İşkenceye maruz kalanların sayısı artıyor. İnsanları güvenli bir yer bulmak amacıyla evlerini terk edip tehlikelerle yüzleşmeye iten şey artık sadece savaş değil. Açlık, yoksulluk, susuzluk ve kuraklık da insanların vatanlarını geride bırakmasının ana sebeplerinden biri oldu. Nitekim çatışmanın şiddeti azalmasına rağmen Suriyeliler de tıpkı Afganlar, Sudanlılar, İranlılar ve Tunuslular gibi halen Avrupa’nın efsanevi El Dorado şehrine ulaşmaya çalışıyorlar. Salgının patlak vermesi, turizmin felç olması ve hareketliliğin durması sebebiyle 160 ülke sınırlarını kapatsa da geçtiğimiz yıl 3 milyon kişi, kurtuluş arayışıyla başka ülkelere sığınmayı başardı. Yeryüzünde her 100 kişiden birinin mülteci olduğunu bilmek üzücü. İçimizden herhangi biri de onlardan olabilir. Kendisi olmasa da çocukları veya torunları gelecekte meydana gelecek herhangi bir felaketten kaçmak için göçmene dönüşebilir. Nitekim risklerin şekilleri, büyük değişimlerin hızına göre değişiyor.
Mültecilerin sayısı 10 yıl öncesine göre iki kat artmış durumda. Her yıl bir öncekine göre durum daha da kötüleşti. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) Küresel Eğilimler raporunun bize gösterdiği de bu. Rapora göre dünya çapında mülteci sayısı, yarısı çocuk olmak üzere 82 milyona ulaştı. Sayıları Almanya büyüklüğünde bir devlet kurmak için yeterli. Avrupa kıyılarına akın edenlerin baskısı altında inliyor. Mülteciler, ev sahibi ülkeler için siyasi bir sorun teşkil ediyor. Mülteci sorunu, büyük partilerin seçim hesaplarının da başlıca gündem maddesi. Ancak trajedinin başka bir yüzü daha var: Dünyadaki mültecilerin yarısı aramızda, yaralarını kanatan Arap ülkelerinde yaşıyor. En kırılgan ülkelerimizde; başta Lübnan ve Ürdün olmak üzere birçok ülkede toplanmış durumdalar. Zengin ülkeler ise uluslararası anlaşmaların gerektirdiği gibi sorumluluklarını yerine getirmekten kaçınıyor. Bunu yapmak yerine kaçınılmaz olarak gelecek yeni dalgaları engellemek için önlemlerini sıkılaştırıyorlar ve ikamet şartlarını yerine getirmeyenlerin çoğunu ülkelerine iade ediyorlar. Mültecilerden bazıları siyasi sığınma talep edebilmek için Hristiyanlığı kabul etmekten başka çare bulamadı. Ancak bu numara da artık işlemiyor. Çoğu Müslüman çok sayıda göçmen, Avrupa içerisindeki bölünmüşlüklerin nedeni ve popülistlerin iktidara ulaşmak için kullandıkları bir merdiven haline geldi.
En yoğun çatışma 6 milyon sığınmacıyı barındıran Türkiye ile eleştirilere maruz kalan Avrupa'ya açılan kapı Yunanistan arasında yaşanıyor. Öyle ki Yunanistan, kanunları çiğnemek ve kıyılarına kaçanları karasularından uzaklaştırıp plastik mermi ile ateş açarak hayatları tehlikeye atmakla suçlanıyor. Ayrıca gıda ve su sıkıntısından ve topraklarındaki kamplarda tutulanlara insanlık dışı muameleler yapıldığından söz ediliyor.
Mültecinin tüm istediği onurlu bir yaşam sürmek. Şayet ülkesinde bunu bulabilseydi dalgalarla boğuşup denizdeki tehlikelere meydan okumazlardı. Belki de Avrupa, çöken küçük bir ülkeyi birkaç milyon dolarla desteklemenin, sığınak bulmak üzere Akdeniz'i geçen yüz binlerce çaresiz insanı görmekten daha pahalıya mal olacağını düşünerek Lübnan'da kaçınmak istediği dersi Suriye’de almıştır.
Bunun yanı sıra Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından yayınlanan ve 700 araştırmacının katıldığı 4 bin sayfadan oluşan bir raporda, iklim krizi nedeniyle yurtlarını terk etmek zorunda kalan insanların, savaşın cehenneminden kaçanlardan daha fazla ve daha şiddetli olacağı iddia ediliyor. Raporda, 10 milyonlarca kişinin bir ekmek kırıntısı ya da bir yudum su bulabilmek, kendilerini ve çocuklarını kalpleri durduran, canları alan ölümcül sıcaktan kurtarabilmek için ikamet ettikleri yeri değiştirmek zorunda kalacağına dikkat çekiliyor. Özellikle Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika’da 10 milyonlarca kişinin yaşadığı bölgeler deniz seviyelerinin yükselmesi ile sular altında kalacak. Doğanın gazabından hiç kimse kurtulamayacak. Doğa ağaçlarını katleden, balıklarını zehirleyen, atmosferi delecek derecede taşkınlık yapanları affetmeyecek.
Bazıları bunların uzak bir geçmişte meydana geleceğini sanıyor. Ancak insanların karbon emisyonlarını azaltma konusunu yanlış yönetmeleri ve küresel ısınmayı engelleyememeleri yüzünden “bugün doğan her çocuğun 30’uncu yaş gününe ulaşmadan çeşitli sağlık sorunları ile karşı karşıya kalabileceğini” belirten rapor bu uyarısıyla herhangi bir şüpheye yer bırakmıyor.
İklim raporu, mülteciler raporunu tamamlar nitelikte. Biri günümüzdeki acıdan bahsediyor, diğeri de yeryüzündeki insanların daha önce hiç kimsenin yaşamadığı bir uruma maruz kalacağı karanlık bir geleceğe dair uyarıda bulunuyor.
İnsanoğlu her şeyi öldürdü. Aşırı derecede tahribata yol açtı. İnsanı üstün tutan ve bütün mahlûkatın efendisi sayan kibirli düşünceden çıkmak zor. Rönesans'ın başlangıcından Sanayi Devrimi'ne girene kadar hakim olan düşünce tarzı, insanların ilmi bilgileriyle etraflarını kontrol edebilecekleri yönündeydi. Descartes'tan tutun da Francis Bacon ve Hobbes'a kadar filozofların hepsi, mutlak sandıkları keşifler ve bilimsel gerçekler neticesinde insanoğlunun gücü karşısında sarhoş olmuştu. Bu filozoflardan sonra insanoğlunu çevresi ile uzlaştırmaya çalışan ekolojistler bize bu gücün etkisini yeterince anlatamadılar. Çevreciler alçak sesle fısıldaşmalarını sürdürdüler. Bu yüzyılın başlarında çevreci partilerin Avrupa’da faaliyet göstermeye başladıklarını duyuyorduk. Ancak onların daha fazla taşkınlığa koşan, çalkantılı gerçekliğimize uymayan çok idealist bir gezegenden gelen rüya gibi mahluklar olduklarını düşünerek sundukları tekliflerle dalga geçtik.
Kendilerine ve halklarına karşı daha insancıl ve merhametli bir vizyona sahip siyasi liderler başa geçmeden bilimsel raporların çizdiği “apocalypse” (kıyamet) sahnesinden kaçış mümkün değil. Örneğin ABD’nin durdurmanın bir yolunu bulamadığı bir salgın yüzünden bir anda 600 bin vatandaşını kaybedeceğini kim tahmin edebilirdi ki? Sonuçta dünyanın en büyük ülkesi. Hepimiz onun her hastalığın bir panzehirine sahip olduğunu sanıyorduk.
Bütün eski hesaplar insanın acısının, okyanusların öfkesinin ve gökyüzünün gazabının artması ile çöküyor. Kim hükümdarların, tiranların, silah mafyalarının ve insan tacirlerinin çılgınlığından kaçarsa pustuğu yerde kasırgalar, seller ve kurumuş nehirler bulacak. İnsanlar için onları yıkıma götüren zehirli davranışları gözden geçirmekten başka bir seçenek kalmıyor.
TT
‘Kıyamet’ raporu
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة