Ruhani hükümeti, Reisi zamanında nükleer politikanın değişmeyeceğini vurguladı

Cumhurbaşkanı seçilen İbrahim Reisi, dün Genelkurmay Başkanı ve silahlı kuvvetlerin liderleriyle yargı karargahındaki ofisinde bir araya geldi (ISNA)
Cumhurbaşkanı seçilen İbrahim Reisi, dün Genelkurmay Başkanı ve silahlı kuvvetlerin liderleriyle yargı karargahındaki ofisinde bir araya geldi (ISNA)
TT

Ruhani hükümeti, Reisi zamanında nükleer politikanın değişmeyeceğini vurguladı

Cumhurbaşkanı seçilen İbrahim Reisi, dün Genelkurmay Başkanı ve silahlı kuvvetlerin liderleriyle yargı karargahındaki ofisinde bir araya geldi (ISNA)
Cumhurbaşkanı seçilen İbrahim Reisi, dün Genelkurmay Başkanı ve silahlı kuvvetlerin liderleriyle yargı karargahındaki ofisinde bir araya geldi (ISNA)

İran hükümeti, cumhurbaşkanı seçilen İbrahim Reisi’nin göreve gelmesinin ardından Tahran’ın nükleer anlaşmaya ilişkin politikasını değiştirme olasılığı olmadığını, hükümetlerin değişmesiyle nükleer program konusundaki kararın değişmeyeceğini vurguladı.
Hükümet sözcüsü Ali Rabii, dün düzenlediği basın toplantısında, görev süresi sonra eren Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin halefi Reisi ile nükleer anlaşmayı canlandırmak ve ABD’nin Tahran’a yaptırımlarının kaldırılması karşılığında 2015 nükleer anlaşması şartlarına dönmek için Nisan ayından bu yana Viyana’da yapılan müzakereler konusunda istişarelerde bulunduğunu söyledi.
İran’a yönelik nükleer anlaşmanın taahhütlerini azaltmak için yol almak, seçim kampanyası sırasında selefi Donald Trump’ın politikasını tersine çevirerek nükleer anlaşmaya yeniden döneceğine ve diplomasiyi yeniden canlandıracağına söz veren Joe Biden’ın seçimleri kazanmasından sonra yükselen bir tavır halini aldı.
İran parlamentosu, hükümet Biden’ın diplomasiyi canlandırmaya başlamasını sabırsızlıkla beklerken, anlaşmanın ihlal edilmesine yönelik adımlar atmak için geçen Aralık ayının başında bağlayıcı bir yasa çıkardı. Hükümet başlangıçta bu yasaya karşı çıksa da kısa bir süre sonra yasaya dair desteğini dile getirdi.
Bu yasa gereğince Tahran, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ile yaptığı iş birliği düzeyini düşürerek “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması”nın ek protokolünü terk etti ve nükleer silah üretmek için uranyum zenginleştirme oranını önce yüzde 20’ye daha sonra yüzde %60’a çıkardı.
Tahran, IAEA’ya hassas faaliyetlerin soruşturulması için garanti vermiş olsa da bunun yerini diplomasiye bıraktı ve gerekli soruşturmaların yapılması için nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılmasını şart koştu. Buna karşılık Batılı ülkeler, diplomasiyi sürdürmek için İran’ın ihlallerini kınamaktan kaçındılar.
Tahran’ın adımları, Biden yönetimi ile İran makamları arasında müzakere masasına dönülmesi için 3 ay boyunca görüş alışverişinde bulunması ile aynı zamanda gerçekleşti. Amerikan ve İran heyetleri arasındaki mesafenin yakınlığına rağmen Avrupalı heyetler, iki heyet arasında doğrudan görüşme olmamasından dolayı 6 turluk müzakereler boyunca iki heyet arasında mesaj aktarmanın yükünü taşıdılar.
Her turun bitiminden sonra İranlı baş müzakerecisi Abbas Arakçi, müzakerelerin sonuçlarını Tahran’a taşıdı ve nükleer dosyayı, dış politikada ve nükleer dosyada nihai karar verici olan Yüce Rehber Hamaney’e vekalet eden Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi’ne sundu.
İran’da Ruhani’nin yerini alacak ismin seçileceği cumhurbaşkanlığı seçimleri nükleer müzakerelere gölge düşürdü. Müzakereler sırasında Dini Lider Hamaney birkaç kez ülkesinin acelesi olmadığını belirtti. Cumhurbaşkanı Ruhani hükümeti, yaptırımları kaldırma çabalarının engellenmesini defalarca eleştirmişti. Ruhani, geçen hafta yaptığı açıklamada yaptırımların, hükümetin 3 Ağustos’ta görevinin sona ermesinden önce kaldırılacağına işaret ederek, “Her şeyi söylemek istemiyorum ama yaptırımlar bundan önce kaldırılabilirdi” dedi.
Hükümet sözcüsü Ali Rabii, görevi nükleer anlaşma metnini gözden geçirmek olan bir komitenin kurulduğunu doğruladı. Komitenin görevinin “parlamentonun kararını Viyana’da varılanlarla uzlaştırmak” olduğunu söyledi.
Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Said Hatibzade, pazartesi günü yaptığı açıklamada, İran’ın baş müzakerecisi Abbas Arakçi’nin nükleer anlaşma metnini gözden geçirmekle görevli yeni bir komiteye başkanlık ettiğini ve Viyana’dan döndükten sonra toplantılara devam edeceğini ifade etti.
Görünüşe göre Hükümet ve Dışişleri Bakanlığı sözcülerinin açıklamaları, Arakçi ile parlamentodaki Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komitesi arasında, Arakçi’nin Viyana’ya yaptığı son iki geziden önce yapılan toplantılara atıfta bulunuyor.
Cumhurbaşkanı seçilen Reisi, mevcut müzakere ekibinin görevine devam ettiğini açıkladığı basın toplantısına gitmeden önce Dışişleri Bakanı ile nükleer anlaşma konusunda istişarelerde bulundu ve dış politika ekibinin, görüşmelerin detaylarını öğrenmek için temas halinde olduğuna dikkat çekti.
Reisi, cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra yaptığı ilk basın toplantısında bir soruya yanıt olarak Viyana görüşmelerinde bir anlaşmaya varılmış olmasına rağmen Biden ile görüşmeyi reddettiğini açıkladı.
Hükümet sözcüsü dün, Reisi’nin önce Dışişleri Bakanı Zarif ile sonra da Arakçi ile görüştüğünü açıkladı. Hükümet sözcüsü, Reisi’nin “Nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmak bu hükümet veya bir sonraki hükümet tarafından alınan bir karar değildir. Hükümet daha önceden nükleer anlaşmayı yeniden canlandırma kararını açıklamıştır. Bunun iç siyasetle ve seçim sonuçlarıyla ilgisi bulunmamaktadır. Bu karar, kamu yararı politikasına uygundur ve Dini Lider Hamaney ve onun üst düzey kurumları tarafından belirlenen çizgileri takip etmektedir. Bizim hükümetimiz de en üst düzeyde ulusal çıkarları sağlamak için müzakereleri sürdürmeyi kendine görev olarak kabul ediyor. Amerika taahhütlerine geri dönerse, müzakereciler daha yüksek kurumlara koşullar hakkında bir rapor sunacak ve bir sonraki hükümeti beklemeyecek. Şu anda iki taraf arasındaki tüm farklılıklar konusunda kapsamlı bir anlayışa ulaştık. Tüm gruplarda kapalılıktan uzak, net bir metne ulaştık. Şimdi geriye, müzakereden ziyade siyasi kararlar kaldı. Siyasi kararlar alınırsa, müzakerelerin son aşamasına girme konusunda iyimser olabiliriz” açıklamalarında bulunduğunu belirtti.



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.