Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

Genç Muhammed Suf ne yaptı?

Knesset 25. dönemini kutlarken ve Netanyahu altıncı hükümetini birlikte kuracağı koalisyonunun kutuplarına ganimetler dağıtmakla meşgulken…
Üyeler devlete bağlılık yemini edip düğünü ölümsüzleştirmek için hatıra fotoğrafları çektirirken!...
Muhammed Suf uzaktan sahneye giriş yaptı. Kutlamayı cenazeye çevirerek eski ve yeni davetlilere hatırlamaktan hoşlanmadıkları bir şeyi hatırlattı: Filistin'de derin bir endişeye sebep olan bir şey var.
18 yaşındaki yakışıklı genç Muhammed Suf, Oslo'yu uzak bir geçmişe ait eski bir olay olarak duymuş bir nesilden geliyor. Ancak hayatı erken yaşta öğrendiğinden beri köyünün arazisi üzerine kurulan Ariel yerleşim yerinden, Filistin'de zeytin hasadının yapıldığı son mevsimde şiddetin tırmandığı ve kurbanların arttığı acımasız savaşlarına devam eden ordunun devriyelerinden, Arap gibi görünenlerden, sınır muhafızlarından ve silahlı yerleşimcilerden başka bir şey görmedi.
Yeşil Filistin kimlik kartını cebinde taşıyan genç Muhammed Suf, 194 sayısını, yani bu yılın son şehit sayısını alacağını biliyordu. Bu makale yayınlanmadan öncesine kadar bu sayının artmadığından emin değilim.
Sıkıntıların yığıldığı, işgalin ve zulmün sürdüğü, kanın akmaya devam ettiği bir dönemde, 18 yaşındakiler ve hatta onlardan küçükler kendilerini birden aile reisi ve vatan bekçisi konumunda buluyorlar. Muhammed Suf'un başına gelen de buydu. Üç yıl önce babasını kaybeden Suf, okul sıralarını terk edip çocukluğundaki doktor, mühendis ya da avukat olma hayallerinden vazgeçmek zorunda kalarak annesi ve altı kardeşini geçindirme sorumluluğunu yüklenmişti.
Suf, silahlarıyla donanmış bir orduya karşı yaklaşık 20 dakika süren bir çatışmada çarpıştıktan ve üç kişiyi öldürüp iki kişiyi yaralamayı başardıktan sonra şehit olduğu an, güneydeki Beyt Ava köyü, işgal askerleri tarafından apaçık doğrudan bir infaz operasyonuyla vurularak öldürülen 16 yaşındaki Felle adındaki kızı son yolculuğuna uğurluyordu. Felle -ne güzel bir isim- otizm tedavisi görüyordu ve sağlıklı bir şekilde hayata devam etmeyi düşlüyordu.
Çocukların evlerinden çıktıktan sonra bir daha dönemeyip öncesi ve sonrası olan bir sayıya dönüştüğü bir dönemdeyiz. Genç erkeklerin hayatlarının yolunu ölüm yolu ile değiştirdikleri bir zamandayız. Mühimmat depoları sürekli mermilerle doldurulmaya hazır olduğu ve Filistinlilerin cesetleri mermileri yemeye hazır olduğu sürece de bu böyle devam edecektir.
İşgal dönemindeki cinayetler ve cenazeler Filistinlilerin günlük yaşamlarının bir parçası haline geldi. ‘İnsan haklarının’ simgesini oluşturan yaşam hakkı kurumları artık mağdurları saymaktan, kadın-erkek diye ayırmaktan, çocuk, genç, yaşlı diye yaşlarını belirlemekten yoruldular. Bazen morgdan bazen de isimsizler mezarlığından çıkarıldıktan sonra cesetlerin teslim edilmesi ve ailelerinin veya sınırlı sayıda yakınlarının onları son yolculuklarına uğurlamasına izin verilmesi için işgalle arabuluculuk yapmaktan bıktılar.
İşgal gücü, Filistinlilere böylesine trajik bir gerçeği dayattığı gibi, Filistinlilerin inadı ve direnişiyle zor, geçimsiz bir yaşamı da kendine dayattı. İşgal gücü, direniş savaşçılarına ve ailelerine karşı tipik uygulamalarını tekrarlamaya devam ediyor. Öldürmenin dışında uygulamalarının içinde evlerin ölçülerini alıp hemen havaya uçurmak ve yalnız kurtlar olarak adlandırılan kişilerin arkasında kimin olduğuna dair ipucu bulmak için yakınlarını tutuklamak var. Bu, işgalin ilk gününden beri böyle geldi ve henüz görmediğimiz son güne kadar da bu şekilde gidecek.
İsrailli analistler ve araştırma uzmanları ne zaman bir İsrailli öldürülüp onun için bir intikam kampanyası başlatsalar şunu sormaktan kendilerini alamıyorlar: “Yeni bir intifada yolunda mıyız?” Biraz aklı başında olan az sayıda kişi bu soruya şöyle cevap veriyor:
“İsrail başka bir halk üzerinde hakimiyet kurduğu sürece bu böyle sürecek.”