Memduh Muheyni
Al Arabiyya Genel Yayın Yönetmeni
TT

Öfkeli Bolton, Trump’ı devirir mi?

Trump’ın John Bolton’ı ulusal güvenlik danışmanı görevine getireceği haberi duyulduğunda, içe kapanma taraftarı Cumhuriyetçi destekçilerine panik hakim olmuştu.
Bolton’un başkanlarını elini kana bulayacak, başını derde sokacak ve seçimleri kaybetmesine neden olacak yeni bir savaşa sürüklemesinden endişelenmişlerdi. Sevgili başkanlarını korkutmak için Bolton’a karşı bir kampanya başlatıp tuhaf davranışları, ucuz kıyafetleri ve gür bıyıkları ile alay etmişlerdi. Bu organize kampanya yine de Bolton’ın Fox News kanalındaki yorumları hoşuna giden Trump’ı korkutmadı. Onu danışmanı olarak atadı ama sadece 17 sonra kendisini bir tweet ile görevinden azletti.
Peki ama ne oldu da Bolton, eski başkanının imajını karalamak ve kendisini bir 4 yıl daha Beyaz Saray’da kalmaktan mahrum etmek için mümkün olan her yola başvurduğu son kitabını yayınladı? Bu anlaşmazlık neden patlak verdi?
Aralarındaki anlaşmazlığın nedeni basitti: Kişilikler ve öncelikler.
Bolton, dış politikada tam anlamıyla  prensiplere inanan bir kişilik. Diğer bir deyişle, ABD'nin dünyadaki rolü hakkında bütüncül bir fikir ve prensipler sistemine inanıyor. Trump’ın hatası, Bolton’un kişiliğini anlamamış olması. Nitekim attığı bir tweette, Bolton’u daha önce görevden almadığı için pişman olduğunu söyleyerek bunu itiraf etti. 
Bolton’ın prensiplere bağlılığına örnek olarak, kendisinin ABD başkanının Kuzey Kore lideri Kim Jong-Un ile olası barış müzakereleri için görüşmesini hiç hazmedememesini gösterebiliriz. Bu nedenle, önemli bir konumda olmasına rağmen kendini bu görüşmelerin dışında tuttu. Bu görüşmeleri savunmak için televizyona çıkmayı bile reddetti. İki lider arasındaki sevgi mesajlarıyla kedere boğuldu. Sonunda, verdiği bir röportajda -kasıtlı olarak- Kuzey Kore’de Libya modelinin uygulanmasından bahsederek anlaşmayı sabote etmeyi başardı.
Pragmatik Trump, müzakereleri tamamlamak istiyordu. Prensipler adamı Bolton ise inancını kirlettiği için daha en başında müzakereleri sabote etmekte kararlıydı. Kaçınılmaz olarak görevinden kovulması ile sonuçlanan anlaşmazlığın başlangıç noktası işte buydu.
Bu konuda kimin haklı kimin de haksız olduğuna karar vermeden önce, Bolton’un bir  profesyonel olarak hata yaptığını söylemeliyiz. Çünkü görevi gereği, başkanının bakış açısını kabul etmese ve ikna olmasa bile kendisine hizmet etmesi veya en başından istifa etmesi ya da görevi kabul etmemesi gerekiyordu.
Nitekim kitabından da ikisi arasındaki büyük anlaşmazlığın, kişisel olduğunu anlıyoruz. Bolton, Trump ile aynı uçakta bile yolculuk yapmıyordu. Kitabında, neredeyse İran dosyası dışında tüm dış dosyalarda başkanının politikalarını eleştiriyor.
İran dosyasında yaptığı tek eleştiri, Trump’ın, ABD İHA’sının düşürülmesinden sonra karşılık olarak İran’a saldırı düzenleme kararından son ana kadar geri adım atmaması,düğmeye basmaktan son anda vazgeçmiş olması.
Bolton, Kuzey Kore ile müzakerelerde benimsediği tutumu, Camp David’de Taliban liderleri ile yapılan görüşmelerde de tekrarlıyor. Bir ABD başkanının ellerine ABD’lilerin kanı bulaşmış kişilerle görüşmesinin ve ellerini sıkmasının uygun olmadığını düşünüyordu. Bu görüşme de inançlarına aykırıydı. Sineye çekmesi ya da sessiz kalması zordu. ABD’nin dünyayı koruma rolüne inanan Cumhuriyetçi inancın sadık bekçisi Bolton, buna şiddetli bir şekilde karşı çıktı. Bunun üzerine dışlandı.
Önemli bir konuda başkanına karşı çıkan bir yetkilinin günlerinin sayılı olması doğaldır. Bundan dolayı, şimdi Bolton’un kitabını eleştirenler, kendisinin çoğu zaman ABD Başkanının dış ajandası ile ters düşen kendi özel ajandası olan bir başkan gibi davrandığını söylüyorlar.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun da en başından beri prensipli, Obama döneminde zayıflayan küresel ABD sistemine yeniden itibar kazandırmak başta olmak üzere dış politikada güçlü ve açık fikirlerin sahibi olduğu açıkça görülüyor.
Nitekim, son olarak Foreign Affairs dergisinde bu düşüncesini açık ve net bir şekilde açıkladığı ayrıntılı bir yazı yayınladı. Ancak, Bolton’dan farklı olarak Pompeo, Kuzey Kore ile müzakere dosyasını (sabote edilmeden önce) en başından itibaren yöneten pragmatik ve esnek bir politik figürdü. Trump’ı İran ve bölgedeki milis güçlerine karşı güçlü bir tutum benimsemeye ikna etmekte de büyük bir rol oynadı. Pompeo, Bolton’dan farklı olarak, sadakate ve fonksiyonel hiyerarşiye inanıyor. Bu yüzden, başkanı ile arasını açmaya çalışarak onun da başına dert açmaya çalışan Bolton’ı “yalancı ve hain” olarak niteledi.
Dış politikada prensipli Bolton’ın, Trump dönemini kehanetinin gerçekleşmesi için son şans olarak gördüğü aşikar. Hayatı boyunca iş dünyasında faaliyet gösteren ve ABD sınırları dışında yaşananlar ile ilgilenmeyen Trump’ın aklını kontrol etmek için son bir girişim olarak gördü. Temiz ününü korumak için aklında kökleşmiş hiçbir düşünceden vazgeçmek istemedi. Ama son girişimi de beklendiği gibi başarısız oldu ve bu nedenle söz konusu öfkeli kitabını yayınlamaya karar verdi.
Kitabı Trump’ın yeniden seçilme şansını etkileyebilir mi?
Büyük olasılıkla hayır. Çünkü Trump’ın içerideki destekçileri dış politikayla ilgilenmiyorlar.
Bolton ise, Trump’ı azletme girişimleri sırasında tanıklık yapmadığı için kendisini eleştiren Demokratlar ile şiddetli bir anlaşmazlık içinde.
O halde, bu kitabın kime faydası olacak? Maddi olarak Bolton’a. Ama yazdığı kitapla, İranlıları her yerde sıkıştıran ve nefesini kesen bir başkanın yönetimini devirmeye çalışarak yıllar boyunca İranlılara karşı olan gerçek bir savaşçı olarak pekiştirdiği şahin ününe zarar verdi.
Böylece, gerçek bir politik vizyona sahip bir figürün nasıl da kendisine emanet edilen sırları ifşa etmekten kaçınmayan öfkeli ve konuşkan, prensipleri ve değerleri pahasına yaralı benliği için intikam almak isteyen bir adama dönüştüğüne tanık olduk.