Lübnan'da, çoğu acil ve hayati olan çeşitli krizlerin mağdurları veya onlardan zarar gören farklı grupların “Unutmayacağız” sloganının ana başlığı olduğu haklı öfkeli haykırışlar duyuluyor. Bu krizlere, Lübnan para biriminin çöküşünün ardından yaşanan ücret krizi, buharlaşan banka mevduatları, çözülemeyen elektrik sorunu, alternatif olan jeneratörlerin maliyeti, ilaçların, hastanelerin, tedavilerin, yakıt ve diğer pek çok şeyin maliyeti dahil. Son kriz ise, Ağustos 2020'deki Beyrut Limanı patlaması kurbanlarının ailelerinin, bu suçla ilgili soruşturmanın 1 yıldan fazla bir zaman boyunca yapay olarak felce uğratılmasından sonra sürdürülmesi çağrısı yapmak için toplanmalarıydı. Katılımcılar haklı olarak öfkeliydi ve "Unutmayacağız" haykırışları yüksekti.
Son olarak da 11 bankacı ile mevcut ve eski Merkez Bankası başkan yardımcılarını tanık olarak dinlemek için Lübnan'a gelen Avrupa adli heyeti hakkındaki tartışmayla cisim bulan yeni bir merak ve meşgale Lübnan siyasi arenasına giriş yaptı. Heyet üyeleri kendi ülkelerinde, Almanya, Fransa ve Lüksemburg'daki kara para aklama ve vergi kaçakçılığıyla ilgili dosyalara ilişkin soruşturmaları sürdürmek için bahsi geçen tanıkları dinleyecekler. Bilhassa Lübnanlıların çok sayıdaki taleplerinden biri ve bazı politikacıların rakiplerine karşı kullandıkları bir silah olan yolsuzluk ve onunla mücadele konularını da kapsayabileceği yönündeki yaygın izlenim sebebiyle, bu konunun Lübnanlıları uzun süre meşgul etmesi bekleniyor.
Tüm bu sorunlar ve krizler, yönelimleri ne olursa olsun Lübnanlılara, herkesin en büyük kaygısı haline gelen, onlarca yıldır derinleşen Lübnan ikilemini çözmenin tek yoluymuş gibi etrafında toplandıkları yeni cumhurbaşkanı seçimlerini unutturmadı. Siyaset, halk, medya ve seçkinler gibi tüm düzeylerde Lübnanlıların cumhurbaşkanlığı seçimleri ile meşgul olmaları, son milletvekili seçimleri öncesinde ve sırasında tanık olduğumuz meşguliyetten farklı değil. O zaman da Ekim 2019 halk ayaklanmasından sonra seçimlerin siyasi sınıfı yenilemenin tek yolu olduğuna inanıldı. Ancak milletvekili seçimleri uyumsuz bir mozaiği andıran, birincil yasama ve denetleme kurumu rolünü oynamaktan ve cumhurbaşkanını seçmekten neredeyse aciz bir parlamento ortaya çıkardı. Aynı sahne, seçimlerden sonra hükümeti kuracak kişinin görevlendirilmesi sırasında da yaşandı. Ardından anlaşmazlık, hükümetin oluşumu, cumhurbaşkanı ve başbakanın yetkileri ile kimin daha güçlü olduğu konusuna geçiş yaptı. Son olarak, cumhurbaşkanlığı seçimleri çerçevesinde tartışmalar, meclisteki ikinci tur oylamada oturum yeter sayısının üçte iki ile bir buçuk artı bir arasında olmasının anayasaya uygunluğu bağlamında ilerledi.
Yurtiçi ve yurtdışındaki gözlemciler, Lübnan'daki krizin doğasını ve gerçekliğini gözden kaçırıyorlar. Hele de bugün çatışan tüm tarafların, adeta on yıllardır süregelen ikilemi bazen cumhurbaşkanı seçimi, bazen de Hristiyanların hakları, cumhurbaşkanı ve başbakanın yetkileriyle veya yolsuzlukla mücadele, siyasi ve idari reform, yağmalanan paraların iadesi, mezhepçi siyasi sistem (liste bu şekilde uzayıp gidiyor) şeklinde özetlediği dikkate alındığında.
Tüm bunlar, Hizbullah’ın bu sıkıntıdaki birincil sorumluluğunun üstünü örtmeyi, dikkatleri asıl ikilemi oluşturan rolünden, projesinden, silahından, güç ve karar mekanizmasındaki ikilikten başka yöne çevirmeyi başardığı, tüm siyasi aktörleri kendi sahasına sürükleyebildiği anlamına geliyor. Öyle ki tüm siyasi aktivizmin döndüğü arena, Hizbullah’ın 2005'te Suriye vesayetini devraldığından beri ülkeye dayattığı güvenlik ve siyasi oldubittiyi kabul etti. Siyaset, ülkenin bahsettiğimiz sorunlarına ve krizlerine, tartışılamaz ve müzakere edilemez bir parametreye göre yaklaşma noktasına geldi. O parametre ise Hizbullah’ın, silahının ve gücünün aşılamaz bir oldubitti haline geldiği, reformların buna göre yapıldığı, geleceğin cumhurbaşkanının seçildiği, hükümetlerin kurulduğu, Dünya Bankası ve bağış yapan kurumlarla müzakereler yürütüldüğü ve yolsuzlukla mücadele edildiğidir.
İçeride ve dışarıda Hizbullah'ın nüfuzunu hâlâ reddeden ve ona karşı mücadele eden sesler ve partiler olduğundan, bu sonuca varmakta acele edildiğini söyleyenler bulunuyor. Ayrıca, Washington'dan Paris, Doha, Riyad ve diğerlerine, Batı ve Arap ülkelerinin girişimlerinin neler başarabileceklerine bir alan ve bir umut penceresi bırakmak da gerekiyor. Ancak şunu da kabul etmek gerekir ki sahada yaşananlar Hizbullah'ın çizdiği tabloya göre ilerliyor. Bunun en bariz örneği, egemenliğin etkisiz hale getirilmesinden sonra Hizbullah’ın memnun olmadığı hiç kimsenin cumhurbaşkanı seçilemeyecek olması, bilhassa İsrail ile ikinci ateşkes olarak kabul edilen deniz sınırlarının çizilmesine ilişkin anlaşmayı müteakip, Batı'nın doğrudan veya dolaylı desteğini alması. Batı'nın Hizbullah’a göz yumuşu, açık ve gizli Fransız pozisyonlarıyla ifade buluyor. Fransa'nın Lübnan'da ve yurt dışında Hizbullah ile birden fazla düzeyde masanın üstünde ve altında gerçekleştirdiği görüşmeler hakkında dolaşan bilgiler görmezden gelinmemeli. Genel olarak Fransa ve Batı'nın pozisyonu, bir yandan siyasi gerçekçiliği, diğer yandan da özellikle Fransızların çıkarılması beklenen gazdan, elektrik, liman, posta ve diğer tesislerin yeniden inşası ve rehabilitasyonuna kadar ekonomik çıkarlar için Hizbullah ve Lübnan'daki müttefiklerine olan ihtiyacını ifade ediyor.
Hizbullah'ın Lübnan üzerindeki kontrolünü kabul etme konusunda Fransızların ve hatta Amerikalıların tutumu özde pek farklı olmayabilir. Zira Hizbullah’ın benimsediği krizleri biriktirme yöntemi, sorunun özünden, “devlet içindeki devletçiğin” varlığının ve bu devletçiğin gücünün “devletçik içinde devlet” denilecek noktaya kadar ulaşmasının sebep olduğu ayrık ve anormal durumdan dikkatleri uzaklaştırmayı başardı. Hizbullah, mali, ekonomik ve parasal çöküşten, banka mevduatlarının kaybından yararlanmayı başardı. Tüm bunlarda Hizbullah fail, sorumlu ve bundan faydalanandı, dahası şu ya da bu şekilde katkıda bulundu. Geri kalan siyasi ve hayati krizleri üretti. Yine de sonuç, egemenlik, silah ve hegemonya meselelerinin bir kenara konulması oldu. Hizbullah’ın rızası ve onayı ile cumhurbaşkanının seçilmesi nihai hedef ve arzuya dönüştü. Oysa bilindiği gibi Lübnan’da, Suriye vesayeti döneminden İranlı halefi (Hizbullah) zamanına kadar 8'den fazla cumhurbaşkanı görev yaptı, ancak bu sorun hâlâ devam ediyor ve hatta daha da şiddetleniyor.
Kriz yaratma veya krizleri söndürmeye katkıda bulunmak için bir başkasını ateşleme, böylece ikinci krizi çözerken birincisini unutturma politikası Lübnan'a özgü değil. Bu yeni değil ve bu noktada Suriye rejiminin Lübnan savaşı sırasındaki hile ve oyunlarını, terör örgütleri icat etmesini, daha sonra da onları ortadan kaldırmakta kararlı olduğunu iddia etmesini hatırlıyoruz. Bugün İsrail de Filistinlilere karşı bu politikayı benimsiyor, Filistinlilere yaptırım uyguluyor ve sonunda çözüm yaptırımların kaldırılması oluyor. Bu arada asıl sorun olduğu gibi kalıyor. Suriye'deki Esed rejimine gelince, özgürlük, adalet ve onurlu yaşam taleplerini krizin bir komplo olarak tanımlandığı bir zemine kaydırdı. İran da kendi ülkesinde ve kontrolü altındaki ülkelerde aynı politikayı izliyor; Husilerin desteğiyle Yemen’de bir kriz yarattı. Sonra onları Yemen'den Suudi Arabistan'a saldırmaya teşvik etti, böylece sorun Husiler ve İran’ın desteği olmaktan çıkıp, bu saldırıları durdurmaktan ibaret hale geldi. İran aynı senaryoyu Suriye'de, Irak'ta ve tabii ki Lübnan'da tekrarladı. Lübnan'daki sorunlar çok, derin ve hayali değil. Keza Lübnanlıların hafızası, ülkenin sıradan ülkelere özgü olmayan benzersiz bir durumda yaşadığını unutacak kadar zayıf da değil. Belki Lübnanlıların ve özellikle de politikacıların kayıtsızlığı, Hizbullah’ın devletin bir parçası olarak hibrit rolünden yararlanma ve devleti başarısızlığa itme başarısından kaynaklanıyor. Aynı zamanda Hizbullah, devletin sınırlarını aşan nüfuzunu, gücünü ve askeri kapasitesini kullanarak resmi hükümet ve kamu denetimi kanalları dışında faaliyet gösterme özgürlüğüne de sahip bulunuyor.
Hizbullah ikili oynuyor, hem diğer partiler gibi Lübnan hükümetinin kurallarına ve hukukun üstünlüğüne göre faaliyet gösteriyor hem de yetkilileri, siyasetçileri ve kanaat önderlerini çıkarları doğrultusunda manipüle etmek için perde arkasında korkutma ve tehdit yöntemlerini kullanıyor. Bu da yeniden bizi meşru ve haklı olan öfkeli “Unutmayacağız” haykırışlarına götürüyor. Bu haykırış meşru ve haklı, ne var ki pusulasını kaybetti, etkinliğini paramparça etti, bu sloganı benimseyenlerin yanı sıra Lübnan'ın başkaldırışına ve onun gizli kökenine önem veren uluslararası tarafların kaybetmesine yol açtı.
En önemlisi, filin hâlâ züccaciye dükkanını dağıttığını unutmamamızdır!
TT
"Unutmayacağız" haykırışı züccaciye dükkanındaki fili unutmaya çalışıyor
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة