Tüm kanıtlar, Fransa Parlamentosu'nun, istifa eden Fransa Başbakanı François Bayrou'nun kamu harcamalarını 44 milyon avro azaltmayı, vergileri artırmayı ve iki resmi tatili iptal etmeyi hedefleyen bir kemer sıkma bütçesini geçirmek amacıyla, hükümeti için istediği güvenoyu talebini reddedeceğini gösteriyordu. François Bayrou bunu bilmiyor değildi, ancak geri adım atmadı: Neden?
Fransa Parlamentosu'ndaki rakamlar ortada. Denge açıkça muhalefet partilerinin lehine. Oylama sona erdiğinde, Bayrou muhalefetin 364 oyuna karşılık yalnızca 194 oy aldı.
İstifa eden Fransa Başbakanı siyasi açıdan deneyimli bir isim ve kaybetmeye mahkum bir bahsi oynamayı kabul etme macerasına girişmesi, kapsamlı deneyimi ve siyasi zekâsıyla hiçbir şekilde örtüşmüyor. Bu nedenle, pazartesi günü Fransa Parlamentosu'nda yaşananlar ne kendisi ne de Cumhurbaşkanı Macron için sürpriz değildi. Parlamento oylamasından bir gün sonra Macron'un aceleyle yeni bir başbakan ataması da bunu doğruluyor.
Bana göre mesele, Cumhurbaşkanı Macron ile istifa eden Başbakan arasında bir gece planlandı. Plan, Cumhurbaşkanı Macron ve hükümetin boynundaki ipi çıkarıp muhalefet partilerinin boynuna geçirmeyi amaçlıyordu. Muhalefeti, başta kamu harcamalarını kısmak olmak üzere ekonomik reformları kabul etmeyi reddettiği için suçlamayı içeriyordu.
İstifa eden Başbakan François Bayrou'nun planı, son derece kurnazca bir siyasi manevraya dayanıyordu. Parlamento'dan güvenoyu talep etmenin, bir devenin iğnenin deliğinden geçmesinden daha zor olduğunun farkındaydı. Muhalefet partileri, kemer sıkma politikasını uygulamak için hükümetine güvenoyu vermeyi kabul ederlerse, halk öfkesinin alevleri tarafından yutulacaklardı ve bu da sandığa yansıyacaktı. Hükümete güvenoyu vermeyi reddederlerse, bu, 2026 bütçesinin hazırlanamamasından kaynaklanan ve beklenen siyasi kaostan muhalefet partilerinin sorumlu olacağı anlamına gelecekti. Başka bir deyişle, muhalefet partileri her iki durumda da siyasi olarak kaybediyordu.
Beklendiği gibi, muhalefet partileri, hedeflenen kemer sıkma politikası en çok onları destekleyen yoksul ve orta gelirli seçmenleri etkileyeceği için, güvenoyu vermeyi reddetti. Bu ret ve Cumhurbaşkanı Macron'un partisinden yeni bir başbakanı hızla atamasıyla, Fransız atı, Başbakan Bayrou'nun istifasından önce olduğu gibi, arabanın arkasındaki her zamanki yerinde kaldı.
İstifa eden Başbakan, medyaya yaptığı açıklamada, Fransa'nın harcamaya bağımlı olduğunu söyledi. Haklıydı. Ama sözünü, Fransa'nın başkalarının parasıyla harcamaya, yani borçlanmaya bağımlı olduğunu söyleyerek tamamlamalıydı. Medyadaki haberlere göre, Fransa’nın borcu 3,3 trilyon avroya ulaştı. Uluslararası Para Bankası (IMF) istatistiklerine göre, Fransız harcamaları GSYİH'nın yüzde 57'sine ulaştı. Bu, Avrupa'da Ukrayna'dan (yüzde 74) sonra ikinci en yüksek harcama oranı, ama Ukrayna'nın üç yıldır savaşta olduğu da göz önüne alınmalı.
Yorumcular, amaçlanan Fransız reformunun mevcut Cumhurbaşkanı Macron veya yeni Başbakanı tarafından gerçekleştirilemeyeceğini, çünkü krizin tüm siyasi partilerin ortak çabalarını ve tavizlere yer olmayan bir siyasi arenada tavizler gerektirdiğini vurguluyorlar.
Yeni Başbakan üç yıldır Savunma Bakanı olarak görev yapıyor. Fransa’da iki yıldan kısa bir sürede beşinci kez başbakanın değişmesi, krizin derinliğini gösteriyor. Yeni başbakan şimdi, 2026 bütçesini hazırlayıp parlamentodan geçirebilecek, birkaç müttefik partiden oluşan bir hükümet kurma yüküyle karşı karşıya.
Demokratik yönetim sistemlerinde siyaset, “mümkün olanın sanatı” olarak tanımlanır. Ancak Fransa gibi orantılı temsil seçim sistemini benimseyen demokrasilerde, siyasetin yukarıdaki tanımı, aşağıdaki şekilde değiştirilmediği sürece anlamsız hale gelir. Siyaset, matematiksel olarak mümkün olanın sanatıdır. Bu, bir başbakanın, ister kendi partisi ister bir koalisyon aracılığıyla olsun, parlamentoda çoğunluğa sahip olmadığında, muhalefet partilerinin insafına kaldığı anlamına gelir.
Fransa sıkıntıda, ancak yalnız değil. İkinci Dünya Savaşı'nın sonundan bu yana Batı Avrupa'yı yöneten merkez sağ ve merkez sol partiler aynı gemide. Hepsi de radikal reformlar uygulamaktan aciz.
İngiltere’de, parlamentodaki çoğunluğuna rağmen hükümet, iktidar partisinin arka sıralardaki milletvekillerine boyun eğmek ve kamu harcamalarını azaltmayı amaçlayan kemer sıkma programından vazgeçmek zorunda kaldı ve bu da 40 milyar sterlinlik bir bütçe açığına yol açtı. Almanya Başbakanı Merz'in hükümeti de şimdiye kadar vergi ve sosyal yardım yasalarını geçirmeyi başaramadı.
Yeni bir başbakan atamak, Fransa'daki krize bir çözüm değil. Muhalefet partileri, söz verdikleri gibi, onu hızla devirecekler. Cumhurbaşkanı Macron'un ise yeni parlamento seçimlerini duyurmak zorunda kalarak sandığa gitmekten başka seçeneği kalmayacak.