Hanna Salih
Lübnanlı yazar
TT

2005 İntifadası ile 2019 Devrimi arasında Lübnan

Bütün veriler Suriye rejiminin Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud'un görev süresini uzatmaya karar verdiğini gösteriyordu. O günlerde Başbakan Refik Hariri tehdit edilmiş, aşağılanmış ve ağır baskı altında bırakılmıştı.
Güvenlik güçleri, (Suriye Cumhurbaşkanlığı konutu olan) Şam Muhacirin Sarayı’nda alınan uzatma kararı doğrultusunda ülkede terör estiriyordu. Bir avuç öğrenci bu kararı Necme Meydanı’nda protesto etme cüretinde bulunmuş, meclisteki vekillerden kararın karşısında durmalarını talep etmişti. O zamanlar Lübnan’dan sorumlu olan Suriyeli komutan Rüstem Gazali, "Gösterileri sona erdirin yoksa sinekler bile nereye gittiğinizi bilemeyecek" diye tehdit etmiş ancak yine de bu cesur öğrenciler gösterilerini sürdürmüştü. Beyrut’ta ilk defa aleni olarak Esed yönetiminin despot yöntemleri eleştiriliyordu. Bu eylemler büyük sosyal patlamanın habercisi gibiydi. Eylemleri destekleyen Bakan Mervan Hamade’ye Bristol Görüşmeleri’ başladıktan sonra yapılan suikast başarısız oldu. Suriye yönetiminin yasadışı müdahalelerine karşıt bir örgütlenme olan ‘Demokratik Forum’’ toplantıları da Hariri’nin katılımıyla büyüme evresine girmişti ki, Başbakan Refik Hariri iki tonu aşkın patlayıcı maddeyle suikasta uğradı. İşgalcilerin beklentisi bu korku ikliminin de etkisiyle iki gün içinde durumun eski haline döneceği yönündeydi ancak başkaldırı derin ve köklüydü. Hizbullah’ın organize ettiği "Teşekkürler Suriye Festivali" ise bardağı taşıran son damla oldu, 14 Mart’ta "Bağımsızlık Başkaldırısı" gerçekleşti, yani ülkenin Suriye ordusundan kurtulması anlamına gelen ikinci bağımsızlık. 
Ardından Hariri suikastının uluslararası soruşturmaya açılması ve sosyal baskı nedeniyle Suriye ordusu, faili meçhullerin yaygınlaştığı Lübnan’dan çekilmek zorunda kaldı. Dolayısıyla "Bağımsızlık Başkaldırısı" Suriye ve Lübnan’da egemen olan askeri güçlerin etkisini kırmayı başardı. Halkın beklentisi; şeffaf, nezih, adil ve demokratik bağımsız bir cumhuriyet kurulması yönünde olsa da çok geçmeden hayal kırıklığına uğradılar. Zira "Bağımsızlık Başkaldırısını" kendilerine mal eden mezhepçi güçler, çıkarları doğrultusunda dörtlü uzlaşıyı tercih ettiler ve Gazi Kenan’ın sistemi ile seçime gittiler. 14 Mart Hareketi’nin kitap ve dergilerinde sık sık Lübnan topraklarının 2000 yılında İsrail’den kurtarılması ile 2005 yılında Suriye’den kurtuluşu arasında bağ kurulur ve bu kazanımlar kendilerine mal edilir. Bu yaklaşım İsrail ve Suriye’den kurtuluşta diğer ulusal güçlerin rolünü yok saymak anlamına geldiği için asla kabul edilemez. 
Belki de en ciddi sorun, dörtlü koalisyon güçlerinin oluşturduğu 14 Mart Bloğu’nun, Esed rejiminin desteklediği mezhep eksenli paylaşım yöntemini, kota sistemini benimseyerek sürdürmüş olmasıdır. Modern bir devlet düzenin kurulması için hiçbir çaba gösterilmemiş, bilakis anayasaya aykırı olarak mezhepsel farklılıklar kaşınmıştır. Maalesef Lübnan’daki tüm siyasi taraflar mezhepsel ayrımın derinleşmesine katkı sağlamıştır.
Şuna da değinmeliyiz ki, Hizbullah heyetinin Fransa’daki Saint-Cloud görüşmelerinde 14 Mart Bloğu’na Esed rejiminin etki alanlarında aktif olma niyetlerini açık etmelerine rağmen buna herhangi bir itiraz gelmemiş olmasıdır.
Lübnanlıların 14 Mart’ta ülke tarihinde görülmemiş şekilde geniş katılım gösterdikleri gösteriler, bir süreliğine Lübnan ve Suriye’deki
halkların dikkate alınmaması, insanların önceliklerinin görmezden gelinmesi yakınların kayırılması nedenleriyle 17 Ekim 2019'da bardak yine taştı.
Yolsuzlukların ayyuka çıkması ve mezhepsel ayrımcılıklar, özellikle gençlerde bilinçlenmenin artmış olması nedeniyle tahammül edilebilir olmaktan çıktı. WhatsApp’a vergi getirilmesi kararı ise bir kıvılcım mahiyeti taşıyordu. Dikkati çeken husus ise Hizbullah’ın tüm baskıcı politikalarına rağmen 15 Aralık’ta 17 Ekim halk hareketini bastırırcasına, "Temiz ellerden oluşturulacak teknokrat bir hükümetin ülkeyi içinden geçtiği kriz ortamından çıkaracağı" yönündeki açıklaması oldu. Bu açıklama protestocu kitleleri öfkelendirdi ve bir kez daha Necme Meydanı ile parlamento önünde eski siyasetçilerden oluşan hükümetleri reddedeceklerini açıkça vurguladılar.
Halk hareketinin başladığı 17 Ekim’den bu yana yöneticilerin anayasadaki zorunluluğa rağmen hükümetin oluşturulması için müzakerlere başlama noktasında başarısız olduklarını gösterdi.
Her ne kadar Hariri’nin yeni hükümeti kurmakla görevlendirilmesi tamamen menfi olmasa da, teknokrat hükümet kurmakta başarısız olması durumunda büyük bir ‘vergi protestosu’ gerçekleştirileceği öngörülüyor. Halk vergilerinin yönetim tarafından eski alışkanlıklarını sürdürmek üzere kullanıldığının farkına varmış durumda.
Her geçen gün 17 Ekim’de başlayan ‘derin devrimin’ etkileri daha fazla hissediliyor, dini inançlarından bağımsız olarak hor görülen ve aldatılan kitleler gün geçtikçe gösterilere daha fazla katılım gösteriyor. Her bölgeden, her mezhepten, kadınıyla çocuğuyla bu gösterilere katılanlar şimdiden iki önemli meseleyi başardı;  meselelerden birincisi ulusal mutabakatı sağlamış olmalarıdır, yöneticilerin mezhepsel ve kişisel çıkarları ile ayrıştırdığı Sedir Vatanı altında birleşmeyi başardılar. İkinci husus ise; iç savaş dönemini bir daha dönmemek üzere kapatmış olmalarıdır. İç savaş tehditlerine karşı açık göğüsleri ile karşı koydular ve tüm kışkırtmalara rağmen bu tuzağa düşmediler.
Saf hak talebi ile organize edilen bu devrim başta Hizbullah olmak üzere mezhep eksenli politika yapan tüm siyasetçilerin aleyhinedir. Hizbullah bu devrimin başarısız olmasını istiyor zira başarılı olursa şu an istifade ettiği mezhepçi rejimin sonu gelecektir.