Birkaç yıl önce İstanbul sokaklarında ve dükkânlarında Arapça ve Suriye lehçesini konuşan insanları duymak normaldi. Suriyelileri yüz hatları ve kıyafetleriyle ayırt etmek mümkündü. Mağazalarının, restoranlarının, tatlı dükkânlarının, bakkallarının, araba satış ve kiralama galerilerinin ve diğerlerinin cephelerini, Arap harfleriyle isimlerinin ve ne sattıklarının yazıldığı tabelalar süslüyordu. Bu tür görüntüler, çok sayıda Suriyelinin erken dönemde yerleştiği İstanbul'un tarihi bölgeleriyle sınırlı kalmadı, son 10 yılda büyük ölçüde genişleyen İstanbul'un yeni ilçelerinde de aynı durum yaşandı. İstanbul'daki Suriyelilerin sayısı yaklaşık 1 milyona yükseldi ve bu sayı şehrin nüfusunun yaklaşık 15'te 1'ini oluşturuyor.
Suriyelilerin sayısı ve İstanbul'daki varlığı özel ve farklı bir durumdu, bazı şehir ve ilçelerdeki varlıkları da buna yakındı. Bu şehirler arasında Türkiye'nin doğusundaki Gaziantep ve Şanlıurfa da yer alıyor. Her birindeki Suriyeli sayısı yarım milyona ulaşırken, Gaziantep'in batısındaki sahil şehri olan Mersin’de çeyrek milyona yaklaştı.
Türkiye genelinde kentsel ve kırsal bölgelerde, özellikle de bugün Suriyelilerin varlığına dair izlerin kaybolmuş gibi göründüğü İstanbul'da, Suriyelilerin görünürlülüğünde derin bir değişim yaşandı. Sesleri güçlükle duyuluyor, varlıkları belirgin değil ve mağazaların Arapça tabelaları yerini Türkçe isim ve harflere bıraktı.
Suriyelilerin varlık ve görünürlüğündeki bu değişikliklerin temelinde birden fazla faktör yatıyor ve bunlardan en belirgin olanı, Türklerin Suriyelilere karşı tutumunda son yıllarda biriken değişikliklerdir. Savaşın ve yıkımın vahşetinden kaçarak ülkenin sınırlarını geçen mültecileri Türkler çok iyi karşıladılar. Türkiye'ye yerleşmek ve yatırım yapmak için gelenleri de memnuniyetle karşıladılar. Ama aradan yıllar ve yıllar geçti ve Suriye meselesi daha da karmaşık ve zor hale geldi. Türkiye'deki Suriyelilerin sayısı arttı, oradaki koşullar ve ilişkiler daha da karmaşıklaştı. Türkiye'de siyasi, ekonomik ve sosyal değişimler yaşandı. Kamuoyunun ve Türk yönetiminin Suriyelilere yönelik tutumunda değişimler görülmeye başlandı.
İki komşu halkın ortak tarihinden hatırlanan en belirgin şey, her iki tarafta karşı tarafa dair klişeleşmiş imajlarla dolu ağır miras oldu. Bu imajlardan biri de Osmanlı Halifeliğine ihanet eden, isyan eden, ona karşı Avrupalılarla iş birliği yapan Suriyeliler imajıydı. Bunun karşısında da Suriye'yi 5 asır boyunca yöneten, kalkınma ve ilerleme olanaklarından mahrum bırakan, Türkleştirme yöntemi uygulayan Türk sömürgeciliği imajı yer alıyordu. Böylece aradan geçen zaman, harcanan çabalar ve ortak politikalar, her iki tarafta da olumsuz imajın aşılması, olumlu imaj ve ilişkilerin yaratılması gerekirken bu ağır miras devam etti.
İkili ilişkilerdeki ağır mirasın ve Suriyelilerin Türkiye'de mülteciye dönüşmesinin üstüne bir de Türkler arasında tırmanan ırkçılık ilişkilerin bozulmasında rol oynadı.Tarihsel ve kültürel geçmişin, Türkiye'nin tanık olduğu siyasi, ekonomik ve sosyal koşulların iç içe geçtiği faktörler neticesinde ırkçılık, iki taraf arasındaki ilişkilerin bozulmasında bir rol oynadı. Değişen koşullar Suriyeli mültecileri siyasi partiler ve gruplar arasındaki siyasi tartışmalar alanına dahil etti. Enflasyon, işsizlik, yüksek fiyatlar ve ekonomik büyüme oranlarının düşmesine, Türkiye ekonomisinde önemli bir yere sahip olan inşaat, hizmet ve turizm sektörlerinde işlerin kötüleşmesine neden olan ekonomik sorunların bir parçası yaptı.
İki taraf arasındaki ilişkilerde olumsuz miras ve son yıllarda Türkiye'de artan ırkçılık Suriyelilere yönelik tutumların değişmesinde rol oynasa da değişimin bazı belirtileri üzerinde durmak ve ister halk düzeyinde ister resmi düzeyde olsun, pratik ifadelerini görmek önemlidir. Ancak şunu da vurgulamak gerekir ki, halk ve resmi düzeyde Türkler arasında hâlâ iki taraf arasındaki tarihi mirastan ve mevcut ırkçılıktan uzak bir şekilde Suriyelilerle ilişkiler kuran bir kesim de var.
Türklerin Suriyelilere yönelik tutumunda en önemli husus, medya ve sosyal medya aracılığıyla imajlarının çarpıtılması ve siyasi grup liderlerinin açıklamaları şeklinde ortaya çıkıyor. Bu tür açıklamalarda Suriyelilerin farklılıklarına ve Türklerle aralarındaki karşıtlıklara odaklanılıyor. Ekonomiye yük oldukları, Türk devletinin sırtından geçindikleri, paralel toplumlar oluşturdukları söyleniyor. Irkçı eylemler, çizilen görüntünün içeriğine dayanılarak yapılıyor ve bunların en göze çarpanı, kamusal alanlarda Suriyelilere uygulanan nefret ve zorbalık politikası. Bir diğer ırkçı eylem şekli, okulda Suriyeli öğrencilere davranış biçimi ve Suriyelilerle alım-satım yapmaktan, ev ve ticari gayrimenkul kiralamaktan kaçınma ve onlara özel fiyat uygulamadır. Bu ilişki biçimi, Suriye kökenli Türk vatandaşlarına da uzanıyor. Suriyelilere, dükkân ve arabaları dahil olmak üzere mülklerine saldırılar yapılıyor. Pek çok saldırı alenen gerçekleşse de soygun, hırsızlık ve adam kaçırma suçları gibi bazı saldırılar ışıklardan uzakta gerçekleşiyor.
Saldırıların etkisini artıran şey, saldırganın çevre tarafından desteklenmesi ya da mağdurun Suriyeli olduğu öğrenildiğinde kayıtsız kalınması. Aynı durum bazı güvenlik görevlileri için de geçerli ve şikâyet olması durumunda mağdurlara yönelik muameleleri daha da kötüleşebiliyor. Mağdurlar farklı şekillerde başka dava ve meselelerle uğraştırılırken, faillere emniyette olmazsa mahkemede onları serbest bırakacak kadar hoşgörü gösterilebiliyor.
Güvenlik görevlilerinin, oturma iznini ihlal edenleri arama operasyonları sırasında Suriyelilere davranışları, her ne kadar yasayı ihlal edenlere karşı yasaları uygulama adı altında yürütülse de yasa dışı görünüyor. Suriyeliler keyfi bir şekilde gözaltına alınıyor ve çoğu zaman gönüllü bir şekilde ülkelerine döndüklerine dair yalan beyanda bulunmaya zorlanarak sınır dışı ediliyorlar. Herhangi bir protesto ve itiraz, sahibini farklı muamelelere maruz bırakabiliyor.
Yasalardaki eksiklikler veya Suriyelilere yönelik uygulamalarda yasaların uygulanmaması ile birlikte ırkçılık, onları Türkiye'de ihlallere, şantaja ve zorbalığa karşı savunmasız hale getiriyor. Ama en önemlisi sadece günlük hayatlarının akışında değil, hayatlarının her alanında ve özellikle de geleceğe dair olasılıklar konusunda kaygılar yaşamalarına yol açıyor. Bu da içeriği ve detayları sınırlandırılamayacak zararlar taşıyor. Türkiye ve özellikle de İstanbul'daki Suriyelilerin gölgede saklanmalarına neden olan şey de bu. Türk ev sahiplerinin istenmeyen sonuçlara yol açacak bir davranışına maruz kalmaktan kaçınmak için sesleri duyulmuyor, varlıkları görülmüyor!