İstemi Yılmaz
TT

Tavizin eşiğinde Türkiye

ABD’de bundan 12 sene önce Demokrat aday Barack Obama başkan seçildiğinde, slogan veya popüler deyimle “mottosu” değişimdi. Cumhuriyetçi George W. Bush’un getirdiği Afganistan ve Irak’ın işgali, Guantanamo işkenceleri veya denizaşırı ülkelere darbe tehditleri son bulacaktı. Bir devir kapanıyordu. Obama’nın gelişiyle ABD’nin kirli yüzü, çamurunu silerek daha demokratik bir görünüme kavuşacaktı. Ancak bunların hiçbiri olmadı.
Obama döneminde ABD, doğrudan işgal yerine teknolojiyle Ortadoğu’nun denetimini sağladı, İnsansız Hava Araçları on binlerce insanı katletti. Afganistan ve Irak gibi Amerikan askeri varlığını bulunduğu ülkelere Suriye, Pasifik ve Afrika’dan bazı bölgeler de eklendi. Obama, Bush’un aksine, savaşarak değil konuşarak anlaşıyordu. Buna rağmen ağzından düşürmediği “demokrasi” söylemi, eylemlerine yansımadı. Mısır’da darbeciler desteklendi, Türkiye’deki kanlı darbe girişimi karşısında sessiz kalındı, Brezilya’da İşçi Partisi iktidarına karşı yargı darbesi Washington’dan yönetildi, Suriye İç Savaşı’na müdahale için “kırmızı çizgi” olarak sunulan rejimin kimyasal silah kullanımına göz yumuldu. Demokratların ikiyüzlülüğü deşifre oldu.
Beyaz Saray’da bugün de bir Demokrat Başkan, Joe Biden, oturuyor ve bizler aynı senaryoya şahit oluyoruz. Cumhuriyetçi Donald Trump’ın yerle bir ettiği dengeleri yeniden kurmakla ve normalleşmeye öncü olma iddiasıyla Oval Ofis’e kurulan Biden, aslında selefinden pek de farklı hareket edecek gibi gözükmüyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e “Katil” diyen, Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’ı Japonya ve Güney Kore gibi ülkelere göndererek Çin’e karşı bir cephe oluşturmayı planlayan, Trump’ın İsrail’e hediye ettiği “Kudüs” konusunda geri adım atmayarak meseleyi bir statükoya çeviren, müttefiklerinin istihbarat raporlarıyla hizaya getirmeye çalışan bir ABD Başkanı’yla karşı karşıyayız. Saydıklarımız Trump dönemi icraatlarından azade değil. Politika aynı, söylem farklı. Yani, Demokrat ikiyüzlülük sürüyor.
Türkiye’nin Amerika ile ilişkilerinde burun buruna kaldığı zorluk da buradan kaynaklanıyor. Yeni ABD yönetimi son derece inatçı ve istediğini alana kadar perde arkasından her türlü diplomatik engeli Ankara’nın karşısına çıkarabilecek kapasiteye sahip. Asya’nın “In” Ortadoğu’nun “Out” olduğu bir ortamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bloomberg için kaleme aldığı yazıyla Biden’a yaptığı Suriye’de ortaklık teklifinin pek bir anlamı yok. Sorun Biden’ın iç politika darboğazı nedeniyle Ankara’ya telefon açamamasının ötesinde, Türkiye’nin güvenilirlik testine tabi tutulması.
Ankara’nın dış politikada bir sıkışmışlık yaşadığı açık. Doğu Akdeniz’de ve Suriye’de sahada aldığı başarıları masaya taşıyamıyor. Körfez’de Katar dışında Türkiye’nin bir müttefike sahip olduğunu söylemek güç. Dahası Batı, “milliliğe” kurban edilmiş durumda. Aynı millilik, ABD’yle diyalog kanalı açılamamasının da nedenleri arasında. Bu tablo, Türkiye’yi her geçen gün biraz daha taviz vermeye itiyor.
Ne yazık ki muhatapları vaziyetin bilincinde. Ankara’nın saflarına davet edilen Körfez ülkelerinin Müslüman Kardeşler ültimatomu ve Türk okulları veya mallarına uygulanan boykotun sürmesi havanın değişmediğinin göstergesi. Fakat bu taviz orkestrasını asıl yöneten ise ABD yönetimi. Her devlet Türkiye’ye karşı atacağı adımdan önce Biden hükümetine dönüp bir bakıyor.
Ankara açısından, gelecek hafta gerçekleştirilecek Avrupa Birliği Liderler Zirvesi belirleyici olacak. Bir önceki toplantıda ABD’nin tavrının bekleneceği şerhi düşülmüştü. Geçen üç aylık sürede Biden rengini belli etmedi. Brüksel’in yaptırım uygulamaya hazır olduğu ancak Washington’ın “Ankara geri adım atacak” beklentisiyle girişimi engellediği de gelen bilgiler arasında.
Gelinen noktada bütün muhatapları ellerini ovuşturarak Türkiye’nin vereceği tavizi bekliyor.
Ankara, dış politikadaki söz konusu sıkışmayı yeni bir saha zaferiyle açma yoluna giderse şaşırtıcı olmaz.