Filistin davası için en tehlikeli aşamanın muhtemelen 1940'larda yaşandığı tartışma götürmez. Çünkü bu, özellikle Nazi Almanyası'nda maruz kaldıkları katliamların ardından Yahudi meselesinin ortaya çıktığı dönemdir. Ayrıca bu dönemde Ortadoğu'da ABD ile İngiltere arasındaki rekabet de başladı ve Batılı ülkelerde “Yahudi meselesi” gündeme geldi. Yahudilerin “sınırsız” göçüne Filistin'in kapıları açılmış, İngilizler ve Amerikalılar arasındaki rekabetin başladığı bu bölge için Batı desteğiyle bir yarış ilan edilmiştir. Bölge, dünya üzerindeki en önemli ülkeler haline gelen Büyük Britanya ve ABD arasında petrolün ve zaruretlerinin ortaya çıkmasının ardından hayati bir öneme geldi. Bu dönemde dünyanın en önemli yönetimlerinden biri olan Osmanlı’nın güneşi ise batmaya yüz tuttu…
Yalnızca New York'taki Yahudilerin sayısı 1940'ların ortalarında Filistin'dekilerin dört katına ulaşmıştı ve Holokost'tan kurtulanlar halen Nazi toplama kamplarında yaşıyorlardı. Yahudi terör çeteleri, Filistinlilerin anavatanında aktif bir güç oluşturmaya başlamış, 1946 yılıyla birlikte ‘İsrail Yahudi Ajansı’, ‘Haganah’ ve ona bağlı ‘Palmah’ kurulmuştu. Siyonist çeteler, Filistinlilere yönelik terör operasyonlarına başlamış ve bilindiği gibi Kudüs'teki Regency Oteli'ni yıkmışlardı.
Filistin davası 1940'lı yılların ortalarından itibaren zirve yaptı. İngiltere ile ABD arasında Araplar, özellikle de Filistinliler konusunda bir anlaşma vardı. Siyonist terör kontrolden çıktı. İngiliz istihbaratı, bir yıl içinde -yani 1947 yılında- Yahudi “göçmenleri” Avrupa limanlarından İngilizlerin vesayeti altındaki Filistin topraklarına taşıyan birçok Batı gemisi gözlemledi.
Bu giriş, İsrail'in Filistin halkına yönelik tutumunda olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilecek bir dönüşümün gerçekleştiğini göstermek adına gerekliydi. İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz’ın, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ı (Ebu Mazen) “şaşırtıcı” bir şekilde ziyaret etmesi, Filistin-İsrail barış sürecinde ‘yeni bir şeylerin’ olduğu anlamına gelmektedir. İsrailli yetkilinin Ebu Mazen'i ziyaretinin bir ‘sohbet’ ve ‘nezaket’ ziyareti olduğu doğru değildir. Filistinliler ile İsrailliler arasında bu türden ziyaretlerin olmadığı bilinmektedir. Dolayısıyla bu ziyaret, barış süreci için kesinlikle umut verici bir gelişmedir. Bunu teyit eden şey de Filistin-İsrail çatışmasının tarihinde ilk kez İsrail'in Filistin Ulusal Yönetimi’ni çökertmek istememesidir. Burada söz konusu dönüşümden önce İsrail'in Filistin devriminin liderlerinin peşinde olduğu ve Yaser Arafat (Ebu Ammar), Salah Halef (Ebu İyad) ve Halil el-Vezir (Ebu Cihad) başta olmak üzere birçok üst düzey Filistinli lidere suikast düzenlediği bilinmektedir. Bu suikastı düzenleyen kişiler, çağdaş Filistin devriminin ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün kurucularından olan büyük bir lideri ortadan kaldırarak İsraillilere hizmet etmek istediler.
Dahası ABD, Filistin ve Filistin davasına karşı tutumunu değiştirerek, iki devletli çözümü (İsrail devleti ve 1967 sınırlarında bir Filistin devleti) benimsedi. Bu, ülke ‘halkını’ ve ‘sahiplerini’ siyasi tutumlarla ve suikastlarla ortadan kaldırılması gereken terörist gruplar olarak gören büyük ve etkili bir ülke için ciddi ve gerçek dönüşüm anlamına gelmektedir. Oysa çağdaş Filistin devriminin başlangıcından bu yana, yakın bir döneme kadar devam eden durum bunun tam tersiydi.
Burada, Yaser Arafat (Ebu Ammar) döneminde İsrail'le olan “barış sürecinden” sorumlu olan Mahmud Abbas'ın (Ebu Mazen) geçtiğimiz günlerde silahlı mücadeleye karşı olduğunu açıkladığına işaret etmek gerekir. Abbas, Fetih ve FKÖ'deki en yakın arkadaşı Salah Halef (Ebu İyad) ile -halen bağlı olduğu ve özellikle uluslararası alanda duyurmaya hevesli olduğu konumu nedeniyle- sözlü bir çatışmaya girmişti.
Kahire’de birkaç gün önce gerçekleşen toplantının da bu çerçevede düzenlendiği açıktır. Bu toplantıya Ürdün Kralı 2. Abdullah, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas katıldı. Araplar, İsraillilerle barış sürecinde atılan “adımlar” konusunda bu üç liderin kendilerini temsil ettiği konusunda hemfikirdirler. Burada Ebu Mazen'in ve bir bütün olarak Filistin halkının sorunu, Hamas'ın kendisini bir Filistin örgütü olarak görmemesidir. Aslında Hamas, bir Filistin örgütü değildir. Kendisi de bunu söylüyor ve bunca yıldır bunu vurguluyor. Bu, Hamas’ın İhvancı bir hareket ve Müslüman Kardeşler’in küresel örgütlenmesinin ayrılmaz bir parçası olduğu anlamına gelmektedir. Bu, iyi bilinen bir mesele olup kanıta muhtaç değildir. Dolayısıyla Hamas, bu davaya ilişkin önerilen çözüme karşı olduğunu her zaman vurgulamaya isteklidir.
Bu nedenle üzerinde anlaşmaya varılması beklenen konularda -ne kadar şekli de olsa- İsrail'in herhangi bir şekilde geri adım atması Filistinliler karşı çıkacaktır. ABD’nin bunu onaylaması ve destek vermesi herhangi bir şeyi değiştirmeyecektir. Nitekim pek çok şeyden ötürü iki devletli çözüm olmadan hiçbir çözümün bir an bile ayakta kalamayacağını artık biliyor olması gerekir. Filistin meselesi öncelikle bir Arap sorunudur ve Ortadoğu'da yaşanan bir Arap-İsrail çatışmasıdır. Bu nedenle Filistin liderliğinin bu hassas konuyu dikkate aldığı bilinmektedir.
İsrail'in “varsayılan” bu anlaşmayı reddetmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Zira İsrail eski Başbakanı Şaron'un Filistin liderliğiyle yapılan anlaşmadan döndüğü ve Likud'dan ayrılarak Knesset'in 13 üyesiyle Kadima Partisi adında bir parti kurduğu bilinmektedir. Bunun yanı sıra ölmeden önce -yani Kasım 2004'te Ramallah'tan Paris'e geçmeden önce- Filistinli liderlere ve özellikle Arafat'a karşı terör operasyonlarına karıştığını da itiraf etmişti.
Burada Filistin-İsrail çözümüne yönelik Amerikan ve uluslararası bir gözetim altında gerçek manada bir eğilim olduğu kesindir. Ancak bu eğilimi garanti etmeyen durum, İsraillilere güvenilmemesidir. Nitekim onları Filistin devletinin kurulması anlamına gelen bir çözüme zorlayabilecek her şeyi reddedebilirler. Onların tek istedikleri, arzu edilen Filistin devletinin özelliklerinin çok gerisinde kalan bir Filistin varlığıdır. Bu, uzun yıllardır devam eden çatışmayı sona erdirmeye yönelik bir Filistin-İsrail çözümü hakkında konuşmak için henüz çok erken olduğu anlamına gelmektedir.
TT
Gerçek bir adım mı yoksa bir İsrail manevrası mı?
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة