İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

DEAŞ'lı baba koruk yer, oğlunun dişi kamaşır

Suriye ve Irak’ın büyük bir bölümünü içine alan geniş bir coğrafyada dehşet ve ateş saçarak egemen olan bir devletten DEAŞ'lı teröristlerin, bu örgütün bölgeyi ve dünyayı kaygılandıran çılgınca rüyasından geriye kalanları için savaştığı küçük sokaklara; Rakka ve Musul’dan Haseke bölgesindeki el-Hul kampı ve el-Bâguz’a 5 seneyi aşmayan bir zaman diliminde kısa bir yolculuk. Ama din, ahlak ve vicdanın caydıramadığı terör örgütü unsurlarının işledikleri suçlarla dolu bir yolculuk bu. Farklı din ve milletlerden kurbanların canilerin siyah elbiseleri ile geçip de felâkete uğrattıkları noktalarda karşılaştıkları trajedilerle yüklü.
Bugün DEAŞ’ın daraldığını ve Irak ile Suriye arasında yer alan Fırat’ın doğusundaki sınır bölgesinde son saatlerini yaşadığını işitiyoruz. Aynı şekilde kulağımıza kendisine zafer atfedilen, ‘Elde kalan genişler’ şeklindeki eskimiş sloganın sahibi örgüt lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’nin o bölgedeki bir hücrede gizlendiği ve öleceği anı beklediği söylentisi de geliyor. Tıpkı selefi Ebu Mus’ab ez-Zerkavi ya da bu ikisinden önce daha tehlikeli ve kurnaz olan Usame b. Ladin gibi. Bin Ladin’e son günlerine kadar saf beyinleri yıkayan ve aşırılıkçı fikirlerin sahiplerini kışkırtan sloganlar üzerinden sınırları ve ülkeleri aşan bir örgüt kurma hayali eşlik etmişti ancak işin sonunda bu hayaller, yıkıcı faaliyetleri yaygınlaştırdıktan sonra sahibinin ömrünü tüketip takipçilerini dağıttı.
DEAŞ küçülüyor ve hiç de üzücü olmayan kaçınılmaz sonuna doğru ilerliyor ama ardında yetimler ve dullar, terkedilmiş köyler ve kasabalar ile sınırsız insani felâketler bırakarak. Bu örgütün Arap ve yeryüzünün farklı noktalarından ithal edilmiş elemanları, insanlığın suç tarihine en çirkin halleriyle eklenecek olan vahşetleri işlemekte tereddüt etmedi.
Kurbanlarını diri diri yakmak mı dersiniz, başları elektrik direkleri ve trafik lambaları üzerinde sallandırmak mı ya da kadınları esir edip tecavüz etmek mi! Bugün onların veya sözde ‘devletin’ geleceğini koruyacak ‘yavrular’ doğurmaları için onlara katılan kadınların dünyaya ve (özellikle Batılı) insani kuruluşlara seslenerek düştükleri sefil durumdan kurtulmak için yardım istediklerini duyuyoruz.
Bir zamanlar ‘kâfir’ bilip meşru bir hedef olarak gördükleri ve insani sorumlulukları yerine getirmek için Suriye ve Irak’ı ziyaret edenler de dahil olmak üzere vatandaşlarını öldürdükleri Batı’dan şimdi hiç tereddüt etmeden yardım talep ediyorlar.
Bunu da Batı’nın kulağına hoş gelecek sloganlar kullanarak yapıyorlar. Neymiş onları koruma ve ‘insani haklarını’ savunma zorunluluğuymuş! Aynı şekilde kendine ‘İslam Devleti’ diyen DEAŞ'ın saflarına katılmak için on beş yaşında iken İngiltere’den ayrılan ve kendisinden çocuk doğurmak için DEAŞ savaşçılarından biri ile evlenen İngiltereli genç kız Şamima Begüm’ün anne-babasının kopardığı feryatları da işittik.
Bir hafta önce emzikli bebeği ölen (ve iki başka çocuğunu da kaybeden) Şamima, Suriye Demokratik Güçleri’nin Irak sınırları yakınlarında terör örgütü üyelerinin savaş meydanını terk eden aileleri için kurduğu kamplardan birinde tıpkı ailesi gibi İngiltere vatandaşlığının iptal edilmesinden şikâyet ediyor.
Şayet İngiltere’ye dönmesine izin verilseydi çocuğunu kurtarmak mümkün olabilirmiş. Bu kadın aynı zamanda sığındığı kampta kendisi ile görüşen gazetecilere DEAŞ’a katıldığı için pişmanlık duymadığını ilan ediyor.
Bir BBC muhabiri, Şamima’nın Hollanda vatandaşı DEAŞlı eşinden dünyaya getirdiği çocuğunu tedavi eden bir Kürt doktordan, çocuğun nefes darlığı çekerek hastaneye nakledildiğini ancak kurtarma çabalarının sonuç vermediğini aktardı.
Begüm’ün ailesi, (Şamima’nın vatandaşlığını iptal kararı alan) İngiltere İçişleri Bakanı Sacid Cavid’e (Sajid Javid) şu ifadelerin yer aldığı bir mektup yazdı: “Çocuk masumdur ve İngiltere’nin kendisine sağladığı gözetim hakkını kaybetmesi doğru değildir”. Ardından Şamima’nın annesi İngiltere İçişleri Bakanlığı’na başka bir mektup yazarak kızının vatandaşlığını iptali konusunda yaşadığı zorlu koşullar göz önünde bulundurularak yeniden gözden geçirilmesi şeklinde ‘şefkatli bir karar’ alınmasını talep etti.
Bu karar ile Therasa May’in Muhafazakârlar Partisi liderliğindeki ardılına dair çekişmeye dayalı siyasi güdüler arasında bağlantı kuruluyor. Bakan Javid’in Şamima’nın vatandaşlığını iptal etme kararındaki ısrarına rağmen İngiltere Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt, hükümetin, İngiltereli anne-babaların ‘DEAŞlı’ çocuklarının İngiltere’ye geri getirilmesi meselesini masaya yatırabileceğini duyurdu. Diğer Avrupalı hükümetler de benzer kararları tartışıyor.
Şamima’nın çocuğu bu konuda tek değil. BM Çocuklara Yardım Fonu’nun (UNICEF) raporlarına göre anne-babası DEAŞlı olan ve aileleri en az 43 farklı ülkenin uyruğunu taşıyan yaklaşık 3 bin çocuk hâlihazırda Haseke’nin doğusundaki el-Hul kampında, yaklaşık bin çocuk da Irak’ta yaşıyor. Bu çocukların arasında beş yaşından küçükler de bulunuyor. DEAŞ unsurları, Amerikan hava saldırılarının desteklediği Suriye Demokratik Güçleri tarafından öldürülür veya tutuklanırken bu çocuklar, bu terör örgütünün ardında bıraktığı başka bir insanlık kıyımına tanık olmaya devam ediyor. Yani koruğu anne-babalar yerken çocuklarının dişleri kamaşıyor.
Örgütün kadınlarına ‘sivil’ muamelesi yapılacak olursa pek çok soru gündeme gelir. Sonuçta ne yaptıklarının bilincindeydiler ve DEAŞ’ın gücüne güç katmanın bir yolu olarak ‘çocuk doğurmayı’ ve bu örgütün saflarına ‘hilafet yavruları’ eklemeyi tercih ettiler. Mülteci kamplarını yönetenlerin omzuna çocuklarla birlikte sağlık bakımından tutun kaybolan kimliklere kadar daha zorlu sorunlar yükleniyor. Hele de ailelerinin mensubu olduğu ülkeler bu çocuklara vatandaşlık vermeyi reddettiğinde. Bu, UNICEF’in DEAŞ'lı kadınların doğurduğu çocuklara terörist muamelesi yapılmaması gerektiği konusundaki uyarısına açıklık kazandırıyor.
Şamima, DEAŞ saflarına katılan ve unsurlarının işlediği suçlara tanıklık eden tek eş değil. Aynı şekilde örgüt kurbanlarının çocukları ile Sincar’da Ezidi kadınlar ve Ayn el Arab’da (Kobani) Kürt kadınlarının başına gelenlere, Rakka ve Musul halkının uğradığı felâketlere, Tedmür şehrindeki tarihi kale sahasında yapılan mahkemelere ve kitlesel kıyımlara bir tek o şahit olmadı. Şamima haricinde birçok kadın bu yolu kendi iradeleri ile seçtiler ve ne yaptıklarını da tam anlamıyla biliyorlardı. Olması gereken, anne-babalarının işledikleri suçlardan ötürü çocukları sorumlu tutmamaktır ancak bu çocukların ailelerinin uyruğunu taşıdığı ülkelere geri getirilip barındırılmaları konusunda karar alacakları zaman Batılı hükümetlerin karşılaştığı yasal ve siyasi bir durum söz konusu.
Bu hükümetler kararlarını, DEAŞ'lıların çocuklarının doğduğu çevreye ve ailelerinin benimsediği aşırılıkçı fikirlerin onların kendilerine ev sahipliği yapma imkânı olan Batı toplumlarına uyum sağlayabilme gücünü ne kadar etkilediğine ilişkin soruların baskısı altında alması gerekir. Bunların tümü, hükümetlerin yasal ve insani cephenin yanı sıra güvenlik yönünü de dikkate alması gereken kararlardır.