İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Husi terörü ve uluslararası toplumun sessizliği

Husilerin terör eylemleri ve suçlarına karşı uluslararası sessizlik ne kadar sürecek? Bu soru, özellikle de Suudi Arabistan’a yönelik son saldırılar ışığında yaşanan gelişmelerin uluslararası tartışma alanına dayattığı bir sorudur.
Aynı şekilde politikayı da coğrafi haritalardan uzak bir şekilde okumak imkansızdır. Dolayısıyla Husilerin Suudi Arabistan’a yönelik son saldırılarını; zaman, olayların bağlamı ve dizilişine bağlamadan ikna edici bir şekilde yorumlamak hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu bağlamların başında da birkaç gün önce  Husi heyetinin Tahran’a düzenlediği ziyaret ve Dini Lider Hamaney ile görüşmesi gelmektedir.
Husiler İran’a daha fazla destek ve silah istemek için gittiler. Her ne kadar bu ziyaret görünüşte böyle görünse de özellikle  tüm hızıyla süren ABD-İran çatışması ile ilişkili olduğunu söylemek ve kendisini birçok şekilde yorumlamak mümkündür.
ABD’li uzmanların ve gelişmiş istihbarat merkezlerinin bu ziyaretten anladıkları mesaj; İran’ın bölgede yaklaşan ya da muhtemel herhangi bir çatışmaya karşı vekilleri daha doğrusu “ajanları” aracılığıyla çatışmaların kapsamını genişletme niyetinde olduğudur.
Bu vekillerinin başında da bir yandan Körfez ülkelerini diğer yandan da Babul Mendep Boğazı’nı ve Kızıldeniz’deki seyrüseferi tehdit eden Husiler gelmektedir. Bu hedefi gerçekleştirmek için de Husiler, balistik füzeler ya da patlayıcı yüklü silahlı insansız hava araçları ve buna ek olarak her gün yenileri keşfedilen mayınlar kullanmaktadır.
Suudi Arabistan’ın eş-Şeybe petrol sahasının hedef alan ve silahlı insansız hava aracı ile düzenlenen son saldırı doğrusu beklenmedik değildi. Çünkü Husilerin görevi, çocuklarının birbirleri ile savaştığı ve mücadele ettiği acılı Yemen’de İran’ın ve uzun kollarının varlığını göstermektir. Dolayısıyla bütün yaşananların tek sorumlusunun, bölgede hegemonyasını gerçekleştirmek için bütün mekanizmaları kullanan İran olduğunu belirtebiliriz.
Bunun kanıtı da beklentilerin, asıl tarafa uzanmaması ve gerçekleştirilen eylemin kınanmasından öteye geçmemesidir. Ancak asıl ilginç ve dikkat çekici olan Yemenli “Ansarullah” grubunun lideri Abdulmelik Husi’nin bizzat çıkıp bu saldırının, Yemen savaşının başından beri “Düşman Koalisyon” olarak tanımladığı koalisyonu hedef alan en büyük saldırı olduğunu resmi olarak deklare etmesidir.
Husi’nin bu çıkışı gerekliydi. Bu çıkışının anlamı da sivillere yönelik yeni bir terör ve silahlı saldırılar döneminin temellerinin atıldığının ve komşu ülkelerin ekonomik çıkarlarının hedef alınacağının ilanından başka bir şey değildir.
İran’ın ideolojisi; Husi’nin açıklamalarının ayrıntılarında gizleniyor olsa da açık ve net bir şekilde görüldü. Özellikle de Yemen’de meşruiyeti desteklemek, İran-Husi yayılmasını durdurmak için savaşan “Uluslararası Koalisyon”u “Düşman” koalisyon olarak nitelemesi bunun açık kanıtıydı.
Bedreddin Husi ise sosyal medya hesabından şu paylaşımda bulundu:”Güdümlü hava gücü ile düzenlenen ve “Caydırıcı Operasyon” adı verilen operasyon, düşman güçler için önemli mesajlar taşımaktadır.” Burada şu soruyu sorabiliriz: ABD’nin geçen yılın kasım ayında düzenlediği basın toplantısında vurguladığı gibi Suudi Arabistan’ı hedef alan füzelere ait farklı parçalar, SİHA’ların parçaları, patlayan deniz mayınları vb. İran silah sanayisinin izlerini taşırken Husilerin ne zamandan beri bir hava gücü vardır?
Husiler; Suudi Arabistan’ın doğusunda Aramco şirketine ait petrol pompasına saldırmak için kullandıkları üst düzey ve maliyeti yüksek onlarca SİHA’ları nereden temin etmektedir?
Husi terörü Suudi Arabistan ile sınırlı değildir. Nitekim Bedrettin Husi de çok daha kötü ve korkunç bir başka tweetinde; bugün yaşananların BAE için ortak bir ders ve uyarı olduğunu vurguladı. Bu da Suudi Arabistan ile BAE arasındaki stratejik ortaklığın, durmayan ve durmayacak olan teröre karşı mücadelede gerçek ve önemli olduğu anlamına gelmektedir.
Uluslararası topluma Husi terörü karşısında ne yapmamız gerektiğini sorduğumuzda herkesi tarihi sorumlulukları ile yüzleştirmiş oluyoruz. Bunların başında da Husilerin alçakça paylaşımlarında kendisini de teğet geçmediği ABD gelmektedir. Bedrettin Husi bu paylaşımında da şöyle yazmıştı: “Daha önce de vurguladığımız gibi operasyonlarımız ABD’nin güvendiği ve dayandığı şeylere odaklanacaktır.”
 Bu son paylaşım Husilerin; bir yandan siyasi ve askeri varlığı diğer yandan ekonomik varlığı ve dümya petrol denklemindeki rolü ile Suudi Arabistan’ı uluslararası denklemde kurtulması zor bir oyuncu olarak gören İran kimliğine sahip arzu ve hevesleri olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Nitekim son saldırının da muhatabı ABD olan bir mesaj olduğu kesindir. Bu mesajın anlamı; ABD’nin müttefiklerinden hiçbirinin İran’ın cezasından kaçamayacağıdır. Bu tehdidi daha önce Tahran’daki mollalar da savurmuşlardı ve görünüşe bakılırsa şimdi  kendisini fiili olarak uygulama aşamasına geçtiler.
Cumartesi günü Husiler tarafından yapılan açıklamalar, uluslararası toplum için kaygı verici işaretler taşımaktadır. Çünkü “bundan sonraki saldırıların daha şiddetli olacağına” ve hedefler bankası adını verdikleri bir şeyin varlığına ve günden güne genişlediğine işaret etmektedir.
Uluslararası toplumun İran-Husi terörüne karşı sessiz kalmayı sürdürmesinin bedeli, bütün dünya için ağır olacaktır. Yemen topraklarındaki rezaleti sona erdirmede isteksiz davranmak Avrupalılara, ABD’ye hatta Asyalılara pahalıya mal olacaktır. Çünkü bunlar, Husiler aracılığıyla  deklare edilecek İran faşizminin ilk belirtileridir. Peki, özellikle çözüm konusunda İran’ın sergilediği stratejik düşüncesizlik ve kayıtsızlık nedeniyle jeostratejik açıdan krizlerle dolu bu zamanda dünya, gerçekten de bunu mu istiyor?