Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Batı'da ve Doğu'da liberalizmin zorlukları!

Meslektaşım Hazım Sağiye’nin 13.06.2022 Pazar günü Şarku’l Avsat’ta yayınlanan ve Araplar arasında liberalizmin imkansızlığı hakkındaki yazısını aynı anda hem büyük bir beğeniyle hem de şaşkınlıkla okudum. Bu mesele yalnızca bizim halihazırdaki durumumuzla da ilgili değildir, bilakis liberalizm bugün kendi asli vatanı olan ABD ve Avrupa’da da büyük krizler ve acılardan mustariptir. Okur, acının ve krizin sağcı hareketlerden ve popülistlerden geldiğini düşünmüyor ki bu, üçüncü veya dördüncü faktördür. Oysa liberal değerlerin ve uygulamaların sorgulanması öncelikle antropolog, tarihçi ve filozofların sömürgeci söyleme yönelik eleştirileri bağlamında geldi. Bu daha sonra Aydınlanma liberallerini insanlığa karşı en büyük komplo olarak gören zalim bir dalgaya dönüştü ve Batı bununla hem kendini hem de dünyayı yok etmenin eşiğine geldi.
Liberalizm, Amerikan hukuk filozofu John Rawls'un 1971 tarihli “Bir Adalet Teorisi (A Theory of Justice)” kitabıyla doruğa çıktı. Liberal demokratik rejimler o sıra Vietnam Savaşı ve ABD’li gençler arasında solcu ideolojilerin yayılmasıyla karşı karşıya kaldı. Ancak Rawls, liberallerin sunduğu geniş olanaklara büyük inanç duyuyordu. Bu tutum ve düşüncenin büyük isimleri ise bir dereceye kadar daha az şanslı olanlar lehine olacak şekilde pozitif ayrımcılığı kapsayan bir özgürlük ve eşitlik anlayışını benimsiyorlardı. Ayrıca bireyciler ve toplumcular arasındaki bu altın oran 40 yılı aşkın bir süre filozoflar, teologlar, sosyologlar ve ahlakçılar arasında olumlu ya da olumsuz büyük ilgi uyandırdı.
Ancak Atlantik’teki taraflar 1980’lerde Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği'ne karşı zafere doğru ilerlerken Bachelard ve Foucault'nun bilgi ve iktidar hakkındaki görüşlerine dayanan sömürgeci söylem yeniden bir eleştiri fırtınasına tutuldu. Edward Said'in sömürgeci söyleme saldırısı 1977 yılında yayınladığı Oryantalizm kitabıyla başladı. Bu söylemi, Batı söyleminin en kırılgan ve en kirli yönü olarak değerlendirdi. 1980'lerde Kültür ve Emperyalizm kitabıyla Batılı söylemi yeniden ele aldı. Edward Said'in ardından -ki kınanmasının sebebi Müslümanların ve Arapların başına gelenlerle ilgiliydi- Hint solcular bu söylemin eleştirisine koyuldular. Bu kez Hindistan özelinde sömürgecilik döneminde yaşananlara ve bunları haklı çıkarmak üzere ortaya konulan söylemlere odaklanıldı. Bu eleştirinin ve reddin temelinde ne vardı?
İlki, bu söylem sahiplerinin baskı ve tahakkümü haklı çıkarmak için Arap ve Hint kültürlerinin, dinlerinin, medeniyetinin, tarihinin ve mevcut durumlarının çarpıtılmasıydı. İkincisi, sömürgeci Batı’nın Aydınlanma çağının ilkelerine ihanet etmesiydi. Sömürgeci söylemin yanında Batı’nın sivil sisteminin eleştirisini içeren yeni dalga, temel nedenin Aydınlanma söyleminin kendisinde olduğunu savunuyordu. Postmodern filozoflara göre bu söylem ayrımcı ve ırkçı olduğu gibi ortaya koyduğu laiklikte bölen ve parçalayan bir laikliktir. Bazı antropologlar (Leela Gandhi) ve Wael Hallaq’a varıncaya dek -özellikle İmkansız Devlet ve Şarkiyatçılığı Yeniden Düşünmek kitabı- bu yönde hareket ettiler. Hallaq'ın bahsettiği şarkiyatçılık, Edward Said'in İslam'a karşıt ayrımcı bir teori olarak ele aldığı şarkiyatçılıkla aynıdır, aydınlanmacılardan ve sömürgecilerden farklı değildir. O halde Batı neden benzeri bir komplodan ibaret olan liberalizme sadakati talep edip duruyor?
Batı uygarlığına olan güven ve inanç kaybını ifade eden bu fikri ve siyasi gelişmelere aralarında yeni revizyonistler, evanjelikler ve medeniyetler çatışması düşünürlerinin bulunduğu güçlü sağ akımların ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünden memnun olup Yahudi-Hıristiyan medeniyetinin zaferini tamamlaması adına İslam'ın tecrit edilmesi gerektiğini düşünen kimselerin ortaya çıkışı eşlik etti.
El Kaide ve DEAŞ şiddeti, daha sonra “medeniyetler çatışması” deyiminin hakikate, gerçeğe ve tarihe sahip olduğunu kanıtladı. Fakat liberal-demokratik rejimlerin başına gelen en kötü şey İslami köktenci akımların ürettiği şiddetti. Nitekim anti-liberal bir kitle oluştu ve ABD ve Hindistan’ın yanı sıra tüm Avrupa demokrasilerine yayıldı. Her birinde popülistler serbest(!) seçimlerle iktidara geldiler ya da yaklaştılar. Sonrasında Çin zorbalığı ve Rus askeri saldırıları, Batılı sivil sisteminin karşı karşıya olduğu zorlukları ve meydan okumaları ikiye katladı. Oysa kendi modeliyle sömürge ve sömürge sonrası zamanlarda dünyaya hükmediyor gibiydi! 1996 yılında yayınlanan Medeniyetler Çatışması’nda Samuel Huntington, Batı'nın Yahudi-Hıristiyan medeniyeti için “kanlı sınırları olan” İslam'dan başka bir tehdit olmadığını düşünüyordu. Rusya ise ona göre bir Batılı kimliğe sahip bir Ortodoks Hıristiyan medeniyetiydi. Çin medeniyetini nereye yerleştireceği konusunda bir an tereddüt etti. Acaba Batı’yla çatışıyor muydu? Ardından Konfüçyüsçülüğün disiplinli olduğunu, Çin'in başarılı ve yükselen bir güç olduğunu düşünerek başarı şansının hiçbir girişimle yok edilmeyeceğini iddia etti(!). Asya kökenli Fukuyama, Çin-Asya mucizesi üzerine güven ve disipline dayalı devasa bir kitap yazdı.
Önce Avrupa'yı, sonra ABD'yi paniğe sürükleyen ve kasılmalarına sebep olan şey 3 katman, 3 cephe veya 4 baskı ve zorluktur. Almanlar 1930'larda olduğu gibi bazıları bu kez farklı olduğu kanaatinde olsa da tekrar silahlanıyor. Göçmen karşıtı sağ, federal ve eyalet parlamentolarında yerini aldı. Fransız halkı bir çalkantı içerisinde ve durulmuyor. İskandinavya'da, Baltıklar'da ve Balkanlar'da Rusya'nın işgaline karşı duyulan devasa bir korku var. ABD, Rusya'nın etrafındaki ülkelere onları korumak için yeniden kanat açıyor. Ancak eski Amerikalı politikacı Kissinger, geç olmadan Rusya'ya taviz verilmesini tavsiye ediyor. Öyleyse olur da bir cumhuriyetçi iki yıl sonra iktidara dönerse ne olacak? Bu durumda ABD, Soğuk Savaş ve sonrasında olduğu gibi Çin, Rusya ve İran ile çatışacak mı? Yeni ve eski sorunlarının üstesinden nasıl gelecek? Artan kanunlar, savunma için büyüyen ordular ve liberal olmayan demokrasilerin yükselişiyle birlikte aydınlanma ve savaş sonrası liberalizmden geriye ne kaldı? Böylece bizde ve Batı'da liberalizm aramak, bugün bir Anka kuşu veya Feniks aramakla eşdeğerdir. Lütfen uzun sürmesin!