Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Susarak yalana ve zulme ortak olmak

"Susmak da bazen yalan söylemekle eşittir." - Victor Hugo

Susmak çoğu zaman güzel bir haslet olarak nitelenmiş hatta tavsiye edilmiştir. Çünkü;

Hak karşısında susmak güzeldir.

Söyleyecek hayırlı söz yoksa susmak güzeldir.

Hakikate teslim olmak adına susmak güzeldir.

Meryem’in teslimiyetiyle gerçek ortaya çıkıncaya kadar susup konuşmamak güzeldir.

Kur’an okunurken susup dinlemek güzeldir.

Kısacası susulması gereken yerde susmak güzeldir ve faydalıdır.

Yerinde ve zamanında susmak güzel olmakla beraber susulmaması gereken yerde susmak, bazen bir yalana, bir zulme ortak olmaktır. Hakkın ifade edilmesi veya ona tanıklık edilmesi gereken yerde susmak, hakka ihanet ve zulümdür. Çoğu zaman insanlar bu gerçeği kabul etmezler. Kendilerine “Susup doğruyu söylememek yalan söylemekle aynıdır.” denildiğinde bunu kabul etmezler. Kendilerini “Ben yalan söylemedim, sadece sustum.” diye savunurlar. Doğrunun ifade edilmesi gereken bir ortamda susup konuşmamanın da bir nevi yalan söylemek olduğunu kabul etmezler. Oysa bir haksızlığın, bir zulmün ortadan kalkması için konuşup doğruyu söylemek en büyük erdemdir. Susmak ise o yapılana ortak olmak ve zımnen desteklemektir.

İsrailoğullarının Hz. Muhammed’in gerçekten Allah’ın seçip görevlendirdiği bir peygamber olması konusunda susup gerçeği söylememeleri bu meseleye güzel bir örnektir. Tevrat ve İncil’de Hz. Muhammed’in bazı vasıfları zikredilmesine rağmen din adamları bu bilgileri susarak gizlediler ve onun nübüvvetine tanıklık etmediler. Böylece susarak yalana ortak oldular ve hakikate zulmettiler.

Hakkın ortaya çıkması adına susmayıp konuşmak cesaret ister ve bedel ödemeyi göze almayı gerektirir. Bu yüzden böyle durumlarda susmak çoğu kimseye cazip gelir. “Biz yalan söylemedik sadece sustuk.” diyerek kendilerini avuturlar. Böylece sorumluluktan kurtulacaklarını zannedip şu ilahi uyarıyı göz ardı ederler: “Ey iman edenler! Allah’tan gelen buyruklara sımsıkı sarılarak, kötülüğün her çeşidinden sakının; sizin veya sevdiklerinizin aleyhine bile olsa, dâimâ doğru söz söyleyin!”[1]

Günümüzde de insanların çoğu kendilerince uydurdukları birtakım gerekçelerle yapılan yanlışlar karşısında konuşmayıp susmayı tercih etmektedirler. Özellik de siyaset ve idare mekanizmalarının aldığı kararlar ve yaptığı uygulamalarda bu durum daha çok görülebilmektedir. Zira konuştuklarında statü kaybına uğramaktan veya beklentisi içerisinde oldukları bazı şeylerin gerçekleşmemesinden endişe etmektedirler. Halbuki doğruyu söylemek en büyük erdemdir. Bu ümmetin rehberi olan Hz. Peygamber tarafından; “Zalim hükümdara karşı susmayıp hakkı ve adaleti ortaya koymanın en büyük cihat”[2] olduğu ifade edilmiştir.

Bir kimseye karşı haksızlık yapan ve zarar veren kimsenin yaptığı kötülüğü açığa vurmak gerekir. İşlenilen zulüm ve kötülük, bireyi aşarak bir gruba veya topluma zarar verecek hale gelmişse onu yapanın durumunu açıklamak yaptıklarına sessiz kalmamak elzem hale gelir.[3] Zira "Size ne oluyor da Allah yolunda “Ey Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu beldeden kurtar ve rahmetinle bize sahip çıkacak bir koruyucu ve destek olacak bir yardımcı gönder!” diye yalvaran güçsüz erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaşmıyorsunuz?"[4] ilahi ikazı mü’min olan her bir ferdin gücü nispetinde mazlumların yanında yer alması gerektiğini hatırlatmaktadır. Hz. Ebu Bekir konu ile ilgili Hz. Peygamberin şöyle dediğini haber vermektedir: “Şüphesiz ki insanlar zâlimi görüp de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın kendi katından göndereceği bir azabı hepsine umumileştirmesi yakındır.”[5] 

Hz. Ali’nin haksızlık karşısında susma konusundaki tavsiyesini herkes kulağına küpe edinmelidir: “Haksızlığa karşı susarsanız, hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz." Onurlu ve şerefli yaşamak isteyen herkes hakkı dile getirmemenin veya hakka karşı zulüm işlenirken zulmü engelleyebilecek tavrı göstermemenin zulme güç kazandıracağını bilmeli ve ona göre hareket etmelidir. Çünkü "Susmak da bazen yalan söylemekle ve zulme destek vermekle eşit hale gelmektedir."

 

[1] el-Ahzab 33/70

[2] Ahmed bin Hanbel, 5/251; İbn Mâce, Fiten 20 ; Tirmizî, Fiten 13;Ebu Dâvud, Melâhim 17

[3] Heyet, Kur’an Yolu, 2/132

[4] Nisa, 4/75

[5] Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 8