Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Bölge mücadeleleri ve gurur verici proje üretme

Toplumlar, milletler, halklar, topluluklar ve bireylerde vatanlarıyla övünme, şanlı tarihleriyle gurur duyma, içinde bulunduğu gerçeklikle övünme, geleceğe ümitle bakma doğal bir olgu olarak karşımıza çıkar. Geleneksel mirasın azameti, kültürün yayılması, farkındalığın yayılması ve ekonominin gücü olmadan herhangi bir olgu ile gurur duymak neredeyse imkânsız hale gelir, tarih yazmak ise mümkün olmaktan çıkar.
Suudi Veliaht Prensi'nin Japonya'ya ziyareti ve G20 zirvesine aktif katılımı, dünya ülkelerine Suudi Arabistan'ın yerini, sahip olduğu güçlü etkiyi, bölgesel çatışmalardaki tercihlerini ve stratejilerini gösterme fırsatı verdi. Güç dengelerindeki yeri de daha net bir şekilde anlaşılmış oldu. Tüm dünya, Suudilerin konuştukları ve gurur duydukları yeni Suudi Arabistan'ın ne olduğunu, projelerini uygulamadaki başarısını görme fırsatı buldu.
Suudi Arabistan'daki büyük kalkınma hamlesini, sadece Suudi gençler değil, tüm Arap gençler tarafından konuşulan ve süreklilik kazanmış bulunan başarılarını, tarih tüm şaşırtıcı detaylarıyla yazacaktır. Bu başarıyı kelimelerle nitelemek dahi zor olacaktır. Suudi halkı liderliğinin, ordusunun ve ülkenin güney sınırındaki cesur askerlerinin arkasında olmasaydı ve onları büyük bir gururla desteklemeseydi Suudi Arabistan'da hiç kimse bu ülkenin bir askeri savaş içinde bulunduğunu ve bir dizi ardışık krizle uğraşan bir ülke olduğunu hissetmezdi.
Herkes, bu bölgenin üç proje arasındaki bir mücadeleye tanıklık ettiğini bilir; İran'ın mezhep projesi, Katar ve Türkiye’nin radikal unsurları destekleme projesi, Suudi Arabistan ile Arap müttefikleri tarafından yürütülen ılımlı Arap projesi…
Bu, herkesin bu projelerin her birinin nereye gittiğini görebileceği tarihi bir an. Suudi Arabistan, dünyanın en önemli ve en büyük ekonomilerini bir araya getiren G-20'nin aktif bir üyesi olup, topluluğun bir sonraki zirvesine ev sahipliği yapacak. Şu an bu ülkelerle yakın ilişkiler içinde. Geleceğe kararlılıkla yürüyen dinamik bir ülke olduğuna herkes tanıklık etmekte. Uluslararası rakamlar ve istatistikler, dünyadaki ana göstergeler, ülkenin sanayi alanında ortaya koyduğu başarıların büyüklüğünü göstermekte. Gerçekleştirmek istediği projelerin hacmi, dayandığı ittifakların gücü Krallığı bir adım öne çıkarmakta. Ulusların istikrarını ve kalkınmasını destekleme, barışı yayma konusunda uluslararası düzeyde önemli bir ortaktır.
Terörü destekleyen, mezhepçiliği yayan İran projesi, benzeri görülmemiş ABD yaptırımları altında adeta can çekişmektedir. Mevcut rejimin İran’ın denetimini ele geçirdiği 40 yıldan bu yana böylesi bir zorlukla karşı karşıya kalmadı. Yaptırımların boyunduruğu altında acı çeken ve gitgide zayıf düşen bu rejim, milislerini yerleştirdiği her ülkede kaosun kalıcı hale gelmesi için çalışmakta, fitne çıkartmaktadır. Bölgede savaşların fitilini ateşlemek için olağanüstü bir gayret göstermektedir. Rejime bağlı milisler bulundukları ülkede din ve sahip oldukları fanatik ideoloji adına ölüm saçmakta, yıkıma neden olmaktadır.
Genişleme ve nüfuzu yayma bu milislerin dayandığı temel zemindir. Örneklerini Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'de açıkça görmekteyiz.
Bu İran projesi, dünyadaki herkese modern dünyaya ait olmadığını ve uluslararası yasaları ve kurumları dikkate almadığını kanıtladı. Bu rejim günümüze değil geçmişe aittir ve çağdaş tarihin tanık olduğu en baskıcı rejimdir. Bölgede ve dünyada her gün cinayet işleyen ve kan akıtan böylesi bir haydut rejim yeryüzünde yoktur. Rejiminin başı Hamaney, bir zamanlar Suudi Veliaht Prensin söylediği gibi modern çağın Hitler’idir. Fanatikliği, mezhepçiliği, kan akıtmayı sevmesi bunun bir kanıtıdır. Terörizm, şiddet, yıkım ve vandalizmi benimsemesi, izlediği politikalara ve stratejilere bunu yansıtması onun Hitler olduğu göstertmektedir. Emperyal hayallerini gerçekleştirmek ve Pers imparatorluğunu yeniden kurmak için çabalamaktadır. Yetenekleri boşa harcanan, en kötü yoksulluk seviyelerine maruz bırakılan, dikta rejimi altında inleyen İran halkını hiçbir şekilde umursamamaktadır.
 İkinci proje ise, Müslüman Kardeşler (İhvan), El Kaide ve DEAŞ gibi radikal unsurları destekleyen Türk-Katar projesidir. Bu proje bölgesel düzeyde net bir şekilde hezimete uğradı, Sudan 30 yıl boyunca devam eden İhvan yönetiminden kurtuldu. Ordusuna, halkına, dost ve kardeş Arap ülkelerine dayanarak geleceğini inşa etmeye çabalıyor. Katarlı yetkilileri ülkesine kabul etmedi, Türkleri Sevakin Adası'ndan kovmaya karar verdi. Arap stratejik derinliğine geri dönme yoluna girmiş bulunuyor.
Katar, "dörtlü" Arap ülkelerin, yani Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır'ın katı bir boykotu altında sıkıntılar yaşıyor. Ekonomisi her geçen gün daha da kötüye gidiyor, halkı, radikal unsurlara verilen sınırsız destekten, Arap halklarına karşı yürütülen haksız politikalardan rahatsızlık duyuyor. Katar liderliği ne kadar kibirli davranırsa davransın Stratejik uzlaşmazlığa ne kadar dayanırsa dayansın en nihayetinde kaybeden taraf olacak.
Bugün Katar’ın desteklediği İran rejimi ile Katar’da en büyük askeri üssü olan ABD arasında yaşanan şiddetli kriz nedeniyle gerçek bir krizle karşı karşıyadır. Ülkedeki karar vericiler ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar, Doha'nın desteklediği tüm Arap ülkelerinin kayıpları her geçen gün daha da artıyor, zira Katar bu ülkelerdeki terör ve kaosu uzun zamandır desteklemekteydi.
Türkiye ise hem içte hem de dışarıda peş peşe kayıplar yaşamaktadır. Para birimi büyük değer kaybetti, ekonomisi darmadağın oldu, yönetimdekilerin hamasi sloganları Türk vatandaşı için artık bir anlam ifade etmiyor.
İran rejimi dışındaki tüm bölge ülkeleriyle kavgalı olan, siyasal İslamcılarla ittifak kuran, hilafeti yeniden kurma hülyaları peşinde koşan bir iktidardan dolayı yaşam şartları her geçen gün daha da kötüye giden halk durumun farkındadır.
İçeride buna dair pek çok gösterge var; Cumhuriyet Halk Partisi’nin İstanbul seçimlerindeki ezici zaferi Erdoğan’da deprem etkisi yapmıştır. Erdoğan’ın Partisi’nde bölünmeler gün yüzüne çıkmaya başladı, partinin sembol isimleri Erdoğan’a sert eleştiriler yöneltmeye, tek adam rejimine yönelik hoşnutsuzluklarını dile getirmeye başladılar. Siyasi muhaliflerine yönelik sürdürdüğü baskıcı tutum tenkit edilir olmuştur. Zira artık hapishaneler muhalif olanlarla doldu, her yerde korku hâkim, Türk vatandaşlarına ve yabancı turistlere karşı uygulanan hukuksuz muameleler ayyuka çıkmış durumda.
Bu politikalar, Türk cumhurbaşkanının düşünce yapısındaki sabiteler haline gelmiştir, ilk önce hocası ve lideri Necmettin Erbakan'a yüz çevirmiş, daha sonra akıl hocası Fethullah Gülen, ardından yol arkadaşları Abdullah Gül ile Ahmet Davutoğlu ile yollarını ayırmıştır. Müslümanların halifesi olma kuruntusundan bir türlü kurtulamadığı anlaşılıyor. Baskıcı Osmanlı Devletini yeniden canlandırmanın Türkiye’ye şeref kazandıracağını düşünüyor.
Dışarıda ise Erdoğan, Türkiye'ye, çıkarlarına ve ilişkilerine büyük zarar veren politikalar izliyor. Terör örgütü "DEAŞ"ın en büyük destekçisi olduğunu tüm dünya biliyor, Suriyelilerin kanını manipüle ediyor, bugün teröristlerin Suriye'den Libya'ya nakledilmesini sağlıyor. Kendisinin Sudan'da hiçbir ağırlığı kalmamıştır. Ülkesi Amerikan yaptırımlarıyla karşı karşıyadır, muhtemelen NATO'dan da çıkarılacaktır. AB’nin büyük bir baskısı altındadır.
Son olarak, Suudi Arabistan'ın ılımlılık projesi, ülkelerin mezhepçiliğe, radikalizme ve teröre dayanmaksızın kalkınma, barış ve istikamette başarılı olabileceğini ortaya koymuştur. Bu başarıyı yakalayan ve hedeflerini gerçekleştiren her ülke bununla övünebilir.