Brian Katulis
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Başkan Donald Trump ile görüşmek üzere Washington'a gittiğinde, masaya yatırılacak konuların sayısı çok ve birbiriyle bağlantılı olacak. Trump'ın mayıs ayında Suudi Arabistan'a yaptığı ziyaret sırasında ekonomi ve yapay zeka da dahil olmak üzere teknoloji alanlarında temelleri atılan gelişmiş ikili iş birliği çerçevelerinin takibinin yanı sıra, öne çıkan bölgesel güvenlik konuları da gündemin üst sıralarında yer almaya devam ediyor.
Riyad'ın yıllardır peşinde koştuğu eski ama her daim gündemde bir hedef olan güvenlik garantileri veya ABD ile savunma anlaşması konusu ön planda yer alıyor. Mart 2023'te, Çin'in Pekin'de arabuluculuk yaptığı bir anlaşmayla Suudi Arabistan ve İran arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden başlayacağının duyurulmasının ardından Riyad, Amerikan güvenlik garantilerini elde etme çabalarını yoğunlaştırdı. Bu hamle, özellikle Husiler, Hizbullah ve Suriye ile Irak'taki çeşitli milis grupları içeren ve “Direniş Ekseni” olarak bilinen bölgesel ortaklar ağı göz önüne alındığında, birçok ülkenin İran İslam Cumhuriyeti'nin niyetlerine ilişkin devam eden şüphelerini yansıtıyordu.
İki yıl öncesine kadar durum böyleydi. Bugün ise tablo tamamen farklı. 2025'te bölgesel sahne nispeten kısa bir sürede kökten değişti. Haziran ayında İsrail'in ABD'nin doğrudan desteğiyle başlattığı 12 günlük savaşta, İran’ın askeri kabiliyetlerine ve nükleer programına yıkıcı darbeler indirildi. Geçtiğimiz yıl da İran'ın Lübnan Hizbullahı'na ve Suriye'deki Esed rejimine yaptığı uzun vadeli yatırımlar çöktü ve bu durum İran rejiminin bölgesel stratejisini yerle bir ederek, onu 1979 devriminden sonra en zayıf noktaya getirdi.
Ne var ki bu, İran rejiminin tamamen yenildiği anlamına gelmiyor. İran, doğrudan veya farklı alanlara yayılmış vekilleri aracılığıyla bölgede huzursuzluk yaratma konusunda hâlâ önemli bir kapasiteye sahip. Bu durum, güvenlik anlaşmalarının önemini vurguluyor ve bu kritik dönemde Suudi Arabistan ile ABD arasındaki görüşmelerin önemini pekiştiriyor.
İsrail askeri harekâtlarının neden olduğu bölgesel istikrarsızlık
Bu sonbaharda birçok Ortadoğu ülkesinin gözünde tehdit dengesini değiştiren yeni bir faktör ortaya çıktı; İsrail'in 9 Eylül'de Katar'ın başkenti Doha'da Hamas liderlerine düzenlediği hava saldırısı. Trump yönetiminin, Katar'ın ABD'nin Körfez’deki önemli bir ortağı olmasına rağmen bu saldırıyı engellememesi, bölge ve dünya genelinde şok dalgaları yarattı.
Trump, bu yılın ilkbaharında Katar'ı ziyaret etmiş ve Katar hükümeti ona lüks bir uçak hediye etmişti. Fakat Washington, Doha'yı komşularının art arda gerçekleştirdiği iki saldırıdan koruyamadı; ilk saldırı haziran ayında İran'dan, ikinci saldırı ise eylül ayında İsrail'den geldi. Bu son saldırı, İsrail'in Gazze'ye kara harekâtı ve Lübnan, Suriye ve Yemen'e sürekli hava saldırıları da dahil olmak üzere geniş çaplı bir gerginliği yükseltme hamlesiyle eş zamanlı olarak geldi. Bu durum, ABD'nin İsrail'i kontrol altına alma kabiliyetine dair şüpheleri derinleştirdi ve bölge ülkelerinin güvendiği Amerikan güvenlik şemsiyesinin etkinliği konusunda birçok ülkenin endişesini artırdı.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın Washington'a yapacağı ziyaret, Riyad ve Washington arasındaki ikili ilişkileri çeşitli düzeylerde güçlendirmek için stratejik bir fırsat taşıyor
İsrail'in Katar'a yönelik saldırısına Ortadoğu ülkelerinden hızlı bir tepki geldi. Sadece bir hafta sonra Doha, İran da dahil olmak üzere Arap ve İslam dünyasından liderleri Katar ile dayanışma içinde olduklarını ifade etmek ve İsrail saldırısını kınamak üzere bir araya getiren olağanüstü bir zirveye ev sahipliği yaptı. Zirvenin nihai bildirisi, siyasi söylem açısından zengin olsa da somut ve pratik adımlardan yoksundu. Bununla birlikte, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK), istihbarat paylaşımı alanındaki yükümlülüklerini pekiştirdi, balistik füze erken uyarı sistemleri de dahil olmak üzere ortak savunma planlarını güncelledi. Bu hamle, ABD tarafından uzun süredir teşvik edilen daha geniş savunma entegrasyonuna doğru bir eğilimi yansıtıyordu. Bölgenin güvenlik ortaklıklarını çeşitlendirme çabalarının bir başka göstergesi olarak, Suudi Arabistan, Pakistan ile gelişen tehditler konusundaki artan farkındalığı ve caydırıcılık seçeneklerini genişletme ihtiyacını yansıtan ortak bir savunma anlaşması imzaladı.

Ancak İsrail saldırısının ardından, Gazze'de ateşkes anlaşmasına varıldı ve ekim ayı başlarında bir rehine takası yapıldı. Trump yönetimi, Katar'ı güvenlik ilişkileri konusunda rahatlatmak için hızla harekete geçti ve İsrail saldırısından duyduğu hoşnutsuzluğu, İsrail ve Hamas'ı aylardır tartışılan anlaşmaya zorlamak için bir kaldıraç olarak kullandı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Trump'ın ikinci döneminde Beyaz Saray'a yaptığı dördüncü ziyaret sırasında ABD Başkanı, Netanyahu'dan saldırı için resmi bir özür koparmayı ve kayıplar için üzüntüsünü dile getirmesini sağlamayı başardı. Washington'un Katar'a verdiği güvencelerin bir kısmı, eylül ayı sonlarında yayınlanan bir başkanlık kararnamesi ile cisim buldu. Kararnamede, “Katar Devleti'nin topraklarını, egemenliğini veya kritik altyapısını hedef alan herhangi bir silahlı saldırı, ABD'nin barış ve ulusal güvenliği için bir tehdit olarak değerlendirilecektir” denildi. Yine kararnamede, bu tür saldırıların Washington’u “ABD ve Katar Devleti'nin çıkarlarını savunmak ve barış ve istikrarı sağlamak için diplomatik, ekonomik ve gerekirse askeri araçlar da dahil olmak üzere tüm uygun ve yasal önlemleri almakla” yükümlü tuttuğu da ifade edildi.
Kararname önemli bir sembolik adım olsa da ABD Senatosu tarafından onaylanması gereken resmi bir güvenlik anlaşmasının hukuki ağırlığından yoksun. Bununla birlikte, bu kararın yayınlanma hızı, Trump yönetiminin İsrail saldırısının bölgesel ortakların ABD güvenlik şemsiyesine olan güvenine verdiği zararın farkında olduğunu gösteriyor.
Suudi Arabistan-ABD görüşmelerinden ne beklenebilir?
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın kasım ayında Washington'a yapacağı ziyaret, Riyad ve Washington arasındaki ikili ilişkileri çeşitli düzeylerde güçlendirmek için stratejik bir fırsat taşıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu ziyaret, Başkan Donald Trump'ın mayıs ayında Suudi Arabistan'a yaptığı ve ekonomi ile yapay zeka da dahil olmak üzere teknoloji alanlarında ileri düzey iş birliğinin temellerini atan ziyaret sırasında kazanılan ivmeyi pekiştiriyor.
Gelgelelim, bu alanlardaki herhangi ilerleme ancak sağlam bir temele oturtulması halinde anlamlı olacaktır. Bu nedenle, Trump yönetiminin Katar'a güvenlik garantileri sunmak için yakın zamanda yayınladığı kararnamenin, önümüzdeki haftalarda Suudi Arabistan ve ABD arasında varılabilecek anlaşmalar için bir ön model görevi görmesi olası.
Trump'ın ikinci döneminin ilk dokuz ayını karakterize eden belirsizliğe rağmen, Ortadoğu hem söylem hem de eylem olarak Başkan’ın gündeminde açıkça bir öncelik olmaya devam etti
Son yıllarda, birbirini takip eden yönetimlerin yaşadığı dalgalanmalar ve ABD içindeki keskin bölünmeler nedeniyle ABD'nin güvenilirliği ve politikalarının istikrarı konusunda artan endişelere rağmen Washington, Suudi Arabistan'ın tercih ettiği stratejik ortak olmaya devam ediyor. ABD ordusu halen dünyanın en güçlü ordusu ve tıpkı 1990-1991 Körfez Savaşı sırasında bölgenin Saddam Hüseyin rejiminin doğrudan tehdidiyle karşı karşıya kaldığı dönemde olduğu gibi, ABD’nin Ortadoğu'daki güvenlik ittifakları ağı, Krallığın savunmasını desteklemede ona önemli bir avantaj sağlıyor.

Çin veya Rusya gibi rakip küresel güçlerin hiçbiri, ortaya çıkan herhangi bir şüpheye veya sorgulamaya rağmen, ABD'nin bölgedeki taahhütlerinin düzeyine veya askeri ve siyasi kabiliyetlerine yaklaşamıyor.
Bununla birlikte Riyad ve Washington arasında resmi antlaşma biçiminde kapsamlı bir güvenlik anlaşmasının imzalanması, özellikle 1 Ekim'den bu yana ABD'de iç harcama öncelikleri konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle ortaya çıkan ve sonu görünmeyen siyasi durum gibi birkaç nedenden dolayı olası görünmüyor. Hükümetin kapanması sorununun üstesinden gelindikten sonra bile, Senato içindeki derin ayrılıklar, resmi bir antlaşma için geniş çaplı bir destek elde etmeyi zorlaştırıyor. Bu durum, anlaşma yerine Washington'un Krallığın güvenliğine olan bağlılığını teyit eden bir başkanlık kararnamesinin yanı sıra, yeni silah anlaşmaları da dahil olmak üzere askeri iş birliğini derinleştirmek için ilave adımların duyurulmasını daha olası kılıyor.
Özellikle iç politika düzeyinde Trump'ın ikinci döneminin ilk dokuz ayını karakterize eden belirsizliğe rağmen, Ortadoğu hem söylem hem de eylem olarak Başkan’ın gündeminde açıkça bir öncelik olmaya devam etti. Suudi Arabistan ve ABD arasındaki ikili ilişkiler, Trump'ın bölgesel politikasının temel taşlarından biri olmaya devam ediyor ve bunun, bu ilişkiyi güçlendirmeye yönelik somut adımlar şeklinde yansıması bekleniyor.
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.









