Ömer Önhon
TT

Suriye'de farklı ajandalar ve cepheler

Suriye krizinin ilk gününden itibaren İran doğrudan müdahil oldu ve ön saflarda yer aldı. Devrim Muhafızları, Lübnan Hizbullahı ve Irak, Afganistan ve Pakistan'dan diğer Şii milisler, Esed rejiminin savaş çabalarının önemli bir parçasıydı.
Esed'in diğer önemli müttefiki Rusya'ya gelince, şu anda Ukrayna'da savaş halinde ve Suriye'deki varlığını azalttığına dair genel bir algı var.
Ukrayna'daki savaşın Rusların beklediği kadar sorunsuz gitmediği ve Suriye'de bulunan bazı kuvvet ve teçhizatlarını yeniden konumlandırmak zorunda kaldıkları doğru. Ancak bu, Rusya'nın Suriye’deki varlığının boyutunu ve kapasitesini, onları önemsiz kılacak bir düzeye indirmeye çalıştığı anlamına gelmez. Aksine, mevcut şartlar altında, Rusya'nın Suriye'deki varlığının ve nüfuzunun, hem rakipleri hem de “dostları” ile ilişkilerinde bir araç olarak daha önemli hale geldiğini söyleyebilirim.
İran, her halükârda durumu istismar etmeye çalışıyor ve Suriye'deki varlığını ve nüfuzunu genişletmek için adımlar atıyor. Bu bağlamda İran, askeri kapasitesini genişletiyor, Suriye askeri ve sivil yapılarına daha derinden nüfuz ediyor. Şii milis üyelerini ve ailelerini Şam ile çevresine ve ülkenin çeşitli yerlerine yerleştirerek demografik mühendislik yapıyor.
Farklı nedenlerle de olsa İran'ın Suriye'de yaptıkları, aynı tarafta olmasına rağmen Rusya dahil hemen hemen herkes için bir rahatsızlık kaynağı ve bu rahatsızlık Esed rejiminin bazı bölümlerini de kapsıyor olabilir. İsrail, İran'ın Suriye'deki varlığından en çok rahatsız olan ülke ve İran'ın Suriye'de özgürce hareket etmesine izin vermemekte kararlı.
İsrail sık sık İran'a ve Suriye’de kendisiyle bağlantılı hedeflere hava saldırıları düzenliyor. Bu hedefler arasında el-Bukemal çevresindeki "Devrim Muhafızları" kampları ve Masyaf'ta İran füzelerinin bulunduğu söylenen depolar bulunuyor. İsrail, İran uçaklarının inişini önlemek için Şam ve Halep havalimanlarını da bombaladı. Bu uçakların, İran'ın askeri kapasitesini artıracak ve İsrail'e karşı da kullanılan teçhizatlar taşıdığı söylendi. Rusya'nın İsrail’i tahrik etmemek için İran’dan özellikle sınırına yakın bölgelerdeki faaliyetlerini durdurmasını istediği bildirildi.
Suriye ile ilgili bir diğer önemli konu da Türkiye'nin belirgin yeni politikası. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın birkaç hafta önce yaptığı açıklamalar, "Esed rejimiyle uzlaşma" niyetini gösteriyordu ve konu şu anda Türkiye'de hararetli bir kamuoyu tartışmasına dönüştü. 2023'te yaklaşan seçimlerle birlikte, Türk hükümetinin güvenlik ve mülteciler konularında bir şeyler yapması veya yapıyor gibi görünmesi gerekiyor. Türkiye'deki Suriyeli mülteciler ve anavatanlarına dönüşleri özellikle önemli bir iç siyasi mesele haline geldi.
Mayıs ayından bu yana Cumhurbaşkanı Erdoğan, Halk Koruma Birlikleri’ni (YPG) halen bulundukları bölgelerden çıkarmak ve Türkiye'de yaşayan Suriyelilerin dönebileceği bir bölge inşa etmek amacıyla Suriye'nin kuzeyine düzenlenecek yeni bir büyük askeri operasyondan bahsediyor. Türkiye'nin "müttefikleri" (ABD, AB ülkeleri) ya da bölgesel ortakları denilen (Rusya ve İran) dahil hemen hemen tüm aktörler böyle bir operasyona karşı çıkıyorlar. Putin görünüşe göre  güvenlik endişelerini gidermek için Erdoğan'a Esed ile görüşmesini tavsiye etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rus mevkidaşının önerisini reddetmedi. Nitekim Erdoğan'ın Tahran'dan ve özellikle Soçi'den dönüş yolunda yaptığı açıklamalar, Putin'in söylediklerine verdiği önem konusunda çok açıktı. Türk-Rus ilişkileri karmaşık ve ilginç ve Suriye, ilişkilerindeki tek konu başlığı değil. Suriye’yi Ukrayna savaşı, Kafkaslar ve Libya'nın yanı sıra nükleer santraller, doğal gaz, turizm ve daha fazlasını içeren ikili ilişkileri içeren bir paketin parçası olarak görmek mantıklı.
Öte yandan ABD'nin "YPG"ye desteğinin sürmesi Erdoğan'ı kızdırıyor ve Rusya'ya yakınlaştırıyor.
Gelen haberlere göre ABD, Suriye'de YPG aracılığıyla Kürt kontrolünde olan bölge içindeki Kamışlı kenti yakınlarında üçüncü bir üs kurdu. İki taraf, ülkenin kuzeydoğusunda ortak askeri tatbikatlar da gerçekleştirdi. Yaklaşık 900 Amerikan askerinin açıklanmış temel bir hedef için Suriye’de bulundukları söyleniyor. O hedef de DEAŞ’a baskıyı sürdürmek.
Esed rejimi ve YPG'nin, petrol ticareti dahil olmak üzere birçok alanda iş birliği yaptığı biliniyor. Ayrıca dış tehditlere, yani Türkiye'ye karşı da Rusya'nın teşvikiyle iş birliği yapıyor veya yapıyor izlenimi veriyorlar.
YPG veya Kürtlerle ilgili önemli bir konu var: Suriye'nin geleceğinde onlara ne olacak? YPG liderleri ülkenin toprak bütünlüğüne saygı göstereceklerini ancak şu an sahip olduklarından vazgeçmeyeceklerini ifade ediyorlar, ki bu da bir tür özerklik konusunda ısrar edecekleri anlamına geliyor. Bu konu, Ankara ve Şam’ın yanı sıra Suriye muhalefeti için de ortak bir endişe kaynağı.
Türk ve Suriye istihbarat teşkilatlarının başkanları arasındaki görüşmelerde tartışılması gereken ana konulardan birinin bu olması gerektiğini düşünüyorum. Haberlere göre aralarındaki son görüşme birkaç gün önce Moskova'da gerçekleşti. Bu görüşme hakkında resmî açıklamalar yok, bu yüzden orada ne olduğu kesin olarak bilinmiyor ve bu da hakkında spekülasyonlar yaratıyor.
Ancak Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad'ın Moskova'ya yaptığı son ziyaret sırasında düzenlenen basın toplantısında söyledikleri, neyin net olduğu konusunda iyi bir fikir veriyor. Mikdad, bilhassa Türk kuvvetlerinin Suriye'den çekilmesi, silahlı gruplara desteğin ve Suriye'nin iç işlerine müdahalenin sona erdirilmesi gerektiğine işaret etti. Şüphesiz Türkiye'nin de kendi endişeleri ve talepleri vardı.
Şimdi soru; Türk ve Suriye istihbarat başkanları arasındaki görüşmelerin süreci bir sonraki aşamaya, yani siyasi düzeye taşıyacak kadar olgunlaşıp olgunlaşmadığı.
Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, geçen yıl Ekim ayında Belgrad'da düzenlenen uluslararası bir toplantıda Suriyeli mevkidaşı Faysal Mikdad ile buluştuğunu ve bir görüşme gerçekleştirdiklerini açıklamıştı. 20 Eylül'de New York'ta başlayacak olan BM Genel Kurulu vesilesiyle, Türkiye ve Suriye’nin dışişleri bakanlarının veya bazı üst düzey yetkililerinin bu kez BM salonlarında yeniden bir araya gelmeleri mümkün mü? Bu olamayacak bir iş değil.
Durum ne olursa olsun, Kürtlerin geleceği, mülteciler, silahlı gruplar, Suriye muhalefeti, İdlib şehri (liste bu şekilde uzayıp gidiyor) dahil olmak üzere ele alınması gereken birçok konu var.
Bunlar sadece genel başlıklar ve alt başlıklara geçildiğinde işler daha da karmaşıklaşıyor. Rusya, İran, ABD ve birçok Arap ülkesi gibi diğer aktörlerin farklı ve çoğu zaman birbiri ile çatışan ajandalarla nasıl etkileşime girdiğine dair büyük bir sorgulama var.
Önümüzdeki yol, pek çok potansiyel çıkmazla birlikte açıkçası çok engebeli.