Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkent Tunus’ta Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said ile düzenlediği ortak basın toplantısında yaptığı açıklamalar Tunus içinde ve dışında büyük yankı yarattı.
Gözlemcilere göre, Tunus Cumhurbaşkanı’nın göreve gelmesinden itibaren dillendirdiği Arap milliyetçiliği söylemiyle basın toplantısında yaşananlar birbirleriyle çelişiyordu.
Cumhurbaşkanı Kays Said basın toplantısında konuşurken Arapça dilbilgisi kurallarına uymak konusuna aşırı bir özen gösterdi. Fakat -gözlemcilerin de dikkatini çektiği gibi- kendi topraklarında bir başka Arap devletine askeri müdahalede bulunmakla tehdit eden yabancı bir devlet başkanına karşılık vermekte aynı özeni göstermedi. Erdoğan, Tunus topraklarından Türkiye’nin çıkarlarının bunu gerektirmesi durumunda bir başka Arap ülkesine Libya’ya askeri kuvvetlerini göndermeye hazır olduğunu deklare etti.
Bu ilginç açıklama, Erdoğan’ın Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said ile yan yana durduğu ve Said’in bu tehdide sessiz kalmakla yetindiği basın toplantısında yapıldı.
Türkiye ile Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) arasındaki anlaşmaya ilişkin kendisine yöneltilen soruya ise Said, bunun Türkiye ile Libya arasında bir anlaşma olduğunu ve Tunus’un güvenliğini ve sınırlarını ilgilendirmediği karşılığını verdi. Erdoğan’a bu ziyareti sırasında savunma bakanı ile istihbarat başkanının da eşlik ettiğine dikkat çekmeliyiz.
Cumhurbaşkanı Kays Said bir sonraki gün, Tunus devletinin Libya konusunda tarafsız bir tutum benimsediğini ve herhangi bir ittifaka katılmayacağını deklare ederek çok iyi yaptı.
Buna ek olarak; Tunus Cumhurbaşkanlığı, Tunus’un Türkiye’nin Libya’daki ittifakına katılacağına ilişkin açıklamaları hatalı açıklamalar olarak niteledi. Erdoğan’ın açıklamalarının Cumhurbaşkanı Kaysa Said ile görüşmesinin içeriğini yansıtmadığını belirtti.
Tunus Cumhurbaşkanlığı yaptığı açıklamada, “Libya’ya yönelik tutumumuz hakkındaki yanlış iddialar kötü tahminlerden kaynaklanmaktadır” diye de ekledi. Cumhurbaşkanı’nın “ülkenin egemenliğine ve kararlarının özgürlüğüne önem verdiğini” vurguladı.
İlginç olan ise Libya’daki UMH’nin, Fayiz es-Serrac’ın düzenlediği ziyaretin ardından Tunus’un Türkiye-Libya ittifakına katıldığını deklare etmesiydi. Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said, es-Serrac’ın başkanı olduğu UMH ile Mareşal Halife Hafter komutasındaki Libya Ulusal Ordusu ve Libya Temsilciler Meclisi arasında barışçıl bir çözüm bulmak için müdahalede bulunmaya hazır olduğunu açıklamıştı. Fakat çatışmanın iki Libyalı tarafı konuk edilmek yerine Tunus topraklarından askeri müdahale tehdidinde bulunan yabancı bir devlet başkanı konuk edildi. Zeytinyağı ve sabun karşılığında bağımsız ve egemen bir devletin varlığı açıkça göz ardı edildi. Erdoğan’ın, Arapları ilgilendiren herhangi bir meseledeki açıklamaları her zaman egemenliklerini ve bağımsızlıklarını göz ardı eden açıklamalardır. Nitekim, Libya’ya müdahalesini de Osmanlı’nın mirası olması ve Mustafa Kemal Atatürk’ün bir Osmanlı askeri olarak orada savaşması ile haklı göstermeye çalıştı.
Türkiye’nin çirkin açıklamalarını protesto eden ve karşı çıkan halk baskısı ya da basın toplantısında ortaya çıkan ilkesiz tutum nedeniyle olsun Cumhurbaşkanı Kays Said’in açıklamaları, işleri tekrar doğru rayına soktu.
Said’in son açıklamaları, başka bir Arap ülkesine saldırması için yabancı bir gücün platformu ya da giriş kapısı olmayı kabul etmesi mümkün olmayan Tunus devletinin tutumuyla uyumlu oldu.
Tunus’ta yaşanan bu kafa karışıklığı bizleri, dinci Arap grupların müttefiği olan Arap milliyetçilerinin genel olarak tutumlarını anlamaya çalışmaya yönlendiriyor.
Bilindiği söz konusu dini gruplar, Türklere ve İranlılara Arap kapılarını açtılar, topraklarının bir bölümünü işgal etmelerine ve kararları ile egemenliğini kontrol etmelerine imkan sağladılar. Gerçekten de bu gruplarla ittifak kurmanın sırrı nedir, yabancının tanımı nedir, bu Arap milliyetçilerine göre işgalci kimdir artık bilemez olduk.
Yabancı bir ülkenin herhangi bir Arap devletine girişi artık işgal sayılmıyor mu? Dini grupların yabancı güçlerle ittifak yapmasını anlayabiliriz. Onlara göre Türkler ve İranlılar tek ümmet kavramı içinde yer aldıkları için yabancı değiller. Peki Arap milliyetçilerine ne demeli?
Özellikle Libya üzerinde duruyoruz çünkü bahsi geçen milliyetçilerin, bugün şaşırtıcı bir çelişki ile kabul ettiklerine benzer bir durumu doksanlı yıllarda kabul etmediklerini bize hatırlatıyor.
Bugün Arap milliyetçileri, Türkiye’nin Libya’ya müdahalesini Serrac hükümetinin çağrısı üzerine gerçekleştiği gerekçesi ile onaylıyorlar. Onların anlayışına göre bu işgal değil. Ama doksanlı yıllarda milliyetçiler, Kuveyt’in Irak işgalinden kurtulması için uluslararası koalisyon güçlerinden yardım isteyen Suudi Arabistan ve Kuveyt hükümetlerini kınamışlardı. Bunu unuttuk mu?
O zamanlar Arap milliyetçileri itirazlarına gerekçe olarak, Araplar içi bir çatışmayı çözmek için yabancı güçlerden yardım istenmemesi gerektiğini göstermemişler miydi?
Peki bugün ne oldu, değerler, ilkeler nasıl değişti ve parçalandı?
Ayrıca Libya’daki çatışmaların her iki tarafı da Libyalıdır. Taraflardan biri bir başka Arap ülkesinin Mısır’ın güvenliğini tehdit ediyor, devletin kaynaklarını Türkiye’nin hırslarının ve emellerinin hizmetine sunuyor. Çok ucuz bir fiyata kendisine satıyor.
Topraklarını her yerden gelen paralı askerlere ve savaşçılara açıyor. Bütün bunlar, Müslüman Kardeşler grubunun desteği ve gözetimi, Arap milliyetçilerinin onayıyla gerçekleşiyor.
Bu tutumların Arap milliyetçiliği literatüründe nasıl bir karşılığı olabilir?
TT
Arap milliyetçiliğinin Tunus’u
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة