Şatır ve Hasan Malik, 2007’de Müslüman Kardeşler liderinin soruşturmasına gidiyor (Getty)
TT

İhvan’ın finans ayağı mercek altında

​Hayret Şatır ve Hasan Malik, 2007’de Müslüman Kardeşler liderinin soruşturmasına gidiyor (Getty)
​Hayret Şatır ve Hasan Malik, 2007’de Müslüman Kardeşler liderinin soruşturmasına gidiyor (Getty)

1950’lerin sonlarında Hasan Malik, Müslüman Kardeşler Teşkilatı’na (İhvan-ı Müslimin) mensup olması dolayısıyla hapis cezasına çarptırılan bir babanın ve 7 çocuktan sorumlu bir annenin evladı olarak Kahire’nin el-Menyel mahallesinde dünyaya geldi.
Hasan, 12 yaşına geldiğinde hapishaneden yeni çıkmış olan babası onu, teşkilatın yeni bir üyesi olma yolunda İhvan liderlerinin hikayelerini, kurucusu Hasan el-Benna’nın kitaplarını okuyarak ve evlerine yakın bir camideki sohbet halkalarına katılarak benzer bir yolu izlemesini sağladı.
Ancak teşkilat içindeki ılımlı ve uzlaşmacı fikirleriyle tanınan babasının aksine Malik, savcılık soruşturması sırasında, İskenderiye Üniversitesi’nde tanıştığı bir başka genç ile finansal kolunu kurduğu İhvan’ın rotasında kilit rol aldı. Hasan Malik, kendisini ayrıca “eğitim konferanslarından ve öğrenci çalışmalarından sorumlu” olarak tanıttı. Malik’in üniversitede tanıştığı isim ise daha sonra örtüğün en güçlü isimlerinden biri olacak olan Hayret eş-Şatır’dı.
Bu görüşmeden yıllar sonra 1985 senesinde, Şatır’ın finans dünyasına girme isteği ve Malik’in de babasının Şubre el-Heyma şehrindeki yün dokuma fabrikasında çalışmayı bırakıp kendi işini kurma kararı ikiliyi yeniden bir araya getirdi.
İkisi arasındaki ortaklık, hızlı şekilde 4 şirketin kurulmasına olanak sağladı. Bu şirketler iplik ticareti için “el-Fecr”, bilgisayar programı ve donanımları satmak için “Selsebil”, “Ravac” Genel Ticaret ve İthalat Şirketi ve dayanıklı tüketim malları satışı için “el-Mustakbel” şirketleri oldu. Bunlar, Malik’in evinin arandığı sırada güvenlik güçleri tarafından ele geçirilen belgelerde de geçiyor.
Bu yarı-gizli ortaklık, iki ismin de finansal faaliyetlerinin İhvan’a bağlı olmadığını savunmasına rağmen, 90’lı yıllarda fonların örtülü şekilde teşkilata sağlandığı iddialarına yol açtı. Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’nde ekonomi politikası Profesörü Amr Adili, örgütün sabit mallara yatırımlara ilişkin tehlikenin farkında olması dolayısıyla Müslüman Kardeşler liderlerine yönelik ticari faaliyetlerin gerçekleştiğini söyledi. Şarku’l Avsat’a konuşan Adili, “Nakit sermayeyle ticari yatırımlar veya malların çeşitli faaliyetlerde dağıtılması güvenli bir seçimdi” dedi.
Adili’ye göre bu genel yönelimin tek istisnası, yeni kuşağın eğitimi ve davasıyla ilgili örgüt ideolojisinin bir yansıması olarak örgüt liderine ait özel okullar inşa edip eğitim sektörüne yatırım yapmak oldu.
İki adamın yatırım faaliyetleri genişlerken ve elde ettikleri kâr “önemli seviyelere” ulaşırken Şatır, kendisini, örgütün fonlarının eski bir sorumlusu olan lider Nebil Mukbel’e alternatif olarak, örgütün fon idaresinde “hakkaniyetli ve en uygun” birey olarak tanımladı. İhvan’dan eski bir üye, örgüt dağılmadan önce son yıllarda Mukbel ile çalışıldığını belirtti.
2011 Devrimi sonrasında Şatır’ın özel ofisinde çalışan eski personele göre Şatır ve Malik, özel yatırımlarını (kendi yatırımlarından çok daha düşük oranda yatırımları bulunan) örgütün fonlarından ayırma kararı aldı.
Şatır’ın eski ofis çalışanının ifadeleri, örgütün üç üyesinin ifadeleriyle de tutarlı. Zira bu üyeler, örgütün, 2014 yılında Mısır Devleti tarafından kurulan İhvan’ın Envanter ve Fon Yönetimi Komitesi uygulamalarını da kapsayan kuruluşlarda “büyük yatırımlara” sahip olmadığını belirtti.
Söz konusu üyelere göre bu ifadeler, örgütün ticari faaliyetleri olduğunu kabul etmeyen Malik’in kullandığı eski tarihli ifadelerle çelişiyor. Malik, Şatır ile faaliyette olduğu yıllarda örgüte bağlı olan bazı adamlarda ortaklıkları bulunduğunu belirti. O dönemde birçok kişi kendisini, örgütün lideri olarak görüyordu. Bu çerçevede Hasan Malik, “Ben, Müslüman Kardeşler’in listesini ya da örgütün mürşidinin sorumluluklarını okumadım. Şatır’ın ortağı olduğum için tüm insanlar beni lider olarak düşündü” dedi.
2011 Devrimi sonrasında hapishaneden tahliye edilmesinin ardından Genel Mürşid Yardımcısı Hayret eş-Şatır’ın yetkileri genişledi. Kahire’nin doğusundaki ofisinde birçok örgütsel faaliyeti yönetti. Daha sonra örgütün 2012 yılında iktidara gelmesinin ardından ülke yönetiminde kilit bir oyuncu oldu.
Şatır’ın devrimden sonraki ofisinden bir personel, Hayret eş-Şatır’ın geniş yetkilerine değinirken, bunları bir “ahtapota” benzetti. Personel, “Hem iş meselelerinde hem de örgütün dahili işlerinde tüm alanlarda müdahalesi vardı. Herkes ondan korktuğu için bu minvalde hareket ediyordu” ifadelerini kullandı.
Örgütün iktidarda olduğu dönemde bu etki, devlet kurumlarına da yayılmıştı. Yatırım bakanlıklarının birinde eski bir asistan, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Yabancı heyetler, yetkili bakanlarla görüşmeden önce her zaman Hayret eş-Şatır ile bir araya gelirdi” dedi.
Şatır’ın hiddeti ve tahakkümü, zamanla Malik ile arasındaki ilişkiyi “kalıcı bir anlaşmazlığa” dönüştürdü. Malik ile çalışan ve ailesiyle temas halinde olan bir kaynağa göre bu durum, aile ilişkilerine, iki yetkilinin oğullarının birbirleriyle olan bağlarına da yansıdı.
Ancak Adili, bu anlaşmazlığı, iki adamın farklı toplumsal arka planı ve kendi yükseliş rotalarına dair farklı bakış açılarından kaynaklandığını belirtti. Amr Adili, “Şatır, Kutubçular grubunun (Seyyid Kutub’un fikirlerini takip eden grubun) adamıydı. Bu örgüt, ekonomik açıdan bir rol oynuyor. Temelden tüccar olan Malik ve ailesi ise aksine, ayrıntılara girmeden İhvan’a bağlıydı” ifadelerini kullandı.
Malik, savcılığın soruşturması sırasında söz konusu anlaşmazlığı onaylarken anlaşmazlığın, Şatır’ın 2006 yılında Genel Mürşid Yardımcısı pozisyonuna yükselmesinin ardından başladığını belirtti. Daha sonra iki adamın ortaklığı, Şatır’ın, Malik’in “örgütsel toplantıları kendilerine ait olan şirketin merkezinde yapmama” önerisine aldırış etmemesinin ardından dağıldı. Bu durum, anlaşmazlığın ana noktasıydı. Durum, ikilinin ilişkilerini de bozdu ve 2011 yılından sonra aralarındaki ortaklık sona erdi.
Daha sonra iki adam arasındaki ilişki, görev koordinasyonuna geri döndü. Genel Mürşid Yardımcısı, nüfuzunun azaldığı sinyali verdi. Mısır dışında yaşayan ve iki isme de yakın olan bir kaynak, “Şatır, Malik ile iş yapmak zorunda kaldı. Çünkü o, Mısır’ın ekonomik elitleri arasında tanınıyordu” açıklamasında bulundu.
Bu tercih, ceza davası nedeniyle cezaevinden Malik ile mektuplaşan ünlü iş adamı Hişam Talat Mustafa gibi Mısırlı iş adamlarının o zamanki rejimle sorunlarını çözebilmek hedefiyle Malik ile yazışmalarında da görüldü. Malik tutuklandığı sırada güvenlik güçleri tarafından Mustafa’ya atfedilen bir mektuba ulaşıldı. Mektupta Malik, Mustafa’ya cezaevinden çıkarılması karşılığında mallarının bir kısmından vazgeçmeye hazır olduğunu belirtiyordu. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre daha sonra sağlık problemleri dolayısıyla serbest bırakılan Mustafa ile temasa geçmeye çalıştı. Ancak resmi bir cevap alamadı.
İhvan’ın Haziran 2012’de iktidara gelmesi sonrasında Malik’in pozisyonu güçlendi. İş adamları ve dönemin cumhurbaşkanlığı arasında koordinasyon sağlamak amacıyla Tevasul Derneği’ni ve binden fazla iş adamının mensup olduğu Ebda Derneği’ni kurdu. Kuruluş tarafından yayınlanan bildiriye göre dernek, Ağustos 2011’de rejimi desteklemek ve özel çıkarlar sağlamak amacıyla kuruldu.
Örgütün iktidara gelmesiyle Hasan Malik ve diğer bazı örgüt liderleri, demir ve çimento gibi sabit değerlere sahip stratejik sektörlere yatırım yapmaya başladı. Bu çerçevede Amr Adili, “Müslüman Kardeşler’in ticari faaliyetlerden, büyük ekonomik sektörlere kayma girişimleri olmuştur. Ancak iktidar sürelerinin kısa olması onlara katkı sağlamadı” değerlendirmesinde bulundu.
Malik, eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye yurt dışı ziyaretlerinde eşlik edecek yeni bir finansal elit oluşturma yolunda da çaba sarf etti. Bu isimler arasında örgüte mensup olan finans dünyasından yeni yüzler ve eski Cumhurbaşkanı Hüsni Mübarek rejimine mensup olan yüzler de vardı.
Bu faaliyet, tutuklandığında, evinde ele geçirilen çeşitli belgelerde de görüldü. Şarku’l Avsat’ın da edindiği bu belgeler arasında, “2050’ye Kadar Mısır’da Kapsamlı Kalkınma İçin Stratejik Vizyon”, “Kamu Sektörü Eylemlerinin Satışı- İslami Vizyon” ve “Ekonomik Durumu Okumak: Körfez Desteği Mısır Ekonomisini Kurtarabilir mi?” başlıklı üç dosya da bulunuyor.
Ancak Maliki’nin faaliyetleri, Müslüman Kardeşler iktidarının 3 Temmuz 2013 tarihinde devrilmesi sonrasında uzun sürmedi. Tüm iş adamlarının istifası sonrasında Ebda Derneği’nin faaliyetleri donduruldu.
Örgütün devrilmesi sonrasında ortağı Şatır da dahil birinci sınıf liderler hakkında bir dizi güvenlik sorunu yaşandı. Hasan Malik, yüzlerce örgüt lideri gibi cezaevi yolundan kaçınmak üzere yetkililerle iletişime geçmeye çalışarak, Ekim 2015’e kadar Kahire’deki evinde özgürdü.
Bu yetkililer arasında Malik’in bakanlık merkezinde görüşmeye gittiği, dönemin İçişleri Bakanı Tuğgeneral Muhammed İbrahim de bulunuyordu. İbrahim’in bir temsilcisi Malik’i karşılamıştı.
Görüşme sonrasında Malik’in, yetkililerle olan bağlantıları kesildi. İlişkileri, o dönemde cezaevi dışında 3 İhvan lideriyle sınırlıydı. Bu isimler ise tutuklanmadan önce eski bakan Muhammed Ali Beşir, serbest bırakıldıktan sonra Halemi el-Cezzar ve iş adamı Usame Halil’di.
Toplantıların büyük bir kısmında, örgütün sorunları, çok sayıda gencin katıldığı şiddet seçeneği ele alındı.
“Toplumun Yeni Plan Taslağı Üzerine Notlar” Bu, Malik’in 20 Kasım 2014 tarihinde “yabancı bir ülkeyle temasa geçmek” suçlamasıyla tutuklanmadan önce sürekli olarak bir araya geldiği Beşir’in kendisine teslim ettiği dosyalardan biri. Usame Halil de kendisine “Ekonomik Devrim Tırmanışında Bireylerin Görevleri” gibi çeşitli belgeler teslim etmişti.
O dönem boyunca Malik ve örgüt liderleri, örgütün fon ve mülkleriyle ilgili tedbir kararları yayınladı. Ekim 2013’te örgütün ve liderlerinin fon yönetimi hususunda bir komite oluşturmak amacıyla Mısır Bakanlar Kurulu’nun 2013 tarihli ve 1141 sayılı kararı yayınlandı.
Bu durumu takiben Haziran 2014’te komitenin yetkileri genişletilmeden önce örgüt liderlerinin milyonlarca liralık mülkleri hakkında komite tarafından onlarca tedbir kararı yayınlandı.
İhvan’ın mülklerinin listesi oluşturuldu ve 11 Eylül 2018 tarihinde bunlar devlet hazinesine eklendi. Komiteye göre bu listede yaklaşık 1589 örgüt mensubunun ve destekçisinin malı, çeşitli faaliyetler yürüten 118 şirket, 113 sivil toplum kuruluşu, 104 okul, 69 hastane, 33 internet sitesi ve televizyon kanalı bulunuyor.
Müslüman Kardeşler’e yakın bir yatırımcıya göre, bu komitenin kurulması öncesinde de Doğu ve Güney Afrika başta olmak üzere Mısır’ın dışında yeni yatırım ağları inşa etmeye yönelen örgütün liderlerine yönelik tutuklama kampanyaları düzenlendi. Söz konusu yatırımcı, “Örgütün çalışma hacmi, bu ülkeler arasında artış gösterdi. Örgüt liderleri, üst düzey yetkililerle iyi ilişkiler kurdu” dedi.
“Ulusal ekonomiye zarar verme meselesi”, özellikle de bu dönemde ülke dışına para gönderme yolu göz önüne alındığında mallara el koyma kararlarıyla mücadele etmek için örgütteki iş adamlarının başvurduğu araçların daha geniş ve kapsamlı bir portresini çiziyor.
El koyma ve örgüt liderlerini tutuklama kararlarının genişlemesiyle birlikte Malik ve Şatır’dan daha az tanınmış bazı isimler de mali alanda ortaya çıktı. Bu isimler, bankalar yoluyla işlem yapmaktan ve güvenlik açısından takip edilmekten kaçınmak amacıyla yurtdışına para transfer ediyordu.
Bu isimlerin başında ise döşeme ithalatı ve ihracatı alanında faaliyet gösteren kaçak iş adamı Muhammed Salah Muhammed geliyordu. Adli belgelere göre Salah Muhammed, kendi hesabına ve veya örgütteki diğer liderlerin sahip olduğu şirket hesaplarına milyonlarca lira transfer etmek için şirketinin kullanılmasında büyük rol oynamıştı.
29 Ağustos 2017 tarihinde 3 yıl boyunca isminin terör listesine dahil edilmesiyle Kahire Ceza Mahkemesi tarafından hakkında hapis cezası verilen Salah Muhammed hakkında bilgiler mevcut değil. İhvan’dan bir kaynağa göre örgütte sevilen bir iş adamı olan Muhammed Salah Muhammed, zaman zaman çeşitli bağışlarda bulunmuştu.
Her birine tek seferde 10 bin lira ödeme karşılığında Kahire Havaalanında 3 polis yardımcısının yardımı ile Salah, haftalık 50 bin ila 100 bin dolarlık sevkiyat yapmak için yurtdışına seyahat düzenleyen şirketindeki 3 çalışan aracılığıyla yaklaşık 1 milyar lirayı (o dönemin döviz kurlarına göre 130 milyon dolardan fazla) dışarıya taşımayı başardı.
Peki parayı transfer etmek için kullanılan yol neydi? İsmi terör listesinde bulunan ve söz konusu çalışanlardan biri olan 31 yaşındaki Mustafa Hammam, soruşturması sırasında “3 havaalanı personeli ile gümrük idare aracılığıyla herhangi bir arama olmadan ve bir bireyin büyük zarflar içinde taşınacak malları alacağı hususunda anlaşmaya varıldı. Check-in işleminden sonra ise bunlar birimize teslim edilecekti” ifadeleriyle yanıtladı.
Diğer yol, VIP salonunu kullanarak seyahat etmeyi kolaylaştırmak ve söz konusu 3 polis memurundan birinin içeriği belirtmeden valizleri bagaj tarayıcısından geçirmesiydi.
Hammam’a göre bu fonlar, 2014 yılında ithalat ve ihracat şirketindeki personeller aracılığıyla Çin, Arap ülkeleri ve Türkiye’ye transfer edilmeye başlandı ve bu dönemde aktarılan toplam tutar yaklaşık 1 milyar liraya ulaştı.
Şarku’l Avsat’ın haberine göre Mısır makamlar tarafından 8 Ocak 2016 tarihinde Ürdün’e giderken, yaklaşık bir milyon ve 650 bin dolara eşdeğer yabancı para birimleriyle havaalanında tutuklanan Mustafa Hammam, soruşturma sırasında “Konuyu özetlemek gerekirse, yalnızca ticaret ve parasal faaliyetler çerçevesinde para kaçakçılığı alanında çalışıyorum. Herhangi bir grupla ilişkim yok” açıklamasında bulundu.
İhvan‘dan bir kaynak, “Milyarlarca liralık yatırımlarla uğraşan adamlar, likit para transferi fikrinden daha sofistike yollarla başarı sağlarken, örgüt içerisindeki finans adamlarının çoğu, geleneksel kaçakçılık yöntemlerini kullandı” dedi.
Ağustos 2015’te yerel bir gazetecilik soruşturması yayınlandı. Örgütün finansal liderlerinden biri ve eski Müslüman Kardeşler mürşidi Memun el-Hudaybi’nin torunu olan iş adamı Safsan Sabit’in sahibi olduğu şirketin mallarını Virjin Adaları’ndaki bir başka şirkete devretmeyi başardığı açıklandı. Bu şirketler tarafından “işletme kolaylığının yanı sıra vergi ayrıcalıkları ve tam gizlilik” gibi bazı imtiyazlar sağlandığı belirtildi.
Bu girişimlerin yanı sıra iş dünyasına karışan örgüt liderleri, paralarını yurt dışına kaçırmak için özellikle de 30 Haziran 2013 tarihinde örgüte karşı yapılan gösterilerden birkaç ay önce başka yollara da başvurdu.
Müslüman Kardeşler’e mensup bir iş adamının sahip olduğu bir şirketin hukuk danışmanı, “Örgütün ticari faaliyetlerinde bulunan liderleri, paralarını yurtdışına transfer etmek için bankacılık sektöründen uzmanlara başvurmaya başladı” dedi.
İhvan liderlerinin mallarını yurtdışına taşıma yolarındaki bu farklılık, her birinin farklı yetenekleri duaları ve iş hacmiyle bağlantılı. Örgütün 3 nedenden dolayı Afrika ülkelerine para transferini tercih ettiğini belirten Amr Adili, “İlk olarak özellikle de dünyadaki siyasi İslami örgütlere bağlı yatırımcılar açısından bu ülkeler, terör finansmanıyla ilgili kısıtlamaları aşmak için daha fazla alana sahip” ifadelerini kullandı. “Afrika, yasadışı faaliyetlerin yerelleştirilmesi için geleneksel bir alandır ve takip burada sınırlıdır” diyen Adili, son sebebin ise bu ülkelerdeki yetkililerle yakın ilişkiler kurma kolaylığı olduğuna dikkati çekti.
Ancak Müslüman Kardeşler’in mülklerine el koyma faaliyeti, örgüte son vermeyi başarabildi mi? Adili, bu soruya yanıt olarak, “Geçmiş deneyimlere dayanarak, bu faaliyetlerin etkisi geçicidir ve uzun vadeli olmayacaktır” ifadelerini kullandı.