Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

İran, İslamofobi ve sansür

Türkiye’de yaşayan binlerce başörtülü kadın için hayatlarıyla ilgili en önemli konulardan birinin başörtüsü yasağı olduğundan şüphem yok zira bu yasakla eğitim ve çalışma hakları ellerinden zorla alınan kadınlar, kendilerini gerçekleştirme imkanları kısıtlanarak, diledikleri gibi bir yaşam sürme hakkından mahrum kaldılar. Bugün bu yasağın çözülmüş olması onlar için bir şey ifade etse de tam anlamıyla kayıplar telafi edilemiyor zira hayatınızın ortadan ikiye bölünmesini kimse telafi edemez. Ha bir de bu tip bir mağduriyete maruz kaldıktan sonra mağdur edenler tarafından “yine mi mağdur oldun” şeklinde çifte arsız saldırılara maruz kalıyorlar.
Başörtüsü meselesinin bir yönü örtü yasakçılığı olabilir ancak diğer yönünde de başörtüsü baskısı diye bir şey var. Bu bir şeyin baş aktörü de İran, İran’da başörtüsüz gezmek yasak ama mesele bununla sınırlı değil, başlarını örtmeyen kadınların “hukuki yaptırıma” ve şiddete maruz kaldığı bilinen bir şey. Müslüman ve başörtülü bir kadın olarak bu benim için hem dinim, hem kimliğim adına çok rahatsızlık verici zira bu tip bir uygulamanın dini bir referansı yok. Ama mesele İran olunca, dini referans sadece bir teferruat olarak kalıyor zira siyasi emeller uğruna “dinde reform” yaparak “Ayetullah” formülü ile kendi inançlarını seküler bir biçime çeviren ancak buna İslam referansı bulanlar da kendileri…
İran’da kadınların başlarını “yeterince” örtmemeleri sonrasında “ahlak polisi” tarafından gözaltına alınmalarına, şiddete maruz kalmalarına ilk kez tanık olmuyoruz ancak bu kez bu baskı, maalesef 22 yaşında genç bir kadının ölümüyle sonuçlandı.
“İran'ın başkenti Tahran'da polis tarafından "kıyafet kurallarına" uymadığı gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra darp edildiği belirtilen 22 yaşındaki Mahsa Emini, 3 gün sonra yaşamını yitirdi.” (https://www.indyturk.com/node/553701/d%C3%BCnya/i%CC%87randa-ahlak-polisince-darp-edildi%C4%9Fi-belirtilen-22-ya%C5%9F%C4%B1ndaki-mahsa-emini-hayat%C4%B1n%C4%B1 )
İran’da irşadın kelime anlamını bildiklerinden şüpheli olduğum “İrşad Devriyesi” Emini’yi bir saatlik brifing için karakola götürdüğünü, kızın burada aniden fenalaştığını söylüyor. İran yönetimi ise olayı soruşturacağını…
Diyelim ki Masha Emini kendi fenalaştı, diyelim ki iddia edildiği gibi şiddet görmedi… 22 yaşında bir kadın neden başını örtmediği için bir grup kolluk kuvveti tarafından karakola götürülüyor? Neden hayatı kısıtlanıyor? Dinle mi alakalı? Elbette hayır! Bu tamamıyla baskı ile alakalı, İran kendi oluşturduğu baskı cumhuriyetinin adına İslam dedi diye orada bir İslam cumhuriyeti oluşmuyor. Tam aksi, bu baskıyı yerleşik kılmak için uydurduğu ve uyguladığı yasaklar, din adına yapıldığı için İslam’ın ahlak temelli öğretilerinin tebliğine zarar veriyor.
Birileri bir yerlerde bir şeylerin kavgasını ediyor, kavganın İslam adına olduğunu söylüyor böylece bu gereksiz kavgasına hem meşruluk arıyor hem de yanına taraftar toplamaya çalışıyor. Bu kavga, bu gereksiz ve araçsallaştırılmış kavga, bir gün İslam nefretiyle kavrulan bir ırkçının, Almanya’da sadece başörtülü/Müslüman olduğu için bıçaklayarak öldürdüğü Merve’nin, bir başka gün sadece biraz saçını gösterdi diye “ahlak polisinin” baskı sonucu ölümüne sebebiyet verdiği Masha’nın cansız bedeni olarak önümüze düşüyor. Ve farkında mısınız sadece öldürülen Merve ya da Masha değil, o gün orada hepimiz cansız yatıyoruz.
Değil İran, emin olun hiç kimsenin ama hiç kimsenin, savaşta dahi olsak hiç kimsenin, bu kadar masum kadının cansız bedenini ucuz politik maksatlar için önümüze atma hakkı yok. Kadın bedeni üzerinde haksız tasarrufta bulunanların, kadınlara ve kadından neşet eden dünyaya bu denli derinden zarar vermesine tepki olarak konuşan, İran’da sokağa çıkan, istemediği şeye zorlanan tüm kadınlar adına, Masha’nın bu vahşiliğin son kurbanı olmasını diliyorum.

Sansür
Geçtiğimiz hafta, İngiltere kraliçesinin ölümü üzerinden sömürgecilik temayüllerini ve tezahürlerini ele almıştım. Ancak II. Elizabeth’in ölümünün yankıları, sömürgecilik, monarşi tartışmaları bu hafta da gündemde olmaya devam etti. Bugünkü konumuz İngiltere ile bağlantılı bir sansür meselesi üzerine…
John Oliver, tartışmalı bir “şovmen”, tartışmalı derken, şovunda söyledikleri politik içerikli olduğu için sık sık şovu üzerinden eleştiriliyor ancak başarılı biri olduğu da çokça ifade ediliyor. Oliver, geçtiğimiz hafta, kraliçenin ölümü sonrasında, ölümüyle ilgili politik içerikli espriler yaptı. Ve İngiltere televizyon kanalı Sky, Kraliçe II. Elizabeth'in ölümüyle ilgili şakalar nedeniyle “Last Week Tonight With John Oliver”ın bölümlerini sansürledi.
Oliver’ın ifadelerini burada alıntılamayacağım zira hakaret içermese dahi ölümün espri malzemesi yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Ancak…
Burada, bir köşe yazarı olarak, herhangi bir sansürü savunacak değilim ancak konuşulabilecek ancak espri konusu yapılmayacak şeyler olduğunun da farkındayım. Şov her zaman bir şekilde devam edebilir ancak bu şovun, ölüm dahil insana ait değerleri doğrudan hedef alması doğru değil, bu tip hedef almalara yönelik engellemeler de sanırım bildiğimiz anlamda sansür kapsamına girmiyor.
Meselenin başlığı altında benim asıl takıldığım konu, sansürün durum ve kişilere göre sansür olup olmamasıyla alakalı.
Batı merkezli yayınlardan yükselen İslamofobik söylemin zirve yaptığı karikatür krizleriyle, “espri” krizleriyle sık sık muhatap oluyoruz. Elbette bu tip tahkir edici ifadeleri espri, karikatür olarak kabul edemeyeceğimiz gibi aynı zamanda bu İslamofobik yayınların şiddet ile susturulması da doğru değil.
Ama bir şeye maalesef şahit oluyoruz; Batı merkezli yayınlarda ve söylemlerde İslam hedef alındığında ve insanlar, Müslüman olsun olmasın, buna sözlü, şiddet içermeyen şekilde tepki verdiklerinde dahi İslam ve Müslümanların ne kadar katı, hoşgörüsüz, sansürcü ve tahammülsüz olduğunu ifade ediyor. Öyle ki, hem hakarete maruz kalıyor hem buna itiraz ettiğimizde yeni olumsuz sıfatların üzerimize yapıştırılmasına şahit oluyoruz.
Ancak aynı zamanda şunu da görüyoruz; maksadını aşan espri, II. Elizabeth’in ölümü sonrasında kullanılan rahatsız edici dil, sansürleniyor. Ve sansür bu kez tahammülsüzlük örneği olarak değil, olması gereken olarak görülüyor.
Yani Müslümanlara, İslam’a gelince atış serbest ve bu tutumu eleştirirsen tahammülsüzsün ancak kraliçeye gelince, yani kendi değerlerine gelince, saygı göstermelisin, ona dil uzatamazsın, uzatırsan sansürlenirsin.
İslamofobi konusundaki problemlerimiz sadece bu ayrımcı ırkçılık karşısında yaşadığımız kötü deneyimlerle sınırlı değil aynı zamanda neyin İslamofobi olup olmadığı belli olmasına rağmen neyin İslamofobi olup olmadığını anlatamıyoruz. Anlatmaya çalıştığımızda ise tahammülsüz olmakla itham ediliyoruz. Kullanmayı pek arzu etmediğim bir yöntem olsa da, başvurmaya mecbur bırakılınca; İslam Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (SAV)’e yönelik çok incitici ifadeleri espri olarak kabul edebilen bir anlayış, kendi değer verdikleri birine yönelik bir hakaret olduğunda sansüre başvururken tahammülsüz olmuyor mu, yoksa o sıfat sadece biz Müslümanlara mı layık görülüyor?