Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Lübnan’a koşulan şartlar kitabının yenilenmesi

Lübnanlı bazı siyasi güçlerin ülkeye yönelik Fransa-Suudi Arabistan girişimine tepkisi tek bir şeyi kanıtlıyor: Herhangi birinin Lübnan'ın Körfez, özellikle de Suudi Arabistan ile ilişkilerinin çöküşünden ders almadığını.
Özellikle 4 Ağustos 2020’deki patlamadan itibaren Lübnan'ı dış politikasında merkezi bir nokta haline getiren Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile Prens Muhammed bin Selman arasındaki temasların, sayfanın çevrilmesi ve işlerin eski haline dönme ihtimali anlamına geldiğine inanmak dahi gerçeklerden tehlikeli bir kopukluğa işaret ediyor.
Lübnan ile Suudi Arabistan ve genel olarak Körfez arasında yaşananlar gelip geçici bir bir öfke patlaması değil. Körfez tutumu, Lübnan'dan gelen kazançların ve zararların gerçekçi bir değerlendirmesinin sonucudur. Bu değerlendirme, başkentlerden her birinin uygun gördüğü belirli politikaların benimsenmesini gerektirmiştir. Buna göre Suudi Arabistan'ın Lübnan hakkındaki tutumu okunurken biraz alçakgönüllülük, biraz da dikkat gerekiyor.
Alçakgönüllülük söz konusu olduğunda şunlar dikkatte alınmaya değerdir:
Birincisi; temaslarda yaşananlar Riyad ile Paris, keza Riyad ile Abu Dabi arasında tarihi sözleşmelerin imzalanmasına tanık olan bir Fransız-Körfez ziyareti sırasında ortaya çıktı.
İkincisi; ortaya çıkanlar, bölgedeki stratejik değişimler bağlamında gerçekleşen bir ziyaret sırasında meydana geldi. Ziyaretin ilk başlığını da ister Avrupa ister bölgede olsun tüm uluslararası tarafların ABD'nin Ortadoğu’dan artan bir biçimde geri çekilmesinin etkisine göre konumlanması oluşturdu. Washington’ın Yemen savaşındaki F-35 savaş uçağı anlaşmasından Avustralya, ABD ve İngiltere arasındaki nükleer denizaltı anlaşmasına kadar ortaklarına karşı belirli sorumluluklarını yerine getirmekte yavaşlaması da bahsi geçen konumlanmayı etkiliyor.
Üçüncüsü; durum, Fransa'nın müttefiklerine ve muhaliflerine uluslararası sahnede var olduğunu, Ortadoğu'daki stratejik yeniden yapılanma anında gerekirse bir destek veya diğerlerine bir alternatif teşkil ettiğini, katkısının öncelikleri düzenlemede bir ağırlığı olduğu mesajını iletmek istediği bir ziyaret sırasında ortaya çıktı.
Fransız ve Körfez liderlerinin zihnindeki bu stratejik unsurlar kalabalığının ortasında, Lübnan dosyasının temasların öncelikleri sıralamasında ne kadar aşağıda olabileceğini kavramak zor değil.
Şu başlıklar ise dikkat etmeye değerdir:
Suudi Arabistan ve Fransız taraflarının temaslarında ortaya çıkanlar, açıklanmış bir uluslararası şartlar kitabının yenilenmesidir ve son haliyle beş unsur içermektedir:
1- Lübnan hükümetinin finans ve enerji sektörlerini, yolsuzlukla mücadeleyi ve sınır kontrolünü (Suudi Arabistan için bu sonuncusu en önemli nokta) kapsayan kapsamlı reformlar gerçekleştirmesi.
2- Lübnan'da ulusal birliğin ve sivil barışın garantörü Taif Anlaşması’na bağlılık.
3- Ordunun rolünün güçlendirilmesi ve silahlanmanın meşru devlet kurumlarıyla sınırlandırılması.
4- Lübnan'ın bölgenin güvenliğini ve istikrarını bozan terör eylemlerinin kaynağı olan uyuşturucu kaçakçılığının engellenmesi.
5- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1559, 1701 ve 1680 sayılı ve ilgili uluslararası kararlar uyarınca Lübnan'ın istikrarını korunması, egemenliğine ve birliğine saygı duyulması.
Üzerinde mutabık kalınan hususa gelince; o da uygulanmasını sağlamakta defalarca başarısız olunan bu düzenlemelerin uygulanmasını sağlamak için iş birliği yapmaktır. Zira bu başarısızlık Körfez'in Lübnan'a yönelik pozisyonunun sebebidir. Bu arada söz konusu düzenlemeler, Lübnan'a ekonomik desteğe tahsis edilmiş CEDRE (Sedir) Konferansı’nda Fransa ve Cumhurbaşkanı Macron tarafından benimsenen düzenlemelerin aynısıdır. Bu konferansın yayınlanan sonuç bildirgesi “Lübnan'ın uluslararası kararlara, özellikle de 1559 ve 1701 sayılı kararlara saygı duyma, silahı Lübnan devleti ile sınırlamaya çalışma taahhüdü" konusunda tam bir vurgu içeriyordu. Bu düzenlemeler ayrıca BM, Çin, Fransa, Almanya, İtalya, Rusya Federasyonu, Birleşik Krallık ve ABD hükümetlerine ilaveten AB ve Arap Birliği’ni de içeren “Lübnan için Uluslararası Destek Grubu” tarafından yayınlanan belgelerde de kelimesi kelimesine yer almıştır.
Bütün bunlar, Fransa-Suudi Arabistan girişimini Lübnan krizinin ilk karesine dönüşten ibaret hale getiriyor. Suudi Arabistan-Fransa deklarasyonunda Lübnan krizinin ana başlığı olan Hizbullah milislerinin adı ise tam anlamıyla geçmedi.
BAE'nin Lübnan'daki büyükelçiliğini tamamen kapatmasının ve bayrağını indirip "gayrimenkulü” satışa sunmasının manasını anlamayanlar, keza Lübnan'a karşı yumuşak, nazik ve sevgi dolu olan Kuveyt’in pozisyonunun bu noktaya nasıl geldiğini anlamayanlar, Suudi Arabistan-Fransa ortak bildirisini ancak milislerin Körfez ülkelerine karşı elde ettiği yeni bir zafer, diğerlerine kendi şartlarını dikte etmek olarak anlarlar. Bu, birçok Lübnanlı siyasi gücün yaşamakta olduğu siyasi kayboluşun alışkanlığıdır.
İşin aslı, top sadece Lübnanlıların sahasında. Zira Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Farhan'ın da dediği gibi; Lübnan ile Suudi Arabistan arasında bir kriz yok. Kriz daha ziyade Lübnan içinde ve Lübnanlıları ilgilendiriyor. Sonuçlarına gelince; onlarla başa çıkmanın birçok yöntemi mevcuttur. Kapılar ve aynı şekilde pencereler kilitli ve anahtarları da başkalarının değil, Lübnanlıların elindedir.